Kamuoyunun malumu olduğu üzere, Sayın Adnan Oktar ve çok sayıda arkadaşı 11 Temmuz 2018 tarihinde düzenlenen sansasyonel bir polis operasyonu ile tutuklandı. 

2 senedir cezaevinde bulunan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının masumiyet karinesi bu süre zarfında yok sayıldı, basın yayın organları tarafından yargısız infaza maruz bırakıldı ve yüzlerce kişi, aileleri, yakınları ve sevenleriyle birlikte büyük mağduriyetler yaşadı. Sayın Adnan Oktar ve 80 kadar arkadaşı halen İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılama sürecinde tutuklu olarak Silivri Ceza İnfaz Kurumu’nda tutulmaktadır. Adli kontrol şartları uygulanarak salınan 100 kişinin ise özgürlükleri ev hapsi uygulamasıyla kısıtlanmaya halen devam etmektedir.

Operasyonun ilk gününden itibaren Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, kendilerine yöneltilen tüm suçlamaların geçersiz olduğunu delilleriyle ortaya koymuş, tüm ithamların çok derin ve kapsamlı bir kumpasın sonucu olduğunu ispatlamışlardır. Operasyon ve sonrasındaki soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde yaşanan zulüm derecesinde hak ve hukuk ihlallerini gündeme taşımışlar, ilgili kurumları başka kimselerin benzer mağduriyetleri yaşamalarına engel olmak amacıyla bilgilendirmişler, ancak Devletimize duydukları derin saygı ve itaat sebebiyle kimseden şikayetçi olmamışlardır.


Emniyet ve Yargı Kurumlarındaki Son Atamalar Bazı Gerçeklerin Ortaya Çıkmaya Başladığının Bir Göstergesidir

Son günlerde, sözünü ettiğimiz bu ihlallerin önemli ölçüde müsebbibi konumundaki bazı emniyet ve yargı mensuplarının, ardı ardına görevlerinden alınarak farklı illere tayin edilmeleri ise, yapılan bu hak ve hukuk ihlallerinin, zulüm ve eziyetlerin nihayet fark edildiği kanaatini uyandırmaktadır. Aynı zamanda, hükümetimizin ve devlet büyüklerimizin de bu hukuksuzluklarla ilgili yeni bilgi sahibi olduğunun da açık bir göstergesidir.

Camiamıza yönelik operasyonun altında imzası olanların başında, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü MUSTAFA ÇALIŞKAN, İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü FURKAN SEZER ve ekibi ile İstanbul Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından CANER BABALOĞLU gelmektedir. Gelinen aşamada, BU KRİTİK İSİMLERİN TAMAMI GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE PEŞ PEŞE YAPILAN ATAMALARDA GÖREVLERİNDEN ALINMIŞ VE BÖYLELİKLE AYNI ZAMANDA, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI HAKKINDAKİ DOSYALARDAN DA EL ÇEKTİRİLMİŞLERDİR.

İstanbul Eski İl Emniyet Müdürü MUSTAFA ÇALIŞKANBu kişilerin görev başında olduğu dönem boyunca, çalıştıkları birimlerdeki bazı memurlar tarafından ilk günden bu yana çok ciddi hak ve hukuk ihlalleri yapılmış ve bu kanunsuz uygulamalarla ilgili olarak da düzenli bir biçimde Devletimizin ilgili birimleri bilgilendirilmiştir.

Örneğin; 

ADI GEÇEN YETKİLİLERİN İLGİLİ RESMİ KURUMLARIN BAŞINDA OLDUĞU DÖNEMDE, ÜZERİNDE GİZLİLİK KARARI BULUNAN SORUŞTURMA DOSYASINDAKİ GİZLİ KALMASI GEREKEN BİLGİLER MEDYAYA DÜZENLİ SERVİS EDİLMİŞ, BAZI HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER VE ONLARIN İŞBİRLİKÇİLERİ İLE PAYLAŞILMIŞ, BU KİŞİLERLE GAYRİ HUKUKİ İŞ BİRLİĞİ YAPILMIŞ, GERÇEK DIŞI, DELİLSİZ VE MESNETSİZ SUÇ İSNATLARI GÜYA GERÇEK GİBİ GÖSTERİLMİŞ, YÜZLERCE KİŞİ, ONLARIN AİLELERİ VE YAKINLARI HAKSIZ YERE MAĞDUR EDİLMİŞTİR.


