Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandıkları dava, baştan sona, hiçbir makuliyeti ve somut delili olmayan asılsız iddialarla ve suni şikayetçilerle oluşturulmuş bir kumpas davasıdır. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın, dinimizin, devletimizin ve milletimizin lehine olan çalışmalarını engellemek ve camiamızı dağıtmak amacıyla özel bir husumet ekibi oluşturulmuş, bu kişiler vasıtasıyla bir linç grubu kurulmuştur. Dava kapsamında hazırlanan savcılık iddianamesi de, linç amacıyla bir araya getirilen bu husumetli kişilerin iftiralarından meydana gelmektedir. 

Sayın Adnan Oktar ve camiamıza yönelik olarak oluşturulan son derece saldırgan, düşmanca bir organize linç yapılanmasının, devletin bazı kurumlarını yanıltması ve yanlış yönlendirmesiyle polis operasyonu, tutuklanmalar ve devam etmekte olan yargı süreciyle neticelenmiştir.

Bu yazımızda da dikkat çekeceğimiz gibi, nefret söylemleri, linç olayları sadece camiamıza yönelik değildir. Ülkemizde birçok kişi veya kurum sosyal linçe uğramaktadır. Linç kültürü günümüzün en önemli toplumsal hastalıklarından biridir. 


Tehlikeli Bir Sosyal Virüs: Linç Kültürü

Linç kelimesinin sözlük anlamı “birden çok kimsenin kendilerine göre suç veya yanlış olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi”dir. Linçin en uç noktası, hedefteki kişinin öldürülmesidir. Bu fiziksel linçin tanımıdır.

Günümüzde ise, fiziksel linçten çok “sanal, sözlü veya yazılı" yani "manevi linç" yaygındır. Fiziksel linçte amaç kişiyi öldürmek, yaralamak, sakat bırakmak iken, manevi linç türlerinde amaç, kişileri veya kurumları psikolojik olarak yıpratmak, kendinden farklı olanı, farklı düşünen veya davrananı cezalandırmak, elinden her türlü imkanı almak, HATTA YOK ETMEKTİR.

Linçi uygulayan güruhlar, hedefteki kişinin ne düşündüğünü, ne hissettiğini, gerçekten suçlu olup olmadığını düşünmez veya araştırmazlar. Linç edenlerin üslubunda, ciddi bir nefret, sevgisizlik, saldırganlık, öfke, hatta sözlü şiddet bulunur.

Linçi ilk başlatanlar çoğunlukla organize bir gruptur. Bu özel seçilmiş kişiler, hedeflerindeki kişilerle ilgili olumsuz, çoğunlukla nefret ve öfke dolu paylaşımlarda bulunurlar, yazılar yazarlar, TV programlarında konuşurlar. Olayların iki yönünü anlatmazlar, daima ön yargı oluşturacak, tek taraflı koşullanmaya neden olacak sansasyonel, toplumun sinir uçlarını hedef alan çoğunlukla sahte bilgiler verirler. Üsluplarında, hedefteki kişiyi küçümseyen, suçlayan, itibarsızlaştıran ifadelere özellikle yer verirler.

Linç kültüründe, yargısız infaz da vardır. Bu kişiler kendilerini hem iddia makamının hem de son kararı veren yargı makamının yerine koyarlar. Hukuki süreçten kendi yargıları dışında bir karar çıkacak olursa, o zaman daha da hırçınlaşır, agresifleşirler.

Bu organize linç güruhunu izleyerek “galeyana gelen” bir grup daima hazırdır. Bu insanlar da, yalnız kalmamak, dışlanmamak, haset, aşağılık kompleksi, tehdit, baskı vb. gibi çeşitli nedenlerle linç kampanyasına katılırlar veya katılmak zorunda kalırlar.

Linç ruhunda, grup veya sürü psikolojisi çok önemli bir öneme sahiptir. Sabancı Üniversitesi’nden sosyal psikoloji uzmanı Prof. Nebi Sümer’e göre; “insanlar normalde tek başına yapamayacakları şeyleri, grup etkisi altında bireysel kimliklerini unutarak, ondan sıyrılarak, farkında bile olmadan yapabilirler...” (https://tr.euronews.com/2019/04/23/linc-kulturu-sosyal-ve-siyasal-psikoloji-uzmanlari-ne-diyor)

Linç kültürünün en temelinde ise, sevgisizlik, tahammülsüzlük, anlayışsızlık, kıskançlık, rekabet, düşmanlık, öfke vardır.


