Sayın Ahmet Hakan,

4 Eylül 2020 tarihli yazınızda Fatih Nurullah isimli şahsa ithaf edilen suçlamalar üzerinden Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın da adını geçirmeniz bizleri şaşırttı. Son iki yıldır olur olmaz her konunun içinde adımızın geçiyor olması, akıl almaz iftiraların kanun, kural, etik tanınmadan yayınlanması, medyadaki bilgi karmaşası ve kirliliği, yönlendirme ve baskılarla tek taraflı yayın anlayışı maalesef alışıldık bir hal olmakla birlikte, sizin ve çalıştığınız kurumun da bunun bir parçası haline gelmesi aslında üzülerek izlediğimiz bir durum. Bir zamanların amiral gemisi olarak bilinen, Türkiye’nin sadece kamuoyuna değil siyasetine de yön verme iddiasında olan Hürriyet gazetesinin bugün artık deyim yerindeyse “etliye sütlüye karışmamaya” özen göstererek oldukça cılız ve çekingen bir yayın anlayışını benimsemesi, milletimizde “devlet içine çöreklenmiş bazı odaklar tarafından bir telefonla yönlendirilen gazete” olduğu imajını oluşturmaktadır. Ve bu durum bizlerin sizlere kızmasına değil, şefkat duymasına sebep olmaktadır.

Siz de gayet iyi bilirsiniz ki kimseye dokunmayayım, kimseyi kızdırmayayım, ne deniyorsa onu yapayım, söyleneni yerine getireyim maaşımı alayım gerisine karışmayayım zihniyeti vicdanın önündeki en önemli engellerden biridir. Bu zihniyeti uygulayanlar belki hayatlarının bir dönemini görünürde rahat geçirirler ama özünde kendileri olamamanın, kişilikli davranamamanın ezikliğini bir ömür boyu yaşarlar. İstedikleri ve özledikleri saygıyı da hiçbir zaman görmezler.

Birinci Dünya Savaşının sonunda, İngiliz derin devletinin masa başında çizdiği haritalarla oluşturduğu bazı Ortadoğu ülkelerinde bu, yaygın ve olağan karşılanan bir durumdur, ancak asil milletimize ve güzel ülkemize yakışmamaktadır. Ne var ki son yıllarda -planlarına ulaşamamanın acısıyla- İngiliz derin devleti ülkemiz üzerindeki baskısını en yükseğe tırmandırmış, başta bazı basın kuruluşları olmak üzere birçok kurum ve kuruluşu adeta esir almıştır. Ne yazıktır ki Hürriyet ve bazı yazarları da bu esaretin etkisine girmiş izlenimi vermektedir. Ancak bizler eminiz ki sizin gibi dürüst, aydın, demokrat, sevecen, merhametli kişiler bu gidişata dur diyecek vasıftadır.

Yazınızda kendilerini dindar gibi tanıtan bazı insanların dinin ardına sığınmalarını eleştirmişsiniz. Samimiyetsizlik, olduğu gibi yaşamamak, inandığını açıkça söylememek gerçekten önemli bir sorundur. Kuran’da da dikkat çekilen bir ahlak bozukluğudur. Peygamberlerin geldikleri toplum içinde en çok mücadele ettikleri insanlar da bu kesimler olmuştur. Din adına ortaya çıkan ama dinin özgür, kendine güvenli, neşeli, hayat dolu, akıllı, kaliteli, sanatı ve bilimi destekleyen ruhunu anlamayanlar ve kavrayamayanlar gerçek dinin de samimi dindarların da her zaman en büyük karşıtları olmuşlardır. 