İstanbul Eski İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, henüz operasyon sabahında, teamüllerde hiç olmayan bir şekilde, bir bilgi notu yayınlatmış ve basını ve Türk halkını güya “konu hakkında bilgilendirmiştir.” Bu, bir bilgilendirme değil itham ve karalama notu olarak tarihteki önemli hukuksuzluklar arasındaki yerini almıştır. Söz konusu notta “Adnan Oktar Suç Örgütü” şeklinde kullanılan tanımlamayla henüz soruşturması devam eden, mahkemesi bile görülmemiş bir olay için, ceza alıp almayacağı belli olmayan yüzlerce kişi hiçbir hukuki dayanağı olmadan ağır töhmet altında bırakılmış, kamuoyu nezdinde baştan suçlu ilan edilmiş, kara propaganda yapan bazı basın kuruluşlarının önü açılmıştır.

Bu görülmemiş hakkaniyetsiz ve hukuksuz yöntemle, hukukun en temel değerlerinden ‘’masumiyet karinesi’’ açıkça ihlal edilmiştir. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan kişilerin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Dolayısıyla, masumiyet karinesi, en başta kamu görevlilerinin bir insanın suçluluğuna ilişkin zamansız açıklamaları bakımından önemli şartlar getirmektedir.

Mustafa Çalışkan

Mustafa Çalışkan, bahsi geçen bu notuyla yetinmemiş, 2018 yılının Aralık ayında katıldığı bir panelde yaptığı konuşmada Adnan Oktar ve arkadaşlarını, bulunduğu resmi makamın görev, yetki ve sorumluluklarını aşan bir üslupla, kendince “suç örgütü” olarak tanımlamıştır. Sayın Çalışkan’ın ne derece yanlış bilgilendirildiğinin en önemli delili bizzat bu konuşmasıdır. Mustafa Çalışkan konuşmasında, halen Adnan Oktar’ın yanında güya kendi rızaları dışında tutulmuş olan binlerce çocuk olduğunu ve bu çocuklarına ulaşamayan da binlerce aile olduğunu söylemektedir. Bu, huzurdaki davanın iddianamesinde bile yer almayan son derece gerçek dışı bir iddiadır. 

İl Emniyet Müdürü seviyesindeki bir devlet görevlisi olan Sayın Mustafa Çalışkan'ın bu derece akıl almaz gerçek dışı iddiaları, delilsiz, belgesiz, uydurma hikayeleri bu kadar rahatça sarf edebilmesini, resmi makamının gerektirdiği ciddiyet, sorumluluk ve görev ahlakıyla, polis meslek ilkeleriyle bağdaştırmak mümkün değildir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “suç kovuşturmalarıyla ilgili bilgilerin medyaya sunulmasına ilişkin ilkeleri” başlıklı tavsiye kararında, Emniyet yetkililerinin yapacağı basın açıklamalarının “Masumiyet Karinesi”ne ve “Bilginin Doğruluğu” ilkesine uygun olması gerektiği belirtilmiştir.


"Binlerce Acılı Aile" İddiasının Hiçbir Gerçekliği ve Dayanağı Yoktur

Öte yandan, Çalışkan’ın gerçekleştirdiği operasyondan dolayı sözde “binlerce ailenin” kendisine duacı olduğuna dair açıklaması hiçbir dayanağı olmayan, hayali bir iddiadan ibarettir.

Çocuklarından ayrı kaldıklarını iddia eden ve söz konusu komploya bizzat iştirak eden bir kısım husumetli müştekilerin baskı, kontrol ve yönlendirmesiyle hareket eden EN FAZLA 6-7 AİLE BULUNMAKTADIR. Bu ailelerin, çocuklarıyla aralarındaki bazı anlaşmazlıklar ise tamamen aile içi özel ve kişisel sebeplerden kaynaklanmaktadır. Camiamızla konunun bu açıdan hiçbir ilgisi yoktur.

Bu arada, bu ailelerin sözde kendilerinden koparıldığını iddia ettikleri ÇOCUKLARIN 8-10 YAŞLARINDA DEĞİL ORTALAMA 40'LI VE 50'Lİ YAŞLARDA olduklarını da burada belirtmekte fayda vardır. Sonuçta, bu traji-komik saçma iddia da, doğal olarak konuların tüm detaylarına hakim olması mümkün olmayan kamuoyunda infial uyandırmayı, hassas sinir uçlarını tahrik etmeyi amaçlayan bir algı malzemesinden başka bir şey değildir.