Ülkemizde Linç Kültürü 

Maalesef ülkemizde linç kültürü giderek yaygın bir hale gelmektedir. Devlet büyüklerinden sanatçılara, hekimlerden akademisyenlere, komedyenlere kadar her kesimden kişi linç kampanyalarının hedefi haline gelebilmektedir.

Linç kampanyalarının en sık hedefinde olan kişilerden biri ise Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’dır. Gerek sosyal medyada, gerek yazılı ve görsel basında, sık sık, hemen her gün kendisi aleyhinde olumsuz bir propaganda başlatılmaktadır. Son derece seviyesiz, hatta hakaretamiz sözlerle, her gün başka bir konu bahane edilerek, çoğunlukla gerçekler çarpıtılarak ve sahte deliller eşliğinde sunulmak suretiyle aleyhinde linç kampanyaları yürütülmektedir.

Sayın Bahçeli ve Sayın Kılıçdaroğlu da, bu tür nefret söylemlerine sık sık maruz kalan siyasi liderlerdir.

Özellikle büyük kitleler tarafından sevilen, takdir edilen, beğenilen, takip edilen kişiler, kıskançlık nedeniylekolaylıkla linçe uğrayabilmektedirler.

Sadece siyasetçiler değil, toplumda bir yeri olan her tür meslek sahibi bu linç kampanyalarının hedefinde olabilmektedir. Örneğin Prof. Dr. Canan Karatay gibi saygıdeğer bir doktor, sağlıkla ilgili tıbbi bir öneri yaptığında, bir anda gündem olmakta ve böylesine nezih, kibar bir doktor hanım dahi, ağır bir dil kullanılarak hakarete varan eleştirilere maruz kalmakta, hatta kendisiyle alay edilmektedir. Oysa tek yaptığı, insanlara sağlıklı beslenme konusunda bilgi vermektedir. Bu kadar hınç, öfke, nefret nasıl oluşmaktadır, insanlar nasıl bu olumsuz duyguları bu kadar yoğun yaşayabilmektedir? Bu bozukluk dikkatle incelenmelidir. 

Cem Yılmaz gibi, Türkiye’nin en sevilen sanatçılarından biri bile, linçe uğrayabilmektedir. Tek bir sözü veya son filmi üzerinden öfkeli, saldırgan, kıskanç, sevgisiz insanların hışmına uğrayabilmiştir.

Sanatçıların uğradıkları linçe en yakın örneklerden bir diğeri, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülleri töreninde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın müzik alanında ödül verdiği, tüm Türkiye’de yıllardır en çok sevilen sanatçılardan olan, Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur’dan oluşan MFÖ grubunun yaşadıkları olmuştur. Mazhar Alanson’un, ödül aldıktan sonra yaptığı konuşmada, “Bunca yıldır çok ödül aldık. Maalesef taşınmalardan dolayı saklayamadım. Ama bu ödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım” ifadelerinin ardından sosyal medyada MFÖ grubu üyelerine yönelik yoğun bir linç kampanyası başlatılmıştır.

Cumhurbaşkanımızın iftar sofrasına oturan sanatçıların acımasızca ötekileştirilmeye çalışılması, bu sanatçıların uğradıkları sosyal ve psikolojik linç çok yakın zamanlara ait olaylardır.

Kariyerlerini insanları iyileştirmek, neşelendirmek, güldürmek üzerine kurmuş insanların dahi bu kadar hırpalanabilmeleri, linç kültürünün şiddetini ve tehlikesini göstermesi açısından önemlidir. 

Yakın zamanda Uluslararası Savunma ve Danışmanlık şirketi SADAT’ın başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı’mızın Askeri Başdanışmanlığı görevlerini de yürütmekte olan Sayın Adnan Tanrıverdi’nin, “İslam Birliği kurulacak, Hz. Mehdi gelecek” ifadeleri gündem olmuş, bir anda Sayın Tanrıverdi aleyhinde bir linç kampanyası başlatılmış, bir kısım yazılı ve görsel medya ile sosyal medya mecralarında, haddini aşan ve insaf sınırlarını zorlayan birçok haksız haber ve yoruma yer verilmiştir. Bu linç o kadar tırmanmıştır ki, neticesinde Sayın Tanrıverdi, görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.

