Basında ve sosyal medyada, kendinden olmayana karşı öfke, hınç, intikam, kötüleme, küçük düşürmeye çalışma, cezalandırma, yalnızlaştırma gibi linç eylemlerinin giderek dozunun arttığı bir dönemden geçiyoruz. Fikir ayrılıklarına, farklı yaşam tarzlarına, farklı inançlara karşı tahammülsüzlüğün giderek tırmandığı bir dönem bu... Cumhurbaşkanımızdan gazetecilere, hekimlerden siyasetçilere, hukukçulardan iş insanlarına kadar bu ortamdan hiç kimse mutlu değil. Herkes bu sevgisizlik, husumet ve linç ortamından nasibini alıyor. 

En küçük bir anlaşmazlık veya zıt fikirlerde dahi, taraflar birbirlerinin cezalandırılmasını, susturulmasını, ezilmesini, hatta tutuklanmasını ve yok olmasını isteyecek kadar gözü dönmüş bir acımasızlıkla birbirine saldırabiliyor.

Başkalarına hınç ve öfkeyle saldıranlar, kalemlerini acımasızca diğer insanları incitmek, üzmek, susturmak, sindirmek için kullananlar, bir gün kendilerinin de aynı duruma düşebileceklerini, bu sistemin kendilerini de yok etmek ve susturmak üzere onlara dönebileceğini hiç hesaplamıyor. Besledikleri bu sevgisizlik, acımasızlık, öfke, linç, ezme ve yıldırma ruhu, adeta bir bumerang gibi eninde sonunda kendilerine dönüyor. Haksız ve hukuksuz olarak başkalarına saldıranlar, bir gün kendileri de aynı haksızlık ve hukuksuzluklarla karşı karşıya kalıyor.

Benzer bir durum, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik gerçekleştirilen 11 Temmuz 2018 tarihli operasyonun akabinde, camiamıza karşı düzenlenen karalama ve linç kampanyası sürecinde de yaşandı. Ne yazık ki halen de yaşanmaya devam ediyor. Sayın Adnan Oktar ve camiamıza fikren karşı olan bazı çevreler, bu davanın bir kumpas davası olduğu alenen ortada olduğu halde, yazılı ve görsel basın ve sosyal medya aracılığı ile, bazıları bilerek bazıları ise bilmeden bu kumpasın bir oyuncusu haline geldiler. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında akla hayale gelmeyecek iftiralar, karalamalar, hayali suç isnatları aylarca gündem oldu. Sayın Adnan Oktar’ın ve arkadaşlarımızın tutuklanmalarıyla da dinmeyen bu galeyan hali, ömür boyu hapis, tahliye olanların tekrar tutuklanmalarının istenmesi gibi bir cinnete dönüştü.

Ne var ki, camiamızın karşı karşıya kaldığı haksız tutuklanmalar, uzun tutukluluk süreleri, dijital verilerin hukuksuz toplanması, kumpasa açık bir operasyon süreci gibi tüm haksızlıklar ve hukuksuzluklar, bir anda camiamızın ömür boyu hapisle cezalandırılması için uğraşan çevreleri de bir gün gelip buldu. Bu çevreler bir anda, haksız tutuklamalar, iftiralarla yürütülen yargı süreci, hukuka aykırı sözde deliller gibi camiamızın karşılaştığı tüm adaletten uzak uygulamaları eleştirmeye, kendi haklarını aramaya başladılar. 

Oysa bu kişiler, camiamıza yapılan operasyonun ilk gününden itibaren 2 yıl boyunca Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını türlü ithamlarla karalamaya çalışarak, tutuklanmaları için adeta yaygaralar koparmışlardı.

Hem öyle bir yaygara ki, akla hayale gelmedik iftiraları manşetlere taşıyarak, kamuoyunu tam 2 yıl boyunca yanlış bilgilendirdiler. Söz konusu yaygaradan bazı iftira başlıklarını kısaca hatırlayacak olursak...