DAHASI, SÖZÜNÜ ETTİĞİMİZ BU 6-7 AİLENİN ÇOCUKLARI DA DAHİL OLMAK ÜZERE 11 TEMMUZ OPERASYONUNDA GÖZALTINA ALINAN 200'E YAKIN ARKADAŞIMIZIN HEMEN HEPSİ, "AİLELERİNE TESLİM EDİLMEK" ŞÖYLE DURSUN TUTUKLANARAK CEZAEVLERİNE KONMUŞTUR. HAYATLARINDA HİÇBİR SUÇA KARIŞMAMIŞ BU ARKADAŞLARIMIZIN 90 TANESİ 1.5 YIL EN KÖTÜ CEZAEVİ KOŞULLARINDA TUTUKLU KALMIŞ, DİĞER 77'Sİ DE HALEN TUTUKLU OLARAK 25 AYDIR CEZAEVİNDEDİR.

Polis operasyonunun ilk anlarından itibaren, gerek Mustafa Çalışkan'ın yayınlanan “bilgi” notu gerek görevli polis memurlarının Sayın Adnan Oktar’ın başını şiddetle yere doğru bastırarak götürmeleri ve bu zulmü tekrar tekrar ve özellikle de kameralar karşısında uygulamaları, gerek gözaltındakilerin görüntülerinin basına sürekli servis edilmesi ve gerekse Mustafa Çalışkan’ın paneldeki konuşmaları, tüm bunların kamuoyunu tahrik etmeye yönelik özel ve planlı bir “algı” operasyonunun parçaları olduğu izlenimini vermektedir.

İstanbul Emniyet eski Müdürü Mustafa Çalışkan’ın Masumiyet Karinesi’ni ve polis meslek ilkelerini ihlal eden bu yaklaşımları, paneldeki konuşmasından sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 2018 yılı faaliyet raporuna da yansımıştır.


Mustafa Çalışkan Döneminde Yayınlanan Emniyet Faaliyet Raporu'ndaki Hukuksuzluklar

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün her yıl yayınladığı ve kamuoyuyla paylaştığı faaliyet raporunun 2018 yılı nüshasında, Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik gerçekleştirilen polis operasyonuna geniş yer verilmiş, raporun yayınlandığı tarih itibariyle Savcılık soruşturması aşamasında olan ve hakkında gizlilik kararı bulunan dosyayla ilgili birçok mesnetsiz iddia, yorum ve fotoğraf paylaşılmıştır. Camiamız aleyhinde kirli bir algı operasyonu yürüten bir kısım medya kuruluşlarının basın meslek ilkelerini ve soruşturma gizliliğini ihlal eden iftira içerikli sayfalarını olduğu gibi sayfalarına taşıyan bu rapor, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının Anayasal haklarını, “Bilginin Doğruluğu” ve “Masumiyet Karinesi” ilkelerini bir kez daha ağır bir şekilde ihlal etmiştir. Dolayısıyla Mustafa Çalışkan’ın kendince en gurur duyduğu operasyon olarak nitelediği bu operasyon aslında bir başarı değil, hukukun yerle bir edildiği bir hezimet operasyonu olmuştur.

Bu ve benzeri sayısız haksız ve hukuksuz uygulama ve faaliyetin ardından, 16 Haziran 2020’de yapılan tayinler neticesinde MUSTAFA ÇALIŞKAN İÇİŞLERİ BAKANLIĞI TARAFINDAN SAHA GÖREVİNDEN ALINMIŞ, ANKARA’YA MASA BAŞI GÖREVİNE ÇEKİLEREK Emniyet Genel Müdür Yardımcısı yapılmıştır. Çalışkan’ın ekibinin büyük kısmı da Türkiye’nin farklı bölgelerine dağıtılmıştır.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrosunda yapılan değişiklikler bununla sınırlı kalmamış, SÖZ KONUSU POLİS OPERASYONUNA MAHAL VEREN SORUŞTURMAYI YÜRÜTEN İSTANBUL MALİ SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBE MÜDÜRÜ FURKAN SEZER DE GÖREVİNDEN ALINARAK KİLİS’E ATANMIŞTIR.