Linç kampanyalarının zaten amacı da, insanları mutsuzlaştırmak, işinden, ailesinden, arkadaşlarından, çevresinden uzaklaştırmak, yalnızlaştırmak, zor durumda bırakmak, bertaraf etmek, bir anlamda sosyal olarak yok etmektir.

 

Sayın Adnan Oktar ve Camiamıza Yönelik Linç Kampanyası ve Sonuçları 

Sayın Cumhurbaşkanımıza, önde gelen siyasi liderlere, bilim insanlarına, sanatçılara dahi son derece yıldırıcı, tehditkar, nefret dolu sözler söyleyebilen yüzbinlerce insan bulunmaktadır. Bu kişiler yeterince hırslandırıldıklarında, teşvik edildiklerinde, ikna edildiklerinde rahatça başkaları aleyhinde yalan ifade verebilmekte, farklı motivasyonlarla iftira atabilmektedirler.

Nitekim Sayın Adnan Oktar ve camiamız da ülkemizde giderek tırmanan ve önü bir türlü alınmayan bu öfke selinin, linç kampanyalarının hedefi olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandığı dava baştan sona bir linç ruhuyla organize edilmiştir.

İddianamenin tamamı, gerçekte şikayetçi olmayan, ancak tehdit, kıskançlık, korkutulma, “onlardan değilim” diyebilmek, çevresine hoş görünebilmek gibi nedenlerle ikna edilmiş, galeyana getirilmiş kişilerin iftiralarından, gerçek dışı beyanlarından oluşmaktadır.

Sayın Adnan Oktar’ın ve camiamızın çalışmalarını durdurmak, Sayın Cumhurbaşkanımıza ve AK Parti hükümetine verdiğimiz son derece akılcı, şevkli ve etkili desteği kesmek, Darwinizm, ateizm, deizm, materyalizm ve bu “izm”lerden güç bulan PKK/PYD terör örgütleriyle fikri mücadeleyi sekteye uğratmak isteyen İngiliz derin devleti ve Türkiye’deki uzantıları, önce camiamıza husumetli birkaç kişiyi etkisi altına almıştır.

Bu husumetli güruh, operasyon öncesinde, sosyal medyayı kullanarak, düzenli ve sistematik olarak sadece Sayın Adnan Oktar’ı ve camiamızdaki arkadaşlarımızı değil, camiamıza yakın olan kişileri de hedef alarak, son derece nefret ve kin dolu, hakaretamiz, tehditkar paylaşımlar yapmaya başlamışlardır.

Sosyal medyada bu linç kampanyasını yürüten ekibe, bir süre sonra TV programlarından ve gazete yazarlarından katılanlar da olmuştur. Bu organize “siber zorbalık” neticesinde, camiamıza yakın bazı kişiler paniğe kapılmış ve korkmuştur.

Aralıksız devam eden bu sanal linç kampanyası neticesinde, bu husumet ekibi bir sonraki aşama için “suni şikayetçiler ve mağdurlar” grubunu oluşturabilmiştir. 

Nitekim, camiamızın yargılanmakta olduğu davaya ait iddianame tamamen bu linç kampanyasının bir ürünüdür; bu suni şikayetçi ve mağdurların, çeşitli nedenlerle galeyana gelerek uydurdukları, hiçbir somut delile dayanmayan iftiralardan oluşmaktadır.

Camiamız aleyhinde söylenenlerin tamamı iftira ve yalan olduğu için, kısa süre sonra geçersizliği veya mantıksızlığı görülmekte, bu kez aynı linç ruhu, yeni bir yalanla saldırıya geçmektedir.

Örneğin camiamıza yönelik olarak yapılan 11 Temmuz 2018 tarihli operasyon gününden itibaren, basında ve sosyal medyada, özellikle bayan arkadaşlarımıza zorla lityum kullandırıldığı iddia edilmiştir. Hatta lityum sayesinde iradelerinin kırıldığı, bu şekilde camiamızda zorla tutuldukları, doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek hale getirildikleri iftirası atılmıştır. Bu iddia üzerine yüzlerce yalan senaryo kurulmuştur. Ne var ki, operasyon günü, tüm arkadaşlarımızdan kan alınmış, tahlil sonuçlarında tek bir kişide dahi ne fazla lityuma ne de herhangi başka bir maddeye rastlanmamıştır. Ancak, tabi ki iftiraya uğradığımızı ispatlayan bu sonuçlar, linç kampanyasını yürüten medyada duyurulmamıştır. Lityum konusu sessiz sedasız gündemden kaldırılıp başka bir konuya geçilerek yeni bir linç kampanyası başlatılmıştır. 