Bugün bizlerin İngiliz derin devletinin ve uzantılarının hedefi olmamızın temelinde de bu vardır. Arkadaş grubumuz milyonlarca mensubu olan, okulları vakıfları holdingleri yurtları bulunan, bürokraside siyasette devlet kurumları içinde çalışanları olan bir grup değil. Bir avuç insanız. Bizden çok daha kalabalık, çok daha zengin, çok daha yüksek makamlarda mensupları olan sayısız camia var. Bunlar içinde doğrudan Mehdilik iddia edenler de var. Ama nedense onlar değil sadece biz bazılarının aklından hiç çıkmıyoruz, bazılarının iki cümlesinden biri hep bizi oluyoruz. Sadece dindar olduğumuz için değil;

  • Akıllı dindar olduğumuz için, 
  • Dinsizliğin temeli Darwinizmi can evinden vurduğumuz için, 
  • İngiliz derin Devleti’nin beynini ilimle irfanla dağıttığımız için
  • Yıllardır dinden uzak duran kesimlere dinin sıcak ruhunu tanıttığımız için,
  • Gençlere ve kadınlara ulaşabildiğimiz için, 
  • Dinin camilere dindarların gettolara kapatılmasını ortadan kaldırdığımız için, 
  • Hayatla dinin içiçe olduğunu gösterdiğimiz için, 
  • Sanatı ve bilimi Müslümanların elinden alıp kolayca ezen zihniyeti yok ettiğimiz için, 
  • Sağ iktidarın felsefi zeminini oluşturduğumuz için,
  • Modern hayatla dini birleştirdiğimiz ve böylece insanların dinden uzak durmasına sebep olanları etkisiz hale getirdiğimiz için hedef oluyoruz. 

Bizler tatlı su Müslümanı değiliz. Tek derdi dünya olan, işinde gücünde, evinde okulunda olan insanlar değiliz. Bizler, Allah’ın Kuran’da Nisa Suresi’nin 95. Ayetinde bildirdiği gibi evlerinde oturanlarla Allah yolunda tüm güçleriyle gayret edenler bir değildir. Allah hepsine iyiliği vaad etmiştir, ama tüm güçleriyle gayret edenler takvalarıyla öne geçmişlerdir. İşte bizler o takvasıyla öne geçenlerden olmaya azmetmiş, işinden arta kalan vaktini değil 24 saatini, malının 40’da birini değil tamamını Allah’ın kullarından istediği sevginin, dostluğun, barışın, kalitenin, güzelliğin, sosyal adaletin oluşması için adamış insanlarız. Eğer sizin işaret ettiğiniz ve yakın çevrenizde de eminiz ki sıkça gördüğünüz “dindarlardan” olsaydık bunca iftiranın, karalamanın hedefi olmaz, ilk okul çocuğunun dahi inanmayacağı akıl almaz hikayeler bahane edilerek hukuksuz yere cezaevine konulmaz, müebbet ile yargılanmazdık. 

Bizler Yüce Türk Devletinin eşsiz adaletinin mutlaka tecelli edeceğine ve bu kumpası bozacağına emin olduğumuz için, sabır ve itidalle, sevinç, onur ve sükunetle yargılamanın neticelenmesini bekliyoruz. Deccaliyetin başı olan olan İngiliz derin devletinin kendi beynini sökene saldırdığını, asıl hedefinin akıllı Müslümanlar olduğunu biliyoruz. Deccaliyete yani İngiliz derin devletine dokunmayana, kimseyi kızdırmadan yaşayana, ne deniliyorsa onu yapana, bu vatanı parçalamak isteyenlere teslim olanlara, İslam Birliğini bir kez dahi ağızlarına almayanlara, paramparça olmuş Müslüman aleminin acısına sahip çıkmayana dokunmayacağının farkındayız. Ancak Deccaliyet istiyor diye bu vatanın bölünmesine, dinsizliğin yayılmasına, gençlerin Darwinizme teslim olmasına, Müslümanların dünyanın dört bir yanında acımasızca ezilmesine asla razı gelmeyeceğimizi de sizlerin bilmesini isteriz. Bizim mücadelemiz bugüne kadar hep akılla, ilimle, sevgiyle, bilgiyle, kültürle, sevecenlikle, merhametle oldu, bundan sonra da kat be kat güçlenerek aynen böyle devam edecek.

Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi bizim camiamızın en önemli vasfı her şeyimizle ortada olmamızdır. Ekranların ardında ayrı önünde ayrı olan insanlar değiliz. Müzik haram deyip evinden dolu dolu müzik cd’leri çıkanlardan da değiliz. İnancımızı, düşüncemizi, yaşantımızı gizlisi saklısı olmadan milyonların gözü önünde, televizyon ekranında anlatan insanlarız.

Şu an devam eden dava bildiğiniz gibi 33 ayrı suçlama ile başladı. Her biri boş çıktı. Bugün gelinen noktada birkaç magazin içerikli haber dışında, tecavüz ithamıyla yargılanan bir sözde hoca ve Fetö üzerinden bizlere gönderme yapmaya çalışmak dışında ortada hiçbir şey yok. Eğer gerçekten iddia edildiği gibi küçük kızlara tecavüz, yıllarca devam eden cinsel tacizler söz konusu olsaydı yer yerinden oynar, tüm Türkiye ayağa kalkardı. Dikkat ederseniz bu yönde hiçbir refleks yok, çünkü milletimiz o güzel irfanıyla neyin ne olduğunu çok iyi görüyor ve anlıyor. 40 yıldır milletin gözü önünde devletimizin bilgisi dahilinde faaliyet gösteren bir camianın onlarca kıza yıllar boyunca sözde tecavüz ettiği iddiası her şeyden önce bu devletin adaletine, istihbaratına ve hamiyetine hakarettir. Böyle çirkin bir durum söz konusu olsa buna devletimizin bunca yıl boyunca sessiz kalmayacağı açıktır. Böyle bir çirkinlik söz konusu olsa operasyon öncesinde 2 yıl boyunca devam eden teknik takipte ortaya çıkacağı, bu teknik takibin ortaya yüzlerce somut delil koyacağı açıktır. Ancak ortada tecavüz ve tacize dair tek bir tane bile somut delil yoktur. Somut delil olmadığı için de, şahsınızı tenzih ederiz ancak, bazı gazetecilere, yorumculara telefonla yazdırılan yazılarla kamuoyunu yönlendirme gayreti vardır.

Hukukun dışına çıkılarak yapılan her yönlendirme inanıyoruz ki Türk Adaletinin irfanına çarpıp duracaktır. Ancak şu anda milletimiz için en önemli tehlikelerden biri her yere bir korku, tedirginlik, huzursuzluk ruhunun hakim olması, İngiliz derin devletinin sebep olduğu dehşet ortamıdır. Böyle bir ortam Hürriyet gazetesinin yazarları da ister istemez baskıya teslim oluyor, kendilerini nasıl kurtaracaklarını bilmiyor olabilirler. Bizler bunları sizlere kızgınlık duyduğumuz için değil gerçekleri tarihe not düşmek için ifade ediyor ve sizin nezdinizde tüm basına yaptığımız cesaret çağrısının karşılık bulmasını umarak yazıyoruz. Tek bir kişinin göstereceği cesaret bu korku imparatorluğunu yıkmak için yeterli olacaktır. Tek bir kişinin talimatlara, baskılara, korkutmalara boyun eğmeden vicdanıyla yazması, konuşması domino taşlarının ard arda devrilmesi gibi olumlu bir etki oluşturacaktır.

Siz o kişi olabilecek vicdan açıklığında ve akılda bir insansınız. Bu yazıları içinizden gelmeyerek, mecbur kalarak yazdığınız cümlelerinizden kolaylıkla görülüyor. Bu sebeple de içinde olduğunuz durumu anlayışla karşılıyor, size karşı bir kızgınlık ya da kırgınlık duymuyoruz.

Yazmanız gerekenleri değil, vicdanınızın sesini köşenize taşıyacağınıza inanıyoruz. Gelin, bu devrin bu yönlendirmelerine, baskılarına, korkularına karşı koyun. Israrla sevgiyi, dostluğu, kardeşliği savunun. Yaygaracı, şamatacı, peşin hükümlü, yargısız infazlarla birbirinin kuyusunu kazan zihniyete karşı çıkın. Unutmayın samimiyetle doğrudan yana olanı Allah mutlaka korur.

Saygılarımızla.

Daha yeni Daha eski