Sayın Adnan Oktar ve Arkadaşlarına Yönelik Son 2 Yıldır Basında Çıkan Asılsız Haberler, Yalan Manşetler Türk Basını Hakkında Olumlu Bir İzlenim Oluşturmuyor

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları aleyhinde kurgulanan senaryolar, tümüyle yalan ve iftiralar üzerine bina edilmiştir. Halkta infial meydana getirmek, yargı üzerinde bir baskı oluşturmak, arkadaşlarımızı tutuklatmak, tutukluluk sürelerini uzatmak ve nihayetinde olabilecek en ağır cezaların verilmesini sağlamak için, toplumun sinir uçlarına dokunacak itham ve iftiralar özel olarak seçilmiştir.

Manşetlerde yer alan, tamamı hayal ürünü ve uydurma olan iftiralardan, tek bir delili dahi bulunmayan iddialardan bazıları şöyledir:

  • Sayın Adnan Oktar’ın, Sayın Erdoğan’a 26 yıldır kesintisiz destek verdiği tüm çevrelerce bilindiği, hatta bu desteği ispatlayan binlerce saatlik A9 TV canlı yayın kayıtları, yurt dışı basınında çıkan makaleleri ve röportajları olduğu halde, güya Sayın Erdoğan’ın aleyhinde konuştuğu yalanını bile bile kamuoyuna servis ettiler.
  • 11 Temmuz 2018 tarihindeki polis operasyonunda 120 eve eş zamanlı polis baskını yapıldı ve bu evlerde zorla tutulan tek bir kişiye bile rastlanmadı. Fakat basın, “zorla tutulan kadınlar” yalanını sürmanşetten verdi.
  • Cinsel saldırı ve taciz iftiralarıyla ilgili tek bir somut delil olmamasına ve Adli Tıp raporları ile bu iftiraların yalan olduğu ispatlanmasına rağmen basın, aylarca tertemiz camiamıza yönelik bu iftiraları haber yapmaya devam etti.
  • Ortada tek bir şantaj kaseti olmamasına rağmen, pervasızca, yüzleri kızarmadan “şantaj arşivi bulundu” manşetleri atıldı. Oysa bu haberleri yapanların kendileri de tek bir şantaj kaseti dahi olmadığını çok iyi biliyorlardı.
  • Camiadan bir doktor arkadaşımızın EKG cihazı “yalan makinesi” çıktı diye yayınlandı.
  • Bahçeli ve müstakil evde oturan herkesin bahçesinde bulunabilecek güvenlik kameraları bir suç unsuru gibi yayınlandı.
  • Bahçe merdivenleri  gizli geçit” gibi gösterildi.
  • Camiamızdaki bazı hanım arkadaşlarımızın tercih ettiği ve dünyaca ünlü starların kullandığı bir saç stili için olmadık hayali senaryolar üretildi, bu arkadaşlarımızın saçlarının zorla kazıtıldığı yalanı manşetlerde yer aldı.
  • Sn. Adnan Oktar, 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe gecesinde FETÖ’ye ilk meydan okuyan kişi olmasına, o gece sabaha kadar darbecilere karşı 12 saat kesintisiz A9 TV’de canlı yayın yaparak mücadele etmesine, halkımızı Sayın Erdoğan etrafında kenetlenmeye davet etmesine rağmen, bu gerçekler göz ardı edilerek, güya FETÖ’ye destek verdiği iftirası her fırsatta haberlerde yayınlandı. 
  • Bizler gibi FETÖ’ye karşı her zaman devletin, hükümetin yanında olan vatanseverlere FETÖcü iftirası dahi atıldı. Basın ise hiçbir araştırma yapmadan, somut delillere bakmadan “Bylock çıktı” yalanını ortaya attı. Oysa, 180 arkadaşımızın telefonuna el konuldu, tek bir arkadaşımızda dahi Bylock olmadığı ispatlandı.
  • FETÖ ile camiamızın bağlantısı olduğu yalanına dair tek bir delil olmamasına, hatta Sayın Adnan Oktar’ın 17-24 Aralık’tan çok önce de FETÖ’yü eleştiren, yeren sayısız yayını olmasına rağmen, bir kısım basın her fırsatta bu yalanı yayınlamaya devam etti.
  • Sayın Adnan Oktar canlı yayında defalarca kez hiçbir Mehdilik iddiasında bulunmadığını, böyle bir iddianın dinen haram olduğunu açıkladığı, hatta ömrünün sonuna kadar böyle bir iddiada bulunmayacağına dair yemin ettiği halde "Mehdilik ilan edeceklerdi" yalanı aylarca haber yapıldı.
  • 24 ay boyunca silahlı suç örgütü manşetleri atarak halkımızın bilinçaltına bu yalanı telkin eden basın, balistik incelemelerle ruhsatlı silahların hiçbir suça karışmadığının hatta tek bir kere bile kullanılmadığının ispatlandığını kamuoyuna açıklamadı.
  • “Bahçelerde gömülü para var” iftirası üzerine kazılan bahçelerden var olduğu iddia edilen paralar çıkmadı. Buna rağmen basın bu yalanı manşetlerine taşımaya devam etti.
  • Operasyonun ilk gününden itibaren 33 ayrı suç olduğu yalanını büyük bir yaygara kopararak yayınlayan basın, bu uydurulan suçlamaların %98’inin iddianamede bile yer almadığını, kalan %2’sinin de gerçek dışı soyut müşteki yalanlarından ibaret olduğunu, bunların hepsinin somut delillerle asılsız ve mesnetsiz olduğunun ispatlandığını kamuoyunun bilgisine sunmadı.
  • A9 TV canlı yayınlarında, milyonlarca kişinin gözü önünde, devletimiz ve milletimiz lehine yapılan görüşmeler, güya devlet, millet aleyhinde sözde gizli toplantılar, sözde casusluk faaliyetleri gibi gösterilmeye çalışıldı. Canlı yayın kayıtları ise bu iddiayı yerle bir etti. Ne var ki, bu gerçeği basın hiçbir zaman gündeme getirmedi.
  • Casusluk iddiaları, Dışişleri Bakanlığı ve MİT’ten gelen açıklamalarla yalanlandı; buna rağmen bir kısım basın suçsuzluğumuzu ispatlayan bu resmi belgeleri yayınlamadığı gibi bu konuda da yalan manşetler atmaya devam etti. 