Camiamızdaki bazı arkadaşlarımızın, işleri veya güvenlikleri nedeniyle, devletin ilgili kurumlarının onayı ile aldıkları ve bir kez bile kullanmadıkları silahlar, bir anda “evlerinden cephanelik çıktı” gibi başlıklarla verilerek, silahlı suç örgütü imajı oluşturulmaya çalışılmıştır. Her arkadaşımızın kendi evinde veya iş yerinde bulunan silahlar bir araya getirilip dizilerek, tek bir evden çıkmış gibi bir algı oluşturulmuştur. Devletin onayıyla verilmiş ve değil herhangi bir suça karışmak, bir kez bile kullanılmamış olan bu silahlar, suç aleti gibi gösterilmeye çalışılmıştır. 

İddianamede dahi yer almayan, hiçbir delili bulunmayan iddialar, iftiralar haftalarca, aylarca basında yer almış, arkadaşlarımızın masumiyet karineleri hiçe sayılmış, isimleri, resimleri, işleri, aileleri deşifre edilerek, akıl almaz iftiralarla karalanmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılmışlardır. 


Husumetli Linç Grubunun Oluşturduğu “Sözde Şikayetçiler”in Motivasyon Nedenleri 

Sayın Adnan Oktar ve camiamız aleyhinde ifade veren kişilerin tamamı bu linç mantığıyla toplanmış, korkutularak, tehdit edilerek veya kıskançlık, kompleks gibi bazı zaafları kullanılarak “galeyana getirilmiş”, psikolojik olarak yok etme arzusuyla doldurulmuş kişilerdir. Dava dosyasındaki sözde şikayetçi veya mağdur sıfatıyla bulunan kişiler, tek başlarına kendi iradeleri ve vicdanlarıyla düşünebiliyor olsalar, bu husumetli linç güruhu tarafından teşvik edilmemiş, galeyana getirilmemiş olsalar, aslında hiçbiri camiamız hakkında düşmanca, kin ve haset dolu düşüncelere sahip olmayacak insanlardır.

ASLINDA BU KİŞİLERİN HİÇBİRİ GERÇEK ŞİKAYETÇİ DEĞİLDİR. Bu gerçeğin en önemli delillerini şöyle özetleyebiliriz:

  • Bu “sözde şikayetçiler” sözde mağdur edildikleri dönemde hiçbir adli makama, polise, avukata, herhangi bir kişiye, ailelerine, yakınlarına şikayette bulunmamışlar, yardım istememişlerdir
  • Bu “sözde şikayetçiler”, 10, 20 yıl hatta 30 yıl boyunca camiamızda kalmışlardır. Eğer gerçekten şikayetçi veya mağdur konumunda olsalar, üniversite mezunu, kariyer sahibi, kimi oldukça nüfuzlu ailelere mensup bu kişiler, değil 30 yıl, 30 saat dahi camiamızda kalmazlardı. 30 gün, 30 ay, 3 yıl değil, 30 yıl camiamızda kalan bu insanlar, aleyhimizde bir linç kampanyası başlaması ve operasyon ve cezaevi tehditleri yoğunlaştığı anda tek tek şikayetçi olmaya başlamışlardır.
  • Bu “sözde şikayetçiler”, güya mağdur edildiklerini iddia ettikleri dönemden sonra da, camiamızla yakından görüşmeye devam etmişler, hatta sosyal medya hesaplarında, arkadaşlarımızla birlikte, davetlerde, yemeklerde, sosyal ortamlarda, son derece mutlu, neşeli, candan, samimi pozlar vermişlerdir. 

Gerçek şudur ki; EĞER 2018 YILINDAN İTİBAREN DOZU ARTAN BİR ŞEKİLDE SAYIN ADNAN OKTAR VE CAMİAMIZ ALEYHİNE BİR LİNÇ KAMPANYASI BAŞLATILMAMIŞ VE CAMİAMIZA BU OPERASYON DÜZENLENMEMİŞ OLSAYDI, ŞU ANDA “SÖZDE ŞİKAYETÇİ” OLAN KİŞİLER HALA BİZLERLE GÖRÜŞEN YAKIN DOSTLARIMIZ OLMAYA DEVAM EDECEKLERDİ.