Eski İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü FURKAN SEZER

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik düzenlenen polis operasyonu ve bunu takip eden gözaltı, tutukluluk, soruşturma ve kovuşturma süreçleri tarihe geçecek çok büyük zulüm ve haksızlıklarla, görülmemiş hukuksuzluklarla, insanlık dışı uygulamalarla, ağır cezaevi eziyetleriyle ve kişilik hakları ihlalleriyle doludur. Operasyonun ardından savcılık makamınca iddianame yazılması da 1 yıl sürmüş, bu zaman zarfında tüm şüpheliler haklarındaki suç isnatlarını bile bilmeden cezaevlerinde tutulmuştur. Ortaya çıkarılan iddianameyi inceleyen Türkiye’nin önde gelen hukukçuları da dair yüzlerce insan büyük bir şaşkınlık yaşamıştır. Büyük kısmı tekrarlardan ve husumetli müştekilerin soyut hayali anlatımlarından oluşan iddianamede çok fazla miktarda maddi hata ve şahsi yorum içeren bölüm bulunmakta olup somut hiçbir suç delili sunulamamıştır, çünkü yoktur. 

 

İddianame Savısı Caner Babaloğlu'nun Taraflı ve Hukuksuz Uygulamaları

İddianameyi kaleme alan iki savcıdan birisi olan CANER BABALOĞLU İSE 17 HAZİRAN 2020’DE HSK 1. DAİRESİ 2020 ADLİ VE İDARİ YARGI YAZ KARARNAMESİ KAPSAMINDA İSTANBUL CUMHURİYET SAVCILIĞI GÖREVİNDEN ALINARAK DİYARBAKIR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ ÜYELİĞİ göreviyle DİYARBAKIR’A GÖNDERİLMİŞTİR.

Savcı Caner Babaloğlu da soruşturmaya atandığı ilk günden itibaren yargılananlara hasmane ve taraflı bir tutum içerisinde olduğunu gizlemek ihtiyacı dahi hissetmemiştir. Caner Babaloğlu, verdiği her kararla, yazdığı her müzekkereyle dosyanın müştekilerini ve etkin pişmanlık yasasından yararlanmak zorunda bırakılan sözde itirafçıları kayırdığı izlenimini vermiştir.

Dosya kapsamında böyle bir iddia ve ima dahi olmadığı ve kendisi bizzat iddianameyi hazırlayan savcı olarak bunu gayet iyi bildiği halde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını sözde bir "terör örgütü" gibi lanse etmeye çalışmış, HER MÜZEKKERESİNDE ISRARLI VE KASITLI OLARAK ve HUKUKUN DIŞINA ÇIKARAK BU İFADEYİ KULLANMIŞTIR. Ayrıca, dosya kapsamında verdiği hukuka aykırı tahliye ve tefrik kararları ile de müşteki ve sözde itirafçıları alenen kayırarak hukukun en temel kurallarını dahi çiğnemiştir.


Sonuç olarak;

Yakın zamanda yapılan söz konusu kritik atamalar çok önemli bir gerçeği gözler önüne sermiştir. DEVLET YETKİLİLERİMİZ, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI HAKKINDA YÜRÜTÜLEN SORUŞTURMA VE HALEN DEVAM EDEN KOVUŞTURMA SÜREÇLERİNDE HAKKA, HUKUKA VE VİCDANLARA AYKIRI TUTUM VE DAVRANIŞLARI YAKINDAN TAKİP ETMEKTE, YETERLİ VE GEREKLİ BİLGİ VE KANITLARA ULAŞTIKÇA DA GEREKENİ YAPMAKTA HİÇBİR TEREDDÜT GÖSTERMEMEKTEDİR. Bu hukuk ihlalleri hakkında tarafımızca yapılan düzenli bilgilendirmeler ve talepler en sonunda yerini bulmuş, sorumlular hakkında işlemler yapılmış ve mevcut görevlerinden alınmışlardır.

Elbette ki yargı süreci devam etmektedir ve yapılan haksızlıkların oluşturduğu mağduriyetlerin etkisi de henüz sonlanmış değildir. Ancak, bizzat devletin en üst kademelerince yapılan bu kritik atamalar polis operasyonunun ilk günlerinden bu yana malum husumetli çevrelerce sürekli ve art niyetli olarak dillendirilen, "bu operasyonun güya devletin ve hükümetin üst kademelerinin emri ile yapıldığı" yönündeki yalanlara, asılsız ve mesnetsiz iddialara verilmiş en güzel cevap olmuştur. 

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla duyurulur.

Daha yeni Daha eski