Uzm. Psk. Simay Okşan Oral’ın “Stres ve Cezaevi Yaşantısı” adlı kitabı da, tutukluların yaşadıkları psikolojik sorunları ve ruh hallerini ortaya koyması açısından çok önemli bir eserdir. ·

Simay Okşan’ın kitabında yer verilen bilimsel verilere özellikle daha cezası ve hatta neyle suçlandığını dahi bilmeyip mahkeme sürecini bekleyen tutuklular;

●       Geleceklerini belirsiz görüp büyük bir stres yaşamakta,

●       Yaklaşan duruşmaların yarattığı gerginlik kişileri zihinsel ve duygusal olarak yıpratmakta,

●       Tutukluğa kadar kazanılmış tüm değerlerin kaybedilmesi endişesiyle birlikte özgürlüğe bir daha kavuşamama stresi kişilerde ağır travmalara neden olmakta,

●       Tutuklular yalnızlık sendromuna kapılmakta,

●       Sağlık problemleri olanlar hastalıkları karşısında çaresiz kalacaklarını düşünmekte,

●       Yaşadıkları ve muhtemel yaşayacakları ortam kendilerini ürkütmekte,

●       Ailesinden ve yakınlarından utanmakta,

●       Kendilerini toplumdan dışlanmış hissetmekte,

●       Mahpusluğun acılarını çekeceğini düşünerek tedirgin olmakta,

●       Eşya ve hizmetlerden yoksunluk nedeniyle ağır psikolojik bunalımlara yönelmektedir.

 

Türkcan Saatçioğlu’na göre tutuklular, geleceklerini belirsiz görmeye başladığında büyük bir strese kapılmaktadırlar:

“Tutuklanma ve cezaevine girme durumu, bireyin sosyal yaşamında önemli değişikliklere sebep olmaktadır. Yaşanan iş kaybı, aile ve arkadaşlardan uzak kalma, adli prosedürün hala sürüyor oluşu, geleceğin belirsiz olması kişi üzerinde büyük bir stres yaratmaktadır. (Saatçioğlu, Türkcan, Işıklı ve Uygur, 1995)

Öztürkçügil’e göre tutuklular, toplum tarafından dışlanan kişilerle birlikte olduklarını düşünüp yalnızlık, üzüntü ve strese kapılabilmektedir:

“Birey cezaevine girdiğinde kendi gibi olan birçok farklı kişiyle bir araya gelmektedir. Fakat yaşadığı tüm bu değişikler sonucunda yaşadıklarını ailesine, arkadaşlarına istediği zaman anlatamaz. Bu durum kişinin kendisini yalnız hissetmesine sebep olabilir ve gittikçe topluluk içinde yalnızlık çekme durumunu yaşayabilir. Bunun yanında bulunulan ortamdakilerin toplum tarafından itilen, dışlanan kişiler olması da bu durumdaki bir birey için üzücü ve stres yaratıcı olabilir.” (Öztürkçügil, 1998)

Demirbaş ve Canter’e göre sanık olarak cezaevinde bulunan tutuklular, alınacak cezanın belirsizliği, yaklaşan duruşmanın yarattığı gerginlik sebebiyle zihinsel ve duygusal çöküntüye maruz kalabilmektedir:

“Hapislik bir yandan her bir tutuklu/hükümlünün psikolojik özelliğine göre, diğer yandan hapisliğin dış durumlarına göre farklı etki yaptığından herkes için aynı olan bir hapislik psikolojisi bulanmamaktadır. Bu sebeple tek tek tipik etkiler saptanır (Demirbaş, 2002) Bu sebeplerden ötürü herkesin cezaevi deneyimleri farklılıklar gösterebilir. Cezaevinde kalma sürelerinin kısa olmasıyla uzun olması arasında önemli fark vardır. Bu, kişinin cezaevinde kaldığı süre boyunca edindiği deneyiminden çok psikolojik olarak etkilenmeden kalmanın daha zor olması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Cezaevinden tahliye edildikten sonra çoğu şeyin keskin bir biçimde değişmiş olacağı ve dolayısıyla kişinin eski becerilerini geliştirmek ya da yenilerini öğrenme zorunluluğu ortaya çıkacağı için, dışarıdaki hayata adapte olmak daha uzun bir süre gerektirmektedir. Sanık olarak cezaevinde bulunma, alınacak cezanın süresinin belirsizliği ve yaklaşan duruşmanın yarattığı gerginlik zihinsel ve duygusal yönden kişiyi yıpratıcı olabilmektedir.” (Canter, 2011)