Bu “sözde şikayetçiler”in her biri linç ruhu çevresinde farklı nedenlerle toplanmıştır. Bu nedenlerden bazıları şöyledir:

1– Korkutulmuş olmaları: Camiamıza yönelik aylarca sosyal, yazılı ve görsel medyada yürütülen nefret ve iftira kampanyası sırasında, Sayın Adnan Oktar’a ve arkadaşlarımıza sürekli olarak tehditler yöneltilmiştir. Bir polis operasyonu olacağı, kendi saflarına geçmeyenlerin tutuklanacakları, mallarına el konacağı, ailelerin işlerinin batacağı vb gibi birçok konuda tehditler sosyal medya hesaplarından, her gün birkaç kişi hedef alınarak sistematik olarak sürdürülmüştür.

Arkadaşlarımız hakkında hakaret dolu içerikler paylaşılmış, Sayın Cumhurbaşkanımızdan, bu arkadaşlarımızın çalıştıkları işyerlerine kadar hakaretlerle dolu bu içerikler paylaşılmış, saldırgan yöntemlerle bir itibar suikastı uygulanarak, arkadaşlarımız camiadan ayrılmaya, hatta ayrılarak camiamızdan şikayetçi olmaya zorlanmışlardır. 

Bu ciddi psikolojik baskı ve yıldırma politikası karşısında, bazı arkadaşlarımız dayanamamış, olası bir polis operasyonundan sonra tutuklanarak cezaevine gitme korkusuyla, baskılara boyun eğmiş ve 10-20-30 yıllık arkadaşlarına iftira atmak zorunda kalmışlardır.

Tehditlerden kendilerini korumak için, orta yollu, hafif iftiralar yeterli görülmediği için, kumpasçı linç güruhunun baskı ve tehditleriyle, akla hayale gelmeyecek iftiraları göz kırpmadan uydurabilmişlerdir.

2– Haset duyguları içinde linçe katılanlar: Camiamıza karşı bu kumpası kuran İngiliz derin devleti elemanları, linç güruhunu oluştururken, kompleksli, ezik, haset duyguları içinde olan kişileri de tespit etmiştir. Camiamızın fikri alandaki başarılarına, ses getiren çalışmalarına, arkadaşlarımız arasındaki dayanışma, derin sevgi, saygı ve birliğe haset eden bazı zayıf ahlaklı kişiler, haset ettikleri bu güzellikleri yok edebilmek iç güdüsüyle, bu linçe var gücüyle katılmıştır. Bunların arasında, eskiden camiamızda olan kişilerden, gazetecilere kadar birçok kesimden insanlar bulunmaktadır.

Haset, linç ruhunun en önemli itici güçlerinden biridir. Örneğin Hz. Yusuf (as)’ın kardeşleri, Hz. Yusuf’u kıskandıkları için, onu kuyuya bırakmışlardır. Hz. Yusuf (as)’a iftira atan kadın, onun güzelliğine, kendisine ait olmamasına içerlediği, haset ettiği için onu zindana attırmıştır.

Mekkeli müşrikler, Kur’an-ı Kerim’in Peygamber Efendimiz (sav)’e indirilmesini kıskanarak "Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf Suresi, 31) diye sormuşlar, Peygamber Efendimiz (sav)’e her türlü zorluğu çıkartmışlardır.

3– Çevresinden kabul görme arzusu: İnsanların büyük bölümü, kendisini çevresine kabul ettirmeye çalışır, çoğunluğun dediklerine uyar, çoğunluğa hoş görünmek için inanmadığı şeyleri söyler veya yapar. Camiamıza iftira atan, linç etmeye çalışan kişilerin bir kısmı da bu tür zayıf kişilikli, ezik kimselerdir. Vicdanlarında, Sayın Adnan Oktar’ın ve arkadaşlarımızın asla suç işlemeyeceklerini bildikleri ve buna da bizzat şahit oldukları halde, dışlanmamak, yalnız kalmamak, bazı çevrelere hoş görünmek gayesiyle “sözde şikayetçi” olmuşlardır. 