Ne var ki bu apaçık gerçeklere rağmen bir kısım basın kuruluşları,

 Tüm bunların yalan olduğunu, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın masum olduklarını çok iyi bildikleri halde 2 yıl boyunca bu yalanları kamuoyuna servis ettiler.

– 2 yıl boyunca camiamıza yapılan haksız ve hukuksuzluklara göz yumdular, hatta camiamıza atılan iftiraları bire bin katıp bizzat kendileri yaydılar. Halkımızı bu yalanlara inandırmaya, camiamızı kendilerince itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Mahkemelere etki etmeyi hedefleyerek, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının hiçbir suçlarının olmadıklarını bile bile, vicdanları hiç sızlamadan yıllar boyu cezalar almaları için zemin hazırladılar.

Tabii tüm bunları yaparken, linç mantığıyla hareket ederek ön ayak oldukları bu “yalan haber yayma sistemi”nin bir gün kendilerine de dokunacağını düşünemediler.

Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde tutuklanan birçok gazeteciye ve haklarında soruşturma açılan gazetelere yönelik, bu basın kuruluşlarından bir anda hak, hukuk, adalet feryatları yükselmeye başladı. Besledikleri sistem bumerang gibi kendilerini de vurdu.


Sevgi Anlayışını Esas Alan Yayın Politikalarına Acil İhtiyaç Var...

Yapılan araştırmalar, basının yalan haber yayınlaması konusunda Türkiye’nin en ön sıralarda olduğunu göstermektedir.

Oxford Üniversitesi, Reuters Enstitüsü’nün 2019 yılı raporuna göre: “TÜRKİYE, DEZENFORMASYON VE SAHTE HABERİN EN ÇOK GÖRÜLDÜĞÜ ÜLKE".

Türkiye’de giderek artan yalan ve asılsız haberler, haksız ve hukuksuz tutuklamalara psikolojik zemin hazırlayan en büyük etkenlerden biridir.

Yalan haberler toplumda bu haberlerin odağı olan kişilere yönelik infial oluşturmakta, toplumu kutuplaştırmakta, insanları farklı fikirleri savunamaz hale getirmektedir. Toplumda oluşan infial de mahkemeler üzerinde baskı oluşturarak bir tutuklama aracı haline dönüşmektedir.

Ki, bunun en açık örneği yukarıda da bahsettiğimiz gibi, günümüzde Sayın Adnan Oktar’a yönelik basında yürütülen yalanlara ve iftiralara dayalı karalama kampanyalarıdır.