Sykes, mahkumların acı ve yoksunluk içine düştüklerini kaleme almıştır:

Sykes “Tutsaklar Toplumu” adlı çalışmasında, mahkumların karşılaştıkları acıları ıstırapları hapsedilmenin mahpusluğun acıları (Paints of imprisonment) kavramı ile açıklamaktadır. Sykes’a göre mahkumların karşılaştığı beş temel acı/yoksunluk bulunmaktadır.

Özgürlüğün Yoksunluğu (deprivation of liberty): Bu kavram mahkumların özgürlükleri başta olmak üzere ailelerinden, arkadaşlarından ve yakınlarından yoksun olma durumlarını anlatmaktadır. Bunun sonucu olarak duygusal ilişkilerin olmaması, can sıkıntısı ve yalnızlık görülür.

Eşya ve Hizmetlerden Yoksunluk (deprivation of goods and services): Mahkumların cezaevinde maddi gelir mal varlığı edinme imkanlarına sahip olmama durumlarını anlatmaktadır.

Heteroseksüel İlişkilerden Yoksunluk (deprivation of heterosexual relationships): Cezaevinde uzun süre kalan kişilerin cinsel ihtiyaçlarını gidermek konusunda yaşadıkları yoksunluğu ifade etmektedir. Bazı kriminologlar bu kurumun kişi üzerinde ciddi psikolojik sorunlar yarattığını belirmektedirler. Bu sorunların başında yaşı daha büyük ve agresif olan mahkumların daha genç ve pasif olan mahkumları homoseksüel ilişkiye zorlamaları gelmektedir.

Kişisel Özerklikten / Otonomiden Yoksunluk (deprivation of automony): Mahkumların 24 saatinin kurum tarafından belirlenip düzenlendiğini ifade etmektedir.

Kişisel Güvenlik Yoksunluğu (deprivation of security): Kişisel güvenliğin olmayışını, küçük bir mekanı pek çok mahkumun paylaşması durumunda bazılarının diğerlerine yönelik şiddet ve / veya cinsel açıdan istismar durumlarının olabilirliğini ifade etmektedir.” (Kızmaz, 2005)

Haney de tutukluların yoğun bir stres içinde olduklarını yaptığı araştırmalarla şu şekilde ortaya koymuştur:

“Konuyla ilgili araştırma yapan bir başka kişi ise Haney’dir. Haney’e (2001) göre kişide stres yaratıcı durumlar şöyle sıralanmaktadır:

Kurumsal Yapıya ve Olasılıklara Bağımlılık: Cezaevi sistemi kişilerin seçme özgürlüklerinden ve kendi adına bir şeylere karar verme bağımsızlığından vazgeçmelerini gerektirmektedir. Bu durum birçok insan için acı verici ve zorlayıcı olmaktadır. Zamanla tutuklu/hükümlüler, önceki özgürlük ve özerkliklerinin geri verileceği zaman yaklaştıkça, kaygılarının artmasına neden olacak ölçüde kendileri için karar almada kuruma bağımlı hale gelmektedirler. (Canter, 2011)

Cezaevi dışındaki yaşam, radikal ve köklü değişmelere sahne olurken, cezaevindeki yaşam görece durağan bir nitelik sergilemektedir. Uzun süre cezaevinde mahkûm kalan herhangi birinin cezaevinden çıktıktan sonra karşılaştığı yaşam bu sebeple onların toplumsal adaptasyonlarını güçleştirici bir nitelik sergileyebilmektedir. (Giddens, 2000)

Aşırı Uyanıklık, Kişilerarası Güvensizlik ve Kuşku: Cezaevleri kaçmanın olanaksız olduğu, tehlikeli yerlerdir. Tehdit ya da kişisel risk durumları için uyanık ve tetikte olma gereği bulunmaktadır. Çünkü yakın çevrede herhangi bir zayıflık işaretinden faydalanmaya hazır kişilerin bulunuşu, kişilerarası kuşku ve güvensizlik durumuna sebep olmaktadır. (Canter, 2011)