Sosyal medyada da bu tipte insanlar çoktur. Çoğunluk neyin peşinden giderse veya kimlerin sesi daha gür, daha baskın çıkarsa, hemen onların söylediklerini tekrarlarlar. Kendilerine ait bir fikirleri yoktur. Veya kendi samimi ve vicdani düşüncelerini söyleyecek ve savunacak iradeye, samimiyete ve cesarete sahip değillerdir. Aksi takdirde kendilerinin de linç edileceğini düşünerek, linç eden güruhun safına geçerler.

4– Camiamızdan olmadığını kanıtlama gayreti: “Sözde şikayetçiler”in bir kısmı da, yine tehditlerden ve baskıdan korkarak, camiamızla bir bağlantısı kalmadığını gösterip, cezaevine girmekten, işini, malını kaybetmekten kurtulmak için abartılı yalanlarla iftira atmıştır.


Hz. Muhammed (sav)’e Yönelik Linç Kampanyasının Önde Gelenlerinden: Ebu Cehil 

Linç ruhu, sadece içinde yaşadığımız döneme ait değildir. Yüzyıllardır, sayısız devlet adamı, fikir insanı, sanatçılar, bilim insanları linçe uğramışlardır. Peygamberlerin tebliğine karşı gelenler de bu mübarek insanları kimi zaman sözle ve eylemleriyle kimi zaman da fiziksel olarak linç etmeye yeltenmişlerdir.

Bunlara bir örnek, Peygamber Efendimiz (sav) döneminde yaşayan Ebu Cehil’dir.

Ebu Cehil, çeşitli yöntemlerle, İslamiyet’i kabul eden Müslümanları yıldırmaya çalışmıştır. Örneğin, İslamiyet’i kabul eden kişi toplumda itibarlı biri ise ona saygınlığını yitireceğini söyleyerek, ticaretle uğraşıyorsa kendisini iflas ettirmekle tehdit ederek, güçsüz ve kimsesiz ise onu döverek İslâm’dan döndürmeye çalışmıştır. Ashaptan Ammâr b. Yâsir ile annesine, babasına ve daha birçok Müslümana İslamiyet’i kabul ettikleri için çok ağır işkenceler yapmıştır; Ammâr’ın annesi Sümeyye’yi şehit etmiştir. Ebu Cehil, ilk Müslümanlardan olan üvey kardeşi Ayyâş b. Ebû Rebîa’yı aldatarak hicret ettiği Medine’den tekrar Mekke’ye götürmüş ve orada hapsedip Medine’ye dönmesine yıllarca engel olmuştur.

Hz. Peygamber Efendimiz (sav), Kâbe’de namaz kılarken üzerine deve leşi attıran kişi de yine Ebu Cehil’dir. Bu da fiziksel bir linç yöntemidir.

Ebu Cehil, saldırgan ve kin dolu tavrını ısrarla ve vicdansızca sürdürmüştür. Yanında on bir müşrik arkadaşı ile, halkın hac mevsiminde Peygamber Efendimiz (sav) ile görüşmesini engellemek ve halkı iman etmekten vazgeçirmek için aralarında iş bölümü yapmışlar, Mekke’nin girişlerini kontrol altına almışlar ve Resûl-i Ekrem Efendimiz'i (sav) kavminin gözünde kendilerince küçük düşürmeye çalışarak hakkında iftiralar uydurmuşlardı.

Hicretten birkaç yıl önce Benî Mahzûm kabilesinin reisliğine getirilen Ebu Cehil, Hz. Peygamber (sav)’e ve Müslümanlara her fırsatta sözlü ve fiili saldırıda bulunmuş, Müslümanlara karşı başlatılan boykotla onların Ebû Tâlib mahallesinde üç yıl boyunca tecrit edilmesine önderlik etmiş, dışarıdan yapılmak istenen yardımlara da engel olmuştur. Resulullah (sav)’ın Medine’ye hicretine engel olmak için Dârünnedve’de yapılan toplantıda, onun her kabileden seçilecek gençler tarafından öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi evini muhasara altına alarak öldürülmesini planlayan da yine Ebu Cehil’dir.

Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil de, Peygamber Efendimiz (sav)’in evini taşa tutmuşlar, evinin kapısının önüne pislik atarak, yoluna diken döşemişlerdir. Tüm bunlar bir linç etme ruhuyla yapılan, ahlaksızca, vicdansızca, nefret dolu saldırganlıklardır. 