Masum İnsanların Tutuklanmalarına Zemin Hazırlamak Türk Basınına Yakışmıyor

Bir kısım basın kuruluşları, gerçek dışı haberlerle masum insanların tutuklanmalarına zemin hazırlarken bir yandan da haksız ve hukuksuz şekilde tutuklandıklarını düşündükleri kendi ideolojilerindeki kişiler için adalet arayışına girmektedirler.

Bu çok büyük bir çelişkidir.

Hem bu sistemi besleyip teşvik etmek hem de ucu kendine dokununca imdat çığlıkları atmak makul ve samimi bir davranış değildir. Beslediği sistem elbet bir gün kişinin kendisini de gelir bulur. Bu, tarihte çok kereler yaşanmış bir gerçekliktir.

Adalet herkes için olmalıdır, adaleti herkes için istemek gerekmektedir. Sadece kendi fikrindeki, kendi inancındaki insanlar için adalet isteyip, karşı fikirdeki insanlar için, masum olmalarına rağmen, yüksek cezalar, ömür boyu hapis istemek vicdanlı, akılcı ve adil bir yaklaşım değildir.

Eğer ortada bir suç varsa asıl yapılması gereken;

  • Suçun işlenmesini önlemek,
  • Buna yönelik tedbirler almak,
  • İnsanların refah, eğitim, huzur, mutluluk seviyelerini yükselterek suç işlenecek tüm ortamları komple ortadan kaldırmaktır.

Alınacak her tedbir çok daha iyi tedbirlerin alınmasına da vesile olacaktır. 

Basın insanların hapse girmesine değil, insanların eğitilmelerine ön ayak olmalıdır.

Haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı alınacak tedbirlerin en başında ise sevgiyi ve şefkati savunmak, sürekli sevgi dili kullanmak, nefrete tüm kapıları kapatmak gelmektedir.

İnsanları düşmanlığa, çatışmaya, ayrışmaya sürüklemek değil; sevgiye, kardeşliğe, birlik ve beraberliğe teşvik etmek basın kuruluşlarına düşen en büyük görevdir.

Kin ve nefret pompalayan haberlerin etkisiyle ülkemizde çığ gibi gelişen sevgisizlik ve mutsuzluğu milli bir sorun olarak görmek ve sevgiyi esas alan bir yayın anlayışına geçmek basın kuruluşlarının en aciliyetli vazifesidir.

Topluma nefret aşılayarak verilen tahribatı gidermenin yolu, bir an evvel sevgiyi yaymaktan geçmektedir.

Sevgisizliğin hakim olduğu, birbirlerini sevmeyen insanlardan oluşan bir toplumda milli şuur ve milli birlik de giderek zayıflamakta ve en nihayetinde yok olmaktadır. Zira, bir ülkeyi içten parçalama zemini tam da bu şekilde oluşturulmaktadır...! O nedenledir ki; basınımız, ülkemize yönelik böyle bir tehlikeye asla ön ayak olmamalıdır.

Bir kısım basının bunların hiçbirini yapmayıp;

“GENÇLER NEDEN MUTSUZ?” (Milliyet Gazetesi)

“TÜRKİYE MUTSUZ İNSANLAR ÜLKESİ” (Onedio Haber Sitesi)

“YENİ TÜRKİYE' YALNIZLIĞA SÜRÜKLENİYOR” (BBC)

“CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN İKTİDAR PARTİSİ ‘DERİN BİR MUTSUZLUK’ İÇERİSİNDE” (Oda TV)

... gibi manşetlere –sanki bu durumda hiç payları yokmuş gibi– büyük bir şaşkınlık içinde Türkiye’nin mutsuzlaştığı, kimsede huzur kalmadığı haberlerini yapması işte asıl şaşırtıcı olan budur.

Sevgisiz, hiçbir delile dayanmayan, menfaati gereği, nefret odaklı, kişileri hedef alarak itibarsızlaştırmayı ön gören ve yalan üzerine bina edilmiş habercilik anlayışı Sayın Cumhurbaşkanımızdan devlet yetkililerimize, yazarlardan gazetecilere, hukukçularımızdan halkımıza kadar herkesi, her kesimi tedirgin ve mutsuz ediyor. İnsanlarımız bir gün kendilerinin de iftiraya uğrayacakları, olmadık iddialarla suçlanacakları endişesiyle, korku, güvensizlik ve huzursuzluk içinde.