Aşırı Duygusal Denetim, Yabancılaşma ve Psikolojik Uzaklık: Bazı erkek tutuklu/hükümlüler, şiddet uygulayabildiğini, güçlü olduğunu gösteremedikleri sürece, cezaevi yaşantıları boyunca sömürülüp yönetileceklerine inanabilmektedirler. Bu yüzden sert adam imgesi yaymaya çalışmaktadırlar. Bunun sonucunda kişiler çevrelerindeki olaylara duygusal tepki vermeyip bastırma çabası gösterebilirler. Hem duygusal hem de davranışsal olarak nötr bir “tutukevi” maskesi geliştirmeye çalışan tutuklu/hükümlüler, kendilerine ve başkalarına yabancılaşma tehdidi ile karılaşmaktadırlar. Toplumsal durum ve ilişkilerde alışkanlık haline gelen ve güçsüz bırakan duygusal bir boşluk geliştirebilirler. Ayrıca, kendileriyle başkaları arasında kalıcı köprülenemez bir uzaklık oluşturmakta olduklarını da görebilmekteler. (Canter, 2011)

Toplumsal Geri Çekilme ve Yalıtılmışlık: Bazı tutuklular, bir toplumsal görünmezlik perdesi arkasına gizlenerek ve olabildiğince göze batmaz ve başkalarından özenle kopuk hale gelerek kendilerini koruma eğilimi sergilemektedirler. Bu kendi kendine toplumsal geri çekilme ve yalıtılmışlık kendilerini bütünüyle her şeyden geri çektikleri anlamına da gelebilmektedir. Kendilerini kimseye güvenmesine izin vermeyip tutukevi yaşamının gerginlikleriyle sessiz bir yalıtılmışlık yaşayarak üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar. Tutuklu/hükümlü vurdumduymazlığı ve kendi kendine davranış başlatma yeteneği kaybı birleştiğinde, bu görüntü büyük ölçüde klinik çökkünlük görüntüsüne benzemektedir. (Canter, 2011)

Azalmış Benlik Değeri Duygusu ve Kişisel Değer: Tutuklu/hükümlülerin özel yaşam hakları oldukça kısıtlıdır ve yaşam alanlarını paylaşacak kişileri seçme hakları ya hiç yoktur ya da çok kısıtlıdır. Uyuyup uyanma saatleri, yemek yeme saatleri, yıkanma zamanları konusunda seçenekleri bulunmamaktadır. Bu koşullar, kişilere sürekli toplum tarafından dışlanmış ve damgalanmış olduklarını hatırlattığı için tutuklu/hükümlüler üzerinde son derece stres ve üzüntü yaratmaktadır. (Canter, 2011)

Tutukluluk Acısına Sarsıntı Sonrası Gerginlik Tepkileri: Cezaevinde bulunan insanların çoğunluğunun çocukluk dönemi sıkıntıları yaşamış olması gerçeği, başka şeyler arasında cezaevi yaşamının katı, cezalandırıcı ve duyarsız doğasının birçok tutuklu/hükümlü için bir yeniden sarsıntı geçirme deneyimi anlamına gelebilmektedir. Bazı tutuklular, cezaevi yaşamını eğilip bükülmez ve yol vermez katılığını davetsiz bir biçimde her an şiddetle karşı karşıya kalıp ve fiziksel ve/veya cinsel saldırılar yoluyla kötü davranışa hedef olma olasılığını başkalarının denetiminden kurtulma gereksinimini, yasal saygı ve onları saran çevrede iyilik hallerine duyarlılık yokluğunu hep çok tanıdık yaşantılar olarak görebilmektedirler. Cezaevinde geçirilen zaman, yalnızca anılan değil aynı zamanda bu erken zararlı deneyimlerin engelleyici psikolojik tepki ve sonuçlarını yenilemektedir.” (Center, 2011)”

Tüm bu yargı mensuplarının, akademisyenlerin görüşleri ve bilimsel veriler tutukluların bozulan psikolojisini gözler önüne sermektedir. Tutuklu psikolojisinin farkında olan bazı karanlık odakların iftiracı devşirmek amacıyla bu tür manevi işkence ortamlarından faydalanmaları elbette hukukun, adaletin ve insan haklarının ayaklar altına alınmasından başka bir anlama gelmemektedir.



Daha yeni Daha eski