Peygamber Efendimiz (sav)’in nurunu, temizliğini, güzelliğini, asaletini, heybetini, başarılarını, ona olan teveccüh ve sevgiyi kıskanan Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi ahlaksız haysiyetsizler, kendileri gibi vicdansız, kompleksli, saldırganlar kişileri de çevrelerine toplayarak, Peygamber Efendimiz (sav)’e rahatsızlık, huzursuzluk vermeye çalışmışlar, kendi düşük akıllarınca, Peygamberimizi ve çevresindekileri korkutmak, yıldırmak istemişler, ancak bunda başarılı olamamışlardır. Allah her kurdukları tuzağı en temelinden bozmuş, Hz. Muhammed (sav) ve ashabını onların kötülüklerinden korumuştur.

Tarih boyunca aynı Hz. Muhammed (sav)’e olduğu gibi tüm peygamberler, salih müminler, alimler de linçe uğramışlardır.

Hz. İbrahim (as) için "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun" (Enbiya Suresi, 68) diyenler aynı saldırgan linç ruhunu taşıyan insanlardır.

Ancak Allah, Hz. Muhammed (sav)’i koruduğu gibi, Hz. İbrahim (as)’ı da bu linç güruhunun saldırılarından korumuş, onu kurtarmıştır:

“Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiya Suresi, 69)


Linç Ruhunun Yok Saydığı Lekelenmeme Hakkı ve Masumiyet Karinesi

Herkes, suçlu olduğu ispatlanana ve açıklanana kadar masumdur. Her insan, lekelenmeme hakkına sahiptir; yani suç şüphesi nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişinin bu işlemlerden dolayı onur, şeref ve haysiyetinin zarar görmemesi, toplum içindeki saygınlığının zedelenmemesi gerekmektedir. Hakkında henüz kesin hüküm verilmemiş kişinin masumiyetine zarar verecek, kişiyi toplum nezdinde mahkum edecek her türlü söz, yayın, haber gibi davranış, hukuka ve vicdana aykırıdır.

Ne var ki, gerek camiamız hakkında düzenlenen savcılık iddianamesi gerekse de arkadaşlarımızın göz altına alınmaya başladıkları andan itibaren yazılı ve görsel basında ve sosyal medyada başlatılan ve 2 yıldır devam eden ağır linç kampanyaları ile, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın masumiyet karinelerine en ufak özen gösterilmemiş, lekelenmeme hakları gözetilmemiş, itibarsızlaştırma, sosyal anlamda ezme, yok etme, neredeyse nefes aldırmama faaliyetleri hınç, öfke ve nefretle sürdürülmüştür ve halen de devam etmektedir. 


Sonuç

Sadece camiamıza karşı değil, karşıt olunan her fikre, her davranışa karşı sürdürülen, özellikle de sosyal medya aracılığıyla yürütülen “dijital linç ruhu”, bireylerin klavyelerinden, kalemlerinden, ağızlarından akıttıkları atık su gibi birikerek, toplumu zehirlemekte, yıpratmakta, sevgisizlik, nefret, kin, düşmanlık duygularını körüklemektedir.

İnsanlar, tek başlarına yapmayacakları, tek başlarına vicdanlarına yüklemeyecekleri bu “kötülük” sorumluluğunu, başkalarının üzerine yıkarak, saldırganlaşabilmektedirler.

Sosyal medyada veya görsel ve yazılı basında yer alan linç kampanyalarına itibar edildiğinde, itham kolaycılığına kaçıldığında ise, Sayın Adnan Oktar ve camiamıza yönelik olarak hazırlanan, somut deliller olmadan sadece müşteki beyanlarıyla oluşturulan iddianamede görüldüğü gibi, gerçek anlamda adaletin uygulanmasının mümkün olmayacağı açıktır.

Kin, kıskançlık, husumet gibi duygularla sesleri baskın çıkanlar adaleti etkilememelidir. Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

İnsanları, grupları, fikirleri ezmeye, yıkmaya, sosyal ve psikolojik anlamda yok etmeye çalışan bu linç ruhundan toplumumuzu kurtarmak, sevgi, barış, uzlaşma dilini ön plana çıkaran bir iklim oluşturmak son derece elzemdir. 

Allah, Kur’an’da linç ruhunu lanetlerken, uğradıkları linçe ve düşmanlığa rağmen, Müslümanlara daima sözün en güzelini söylemelerini emretmektedir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.

Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. (Fussilet Suresi, 34-35)

Daha yeni Daha eski