Öyle ki eline biraz imkan ve fırsat geçen birçok vatandaşımızın içleri kan ağlayarak güzel ülkemizi terk edip özgürlük, demokrasi, adalet ve güvenlik bakımından daha ileri gördükleri yabancı ülkelere yerleşmeleri giderek daha sık şahit olduğumuz çok acı bir gerçek. Görüldüğü gibi, Türkiye’yi yaşanamayacak bir ülkeye dönüştürmenin hiç kimseye hiçbir faydası yok.


Sevgisiz, Acımasız, Yalan Ve İftira İçerikli Haberlerle İnsanları Mağdur Etmeyi Hedefleyen Bir Medyacılık Anlayışı En Başta Kur'an Ahlakına Aykırıdır

Sırf farklı bir inanca, yaşam tarzına veya fikre sahip olduğu için insanların yıllarca hapislerde çürümesini istemek, buna haksız yere sebep olmak, iftiralara uğramasına göz yummak hukuka, vicdana ve en önemlisi Kur’an ahlakına aykırıdır.

Bu ahlakın toplumda yayılmasını engellemek için yalan haberciliğe, delilsiz iftiralarla yaygaralar koparmaya ivedilikle son verilmeli, hangi görüşte olursa olsun herkese karşı şefkat üslubuyla konular ele alınmalı, tarafsız bir şekilde değerlendirme yapılmalı ve gerçekleri yayınlamak ilke edinilmelidir.

Yüce dinimiz İslam da bir bilgiye dayanmaksızın gerçek dışı beyan vermeyi, yalanın her türlüsünü kesin olarak yasaklamıştır.

Yüce Allah, Kur’an’da doğru sözlü olmayı emretmiştir:

Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin. (Ahzab Suresi, 70)

Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, sırf halkın gözünde itibarsızlaştırabilmek için bir insanı hedef edinerek, hakkında alabildiğine yalanlar ve iftiralar üreterek bunları topluma yaymak Allah Katında büyük bir suçtur.

O durumda SİZ ONU (İFTİRAYI) DİLLERİNİZLE AKTARDINIZ VE HAKKINDA BİLGİNİZ OLMAYAN ŞEYİ AĞIZLARINIZLA SÖYLEDİNİZ VE BUNU KOLAY SANDINIZoysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür.

Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, BÜYÜK BİR İFTİRADIR" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12-16)

Peygamberimiz (sav), doğru sözlü olmanın, dürüstlüğün Allah’ın cennetine alması için bir vesile olduğunu ve sürekli yalan söylemenin ise ahirette çok büyük bir karşılığı olacağını şu şekilde bildirmiştir:

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah Katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Duâ 5)

 

Sonuç olarak;

Sevgiyi, iyiliği, kardeşliği esas alan bir yayın politikası hemen devreye girerse toplumda tüm gerginlikler hemen o an bitecek ve ardından büyük bir huzur toplumu oluşacaktır, insanlar rahatlayacak, birbirlerine şefkatle bakmaya başlayacaklardır.

Unutulmamalıdır ki, sevgi, daha güçlü sevgiyi ve koruyup kollamayı da beraberinde getirecektir.

Sevgiyi, dostluğu, dürüstlüğü, güzel ahlakı yayalım ki hepimiz mutlu olalım, kısacık dünya hayatında ülkemizi mutlu insanlar ülkesine dönüştürmek için birlikte çaba gösterelim.

Yüce dinimiz İslam da iyiliği, güzel sözü, dürüstlüğü, yardımlaşmayı, dayanışmayı, güzel ahlakı ve birlik olmayı emretmektedir. Kur’an’da sevgiye ve iyiliğe davet eden birçok ayet vardır:

İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır. (Meryem Suresi, 96)

İşte bu Allah'ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: ‘Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.’ Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)

Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allah hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir. (Mümtehine Suresi, 7)

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının şiarı da Rabbimizin Kur’an’da bildirdiği gibi her zaman sevgi ve şefkat üslubu kullanmak, Kur’an ahlakına, iyiliğe, birliğe davet etmek ve dürüstlük olmuştur.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski