FETÖ Terör Örgütüne Yardım
Etme Suç İsnadı Bakımından Savunmalarımız
İddia makamı
iddianamesinde, müvekkil Adnan Oktar
hakkında TCK 220/7, 314/3,
3713 sayılı TMK'nın 3. maddesi
atfı ile 314/2,
3713 TMK'nın 5. maddesi uyarınca
suç isnadında bulunmuştur. Esas hakkındaki mütalaasında ise 417 – 423.
sayfalar arasındaki bölümü "FETÖ Terör örgütüne yardım" başlığına
ayırmış ve aynı iddianamede atılı suç maddelerinin maddi manevi unsurlarının
oluştuğunu iddia etmiştir.
"BİLEREK" ve "İSTEYEREK", KAST İLE YAPILMIŞ
HİÇBİR EYLEM YOKTUR
İddia makamı tarafından
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 12.03.2019 tarihli bir kararına atıf yapmış
ancak kararı bütününden ve gerçek bağlamından kopartmıştır. Bu karara göre
silahlı terör örgütüne yardımın muhakkak maddi bir yardım olması gerekmeyeceği,
örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştireceği faaliyetlerine katkı
sağlayacak her türlü yardımın bu suçun kapsamında olduğunu ifade etmiş ancak suçun
oluşması için gerekli "bilme" ve "kast" unsurlarından, bu
unsurların somut olayımızda var olup
olmadığından hiç bahsetmemiştir. Oysaki,
TCK
m.220/7. maddesinde; "Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla
birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak
cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiştir. Silahlı terör örgütüne yardım
suçu 5237 sayılı TCK'da üçlü şekilde karşımıza çıkmaktadır. Birincisi TCK
m.220/7 maddesinde sayısız şekilde ve nitelikte yapılabilecek yardım hali,
ikincisi yardım etme suçunun özel hali olan 315. maddesindeki silah sağlama şeklindeki yardım, üçüncüsü ise, terör
örgütüne maddi destek
sağlamak niteliğindeki terörün
finansmanıdır.
Suçun faili:
"Bilerek ve isteyerek yardım eden kişi"dir. Yani suçun oluşması
için suç örgütüne bilerek ve
isteyerek yardım edilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle yardım fiilinin,
örgütün terör örgütü olduğu bilinerek gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Söz konusu madde
metninde geçen "bilerek" ifadesi doğrudan
kastı ifade etmektedir.
"Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Yardım Etme" suçuna
ilişkin tüm Yargıtay kararlarında şu paragraf referans alınmaktadır:
Yardım fiilini işleyen failin örgütün hiyerarşik yapısına
dahil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün TCK'nın
314. maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardımın örgütün
amacına hizmet eder nitelikte bulunması yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi
ya da üyesi olması gereklidir. Yardımdan fiilen yararlanmak zorunlu değildir.
Örgütün istifadesine sunulmuş olması ve üzerinde tasarruf imkanının bulunması
suçun tamamlanması için yeterlidir. Yardım
fiilleri örgüte silah sağlama ve terörün finansmanı
dışında tahdidi olarak sayılmamıştır. Her ne surette olursa olsun örgütün
hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemler yardım
kapsamında görülebilir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11.11.1991 tarih,
Esas 9-242, Karar 305}.
Müvekkil
ve arkadaşları hiçbir zaman FETÖ terör örgütüne veya başkaca hiçbir örgüte
yardım etmemiştir. Bilakis, PKK gibi, El Kaide gibi, İŞİD gibi silahlı terör
örgütlerinin ölüm listelerinde olup, bu sebeple
devlet tarafından müvekkile
koruma tahsis edilmiştir.
İDDİA MAKAMININ "YARDIM ETME" FİİLİNE DAYANAK YAPMAYA
ÇALIŞTIĞI EYLEMLER BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ, ZAMAN VE MEKAN BÜTÜNLÜĞÜ
OLMAYAN, GEÇMİŞ TARİHLİ VE BİR YARDIMLAŞMAYI İSPAT ETMEYEN FİİLLERDİR.
Bu
isnatların hiçbirisi gerçeği yansıtmadığı gibi bu eylemlerin hiçbirisi için
müvekkilin suç işleme kastının varlığından bahsetmek de mümkün değildir.
Kaldı
ki isnat edilen olayların olduğu zamanlar TCK m.314 kapsamında FETÖ terör
örgütü diye bir kavram yoktur.
FETÖ'nün bir terör
örgütü olarak kabul edildiği ilk tarih 20.07.2016 tarihli MGK kararıdır. Bu tarihte FETÖ ilk kez bir terör örgütü olarak
tanınmıştır. Bunun öncesi tarihlerde yargılamalar başlamış ancak mahkemelerce
verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Bu
nedenle FETÖ davaları için milat alınması gereken tarih 20.07.2016'dır.
Yukarıdaki
tabloda görüldüğü üzere 19.12.2014 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesince
yapılan bir yargılamada Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı verilmiştir.
Ancak tarih itibariyle dava derdest olduğundan dolayı ortada bir terör
örgütünün varlığı hukuken kanıtlanmış durumda değildir.
Ne var ki dosya
kapsamında müvekkile "yardım etme" fiili kapsamında isnat olunan
eylemlerin tamamı bu iki tarihin de gerisine dayanmaktadır. Bu yüzden de
Anayasamızın 38. maddesiyle de güvence altına alınan, "hiç kimse kanunun
açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz" şeklinde
tanımlanan "kanunilik ilkesi" gereği geçmiş tarihleri eylemler
nedeniyle müvekkilin cezalandırılması mümkün değildir. Kaldı ki ortada geçmiş tarihli dahi olsa suç yoktur.
AYM'NİN MEHMET ALTAN KARARI,
MÜVEKKİLE İSNAT EDİLEN SUÇLAMALARI GEÇERSİZ KILMAKTADIR.
Anayasa
Mahkemesi, Başvuru Numarası:
2016/23672, Karar Tarihi: 11/1/2018
olan Mehmet Altan davasıyla ilgili kararında FETÖ övgüsü olarak öne sürülen
beyanlar hakkında "ilgili tarihte
adli işlem yapılmış olması" şartını ortaya koymuştur.
Bu
karara göre eğer bir beyanla ilgili olarak, o beyanın yapıldığı tarihte bir
soruşturma veya adli tahkikat yapılmadıysa, o beyan ifade özgürlüğü kapsamında
sayılmalıdır. Dolayısıyla müvekkilin iddianameye konu edilen canlı yayın
beyanları - o tarihlerde FETÖ hakkında bir soruşturma olmadığından- hukuken suç
teşkil etmemektedir.
İddianame ve esasa dair mütalaada müvekkilin gerek 17/25 Aralık 2013 tarihinden önce, gerekse bu tarihten
sonraki dönemde A9 TV isimli televizyon kanalında katıldığı programlarda güya
FETÖ'yü övdüğü yönünde bir isnatta bulunulmuştur.
Daha önce de müteaddid
defalar açıkladığımız üzere,
17/25 Aralık 2013 tarihinden
sonraki süreç siyahla beyaz gibi keskin bir ayrıma sahne olmamış, hükümet
yetkilileri tarafından "paralel devlet yapılanması" şeklinde
bir tabir kullanılmaya başlanmışsa da, bu tabirin içeriği, kimleri kapsadığı ve
hangi olayları işaret ettiği belli bir süre netlik kazanmamıştır. Aynı tabir
ilk defa 30.10.2014 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu'nda zikredilmiş, 19.12.2014
tarihinde de İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından Fetullah Gülen hakkında
yakalama kararı çıkarılmıştır. İDDİANAME
VE ESAS MÜTALAASINDA, MÜVEKKİLİN BU TARİHTEN SONRA
FETULLAH GÜLEN VEYA ÖRGÜTÜ HAKKINDA YAPTIĞI HERHANGİ BİR
KONUŞMA YER ALMAMAKTADIR.
Bu tarihten önceki
konuşmalarına bakıldığında ise, henüz hiç kimsenin bu terör örgütünün gerçek
yüzünü bilmediği dönemlerde (2009-2010'larda} müvekkilin BU HAİN YAPI VE LİDERİ HAKKINDA DAHA O TARİHLERDE, AĞIR ELEŞTİRİLER
İÇEREN YAYINLAR YAPTIĞI GÖRÜLMEKTEDİR.
AİHM ifade özgürlüğünü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan biri
olarak kabul etmektedir. Buna göre ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından
kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve
"fikirler" için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Fuentes Bobo / İspanya kararında AİHM, canlı radyo
yayınında kullandığı ifadeler nedeniyle işten çıkarılan başvurucunun şikayetini incelerken ifadelerin hangi bağlamda
söylendiğini ve olayın bütününü, özellikle de canlı
radyo yayını sırasında yapılan sözlü beyanların kamuya duyurulmadan önce yeniden
formüle edilmesi veya değiştirilmesi ya da geri alınması imkan bulunmamasını dikkate
alacağını belirtmiştir.
AİHM'in
benzer bir kararı olan Reznik / Rusya kararında başvurucunun bir televizyon programında sarf ettiği ifadeleri, sözlerini yeniden formüle
etmesine veya bir süzgeçten
geçirmesine imkan olmayan, tansiyonun oldukça yüksek olduğu ve canlı yayınlanan bir tartışma
programında kullandığına dikkat çekmiştir.
Anayasa
Mahkemesi bu örnekleri sıraladıktan sonra Mehmet Altan hakkındaki kararında,
Altan'ın yargılandığı köşe yazısının 2010 yılında yazılmış olduğu, soruşturma
makamlarının bu dönemde FETÖ/PDY'nin bir suç örgütü olduğuna ve bunun
kamuoyunca bilindiğine dair bir tespit ve iddiası olmadığı vurgulanmıştır.
Altan hakkında anılan
yazının yazıldığı dönemde
ve sonrasında soruşturma açıldığına dair bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. Altan'ın
katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği
sözler bakımından
ise, suçlamaya konu
sözlerin bir televizyon programında ve canlı yayın
sırasında söylendiğinin, böyle bir ortamda kullanılan ifadelerin kamuya
duyurulmadan önce yeniden
formüle edilmesi veya değiştirilmesi
ya da geri alınması imkanının
bulunmadığının gözetilmesi gerektiği
beyan edilmiştir. Anayasa
Mahkemesi kararında;
Þ Kamu makamlarının değerlendirmelerinden ve çoğunluğun görüşünden farklı olan görüşlerin, görüşü
ifade edenin amacından
hareketle bir suça konu edilebilmesi için, bu amacın -ifadelerin
içeriğinin dışında- somut olgularla ortaya konulması gerekir. Buna karşılık
soruşturma makamlarınca, başvurucunun suça konu edilen yazıyı yazarken
FETÖ/PDY'nin amacı doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin kanaat oluşmasını
sağlayacak nitelikte olguların varlığı gösterilememiştir.
Þ Başvurucunun yukarıda belirtilen
eylemlerinin FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiğine ve bu
yapılanmayla irtibatının bulunduğuna ilişkin olarak bir tanığın soyut
anlatımlarına, başvurucunun evinde yapılan aramada 1 Amerikan doları banknotun
bulunmasına, FETÖ/PDY mensubu yargı ve kolluk görevlilerince yürütüldüğü
belirtilen bir soruşturmaya dahil edilmeyişine, bazı kişilerle yaptığı -zamanı
ve içeriği belirtilmeyen- telefon görüşmelerine ve Bank Asyada hesabının
olmasına dayanılmıştır. Bununla birlikte başvurucunun banknot, hesap, soruşturmaya dahil edilmeme ve telefon görüşmelerine ilişkin hayatın olağan akışına uygun olan savunmasının
aksini ortaya koyacak somut bir olgu belirtilmemiştir. Tanık anlatımında ise
başvurucunun somut bireylemine dair bir bilgiye yer verilmemiştir.
Þ Bu itibarla
Hakimliğin ortaya koyduğu gerekçeler kapsamında somut olayda "suç
işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin yeterince ortaya konulamadığı
sonucuna varılmıştır.
Denilmektedir.
Bu
değerlendirmeler müvekkilin A9 TV'de yapmış olduğu canlı televizyon
programlarında sarf ettiği sözlerle bire bir benzerlik göstermektedir. Bu
yüzden de bu canlı yayın programlarının içeriklerinin suç teşkil ettiği ileri
sürülemez.
İDDİA MAKAMININ, MÜVEKKİLİN GÜYA FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜYLE YAKINLIK KURDUĞUNA DAİR DEĞERLENDİRMELERİ HATALI
VE İYİ NİYETTEN UZAKTIR.
İddia makamı esas hakkında
mütalaasında, güya "bu iki örgütün birbiriyle menfaatleri doğrultusunda
yakınlaştığı" şeklinde hatalı ve kanaatimizce iyi niyetten uzak bir
değerlendirmede bulunmuştur. Ancak, FETÖ'nün nasıl olup da müvekkil ve arkadaşlarına
güya "yakınlaştığı" ve
karşılıklı nasıl bir iş birliği içinde olunduğu konusundan hiç
bahsedilmemiştir. Bu konuda tek bir örnek dahi sunulamamıştır. Yani iddia
makamının yaptığı hatalı çıkarım şudur: İsnatla alakasız ve eski tarihli birkaç
konu alınıp, bunlar güya FETÖ terör örgütüyle bir iş birliği içine girildiğinin
kanıtı gibi sunulmaya çalışılmış, ancak
bu sözde işbirliğinin diğer tarafı olan FETÖ kısmında nasıl bir yardım etme,
fayda sağlama olduğu ortaya konamamıştır. ÇÜNKÜ BÖYLE BİR YARDIMLAŞMA HİÇBİR ZAMAN
OLMAMIŞTIR.
Hem
iddianamenin hem de esas hakkındaki mütalaanın en temel özelliklerinden birisi,
tabiri caizse laf cambazlığı ve hayali edebiyat yapılması, bu sayede 4000
sayfalık bir iddianame ve 500 sayfalık bir mütalaa oluşması, ancak buna
karşılık sarf edilen cümlelerin somut bilgi – belgeye dayanmayan hikayelerden
ibaret oluşudur. Mütalaada güya "bu
iki örgütün birbiriyle menfaatleri doğrultusunda yakınlaştığı"
denmesi ve sonrasında buna dair bir detay sunulamaması bunun bir göstergesidir.
Bu konuya bir başka örnek, mütalaada müvekkil ve arkadaşlarının güya "daha
güçlü konumda olan FETÖ silahlı terör örgütünün desteğini almak ve bu
şekilde kendi beşeri, ekonomik ve siyasi gücünü artırmak amacında" oldukları
iddiasıdır. Peki ama;
FETÖ terör örgütünün
hangi desteği alınmıştır? Müvekkil ve arkadaşları ne şekilde menfaat
sağlamıştır?
FETÖ'nün
hangi yardımıyla sanıkların hangisi beşeri, ekonomik ve siyasi gücünü artırmıştır?
Bu soruların hiçbiri
ne iddianamede ne de esasa dair mütalada
cevaplanmamıştır. Bilakis, müvekkil ve arkadaşları yıllar boyunca FETÖ'cülerin
kumpaslarından dolayı mağdur olmuşlardır.
Bu bakış
açısıyla esas hakkındaki mütaalaya bakıldığında, FETÖ'ye
yardım suç isnadı başlıkları olarak şunlar karşımıza
çıkmaktadır:
1. Ayşegül Hüma Babuna'nın bilgisayarından çıktığı iddia
edilen bir e-mail.
(2013}
2.
Jonathan Schanzer konusu. (2013}
3.
Bazı sanıkların FETÖ'cü kişilerle HTS kayıtları. (Tamamına yakını 2008-2012 yılları arası, birkaç tanesi 2014 sonu}
4.
Dijital notlardan çıktığı iddia
edilen ABD ve İsrail ile temaslar.
5.
A9 TV'de müvekkilin Fetullah
Gülen'i övdüğü iddia edilen yayınlar.
(En son 15.05.2014}
5.1.
"Kahtani" konuşması Aralık 2012.
5.2 "Ben onu severim o beni sever" konuşması Aralık 2012...
6.
FETÖ mensuplarıyla 15 Temmuz
darbesi öncesinde temas
kurulduğu iddiası.
7.
Bazı müşteki
ifadelerinde rastlanan 1980'lerde FETÖ'nün kitap kasetlerinin kullanıldığı, bazı FETÖ
yöneticileriyle temasta olunduğu iddiaları.
8.
Mehdiyet ile ilgili
kitaplarda Fetullah Gülen ile ilgili belge ve bilgilerin yer aldığı iddiası.
9.
Dijitaller arasında yer aldığı
iddia edilen mektup.
10.
Sanık Oğuzhan
Sevinç'in telefonuna darbe girişiminden sonra reset atıldığı iddiası.
11.
Darbe teşebbüsü
gecesi yapılan A9 TV yayının RTÜK tarafından darbe karşıtı olarak
değerlendirmesine yönelik eleştiri.
12.
Konsolosluklarda 17/25 Aralık sonrası güya FETÖ propagandası yapıldığı iddiası.
13.
Sanık Avukat Ayfer
Bayer'in ofisinde Fetullah Gülen'in bir kitabının bulunduğu iddiası.
14.
Fatih Üniversitesi Şerif Ali Tekalan ile çektirilmiş bir fotoğraf. (2013}
15.
Sanık Ulviye Didem
Ürer'in FETÖ'ye yakınlığıyla bilinen Rota Haber sitesinde yazılar yazdığı iddiası. (2013 öncesi}
AYRICA DOSYADA MÜBREZ
EMNİYET RAPORLARINDA GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE TÜM SANIKLAR TÜM FETÖMETRE KRİTERLERİNDEN
TEMİZ ÇIKMIŞTIR. ANCAK NE İDDİANAMEDE NE DE MÜTALAADA BU RAPORA HİÇ
ATIFTA BULUNULMAMAKTADIR.
Soruşturma dosyasına
girmiş olan çok sayıda evrak, rapor, ve analiz evrakı müvekkilin ve sanıkların lehine
değerlendirmeye alınmamıştır. Bunlardan bir tanesi, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 30.07.2018 tarih ve 58604142.66693.(63044}.D2-38854
sayılı yazıları ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma
Bürosu'nun yürüttüğü 2018/117729 sayılı soruşturmasına istinaden müvekkilimizin FETÖ/PDY
silahlı terör örgütü
ile irtibatlı olup olmadığına
ilişkin bilgi talebidir.
Bu
talebe istinaden yapılan araştırma neticesinde elde edilen bulgular 11 başlık
halinde analiz edilmiş ve 31.08.2018 tarihinde resmi tutanak tanzim edilmiştir.
Söz konusu tutanakta analiz edilen başlıklar ve analiz neticelerine göre;
1. BYLOCK başlığında kayda rastlanmamıştır.
2. BANK ASYA başlığında kayda rastlanmamıştır.
3. KRİZ MERKEZİ VERİSİ başlığında kayda rastlanmamıştır.
4. SORUŞTURMALAR başlığında kayda rastlanmamıştır.
5. BELGE EVRAK/DERNEK başlığında kayda rastlanmamıştır.
6. ŞİRKETLERİ SORUŞTURMA başlığında kayda
rastlanmamıştır.
7. ŞİRKETLERİ BANK ASYA başlığında kayda rastlanmamıştır.
8. ŞİRKETLERİ BELGE EVRAK başlığında kayda rastlanmamıştır.
9. ŞÜPHELİ ŞİRKETTE SGK KAYDI başlığında kayda
rastlanmamıştır.
10. KHK
İLE İHRAÇ EDİLENLER
başlığında kayda rastlanmamıştır.
11. TEPE YÖNETİMLE
İRTİBAT başlığında ayrıca tutanak tanzim edilmiş olup, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü
üst düzey yöneticisi olduğu kabul edilen
72 şahsa ait
olduğu bildirilen 336 GSM numarasının 01.01.2006 – 01.01.2016 tarihleri
arasındaki 10 yıllık dönemi kapsayan HTS kayıtları kullanılarak yapılan sorgulama sonucunda müvekkil
hakkında bir kayda rastlanmamıştır.
Öte yandan, İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Aklama Suçları Büro Amirliği tarafından yürütülen 2016/103113
sayılı soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 12.07.2018
tarihli soruşturma talimatı gereği aralarında müvekkilin de yer aldığı 235 şüpheli hakkında kendilerinin ve aile
bireylerinin telefon hatlarında veya başka hatlarda Bylock,
Eagle, Coco, Shu programı veya 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyeleri tarafından kullanılmaya başlandığı tespit
edilen "Cryptnote" adlı programı kullanıp kullanmadıklarının tespit
edilerek bildirilmesi, tespit çalışmaları tamamlandığında şüphelilerin
uygulamayı kaç kez kullandıkları, kaç kez ve kiminle sesli görüşme yaptıkları,
elektronik posta ve yazılı mesaj sayısı ve içeriklerinin gönderilmesi,
şüphelilerin (anne, baba, eş çocuklar ve kardeşleri dahil} FETÖ/PDY Silahlı
Terör Örgütü ile irtibatı, iltisakı veya bağlantısının olup olmadığının
kapsamlı şekilde araştırılıp, risk analizlerinin yapılması, neticesinin tutanağa
bağlanarak gönderilmesi talep
edilmiştir.
Söz konusu talebe
istinaden hazırlanan 14.07.2018 tarihli tutanakta, müvekkilimiz hakkında tek bir kayıt dahi
bulunmadığı tespit edilmiş durumdadır.
MÜŞTEKİLERİN İFADELERİNDE FETÖ İSNATLARI ÖZELLİKLE ZİKREDİLMİŞTİR,
BUNLAR HUSUMET DUYDUKLARI SANIKLARI ZARARLANDIRMAK İÇİN PLANLAYARAK
SÖYLEDİKLERİ İSNATLARDIR. MECLİS KOMİSYON RAPORUNDAN DEVŞİRME CÜMLELERDİR.
Müştekiler
operasyon öncesi dönemde verdikleri ifadeleri hep birlikte oturup planlayarak, fikir
birliği yaparak hazırlamışlardır. Özellikle birbirlerini suçlu çıkaracak anlatımları kullanmamaları,
birbirlerinin ifadelerini destekleyecek anlatımlar yapmaları, cinsel saldırıya
uğradığını iddia eden kızların bu müştekilerin hiçbirinin ismini vermemesi gibi
deliller bu iddiamızı güçlendirmektedir.
İddiamızı somutlaştıran bir başka delil ise, müştekilerin müvekkil Adnan Oktar'a
ve arkadaşlarına isnat ettikleri sözde FETÖ suçlamalarında
görülmektedir. Söz konusu FETÖ suçlamaları, Mayıs 2017'de yayınlanan Meclis
Araştırma Komisyonu Raporu'ndan kelime kelime alınarak müşteki
ifadelerine serpiştirilmiştir.
Bazı örnekler vermemiz
gerekirse;
KOMİSYON RAPORU SAYFA 51
Gülen cemaatinin beklenen ve müjdelenen yeni neslini, başka bir ifadeyle, "bir
elinde Kur'an, bir elinde bilgisayar" tutan...
FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Biz sürekli ülkenin
ileri gelen politikacıları tarafında bir elinde Kur'an,
bir elinde bilgisayar olan gençlik olarak örnek
gösterildiğimiz için...
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 96
...önemli görülen kurumlarda örgüt mensupları kilit noktalara getirilmelidir.
SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...o dönemin
büyük firmalara personel ihtiyaçlarını bizim şirketten karşılamaya başladılar
ve bu sayede biz de cemaat
üyelerini bu şirketlerde kritik görevlere gelecek şekilde işe soktuk.
KOMİSYON RAPORU SAYFA
85
Örgütün kripto örgütlenmesi... kriptolaşma yeteneği...
YILMAZ KURUCA 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
...Didem Ürer isimli
şahıs bulunur. Adnan Oktar'ın
en kripto elemanıdır.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 61
Fetullah Gülen'in talimatı ile kamu
görevlisi veya herhangi bir yerde görev yapan bütün kadrolarına kamu kurumları içerisinden istihbari bilgi toplama,
fotoğraflama, bilgi
ve belge elde etme, önemli dosyaların suretini alma, önemli olaylarla ilgili kamu
kurumlarındaki bilgi ve belgelerin örgüt yöneticilerine ulaştırılması talimatı verilmiştir.
EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ
İFADESİ
Adnan OKTAR 1997 yılında bana istihbarat amaçlı bilgi getirmek için benim
Sabah Gazetesi'ne girmemi emretti.
Benim gibi bir çok kişiyi
de böyle gazetelerde işe sokma konusunda
emretti.
Adnan Oktar'ın bizi gazetelere
sokmasının nedeni kişisel verilere ulaşıp bilgi
ve belge toplamamız içindi.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 98
...yöntemler ise genellikle şunlar
olmuştur: ...tehdit, sahte belge üretimi
ve montaj,
düzmece ve iftira kampanyaları, şantaj amaçlı
kadın pazarlama ve görüntü kaydı...
EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Bizim bu sağladığımız bilgiler ışığında cemaatte
şantaj, montaj ve iftira kuruldu.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 139
Bir defasında Gülen, yakın talebelerinden birini çağırıp: "Kur'an-ı Kerim'deki şu ayetler ve şu hadisler bana bakıyor" (yani bana işaret
ediyor} demiştir.
SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Kuran'da geçen ve Adnan OKTAR'a uyan ayetler
bize ezberletildi ve bu ayetler Adnan OKTAR'a göre yorumlatıldı ve cemaatten ayrılanların münafık olduğu, cehennemlik olduğu vurgulanarak bize bu felsefe
dayatıldı.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 81
Fetullah Gülen
kendisine rakip gördüğü kişileri
"hizmette nefis terbiyesi, beklentisiz olma ve benliği
hiçleştirme" gibi bahanelerle ücra
ülkelere atayarak tabir-i caizse
burunlarını sürtmekte, güç, otorite ve gövde gösterisi yapmakta ve kendi
yönetim merkezinden mümkün olduğunca uzaklaştırmaktadır.
FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...fakat Adnan OKTAR beni kendine
bir tehdit olarak
gördüğü için beni Kazakistan'a
grup evlerine gönderdi.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 68
...tartışılmaz ve tek lider olarak Fetullah
Gülen...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 70
İmam asla eleştirilemez ve sorgulanamaz.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 68
...tek ve tartışılmaz lider olarak Fetullah
Gülen...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 70
Hiyerarşide üste kayıtsız şartsız itaat ve teslimiyet esastır. Örgütün amaçları dışında
her şey sahte, geçici, önemsiz
ve teferruattır.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 95
FETÖ, tek kişinin mutlak
hakimiyetine dayanan...
SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Benim cemaat içerisinde iken anlayabildiğim kadarıyla Adnan OKTAR tartışmasız ve kesin tek liderdir ve emirleri asla sorgulanamaz.
ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ
Bu yapı Adnan Oktar'ın
tek başına liderlik
ettiği, koşulsuz itaat üzerine kurulmuş...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 68
Hücrelerin örgütlenmesi ve dolayısıyla manevra gücü yüksektir.
EMİN KOÇ 30.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...çünkü biz küçük bir topluluk olacağız ama vurucu gücümüz çok yüksek olacak, diyordu.
CEYLAN ÖZGÜL 13.07.2018 YAVUZ OĞHAN RADYO
RÖPORTAJI
bu daha küçük daha böyle manevra kabiliyeti yüksek, daha operasyonel kabiliyeti yüksek, daha farklı alanları özel olarak
hedef alan bir örgüt.
CEYLAN ÖZGÜL
16.07.2018 FATİH ALTAYLI
TEKE TEK PROGRAMI
Adnan Oktar örgütü yıllar içinde daha küçük,
daha manevra kabiliyeti yüksek bir hale getirdiği için...
CEYLAN ÖZGÜL 18.07.2018 BEYAZ MAGAZİN PROGRAMI
Çünkü bu sayıca
küçük, manevra kabiliyeti yüksek
ve yön alma kabiliyeti de yüksek
bir örgüt.
CEYLAN ÖZGÜL 20.07.2018 TRT WORLD THE NEWSMAKER PROGRAMI
Bence örgüt çok daha hızlı manevra
kabiliyetine sahip olabilmesi için özellikle küçük tutuldu.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 50
Bu çekirdek kadro
için 1970 yılında bizzat Fetullah Gülen tarafından bir yemin metni hazırlandığı ve o
günkü çekirdek kadronun yemin ederek cemaat adına faaliyet yürütmeye başladığı kayıtlara geçmiştir.
ÜMİT KURUCA 30.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Örgüte ilk geldiğim dönemlerde kalabalık
bir topluluğun içindeyken bana örgüt yöneticilerden Tarkan YAVAŞ tarafından
yüksek sesle şöyle bir yemin ettirildi: "Bu davayı bırakırsam, Allah'ın,
meleklerin ve tüm lanet edicilerin gazabı üzerime olsun." Sonradan bu yeminin tüm yeni gelen örgüt üyelerine sistematik olarak yaptırtıldığını gördüm. Aynı yemin belli
aralıklarla bize tekrar ettirildi.
DİLARA AKTUNÇ
18.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...cennetin kapısını kendisinin açacağını ve
arkasından sadece kendi yanında olan çekirdek
grubun cennete gireceğini...
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 95
Örgütün nihai hedefi
sadece Türkiye'yi değil
tüm dünyayı yönetmektir.
UĞUR ŞAHİN 03.01.2018 TARİHLİ İFADESİ
Zaten birçok
örgüt üyesi Adnan Oktar'ın şu sözü ile kara listeye girmekteydi: "3-5 yıl
içinde dünyaya hakim olacağız, hiçbirinizin paraya pula ihtiyacı olmayacak,
saraylarda yaşayacağız." Kendisi örneğin hep Dolmabahçe sarayında
yaşayacağını bize söylerdi.
DİLARA AKTUNÇ 18.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
5 yıl sonra Dünya'ya kendisinin hakim olacağını, örgüt olarak Dolmabahçe Sarayı'nda yaşayacaklarını, okulu bırakmamı, zaten
Dünya'ya hakim oldukları
zaman istediği üniversiteden istediği diplomayı alabileceklerini
söylerdi.
ÜMİT KURUCA 30.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Bahane olarak
da "yakında dünyaya zaten
hakim olacağız, evleri o zaman
telafi edilir" düşüncesi hakimdir.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 54
Askeri rejim dolayısıyla Gülen ve takipçileri de "tedbir" gereği kendilerini geri planda tutmuş...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 62
Fetullah Gülen
mensupları arasında "tedbir" olarak adlandırılan ilişkilerinde...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 67
FETÖ'nün "gizlilik", "takiyye" ve "tedbir" prensipleri...
ADNAN TINARLIOĞLU 27.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
Gizlilik çok önemlidir ve TEDBİR HOCAM şeklinde ifade
edilir. Aşağı yukarı
gündelik bilgiler haricindeki tüm konuşmalar gizli yapılır. Grubun en
önemli kuralı GİZLİLİKTİR.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 42
...uzun yıllar bu yapılanma içerisinde
yer alan Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce medyaya da yansıyan kimi ifadelerinde
Fetullah Gülen'in öteden beri yakın çevresindekilere şiddet
uyguladığını ifade etmişlerdir.
CEYLAN ÖZGÜL 09.04.2018 TARİHLİ İFADESİ
... ayrılmak isteyenlere şiddet uygulandığını, kendisinin
de birçok kez darp edildiğini...
EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Bulunduğum süre boyunca da Adnan
OKTAR'ın hakaret ve aşağılamalarına maruz kaldım. Sürekli olarak baskıya ve psikolojik işkenceye maruz
kaldım.
ALPER ÜNEK 14.07.2018
TARİHLİ İFADESİ
Adnan OKTAR herhangi bir sebep olmaksızın sadist duygularla örgüt üyelerini
darp etmektedir. Beni de "yavaş hareket
ettiğim gerekçesi" ile iki eliyle yüzüme tokat atmak suretiyle darp
etmiştir. Şayet samimi ifade verirlerse halihazırda gözaltında olan birçok
örgüt üyesi de Adnan OKTAR isimli şahsın sözlü ve
fiziki şiddetine maruz kalmıştır.
SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
1995-1996
yıllarında Adnan OKTAR cemaat içinde fiziki şiddeti en üst seviyeye çıkardı ve cemaat evinde kalan kızları
anlamsız bir şekilde dövmeye
ve işkence yapmaya başladı. Bu işkencelerin
bazıları saçlarını kaşlarını kazıtmak, tekme atmak, yumruk atmak vs.
şeklindeydi.
Yılbaşı gecesi Adnan
OKTAR'ın Eda BABUNA'yı çok feci bir şekilde dövdüğünü...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 61
...örgüt mensuplarının yaygın olarak kod isim kullanmaya
başlaması bu dönemde olmuştur.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 112
Örgüt mensupları tedbir olarak...(haberleşme araçlarıyla} konuşmalarında isim
zikretmekten imtina etmekte...genel olarak "kod" isim kullanmaktadırlar.
ADNAN TINARLIOĞLU 27.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
Kod ismim
TENÖR'dü.
Bu kod ismi soy ismime
benzerliğinden dolayı kendiliğinden
oluştu. Bu lakabım
sadece grup içinde yüzyüze görüşmelerde ve telefon görüşmelerinde kullanılırdı.
Herkesin kod ismi vardı, bunlar...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 626
Başyüceler
Divanı: Örgütün en üst yönetici kadrosu olup, doğrudan Fetullah Gülen'den
emir alan heyettir. Başlangıçta örgütün yeminli çekirdek kadrosundan oluşmakla
birlikte, ilerleyen dönemlerde Gülen'in tasarruflarıyla üyelerinden değişenler
olmuş, yeni isimler de yer almıştır.
AYKUT AYNA 17.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
"'İmamlar
İmamı'' denilen bir üst yapı vardır. Sayıları erkeklerden 5, kadınlardan
5 kişi olmak üzere 10 kişidir.
Güncel olarak şu an bu grupta Adnan Oktar'ın yakalandığı esnada ekip otosuna bindirilirken yanında bulunan Didem ÜRER isimli bayan vardır. Bu kadın bayanların en üst ablası
konumundadır.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 626
Abla: Abi tabirinin kadınlardaki karşılığıdır. Abilerden
farklı olarak ablalar, örgüt içerisinde üst düzey yönetici olamazlar. Bir abla,
altında bulunanlar ve diğer ablalar arasında ne kadar üst düzey konumda olursa
olsun, nihayetinde bulunduğu il veya ilçedeki abiye bağlıdır.
AYKUT AYNA 17.07.2018 TARİHLİ
İFADESİ
"'İmamlar İmamı'' denilen
bir üst yapı vardır. Sayıları erkeklerden 5, kadınlardan 5 kişi olmak üzere 10 kişidir. Güncel
olarak şu an bu grupta
Adnan Oktar'ın yakalandığı esnada ekip otosuna bindirilirken yanında bulunan Didem ÜRER isimli bayan vardır. Bu kadın bayanların en üst ablası konumundadır.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 105
FETÖ'nün,
kuruluşundan güçlenmesine kadar en büyük mali kaynağı, üyeleri ve
sempatizanlarından "himmet" adı
altında toplamış olduğu paralardır.
ALPER ÜNEK 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
...
ayrıca FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nde olduğu gibi örgüt üyelerinden
"FON" adı altında alınan paraları teslim alırdı. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nde "HİMMET" ne ise bu örgütte de "FON" odur.
ÖZKAN MAMATİ 04.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Adnan Oktar'ın
yapmış olduğu örgütün
para kaynaklarından bazıları
da yurt dışında bulunan, sosyal medya ve konferanslarla kazanılan
sempatizanların himmet ve ecir olarak gönderdiği paralardır.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 71
...dikey piramit yapılanmasının beşinci, altıncı ve yedinci katmanları örgütün yönetici katmanlarıdır. Altıncı ve yedinci
katmandakilerin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmemektedir.
CEYLAN ÖZGÜL 13.07.2018 YAVUZ OĞHAN RADYO
RÖPORTAJI
...siz burada vakit geçirdikçe ancak
mahrem bilgiler size açılıyor. Ve o mahrem bilgileri öğrendikçe de daha çok
kolunuzu bacağınızı kaptırmış oluyorsunuz yani oradan
çıkmanız daha da zorlaşıyor.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 68
...hücre tipi örgütlenme modeli uygulanmaktadır.
DİLARA AKTUNÇ 18.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Babam örgütte olduğu sürede de,
örgütteki hücre sisteminden dolayı babamın benim çocukken örgütte yaşadıklarımdan hiçbir
zaman haberi olmadı.
CEYLAN ÖZGÜL 27.07.2018 5N1K PROGRAMI
Çok değişik hücreler var. Her hücre farklı farklı hareket
ediyor birbirinden. Bir hücre sistemi var aynı FETÖ'de
olduğu gibi, diğer
başka bazı uluslararası örgütlerde olduğu
gibi, ve bir hücre diğerinin
ne yaptığını bilmiyor...
CEYLAN ÖZGÜL 18.07.2018 BEYAZ MAGAZİN PROGRAMI
...yani tabi dediğim gibi orada bir hücre sistemi
var...
...kısıtlı şeyler sizin önünüzde oluyor.
Hücre sistemi dediğim
bu. Bakın bu FETÖ'de de var...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 100
Örgütte bütün işler sözde kainat
imamının talimatıyla yürümekte...
ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ
Daha
sonra Adnan Hoca'nın talimatıyla
bu iş yerinin bütün
güvenlik kamera kayıtları sildirildi.
EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Adnan
OKTAR 1997 yılında bana istihbarat amaçlı bilgi getirmek için benim Sabah Gazetesi'ne girmemi emretti. Benim gibi bir çok kişiyi de böyle gazetelerde işe sokma konusunda emretti.
FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
1989
yılı Aralık ayında Adnan OKTAR'ın emriyle yine cemaat
üyesi olan ve Adnan OKTAR'ın tanıştırdığı Zeynep YALÇIN ile evlendim.
1991 yılında Adnan
OKTAR'ın emri ile Tura Turizm isimli
şirketin sahibinin kızı...
EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...basına beyanat vermemiz
Adnan OKTAR tarafından bize emredildi.
...örgüte
muhalif olan kişiler aleyhinde Adnan OKTAR'ın emriyle hakaret,
iftira, asılsız suç isnadı ve şantaj unsurları içeren çok sayıda internet
sitesi hazırlandı.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 71
Bu tabakalar
dışında bir de örgüte sadece sempati
besleyenlerden oluşan alt tabaka
vardır. Sempati besleyen bu kimselerin destekleyenlerden farkı bilinçli ve
düzenli bir destek içinde olmamalarıdır.
Bunlar örgütün iç yüzünü bilmeyen, görünüşteki yüzünü tamamen gerçek zanneden
kimselerdir.
YILMAZ KURUCA 14.07.2018 TARİHLİ
RÖPORTAJI
Sempatizanlar:
Örgütün iç
yüzünü bilmemekle birlikte örgütün
dini kimliğinden etkilenen kişilerden oluşur. Bu şahıslar bilmeden örgüte maddi
ve manevi imkan sağlarlar.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 106
Örgüt tarafından, FETÖ mensuplarınca
verilen himmetin en çok sevap kazandıranının mali
sıkıntıda dahi olunsa verilen olduğu bildirilerek,
örgüte aktarılacak mali kaynağın her şartta toplanmasının hedeflendiği
anlaşılmaktadır.
AYKUT AYNA TARİHSİZ
İFADESİ
Adnan Oktar bize herhangi bir
iş yaparak para kazanmanızı ve yapıya getirmemizi istiyordu, biz de kazansak da kazanmasak da zarfa ya da uygun bir şekle sokarak bu paraları bazen elden Adnan Oktar'a teslim
eder bazen kapıya
bırakırdık.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 120
FETÖ/PDY'nin...gerek Türkiye'de gerekse diğer ülkelerde, işbirliği yaptığı istihbarat servisleri ve
güç odakları lehine çalışmalar da gerçekleştirdiği görülmektedir.
CEYLAN ÖZGÜL 22.01.2018 TARİHLİ İFADESİ
Adnan OKTAR bu
düşünce kuruluşları üzerinden istihbarat
örgütleriyle bağlantıya geçip
bürokratlar, milletvekilleri vs gibi önemli kişilerin kişisel, özel
bilgilerinin iletimini yapardı.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 52
İlk
sayısı 1979 yılının Şubat ayında çıkan Sızıntı dergisinde önce başyazıları yazan Gülen, daha sonra orta sayfa
yazılarını da yazmaya başlamıştır. Bu
dergi örgütün ilk ve en güçlü propaganda araçlarından biri olmuştur.
FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
1986 yılında
ben cemaate geldiğimde sürekli olarak Bediüzzaman'ın Ahir Zaman ve mehdi ile ilgili risalelerini bize
okutturur ve Fethullah GÜLEN'in Sızıntı Dergisi'ni okuttururdu ve Fethullah GÜLEN'in vaazlarına gitmeyi tavsiye ederdi. Kendi
fikrine en yakın ve halis Müslümanların "Fethullah GÜLEN cemaati"
olduğunu anlatırdı.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 65
FETÖ'nün
2007 yılı itibarıyla İstanbul İl İmamı olan ve akabinde Kenya Ülke Sorumlusu
olarak atanan Ahmet Kara, Barack Obama'nın başkanlık yemin törenine davet edilen şahıslar arasında yer almıştır.
CEYLAN ÖZGÜL 22.01.2018 TARİHLİ İFADESİ
Bunlardan biri Trump'ın başkanlığa kabul gününde hem baloya hem de başkanlığa kabul törenine davet alıp Adnan OKTAR'ı temsilen Oktar BABUNA
ve yanındaki kişi katıldı.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 129
FETÖ
örgütü ülke içinde sürdürdüğü örgütsel yapılanmasını belirli bir aşamaya
getirdikten sonra, dünyaya
açılmaya ve küresel bir aktör olmaya karar vermiştir.
EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
2008 - 2010 yılında
itibaren sosyal medyanın da yayılmasıyla tv röportajları, sosyal medya gibi mecralarda Adnan OKTAR çıkmaya karar verdi.
Cemaat artık dışa
açılmaya başladı, Adnan
OKTAR'ın emriyle yurt içi ve yurt dışı gazeteciler, televizyoncular başta
olmak üzere Adnan
OKTAR'ı tanıtacak faaliyetlere başlandı ve lobicilik faaliyetleri de bu dönemde
başladı.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 131
Örgütün merkezindeki
çekirdek yapı sabit kalmakla birlikte söylemler, projeler ve faaliyetler çok boyutlu değişim geçirmiştir.
CEYLAN ÖZGÜL 12.07.2018 DHA RÖPORTAJI
Tabi zaman içinde
örgüt çok fazla
şekil değiştirdi, sürekli
evrim geçirdi
örgüt...
CEYLAN ÖZGÜL 18.07.2018 BEYAZ MAGAZİN PROGRAMI
39 yıldır çok evrim geçirmiş, görüntüsünü çok değiştirmiş, hedef
aldığı kitleyi çok değiştirmiş bir örgüt.
CEYLAN ÖZGÜL 20.07.2018 TRT WORLD PROGRAMI
Örgüt evrim geçirdi ve adam da evrim geçirdi...
CEYLAN ÖZGÜL 27.07.2018 CNNTÜRK 5N1K PROGRAMI
Bu da yine aslında örgütün
evrim geçirmesine bir örnek.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 131
Bu noktada "fırsat
kollama" ya da "fırsatçılık"
diye ifade edilebilecek bir durum ve vaziyet alıştan söz edilebilir.
CEYLAN ÖZGÜL 20.07.2018TRT WORLD RÖPORTAJI
Bence sadece fırsatçılık yapıyor.
KOMİSYON RAPORU
SAYFA 80
...mahrem birim
imamı bilmektedir.
ALPER ÜNEK 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
Mahrem konular imamı
Serdar Dayanık...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 45
Erzurum'da
kaldığı 1962-1963 yıllarında, Erzurum Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucuları
arasında yer almış ve dernekte aktif olarak görev yapmıştır. Gülen'in yurt dışı
bağlantılarla ilk temasının bu dernek vasıtasıyla gerçekleştiği ve örgütün
temellerinin bu süreçte atıldığı kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca bu derneğin
yurtdışı kaynaklı "proje" bir dernek
olduğu yönünde
çok kuvvetli şüphe ve emareler bulunmaktadır.
FIRAT DEVELİOĞLU 16.07.2018 TEKE TEK PROGRAMI
...bu
projeli örgütlerin Türkiye'nin içine çok rahat
sokulabildiği bir dönemleri de yaşadık...
Ya orası tabi biraz yani aslında
projeli sektler,
projeli cemaatler belli ikna metodları oluyor...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 45
Örgüt kendisini
"Hizmet" için "Seçilmiş" kişiler topluluğu ve Gülen'i de
"Kurtarıcı Mehdi" olarak konumlandırmıştır.
FIRAT DEVELİOĞLU 16.07.2018 TEKE TEK PROGRAMI
Mehdi'nin talebeleriyiz, hocamız Mehdi, Adnan Hoca Mehdi, tabi buna inanıyorduk...
...mehdilik indiğini iddia ettiği için, o
mehdi...
SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Ben de evlilik
teklifini mehdi olduğu ima edildiği için...
KOMİSYON RAPORU SAYFA 83
Yargı imamı
ve Emniyet imamı kavramları anlatılmakta...
ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ
Adliye imamı Fatih KILIÇ (Tel: 532 542 12 33} ve Emre BUKAĞILI (Tel: 0533 470 91 74}dır.
Emniyet imamı ALP ÜNLÜ (Tel: 0533 668 46 49}dür.
ADNAN TINARLIOĞLU 27.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
Emniyet ve adliye sorumlusu: Mehmet
Alp Ünlü
EMRE ERTÜZÜN
11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
Sözde emniyet imamı: Mehmet
Alp ÜNLÜ
KOMİSYON RAPORU SAYFA 86
2016 İtibarıyla FETÖ Genel Teşkilatlanma Şeması içinde "özel kalem" diye bir mevki var.
ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ
Adnan Oktar'ın özel kalemi İbrahim Seral KÖPRÜLÜ
(Tel: 0541 556 53 59}dür.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 258
İzmir'de
genç kızları kandırarak zengin kişilere ve üst düzey bürokratlara para karşılığında pazarlayan bir çete olduğu, genç kızların elde
edilen uygunsuz görüntüleri kullanılmak suretiyle tehdit edilip kendilerine
bağımlı hale getirildiği ifade edilmiştir.
YILMAZ KURUCA 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ
Ankara'da bulunan bacı grubundaki kadınlar, Adnan OKTAR'ın
talimatı ile üst düzey
kişilerle cinsel ilişkiye girdirilerek, örgüte maddi kazanç ve siyasi güç kazandırmaları sağlanırdı.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 258
İzmir'de
genç kızları kandırarak zengin kişilere ve üst düzey bürokratlara para
karşılığında pazarlayan bir çete olduğu, genç kızların elde edilen uygunsuz görüntüleri kullanılmak suretiyle tehdit edilip kendilerine bağımlı
hale getirildiği ifade
edilmiştir.
HANİFE AKALIN 01.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...bu
sırada bana fotoğraflarımı
çektiğini ve eğer karşı
çıkmaya devam edersem aileme göstereceğini söyleyip tehdit etti.
Ben fotoğraf
çekmesini istemiyordum ama tehdit
ettiği için bir şey demedim ve sustum.
Ben artık
Mustafa'nın elinde köleleşmiştim ve her
istediğini yapmak zorunda kalmıştım.
KOMİSYON RAPORU SAYFA 144
Menfaatlerine uymayan
şahıslar söz konusu olduğunda, anılanları itibarsızlaştırmak ve pasifıze/tasfıye
etmek için özel hayatın mahremiyetini, haberleşme özgürlüğünü ya da masumiyet
karinesini hiçe sayarak kumpaslar kuran örgüt...
FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...örgütten ayrılıp örgüte
karşı faaliyet yürüten Özkan MAMATİ, ŞAHİN, Ümit KURUCA ve Ceylan ÖZGÜL
hakkında yapmış olduğu itibarsızlaştırma sitelerine de adımı ve fotoğraflarımı ekleyerek beni
maddi ve manevi kayba uğrattı. Bu örgütlü itibarsızlaştırma faaliyetlerini sürekli olarak
güncelleyerek hareketlerine devam etti.
EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ
...örgüte muhalif olan
kişiler aleyhinde Adnan OKTAR'ın emriyle hakaret, iftira, asılsız suç isnadı ve
şantaj unsurları içeren çok sayıda internet sitesi hazırlandı.
Bu kumpaslar
neticesinde mağdur edilen insanlar...
FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ OLUŞTURDUĞU ARKADAŞ CAMİASI NEDEN BENZEŞMEZ:
FETÖ/PDY ile TBAV camiasının amaçları birbirinden farklıdır. FETÖ/PDY silahlı bir terör
örgütüdür, TBAV değildir.
FETÖ/PDY
hiyerarşik piramit yapılanması olan bir terör örgütüdür, TBAV samimi
arkadaşlardan ibaret bir sosyal toplum kuruluşudur.
FETÖ/PDY
siyasi amacı doğrultusunda 50 yılı aşkındır kitlesel şekilde örgütlenerek
milyonlarca taraftar edinmiştir, TBAV camiası 250-300 kadar samimi arkadaştan ibarettir.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü'nün parasal kaynakları olağanüstü boyutlarda büyüktür, TBAV camiası
ise çok daha mütevazi bir boyuttadır.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü siyasi amacı doğrultusunda devşirdiği elemanları ailelerinden ve
eski sosyal çevresinden koparıp onlara yabancılaştırır, TBAV camiasına mensup
kişilerse aileleriyle ve eski sosyal çevreleriyle çok yakındır.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü elemanları illegal faaliyetlerinde deşifre olmamak için gerçek
adları yerine sıkı uygulanan kod adı sistemini kullanır, TBAV camiasındaki
samimi arkadaşlar sadece birbirlerine bazen lakaplarla hitap eder.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü elemanları illegal faaliyetlerinde deşifre olmamak için sıkı bir hücresel
yapılanma uygularlar, TBAV camiası ise hemen
her gün canlı yayınlarda ve
sık sık düzenlenen sosyal faaliyetlerde biraraya gelir, sohbet eder, konuşup eğlenirler.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü siyasi amacı doğrultusunda tüm devlet kademelerine sızmış ve bu
amaç doğrultusunda 10-20 yıl ölçeğinde planlar yaparak uygulamıştır, TBAV
camiasından devlette çok alt kademelerde çalışan bir iki kişi dışında kimse bulunmamaktadır.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü elemanları illegal faaliyetlerinde deşifre olmamak için kendi
üzerlerine olmayan mobil GSM hatları kullanıp yaklaşık 3 ayda bir bunları
değiştirir, TBAV camiası mensuplarının büyük çoğunluğu uzun yıllardır kendi
üzerlerine kayıtlı telefonları kullanmaktadır.
FETÖ/PDY Terör
Örgütü'nün siyasi amacına
ulaşmak doğrultusunda cebir ve şiddet kullandığı ispatlanmıştır, TBAV
camiası mensupları dünyanın en hümanist sivil toplumlarından birisidir.
FETÖ/PDY Terör Örgütü içinde
siyasi amaçlara giden yolda örgüt elemanlarına ödül ve ceza sistemi uygulandığı
ispatlanmıştır, TBAV camiası içinde böyle bir durum bulunmamaktadır.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü mevcut hükümete ve onun başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a karşı
büyük bir husumet ve kin beslemektedir, TBAV camiası ise tüm güçleriyle
kendisini desteklemiştir.
FETÖ/PDY'NİN AMACI
FETÖ/ PDY cebir, şiddet
ve diğer hukuk
dışı yöntemleri kullanarak devlet otoritesini
baskı altına almayı, zaafa uğratmayı, yönlendirmeyi, alternatif bir otorite
olarak ortaya çıkmayı, devlet otoritesini ele geçirmeyi, sonuç olarak
demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sona
erdirerek yerine örgüt lideri GÜLEN'in kendi doktrinlerine göre saptırılmış şer'i yasaların hakim olduğu
teokratik bir devlet kurmayı hedefleyen bir suç örgütüdür.
Oysa müvekkil ve arkadaş çevresi,
devlet otoritesini güçlendirip sağlamlaştırmayı hedefleyen,
bu hedeflerini Gezi Olayları ve 15 Temmuz
Darbe Kalkışması sırasında açıkça ortaya koyan, Devlet
otoritesine alternatif olabilecek, bu otoriteyi zayıflatacak her türlü iç ve dış gücü ve baskıyı derhal
karşılarına alarak tüm bilimsel
ve sosyolojik propaganda yöntemleriyle etkisiz hale getirmeye çalışan, Türkiye
Cumhuriyeti'ni daha büyük,
daha güçlü kılmaya
çalışan, Kızıl Elma veya Türk-İslam Birliği bigi büyüme-güçlenme
ideallerini her fırsatta dile getirip yaygınlaştırmaya çalışan, mevcut
demokratik hukuk devletinin yönetimini aynen devam ettirmesini,
bu devletin başı olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın her
koşulda desteklenmesini hedefleyen bir sivil toplum kuruluşudur.
FETÖ/PDY, SİLAHLI BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
Bir örgütün silahlı örgüt
sayılabilmesi için, örgütün varlığıyla ilgili üye sayısının yeterli olması,
üyeler arası hiyerarşik yapı, disiplin, iş bölümü ve organizasyon, devamlılık,
örgütün amacına bağlılık, örgüt üyeleri arasında irade birliği şartlarının yanında
ayrıca en önemli şart olarak örgütün
amacını gerçekleştirmeye elverişli nitelik ve nicelikte silah bulunması
gerekir.
FETÖ/PDY yaklaşık 50 yıl süresince hem Emniyet
Teşkilatı'nda hem de Ordu içinde her kademede gizli bir teşkilatlandırma yürütmüştür. Bu kripto faaliyet neticesinde,
15 Temmuz Darbe
Kalkışması'nda açıkça şahit olduğumuz üzere, Türk Ordusu'na sızmış ve sayıları
yüzbinleri bulan yandaşlarının kontrolündeki Türk Milleti'ne ait silahları kullanarak
Devleti yıkmaya kalkmışlardır. Bu noktada, FETÖ/PDY mensuplarının örgütün
amacını gerçekleştirmeye elverişli nitelikte ve nicelikte silah gücüne sahip olduğu kuşku götürmez
bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Oysa
müvekkil ve arkadaşları, henüz hiçbir suçlamadan dolayı yargılanmış, ceza almış ve bu cezaları da kesinleşmiş
değildir. Dolayısıyla masumiyet karinesi gereğince
şu an için hepsi MASUMDUR. Bu sebeple de kendilerine ne "suç örgütü" ne de "terör örgütü" mensubu
muamelesi yapmak hukuken, Anayasal haklar ve insan hakları bakımından mümkün
değildir. İşte bu gerçeğin bir başka delili de, yukarıda zikrettiğimiz şekilde
"silah sahibiyeti" maddesidir.
Müvekkile ait hiçbir silah
bulunmamaktadır. Kendisi hayatında silah kullanmamış olup bu konuda hiçbir
bilgisi, yetkinliği ve iddiası da yoktur. Müvekkilin
arkadaş çevresindeki bazı kişilere ait olan TAMAMI RUHSATLI tabanca ve av
tüfeklerini topladığımızda, bunların sayısı yaklaşık 90-100 adet kadardır.
ÇOK
AÇIKTIR Kİ, bir terör örgütünün amacı doğrultusunda Devleti yıkmak gibi bir
eylemi gerçekleştirmek için bu kadar silah yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla bu
noktada FETÖ/PDY ile TBAV camiası arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.
FETÖ/PDY, HİYERARŞİK PİRAMİT
YAPILANMASI OLAN BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
FETÖ/PDY
yapılanması Devleti ele geçirmek yolunda kripto faaliyetlerini yürütebilmek
adına sıkı bir hiyerarşi kullanmaktadır. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün 1999
yılında yapmış olduğu bir çalışma esnasında yapılan tespite göre, bu yapılanma
şu şekildeydi:
1} İstişare Grubu
2} Dünya imamı
3}
Coğrafi bölge imamı 4} Ülke imamı
5} Bölge imamı
6} İl imamı
7} İlçe imamı
8} Semt imamı
9} Mahalle imamı
10}
Ev imamı (Işık evleri}
11} Ser rehberler
12} Belletmenler
13} Öğrenciler ve örgüt mensupları (şakirt ve şakirdeler}.
Aradan
geçen yıllar boyunca bu hiyerarşik yapılanma çok daha karmaşık bir hal almış,
çok daha girift şekle bürünmüş ve en önemlisi, hücre sistemi ile yürütülmüştür.
Özellikle Ordu içindeki yapılanmada, bir zincirin baklaları gibi küçük
birimlerin birbirine eklenmesi
şeklinde büyüyen yapılanma, bu küçük hücreler
içinde bazen 1, bazen 2 veya 3 kişi olacak kadar küçük kalmıştır. Ordu
içinde aynı bölükte bulunan iki FETÖ/PDY mensubunun birbirinin gizli kimliğini
bilmeden yan yana bulunduğu çok fazla örnek bulunmaktadır.
FETÖ,
örgütün deşifre olmaması ve devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgütü
hücret ipinde yatay örgütlemiştir. Hücreler
genellikle en fazla beş kişiden oluşmakta ve bir abla/abiye
bağlı bağlı birimdir.
Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlar
için üç ve bazı kurumlarda (TSK İçin} birebirdir. Ayrıca her hücre abi
veya ablası da bir başka hücrede yer almaktadır. Örgüt, her bir lokması bir
hücreden oluşan zincirler şeklinde üst imamlara bağlanmakta ve nihayet ülke
kıta ve üst Örgüt yöneticilerine bağlanmaktadır. Tanık ifadeleri ve örgütün
içinde bulunan kişilerin beyanları ile örgütle ilgili elde edilen dokümanlarda
bu durum açık olduğundan örgütün hücre sistemine göre yapılandığı konusu
ittifakla kabul edilmektedir. Kamu kurumlan içindeki yapılanma bir hücre ile
başlayıp orada kadrolaşma sağlandıkça başka hücrelerin eklenmesiyle veya
büyüyen hücre bölünerek yeni bir hücre oluşturulup sohbet grubu şeklinde
yapılanmaktadır. Her bir hücreye sorumlu bir imam atanarak yapılanmanın
genişlemesi sağlanmaktadır. Eğer kadrolarda örgüt mensubu çok fazla ise
hücreler binlere, on binlere kadar artabilmektedir. Kuruma atanan üst sorumlu
imam ise hücrelerin tamamından sorumlu olarak faaliyet yürütmektedir.
Oysa müvekkil ve
arkadaşları arasında tam bir eşit dostluk ilişkisi vardır. Kimse kimsenin astı – üstü olmayıp herkes
birbirinin çok sevdiği
arkadaşı – dostu – kardeşi hükmündedir. Bu kişilerin
birbirleriyle konuşmalarındaki candan samimiyet, şakalaşmalar bunun
göstergesidir. TBAV camiasına mensup
hemen herkes, A9 TV Stüdyosu'nda her gün yapılan canlı yayınlarda ya da sık sık
düzenlenen organizasyonlar kapsamında biraraya gelmekte, birbirleriyle
karşılaşıp sohbet etmektedir. Bu şekilde bir yapının "hücre sistemi"
olduğunu iddia etmek son derece mantıksızdır.
TBAV
camiasında, bir terör örgütündeki gibi bir emir-komuta zinciri ve hiyerarşik
bir yapılanma yoktur, kimse kimseye emir vermez, kimse de kimseye
rapor sunmaz. Burada
dikkat edilmesi gerek en önemli hususlardan birisi şudur: TBAV faaliyetleri
sırasında, faaliyetlere yardımcı olan her gönüllü kişi, elbette bir sorumluluk
üstlenmekte, bu sorumluluk kapsamında da elbette ki başka arkadaşlarıyla
haberleşip istişareler yapmaktadır. Örneğin TBAV'ın düzenleyeceği bir konferans için birileri davetli listeleri hazırlarken, başkaları ise organizasyon mekânı ayarlar, teknik ekipman ihtiyaçlarını giderir, davetlilere ikram edilecek yemekleri
belirler, salon süslemesiyle ilgilenir,
vs. Birkaç yüz davetlinin geleceği, 4-5 konuk konuşmacının sahne alacağı bir
konferans organizasyonun takip kalemlerine bakıldığında 700-800 maddelik bir takip listesi
ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak vakıf üyeleri ve gönüllüleri
bu maddelerin yerine getirilmesi ve uygulanması aşamalarında iş bölümü yapıp
birbirleriyle haberleşirler, bir şeyi yapmaya veya yapmamaya karar veriler,
birbirlerine "o zaman sen şunu yap" gibi cümleler sarf ederler. Bunun
tek sebebi organizasyonel ihtiyaçlardır. Hiyerarşik örgütsel bir emir – komuta
zinciri sebebiyle değildir.
FETÖ/PDY, DESTEKÇİ SAYISI
MİLYONLARI BULAN BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
FETÖ/PDY
terör örgütü ilk yapılanmaya başladığı yıllardan itibaren geniş taban desteğine
yönelik faaliyetler yapmış, bu sayede destekçilerinin sayısı milyonlarla ifade edilir
olmuştur. Bu milyonlar
dünyanın çeşitli ülkelerinde de çok disiplinli olarak örgütlenmişler, özellikle okullar ve dershaneler açarak
yeni eleman devşirmesi amacıyla çok küçük yaşlardan itibaren çalışmalara
başlamışlardır. Özellikle 1990'lı yılların başından itibaren yurt dışına da
açılmaya başlayan yapı, zaman içerisinde hayatın doğal akışına aykırı şekilde
dünya genelinde (160} ülkede faaliyet gösterir hale gelmiştir.
Oysa
müvekkil ve arkadaş çevresi her zaman "bir avuç" olarak
nitelendirilebilecek seviyede kalmıştır. Uluslararası anlamda, son birkaç yılda
yapılan bireysel ziyaretler ve konferanslar dışında hiçbir yerleşik yapılanma
bulunmamaktadır.
FETÖ/PDY, PARASAL KAYNAKLARI OLAĞANÜSTÜ BÜYÜK BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
Örgütün
hükmettiği parasal kaynaklar çok büyük boyutlardadır. FETÖ/PDY'nin gelirinin Türkiye'nin 1 yıllık ihracat
rakamı kadar yani 2017 itibariyle yaklaşık 160
milyar dolar olduğu
öngörülmektedir.
Oysa müvekkil ve
arkadaşları hakkında basında çıkan asparagas haberler mali gerçeklerle
örtüşmemektedir. MASAK raporuyla ortaya
açıkça konulacağı üzere, müvekkilin hiçbir mal varlığı bulunmamakta, arkadaş çevresinden ticaretle meşgul birkaç kişinin resmi
ve yasal şirket
ciroları dışında bir para trafiği
görülmemektedir. Basın yayın organlarının birbirleriyle de çelişen
ve her gün farklı rakamların telaffuz edildiği mesnetsiz haberlerinde müvekkile ithafen
"milyar dolar" gibi rakamlar telaffuz edilmiş olsa da bu gibi
ithamların gerçekleri yansıtmadığı kesin olarak MASAK Raporu sayesinde
ispatlanacaktır.
FETÖ/PDY,
GİZLİ HEDEFİNE ULAŞMA YOLUNDA TÜM DEVLET KADEMELERİNE SIZMIŞTIR
FETÖ/PDY'nin
Devleti ele geçirme yolundaki ana stratejisini detaylandırdığımızda, bu
stratejinin ana başlıklarından birisi "Devletin bütün kadrolarında, bütün
bürokraside, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatında kadrolaşmak"
şeklinde özetlenebilir.
FETÖ/PDY'nin
Devlet içerisinde örgütlenme sürecinde en fazla önem atfettiği birimler
güvenlik bürokrasi olmuştur. 1970'li yılların sonlarından itibaren askerde,
emniyette ve istihbarat teşkilatlarında örgütlenmeye başlamışlardır. FETÖ/PDY
içerisinde bu birimlerle ilgilenilmesi için özel bir birim kurulmuş ve adına
"Mahrem Hizmetler İmamı" denmiştir. Bu birimlerin haricinde de
Devletin içinde çok yüksek sayılar ihtiva eden kadrolarla sızılmayan birim
kalmamıştır.
Oysa müvekkil ve arkadaşları hiçbir zaman "devlet
içinde örgütlenme" gibi bir anlayışla hareket etmemişlerdir. Zaten müvekkilin arkadaş
sayısının azlığı da böyle
bir amacının olmadığının en açık delilidir.
FETÖ/PDY, CEBİR VE ŞİDDETİ SIKÇA KULLANMIŞTIR
Bir silahlı
terör örgütü olduğu
ortaya çıkan FETÖ/PDY
bugüne değin cebir ve şiddeti sıkça kullanmıştır. Örgüt cebir ve şiddeti
15/07/2016 tarihine kadar genellikle, yargı, emniyet, ordu, basın - yayın, sivil
örgütler gibi devlet kurumları içine yerleştirdiği veya sivil kanatta çalışan
imam ve üyeleri aracılığı ile dolaylı şekilde kullanmıştır. Ancak tarihler
15 Temmuz 2016 tarihini gösterdiğinde, FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün cebir ve şiddet kullanımı
doruğa çıkmış, silahsız vatandaşlara acımasızca helikopterlerden ağır makine
tüfeklerle ateş açılmış, yolda ilerleyen tanklar halkın üzerine sürülüp masum
insanlar ezilerek öldürülmüş, F16 savaş uçaklarından bombardıman yapılmış,
Boğaziçi Köprüsü'nde toplanan vatandaşlara tankın namlusu çevrilerek ateş
edilmiştir. Bu kahpece tasarlanmış kalkışma sırasında emniyet birimlerine de
silah doğrultmakta hiç bir beis görmeyen FETÖ/PDY üyesi alçaklar, Ankara
Emniyet Müdürlüğü binasına ve Ankara Gölbaşı Polis Özel Harekat Eğitim Merkezi'ne ve Özel Harekat
Daire Başkanlığı'na, MİT Yerleşkesi Nizamiyesine ve hatta TBMM ile
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne dahi havadan bombalamak suretiyle saldırıda
bulunmuşlar ve yüzlerce vatandaşımızı şehit etmişlerdir.
FETÖ/PDY
Terör Örgütü'nün ölümcül şiddet kullanmaktan çekinmediği açıkça görülmüştür.
Oysa müvekkil ve arkadaşlarının adli sicilleri
tertemizdir, hiçbirisi tek bir suçtan dahi hüküm giymemiştir. Hiçbirisi
hayatında cebir ve şiddet içeren bir suça karışmamış, silah ruhsatı sahibi
olanlar bu silahlarını tek bir vukuatta dahi kullanmamıştır.
FETÖ/PDY İÇİNDE ÖDÜL VE CEZA MEKANİZMALARI İŞLEMEKTEDİR
FETÖ/PDYTerör
Örgütü'nün üyeleri üzerinde sağlamış olduğu en açık hakimiyet yani psikolojik
ve davranışsal tahakküm 2 yöntemle sağlanmaktadır:
Birincisi, üyelerin
davranışları üzerinden ödüllendirme ve cezalandırma yönteminin uygulandığı "Davranışsal
Kontrol"dür. Ödüllendirme ve cezalandırma bu noktada çok aktif olarak
kullanılmakta, örgüte sadık olanların sınavlarını kazanmalarının sağlandığı,
askeri rütbelerde rahatlıkla yükseldikleri, hak etmedikleri mertebelere çıkabildikleri,
ya da ticaretle uğraşanların gittikçe artan cirolara sahip olabildikleri
ispatlanmıştır. Bunun karşılığında örgütün daha yüksek rütbeli kişilerinin
direktiflerini yerine getirmek
durumunda oldukları, bu direktifleri uygulamayanların ise zikredilen
avantajları kaybettikleri tespit edilmiştir.
İkincisi
ise, üyelerin hissettikleri üzerinden cezalandırma ve ödüllendirme yönteminin
uygulandığı "Psikolojik Kontrol"dür. Bu noktada daha ziyade örgüte
sadık olanların uhrevi mükafatlar sahibi olacakları, verilen direktifleri
yerine getirmeyenlerin ise manevi sıkıntılar yaşayacakları hatta ahiret
hayatlarını kaybedecekleri vurgulanmaktadır. Her iki yöntemin temel esasları
ödül ve ceza mekanizmasına dayanmaktadır.
Oysa
müvekkil ve arkadaşlarının arasında 40 yıllık dönem incelendiğinde böyle bir
ödül-ceza sisteminin hiçbir zaman bulunmadığı görülmektedir. Bazı basın yayın
organlarının sadece müvekkile karşı duydukları kin ve öfke nedeniyle bu konuda
çocukça teoriler ortaya koymaya çalıştığını görmekteyiz. Örneğin Sabah Gazetesi
internet sitesinde 13.07.2018 tarihinde yayımlanan haberde "Turnike
Sistemi ile örgüte 10 kadın kazandıran kişiler, Oktar ile TV'ye çıkma,
görüştürülme ve para gibi mükafatlarla ödüllendirildi. Sistem, "saadet
zinciri" gibiydi." şeklinde hiçbir somut delile ve mantık kurallarına
dayanmayan mesnetsiz iddialar dile getirilmiştir. Müvekkil 2011 yılından beri
istisnasız hergün TV programlarına çıkmakta, bu programlara birçok
arkadaşı dilediği gibi katılmaktadır. Müvekkil
ile birlikte TV
programına çıkmanın güya
ödül olarak sunulduğu iddiası sadece gülünçtür ve bu ödülün sözde
"10 kadını turnikeye kazandırma" karşılığında sunulduğu iddiası da çok çirkin bir yalandır. Somut bir delile
değil de hayal gücü sonuna kadar zorlanarak uydurulan bu iddia başkaca hiçbir
basın yayın organında yer bulmamış, başka hiç kimse de böyle bir saçmalığı
ortaya koymaya çalışmamıştır. Tüm basında bu komik iddia dışında bir "ödül
sistemi"nden bahseden olmamıştır.
Sözde "ceza sistemi"ne baktığımızda ise, sadece birkaç
husumetli müştekinin, yine hiçbir somut delile dayanmayan
yalanları dışında bir cezalandırmanın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu husumetli
müştekilerin hayallerinde güya müvekkil, yanında yıllardır bulunan bayan
arkadaşlarını cezalandırmak amacıyla saçlarını kestirmekte, kaşlarını
kazıtmakta veya onları odalara kilitlemekteymiş! Bu hayali senaryoların yalan olduğunun
en temel delili,
bunları atfettikleri müvekkilin arkadaşlarının bizzat
çıkıp "böyle bir şey yaşanmadı, bu iddialar çirkin yalanlardır"
demeleri olmuştur. Ayrıca operasyon günü yapılan tıbbi muayenede tek bir kişide
dahi bir cebir şiddet izine rastlanmamıştır.
FETÖ/PDY, ELEMANLARINA KOD ADI KULLANDIRIR
FETÖ/PDY
örgüt üyelerinin aileleri tarafından verilen yasal isimlerinin dışında
üyelerine yeni isimler vermektedir. Böylelikle birçok örgüt üyesi birbirini
gerçek isimleriyle tanımadıkları gibi aldıkları yeni isim sonrasında ailenin
verdiği değer ve ahlak anlayışının dışında yeni bir değerler kümesine ve ahlak
anlayışı sahip olmaktadırlar. Bu sayede ailenin verdiği
ahlak anlayışında birisini
kandırarak himmet toplamak,
soru çalarak sınav kazanmak, sahte belgelerle iş arkadaşlarını makamından
uzaklaştırmak, görevini kötüye kullanmak ve kendi ülkelerine ihanet etmek gibi
davranışlar asla kabul edilemez tutumlar olarak nitelenirken; yeniden inşa
edilen bu sahte kimlik ve ahlak anlayışı sayesinde kişi tüm bu ahlaksızlıkları
ve suçları en ufak vicdan rahatsızlığı yaşamadan gerçekleştirebilir hale
gelmektedir.
FETÖ'nün
hücre yapılanmasında, aynı kurumda yan yana çalışanlar dahi birbirinin FETÖ kimliğinden habersizdir. Bağlantılar sadece
kod adını bildiği
bir "abi" ile sürekli
olarak görüşmek şeklinde yürütülmektedir. Kod adları kişinin gerçek kimliğini
saklayacak şekilde düzenlenmiştir. Örneğin;
"Ahmet" kod adlı Levent
Türkkan,
"Sait" kod adlı Sadık K.,
"Yavuz" kod adlı Nihat
Mengi,
"İlhan" kod adlı Fatih Dursun,
"Ömer" kod adlı Önder Yılmaz,
"Mesut" kod adlı Avşar Zırh,
"Asım" kod adlı Evren Pehlivan,
"Baki" kod adlı Reşat Şahin,
"Ünal" kod adlı Ömer Eren,
"Yılmaz" kod adlı Yıldırım Saraç...
PKK Terör Örgütü'ne
baktığımızda da aynı şekilde kod adlarının gerçek kimlikleri saklamak amacıyla
kullanıldığını görmekteyiz, örneğin;
"Roni" kod adlı Gazi
Bahadır,
"Serdar" kod adlı Serkan Tan,
"Mervan" kod adlı Yunus Dalgın,
"Zeynel" kod adlı Mehmet Yakışır
"Aram Civan" kod isimli
Osman Gülen,
"Delal Amed" kod adlı Hülya Eroğlu,
"Atakan Mahir" kod adlı İbrahim Çoban,
"Mam Zeki Şengali" kod adlı İsmail Özden
Oysa müvekkilin arkadaş grubunda ne "kod adı"
ne de gerçek adından başka bir ad kullanımı bulunmamaktadır. Arkadaş
grubundaki herkes herkesi
gerçek ismiyle tanır.
Müvekkilin arkadaş grubunda herkes herkesi tanır,
organizasyonlarda bir araya gelir, görüşür konuşur. Kod adı gibi bir
uygulamanın fiili olarak işe yaramayacağı bir
ortam bulunmaktadır. Basında ve bazı müşteki ifadelerinde ortaya "kod adıymış" gibi serilen açıklamaların
bir kısmı doğru olmakla beraber, bunlar kod adı değil birbirlerini 30 yıla
yakındır tanıyan samimi olan arkadaşların samimiyetle kullandığı lakaplardan
ibarettir. Örneğin Gökalp için
"Göko", Oktar için "Oki", Levent için "Levo"
gibi. Bu lakapları duyan yabancı bir kişinin de ilk aklına gelen şey, zaten o
kişinin gerçek adı olmaktadır, dolayısıyla bu lakapların gerçek
kimliği gizlemek gibi bir fonksiyonu yoktur.
Ayrıca
bu lakaplar çoğunlukla televizyon kanalında canlı yayınlarda milyonların gözü önünde
telaffuz edilerek kişinin
kim olduğunun gizlenmediği de açıktır. Örneğin Kartal Göktan, tip olarak ünlü
futbolcu Luis Figo'ya benzediğinden arkadaşlarının bazıları ona
"Figo" diye lakap takmışlardır. Buradan türeyen "Fikret" de
zaman zaman kendisi için kullanılmaktadır. Bu isimler bizzat müvekkil tarafından
canlı yayınlarda defalarca kimi kastettiği açıkça anlaşılacak şekilde
zikredilmiştir. Dolayısıyla kendisine "Figo" ya da "Fikret" olarak hitap edilmesi, Kartal Göktan'ın kod adı kullanmakta olduğunu göstermez.
Müştekilerin iddialarının
birçoğu da gerçek değildir ve somut delile dayanmamaktadır, örneğin Merve
Büyükbayrak için "Fevzi" kod adını kullandığı iddiası yalandır. Merve
Büyükbayrak'a "Fevzi" olarak hitap edilen hiçbir telefon konuşması ya
da başka bir canlı örnek bulunmamaktadır.
Kaldı ki, bir telefon konuşmasında bir bayana "Fevzi" diyerek erkek
adıyla hitap etmek son derece saçma olacak ve olası bir teknik takipte dinlenen
telefonda bayan kişiye "Fevzi" denildiğinde temel amaç olan kimliğin gizlenmesi fonksiyonu tam ters etki yaparak dikkat çekecektir. Bu kadar
basit bir mantığı dahi düşünemeyen müşteki, bu yakıştırmadaki tek amacının
Merve Büyükbayrak'ı kendilerince itibarsızlaştırma ve küçük düşürme olduğunu
zaten ortaya koymuş olmaktadır.
Bununla birlikte Müvekkil Adnan Oktar'ın
huzurdaki savunmasında ifade ettiği üzere, kendisinin "FETÖ'yü
desteklemesi celladını desteklemesi" anlamına gelir. Zira karşımızda
ideolojik olarak taban tabana zıt iki ayrı grup vardır:
FETÖ İSLAM BİRLİĞİNDE KARŞIDIR, ADNAN OKTAR GRUBU
40 YILDIR TÜRK İSLAM
BİRLİĞİ ÜLKÜSÜ İÇİN HAREKET ETMEKTEDİR.
FETÖ MEHDİYETE VE HZ. İSA'NIN GELİŞİNE
KARŞIDIR. ADNAN OKTAR GRUBU PEYGAMBERİN SÜNNETİ OLDUĞUNA İNANDIKLARINDAN MEHDİ
VE HZ. İSA'YI BEKLEMEKTEDİR.
FETÖ TÜRK DEVLETİNİ ELE GEÇİRMEYE
AZMETMİŞTİR. ADNAN OKTAR GRUBU
DEVLETİN BEKASI İÇİN FAALİYET GÖSTERMEKTEDİR.
FETÖ GAZETE, DERGİ VE TV'LERİNDE EVRİM PROPAGANDASI YAPMIŞTIR. ADNAN OKTAR GRUBU DARWINİZM'İ İLMEN YIKMIŞTIR.
FETÖ FEDERASYONU SAVUNMUŞTUR. ADNAN OKTAR GRUBU DEVLETİN ÜNİTER BİRLİĞİNDEN YANADIR.
FETÖ
ŞEHİTLİK MAKAMINA İNANMAMAKTADIR. ADNAN OKTAR
ŞEHİTLİĞİ KUTSAL GÖRMEMEKTEDİR.
FETÖ KURAN YETERLİLİĞİNE
İNANMAMAKTADIR. ADNAN OKTAR GRUBU KURAN’IN YETERLİ OLDUĞUNA, KURAN’A UYAN TÜM
HADİSLERE TABİ OLDUKLARINA İNANMAKTADIR.
MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI YILLAR
BOYUNCA FETÖ KUMPASLARINDAN MAĞDUR OLMUŞTUR
Müvekkil ve arkadaşları,
Türkiye ve dünya üzerindeki terörün, çatışmaların ve toplumsal dejenerasyonun
kökenini oluşturan sapkın ve zararlı ideolojilere (PKK, FETÖ, materyalizm,
komünizm, faşizm vs} karşı ilmi mücadele veren milliyetçi ve Atatürkçü insanlardır.
Başta, FETÖ OLMAK ÜZERE, 28 ŞUBAT
SÜRECİNİN MİMARLIĞINI YAPAN ODAKLAR, İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN ELEMANLARI VE
MÜVEKKİLE HUSUMET BESLEYEN BİR KISIM ÇEVRELER ÇEŞİTLİ DÖNEMLERDE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI ALEYHİNDE
BİRÇOK GAYRİ KANUNİ
EYLEMLERDE
BULUNMUŞLARDIR. Ne yazık ki, bu eylemlerin birçoğuna emniyet ve yargı
teşkilatına mensup bazı memurlar da karışmışlardır. Dilekçemizin devamında
detaylarıyla birlikte izah edeceğimiz üzere, bu görevliler müvekkil ve
arkadaşlarını defalarca hukuksuz şekilde gözaltına almışlar, hatta onlara
insanlık dışı işkenceler dahi uygulamışlardır.
Müvekkil
ve arkadaşlarının özellikle FETÖ'cü emniyet ve yargı mensupları tarafından
maruz kaldıkları komplo ve kumpas girişimleri kısaca şu şekildedir:
MÜVEKKİL
VE ARKADAŞLARININ İSTANBUL ORGANİZE SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBESİNDE GÖRDÜKLERİ
İŞKENCE VE SONRASINDAKİ SÜREÇTE YAŞANANLAR:
1.
Adil Serdar Saçan, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube müdürü olduğu
Kasım 1999 tarihinde müvekkil ve arkadaşlarına yönelik
bir polis operasyonu yapmış ve bir hafta boyunca insanlık dışı ağır işkenceler
uygulamıştır. Adil Serdar Saçan'ın -
dilekçenin devamında delilleriyle izah edeceğimiz üzere- polis kolejinden
itibaren FETÖ örgütünün bir mensubu olduğu gerek polis özlük dosyasındaki
bilgilerle gerekse istihbarat raporlarıyla sabittir.
2.
Öyle ki, müvekkil
ve arkadaşlarına yapılan işkencenin, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin
28.12.2005 tarih 2004/367 Esas, 2005/517K. Sayılı ve İstanbul 3. İdare
Mahkemesi'nin 13.12.2016 tarih 2016/2365 Esas, 2016/2355 Karar sayılı
kararlarıyla sabit olmasına rağmen Adil Serdar Saçan ve emrinde çalışan
polisler yıllarca yargıdaki FETÖ mensupları eliyle korunmuş ve nihayetinde dava
zamanaşımına sokularak cezasız kalmaları sağlanmıştır.
MÜVEKKİL
VE ARKADAŞLARI ALEYHİNDE, 2006 YILINDA İSTANBUL ORGANİZE SUÇLARLA MÜCADELE
ŞUBESİ'NE GELEN SAHTE İHBARLAR VE YALANCI GİZLİ TANIK İFADELERİNE DAYANILARAK
AÇILAN VE GİZLİ OLARAK YÜRÜTÜLEN "ÖRGÜT SORUŞTURMASI"NA AİT SÜREÇTE
YAŞANANLAR:
1.
Müvekkil ve
arkadaşları aleyhinde 2006-2007 yıllarında FETÖ'cü emniyet mensupları ve
müvekkile husumetli bazı kişilerin işbirliğiyle sahte ihbarlar ve sahte gizli
tanıklar üretilerek gizli bir örgüt soruşturması başlatılmış ve müvekkil
gözaltına alınarak hapse gönderilmek istenmiştir. Söz konusu soruşturmada, güya
emniyete geldiği iddia edilen ihbarlardan karar aşamasına kadar geçen tüm
aşamalarda FETÖ'cü emniyet ve yargı mensuplarının sayısız hukuksuz davranışları
olmuştur.
2.Organize Suçlar Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı),
talimatıyla söz konusu gizli
soruşturmanın fezlekesini hazırlama görevi, uzun yıllar Adil Serdar Saçan'ın
sağ kolu olarak görev yapan ve müvekkillerin açtığı işkence davasında 200 yıl
hapis istemiyle yargılanan ve davanın 2 numaralı sanığı olan baş komiser Serdal Akça'ya verilmiştir.
3.
Baş komiserSeyfi Erdoğan (FETÖ/PDY
Şike Kumpası davası tutuklu sanığı), Serdal Akça ve polis memuru Yalçın Çilbiroğlu (FETÖ/PDY Şike Kumpası davası tutuklu sanığı), Ekim 2006 tarihinde yönlendirdikleri
bazı kişiler ve güya emniyete geldiği iddia edilen sahte ihbar telefonlarını
gerekçe göstererek söz konusu soruşturmanın temelini kurgulamışlardır.
Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında soruşturma gerekçesi olarak gösterilen sözde
ihbar telefonlarının aslında hiç gelmediği, bunların tamamen sahte, düzmece
ihbarlar olduğu anlaşılmıştır.
4.
Organize Suçlar Şube Müdürü Hüseyin Işıldak (FETÖ/PDY davası sanığı) ve baş komiser Serdal Akça, söz
konusu soruşturma dosyasına
04.12.2008 tarihinde sözde "Gülderen Dönmez" isimli
bir bayan tarafından gönderildiği iddia edilen bir ihbar mektubu gelmesini
sağlamış ancak daha sonra yapılan
kriminal incelemesinde gelen mektubun bir erkek tarafından
gönderildiği anlaşılmıştır.
5.
Baş komiser Serdal
Akça, bu soruşturma
kapsamında ifade veren gizli tanıklarla ve dosyanın müştekileri ile iş birliği
içerisine girmiştir. Serdal Akça'nın gizli tanıklardan biriyle yaptığı
30.07.2007 tarihli özel bir görüşme teknik takibe takılmıştır.
6.
Baş komiser Seyfi
Erdoğan (FETÖ Şike kumpası davasında
tutuklu) ve Serdal Akça'nın, bizzat ifadesini aldığı bazı gizli
tanıklar daha sonradan emniyet tarafından alınan ifadelerinin kendi
bilgileri dışında değiştirildiğini ve çarpıtıldığını belirtmişler ve kendilerinin
aslında şikayet amaçlı değil bilgi verme amaçlı emniyete gittikleri beyan
etmişlerdir.
7.
Adil Serdar Saçan, Baş komiser Seyfi
Erdoğan (FETÖ Şike kumpası davasında
tutuklu) ve Vedat Mercan (Adil
Serdar Saçan'ın emrinde çalışan ve müvekkillerin açtığı işkence
davasında yargılanan polis memuru), bu dosyanın bazı müştekileri ile işbirliği içerisine girmişlerdir.
Soruşturmanın bazı müştekileri kendi aralarında yaptıkları telefon
konuşmalarında Seyfi Erdoğan'dan "büyük oğlumuz" ve "Bizim
Seyfi", Vedat Mercan'dan "kardeşimiz", Serdal Akça'dan ise
"büyük oğlumuzun yardımcısı" olarak söz etmişler ve bu polislerin talimatlarına göre hareket
ettiklerini sürekli vurgulamışlardır.
8.Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu'nun (FETÖ/PDY davası firari sanığı) talimatıyla, soruşturmanın
müştekilerinden olan Cevat Babuna dosyada şüpheli olarak gösterilmiş ve evine
müştekilerin kendi arasında "sağlam hat" diye tabir ettiği emniyete
ait özel bir telefon yerleştirilerek bu telefon da dinlenmiştir.
9.Dönemin İstanbul C. Savcısı Fikret Seçen (FETÖ/PDY davası firari sanığı),Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı), baş komiser Seyfi Erdoğan(FETÖ
Şike kumpası davasında tutuklu), Teknik
Takip Büro Amiri Mustafa Kılıçaslan (FETÖ/PDY Tahşiyecilere Kumpas davası tutuklu
sanığı), Ahmet Davulcu (FETÖ/PDY davası firari sanığı), Ahmet Bike ve baş komiser Serdal Akça, bir müştekinin evine yerleştirilen telefonda konuşma yapılmadığına dair sahte bir evrak
düzenlemişler ve sonrasında telefonun 3 aylık dinleme kayıtlarını "ses
gelmiyor" bahanesiyle haksız ve hukuksuz bir şekilde imha etmişlerdir.
Daha sonrasında, bu telefondan konuşmalar yapıldığı ve hiçbir ses sorununun
olmadığı anlaşılmıştır.
10.
Dönemin İstanbul
Anadolu C. Savcısı
Selçuk Sayıldı (FETÖ/PDY davası
tutuklu sanığı), telefon dinleme
kayıtlarının sahte evrak düzenlenerek haksız bir şekilde imha edilmiş olmasına
rağmen, bu imhayı gerçekleştiren görevliler hakkında açılan soruşturma
dosyasını, haksız ve hukuksuz bir şekilde takipsizlik kararı vererek kapatmıştır.
11.
Dönemin Organize Suçlar Sube Müdürü Nazmi Ardıç (FETÖ/PDY "Mülkiye" yapılanması davası tutuklu sanığı) söz konusu telefon kayıtlarını imha eden görevliler hakkında açılan
soruşturma dosyasına gönderdiği bir cevabi yazıda, kendisine sorulmadığı halde
adeta dosyanın esasına dair savunma yaparak şüphelileri aklama amaçlı
beyanlarda bulunmuş ve daha da öteye giderek yapılan görüşme kayıtlarının
içeriklerinde suç unsurları olduğunu belirtmiştir.
12.
Başkomiser Seyfi
Erdoğan, söz konusu
soruşturmada çok aktif rol oynayan bir bayan ile baştan sona ortak hareket
etmiş ve onu sürekli yönlendirmiştir. Seyfi Erdoğan, 2005 yılında müvekkilin
bir kısım arkadaşının yargılandığı bir davanın duruşmasına aynı bayan ile
beraber gelmiş, duruşma ve sonrasındaki eylemleri sebebiyle hakkında soruşturma
başlatılmıştır.
13.
Dönemin Organize
Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY
davası firari sanığı) imzasını taşıyan 22.10.2007 tarihli emniyet fezlekesinde
müvekkil ve arkadaşlarının teknik takip altına alınan MSN görüşme kayıtlarının
güya suç örgütü olduklarına dair delil teşkil ettiğini belirtmiştir. Ancak ne
fezleke de ne daha sonrasında suç teşkil ettiği iddia edilen MSN kayıtları
dosyaya sunulmamıştır. Yani Mutlu Ekizoğlu, aslında
var olmayan konuşma
kayıtları üzerinden savcılığı
yanıltmak istemiştir.
14.
Adil Serdar Saçan'ın,15.11.2017 tarihli resmi dinleme kayıtlarına takılan
telefon konuşmalarından, Emin
Şirin vasıtasıyla dosyanın müştekileri ile irtibata geçtiği anlaşılmıştır.
15.
Dönemin İstanbul
Polis Kriminal Laboratuvarı Müdürlüğü'nde uzman olarak görev yapan Ahmet Mesut Mudu (FETÖ/PDY davası
tutuklu sanığı), kendisine
gönderilen ve Adil Serdar Saçan'ın yaptığı işkencenin en önemli delili olan bir
sağlık raporunda bulunan imzayı haksız gerekçeler öne sürerek incelememiş ve
savcılığın talebini sonuçsuz bırakmıştır.
MÜVEKKİLİN, GÜYA EVİNDE TARİHİ
ESERLER SAKLADIĞINA DAİR EMNİYETE
GELEN SAHTE İHBAR VE SONRASINDA YAŞANAN SÜREÇ:
1.
Dönemin Mali Suçlar Şube Müdürü Yakup Saygılı (FETÖ/PDY
davası tutuklu sanığı) Kadıköy C. B. Savcılığı'na gönderdiği 14.07.2012 tarihli yazıda,
emniyete VPN sistemi
üzerinden simhacetin@hotmail.com isimli bir hesap
üzerinden bir ihbar geldiğini ve bu mailde güya müvekkilin evinde tarihi eser
sakladığı iddia edildiğini belirtmiş ve müvekkil hakkında arama ve gözaltı
kararı verilmesini talep etmiştir.
2.
Ancak, daha sonra söz konusu mail hesabının sahte
olup klasik bir FETÖ'cü taktiği olan yurt dışından VPN denilen IP
gizleme tekniğiyle gönderildiği ve ihbar içeriğindeki iddiaların da iftira
olduğu anlaşılmıştır.
3.
Dönemin Mali Suçlar
Şube Müdürü Yakup Saygılı (FETÖ/PDY
davası tutuklu sanığı) ve diğer sorumlu polis memurları hakkında müvekkil ve arkadaşlarının yaptığı şikayetler neticesinde EGM
Merkez Disiplin Kurulunca idari soruşturma yapılmış ve neticesinde 10.07.2014
tarih ve 14/314 nolu karar ile 24 ay terfi durdurma cezası verilmiştir.
DÖNEMİN SİYASİLERİNDEN OLAN CEMİL ÇİÇEK VE GAZETECİ
TAHA AKYOL'UN BAZI HUKUKSUZ GİRİŞİMLERİ SONUCUNDA MÜVEKKİL
HAKKINDA VERİLEN ZAMANAŞIMI KARARI BOZULMUŞ VE HEMEN
AKABİNDE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI HAKKINDA ÖRGÜT SUÇLAMASINDAN 3 YIL MAHKUMİYET
KARARI VERİLMİŞ, ANCAK BU KARAR DAHA SONRA YARGITAYDA BOZULMUŞTUR.
1.Dönemin siyasilerinden olan Cemil Çiçek (FETÖ konusunda; hepimizin günahı var, belki benim
vebalim yüzde 90 demiştir) ve gazeteci Taha Akyol (17-25 Aralık sürecinde FETÖ lehine yayınlar
yapmıştır) müvekkile husumeti bilinen
Cevat, Semin Babuna ve Makfire Saraçoğlu ile işbirliği yaparak
müvekkil ve arkadaşlarının İstanbul 2. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde örgüt suçlamasıyla yargılandığı davada verilen zaman aşımı
kararının Yargıtay tarafından bozulması ve hemen akabinde müvekkil ve
arkadaşları aleyhinde 3 yıl mahkumiyet kararı verilmesini sağlamışlardır.
2.
Detaylarını
dilekçenin devamında izah edeceğimiz üzere, Cemil Çiçek ve Taha Akyol'un bu
hukuksuz girişimleri yukarıda bahsettiğimiz müvekkil hakkında yürütülen gizli
soruşturma kapsamında yapılan telefon dinlemelerine takılmıştır.
3.Dönemin Ankara C. B. Savcılığı vekili Hüseyin Görüşen
(FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), Cemil Çiçek hakkında bu hukuksuz girişimler nedeniyle
açılan soruşturmayı haksız bir şekilde takipsizlik kararı vererek kapatmıştır.
4.Dönemin Ankara C. B. Savcılığı
Basın Suçları Savcısı
Erdoğan Gökçek (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), Taha Akyol
hakkında bu hukuksuz
girişimler nedeniyle açılan soruşturmayı haksız bir şekilde
takipsizlik kararı vererek kapatmıştır.
Görüldüğü
gibi huzurdaki soruşturma dosyasında ifade veren sözde müştekilerin
iddialarının aksine müvekkil yıllardır FETÖ'cü emniyet ve yargı mensuplarının
hukuksuzluklarının ve kumpaslarının mağduru olmuştur. FETÖ'cüler özellikle
emniyet ve yargı içerisinde en güçlü oldukları dönemlerde tıpkı bugün olduğu
gibi müvekkil hakkında birebir aynı iddialarla örgüt davası açıp müvekkili güya
bir suç örgütü lideri olarak kamuoyu önünde lanse etmeye ve hapse göndermeye
çalışmışlardır. Tabi ki, bu hain yapının yıllar içerisinde müvekkil aleyhinde
yaptığı haksızlık ve hukuksuzluklar yukarıda sıraladığımız olaylarla sınırlı
değildir.
Ancak ne var ki, bu
girişimlerin hiçbirinde başarılı olamadıkları gibi, daha sonrasında müvekkil ve
arkadaşlarının yaptığı şikayetler neticesinde deşifre olmuşlardır. Tam bu
noktada önemle hatırlatmak isteriz ki, HENÜZ
HİÇ KİMSENİN FETÖ'NÜN YARGI VE EMNİYET İÇERİSİNDE YUVALANDIĞINI İKRAR ETMEDİĞİ
DÖNEMLERDE MÜVEKKİL ÜSTÜNE BASA BASA VE BÜYÜK BİR ISRARLA KENDİSİNE KURULAN BU KUMPASLARIN ARDINDA
FETÖ'NÜN OLDUĞUNU SAVUNMUŞ
VE BU YÖNDE ŞİKAYETLERDE
BULUNMUŞTUR.
MÜVEKKİL ADNAN
OKTAR'IN, FETÖ'NÜN HENÜZ DEVLET NEZDİNDE HİZMET
HAREKETİ OLARAK KABUL ETTİĞİ TARİHLERDE (2010'LARDAN İTİBAREN) BU YAPIYI ELEŞTİREN VE DEŞİFRE EDEN KONUŞMALARINDAN
BAZILARI:
13 Aralık 2010
"Şimdi yani Müslümanım der de BİR İNSAN
TÜRKİYE'Yİ BÖLENLERLE İTTİFAK ETMEYE KALKARSA BAK DÜNYAYI DAR EDERİM
SÖYLEYEYİM... Kanunla hukukla
yani bana bir deli enerjisi gelir yerle bir ederim. Yani neye uğradıklarını
şaşırırlar. HİÇ KİMSEYE, HİÇBİR YERE GÜVENMESİNLER. Yani Türkiye'yi böyle
it kopuk takımına, PKK'ya peşkeş çekmeye kalkan birisi olursa, BABAM OLSA AFFETMEM
SÖYLEYEYİM... Yani çok dikkatli, titiz izliyorum. Yani PKK'ya vatanını
verdin mi sen her şeyini verirsin, artık
namussuzsun. PKK'ya vatanını veren BİR ADAM HER ŞEYİNİ VERİR VE TAM BİR
NAMUSSUZDUR. YANİ AKLINA GELEN HER TÜRLÜ AHLAKSIZLIĞI YAPAR."
16 Kasım 2010
Önce entel dantel takılmaya başladılar. E dedik olabilir
Sonra baktım Bediüzzaman dan bahsetmemeye başladılar. BAK BUNCA
YILLIK MÜRŞİTLERİNİ BİR KALEMDE KENDİLERİNCE HARCAMAYA KALKTILAR.. Neye dönelim sosyal
faaliyetlere
dönelim diyorlar böyle ılık adam oldular, toz pempe oldular böyle. Bambaşka bir
şekle girdiler.
2010
ADNAN OKTAR: Böyle havadan nem kapıyorlar değil mi? yani
tahmin edilmedik şeylerden çok şiddetli korkuyorlar. O YÜZDEN DE HİZMETİ
DE BIRAKIYORLAR, İSLAM'I ANLATMAYI DA BIRAKIYORLAR, DAVAYI DA BIRAKIYORLAR.
2010
Bediüzzamanda söylüyor bak
"havf damarı korkudan dolayı" diyor, Müslümanlar başarılı olamıyorlar
diyor. Alimleri korkutuyorlar, halkı korkutuyorlar diyor. Alim korkutulunca höt
dedin mi, pırr adam uçuyor. Uçuyor,
kaçıyor başka dallara konuyor. Mesela burada çocukları bırakıyor, hanımları bırakıyor değil mi? yaşlıları bırakıyor herkesi bırakıyor
kendi canını kurtarmanın derdinde oluyor. Uçtuktan sonrada cik cik cik cik
dışarıdan ötüyor. Yiğitsen, delikanlıysan burada kalsana, burada mücadele
versen değil mi? Kerkenez kuşu gibi değil mi? pır uçuyorsun, oradan da cik cik cik cik ötüyorsun. Hem de ben diyorsun; Müslümanım, mücahidim, yiğidim,
delikanlıyım. E Müslüman şehit olmayı da istiyor, gazi olmayı da istiyor, hapsi
de göze alır, hepsini göze alır değil mi? Sen nasıl delikanlısın, nasıl Müslümansın.
16 Aralık 2012
"İttihad-ı İslam'ı zaten
kabul etmiyor, cemaat
kabul etmiyor. Çoğu kabul etmiyor. Bunda bir hastalık var tabii bir bozukluk var, bir eksiklik
bir yanlışlık görülüyor. Bazı ağabeyler diyelim, Üstad'ın talebeleri demiyoruz, bazı
ağabeyler bakıyoruz, kapitalist bir ruha girmişler, patron
havasına girmişler. Sevgisizler, Müslümanlarla bağlantıları yok, cemaatlerle bağlantıları yok. Kibirli, enaniyetli gururlu olmuşlar. Ters ve
aksiler."
https://www.youtube.com/watch?v=FpU1MEr5u3U&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=1
7 Mart 2012
"Fethullah Hoca cemaati siyasete girerse sıfır netice alır. Siyasetle
ilgili iddiası olmaması lazım Fethullah Hoca cemaatinin. Siyaseti siyasetçilere
bırakacak. Hükumet içinde hükümet olmaya kalkmak, özellikle
bazı akıldaneler öyle ortaya çıkıyorlar. Bir de üstelik çok korkak, zayıf, sığ
akıllı, dar düşünen, teşhis yeteneği olmayan, kendini çok beğenen enaniyetli
bir kısım zevat ne oldum havasına girdiler. Bir şey olduğunuz yok. Garibanın
tekisiniz üfledin mi kaçacak delik arıyorsunuz. Korkak ürkek zayıf insanlarsınız. Fikre tahammülünüz yok, düşünceye
tahammülünüz yok. Hatta benim gördüğüm despot bir yapıya eğilimdesiniz.
Kendinden olmayan adamı harcama kafasında oluyorsunuz."
https://www.youtube.com/watch?v=AWs2IzddGIg&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=6
2 Ağustos 2012
"Bu
ekip İttihad-ı İslam'ı durdurmak için var güçleriyle gayret ediyorlar.
Güneydoğu'da da özerklik, işte Abdullah Öcalan'a ev hapsi olsun. Hiç olmayacak
şeyleri de olacak gibi gösteriyorlar. Güneydoğu'da komünist devlet kurmak
istiyorlar. Özerklik demek bölünme demektir zaten. Bunu makul görüyorsunuz,
gece gündüz bunun propagandasını yapıyorsunuz, teşvik ediyorsunuz."
https://www.youtube.com/watch?v=sRvTCc9muhA&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=4
2010
"Zaman Gazetesi federatif sistemi savunuyor konumuna gelirse vahşet
bu, felaket. Zaman Gazetesinde İttihad-ı İslam'dan bahsetmeyip. Türk-İslam
Birliği'nden bahsetmeyip. Bundan çekinip de Federatif sistemi göğsünü gere gere
anlatılması zulüm olur."
https://www.youtube.com/watch?v=tWW2FOM0pgM
26 Haziran 2013
"Zaman Gazetesinden çıldırmış gibi, bazı kişiler, akıl almaz bir
hırsla, o yapılanma içerisinde, garip bir yapılanmaları var, masonik bir
yapılanmaları var, adeta onu andırıyor, alabildiğine Tayyip Hocamın aleyhine
bir faaliyet içindeler. Bir an önce ekarte etmek peşindeler."
https://www.youtube.com/watch?v=wGuAsgkSAIM&feature=youtu.be
23 Ekim 2013
"Bize niye kurs açtırmıyorsun? Kardeşim sen kürekle para topluyorsun.
Gıcık bir hareket bu, kızdırıyor tabii bu insanları. Dini bıraktın, dünyaya
daldın, enaniyet geldi üstüne. Müslümanları adam yerine koymuyorsun, haşa.
Ekabir bir üslup, bazılarında. Bu vaziyette hükümet ne yapsın ne desin?
'Toplayın paraları' mı desin, ne desin yani? Biz ne bilelim kardeşim bu çizgiye
geleceğini. Buyurun, sonuç bu hale geldi."
https://www.youtube.com/watch?v=088L7WDEBkw&feature=youtu.be
7 Mart 2012
"Korkak ürkek zayıf insanlarsınız. Fikre tahammülünüz yok, düşünceye
tahammülünüz yok. Hatta benim gördüğüm despot bir yapıya eğilimdesiniz.
Kendinden olmayan adamı harcama kafasında oluyorsunuz."
https://www.youtube.com/watch?v=AWs2IzddGIg&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=6
28 Haziran 2013
Bak Fethullah Gülen cemaatinde de muazzam bir enaniyet var. Muazzam bir enaniyet, Acaip ekabirler, halka tepeden bakıyorlar. Enaniyet yaptıkça Allah aşağılıyor bu sefer. Ya kardeşim
sevgi dolu olsana,
vahşiliğe ne gerek,
vahşi kimseyle konuşmuyor, muhatap
olmuyor, bir de sinsice Altan alta işler çeviriyor. Böyle tipleri devletin mühim mevkilerine
getirmekte çok tehlikeli. Enaniyetten kafayı çizmiş adam, mantık şu bu
şefkat, merhamet, vefa, sadakat kaybolmuş.
https://www.youtube.com/watch?v=7--y4ZyM08s&feature=youtu.be
13 Aralık 2012
"BEN
FETHULLAH HOCA'NIN BİR TEK 'ALLAH BİR' DEMESİNE İNANIRIM. HELALLER, HARAMLAR,
CENNET, CEHENNEM, BUNLARIN HEPSİNE İNANIRIM AMA ONUN DIŞINDAKİ SÖZLERİNE
İNANMIYORUM BEN.
Eğer canı tehlikede değil de bunu söylediyse, FETHULLAH
HOCA DİYE BİR HOCA YOK O ZAMAN. Yani çok vahim. Demek ki Risale-i Nurlara,
Bediüzzaman'a karşı muazzam tavır almış, çok riskli bir yapılanma var demektir
o zaman. O zaman bütün anlatılanlar doğru demektir. Bunu ölüm tehdidi altında
söylemediyse Fethullah Hoca ile ilgili güveneceğimiz hiçbir şey yok demektir.
Benim için sıfır demektir."
6 Ağustos 2016
"Bak Allahsız,
Kitapsız, Stalinist, komünist PKK'ya karşı kendini, vatanını savunurken şehit olan askere
ne diyorsun? "Hiçliğe gitti" diyorsun. "Yokluğa gitti" diyorsun. Hiçliğe yokluğa
gitme sözünü kim söyler? Ateistler söyler, PKK söyler.
Ya sen Müslüman olduğunu söylüyorsun kendinin. Şehit olan bir askerin
hiçliğe, yokluğa gittiğini nasıl söylersin?"
2016
"En büyük
hizmet İngiliz Derin Devleti'ne tavır almak ve İDD'nin en büyük ileri karakolu
olan FETÖ’ye tavır almaktır. PKK bile FETÖ'nün kontrolünde, FETÖ de İDD'nin
kontrolünde. Facia, facia ve adamlar kafayı Tayyip Hocaya takmışlar. Milletçe
Tayyip Hoca'yı bütün gücümüzle destekleyip İDD'ne esaslı bir tokat indirelim."
https://www.youtube.com/watch?v=L-awst_6eQw
MÜVEKKİL ADNAN OKTAR'IN, 17/25 ARALIK DARBE GİRİŞİMİNDE HÜKÜMETİMİZE VERDİĞİ
DESTEK VE FETÖ'YE KARŞI TUTUMU:
Sayın
Adnan Oktar 17/25 Aralık 2013'den yıllar öncesinde başlayan ve bu süreç boyunca
ve sonrasında devam eden tüm zamanlar boyunca Cumhurbaşkanımız -o dönem
başbakanlık görevini ifa etmekte olan- Sayın Tayyip Erdoğan'ı ve AK Parti
hükümetini korumaya, devletin birliğini bütünlüğünü ve vatandaşın moral gücünü
ayakta tutmaya yönelik güçlü ve haklı bir mücadele vermiştir.
Sayın
Adnan Oktar, Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetine karşı
FETÖ tarafından gerçekleştirilen 17-25 Aralık 2013 darbe girişiminin daha ilk
saatlerinde olayın gerçek yüzünü canlı yayında A9 TV üzerinden tüm Türk halkına
deşifre etmiştir. Tarafının hükümetimizden, demokrasiden, devletimizden yana olduğunu
olduğunu ilan etmiştir.
Fetö'nün o dönemde adı
Paralel devlet yapılanması olarak konmuş ancak sonrasında dev bir silahlı terör
örgütü olduğu ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yaşadığı çok acı
tecrübelerle anlaşılmıştır. ADNAN OKTAR
O DÖNEMİN PDY'Sİ OLAN FETÖ'NÜN SAYIN TAYYİP ERDOĞAN VE HÜKÜMET ÜYELERİNE
YÖNELİK VE DİREKT AK PARTİ HÜKÜMETİNİ HEDEF ALAN YARGI YOLLU BİR DARBE
GİRİŞİMİ İÇİNDE OLDUĞUNU, HALKIMIZIN ÇIKARILAN BU KURU GÜRÜLTÜYE İTİBAR
ETMEMESİNİ VE DÖNEMİN BAŞBAKANINI VE HÜKÜMETİ DESTEKLEMEYE DEVAM ETMELERİNİ SÜREKLİ OLARAK CANLI YAYINLAR ARACILIĞIYLA İFADE ETMİŞTİR.
Türk
halkının seçip başa geçirdiği Sayın Tayyip Erdoğan'a ve AK Parti Hükümeti'ne
karşı yapılanların kuru gürültü, şamata ve yaygara olduğunu üstüne
basarak ifade ederek aslında tüm bu oyunların şeytanın ikası ile hareket eden
organize bir hareketin ürünü olduğunu da deşifre etmiştir.
Unutmamak gerekir
ki 17 Aralık tarihinden başlayıp 31 Mart yerel seçimlerine kadar devam eden
süreç, Türkiye’nin yolsuzluk iddialarıyla sarsıldığı, hükumeti destekleyen
kişilerin -kendilerini tenzih ederiz- hırsızlığı ve yolsuzluğu destekleyen
insan damgası yediği, yargının neredeyse tamamının Fetö’nün denetiminde olduğu,
kim hükümete destek verirse onun da yolsuzluk iftirasına uğrayanlarla birlikte
yargılanıp suçlu ilan edileceği bir süreçtir. Bu süreç içerisinde FETÖ, MİT
tırlarını durdurmaya yeltenecek kadar kibirli ve ekabirdir. Muhalefet liderleri
dahi hükumet var güçleriyle malum montaj ses kasetleri üzerinden yüklenmiş,
bugün hükumetimizin en güçlü destekçisi olan Sayın Devlet Bahçeli dahi söz
konusu karalamaları destekleyen bir üslup benimsemiştir. Dolayısıyla Sayın
Adnan Oktar’ın 17/25 Aralık döneminde hükumeti tüm yüreğiyle desteklemiş olması
tarihte örneğine az rastlanır bir cesaret olmuştur.
Sayın Adnan Oktar'ın
17/25 darbe girişiminin ilk anından itibaren
yaptığı konuşmalarında dikkat çektiği hususlar özetle şöyledir:
1. Her şeyden önce hukukun temel
ilkesi olan suçun şahsiliği prensibini hatırlamış, Hükumet içinde velev ki suç
işleyenler olsa dahi (ki buna dair hiçbir somut bilgi olmadığını vurgulayarak)
bunun sadece o kişiyi ilgilendirdiğini, bu olayı bahane ederek gayri demokratik
yollardan hükumeti devrime girişimini asla kabul etmeyeceğini beyan etmiştir.
2. Halkın gözünde sayın Tayyip
Erdoğan ve hükumetinin gözden düşürülmek için bir itibar suikastına uğratılmaya
çalışıldıklarını ifade etmiştir.
3. Amacın Cumhurbaşkanı seçimleri
öncesinde yaygara kopartarak halkın hükumete ve Sayın Tayyip Erdoğan’a olan
güçlü desteğini kırmak olduğunu ifade etmiştir.
4. Sayın Adnan Oktar tüm bu
isabetli öngörüleriyle günlerce, hem canlı yayını izleyen yüzbinlerce insanı
hem de sosyal medya üzerinde gelişmeleri takip eden Türk Halkının, olayın
gerçek mahiyetini anlamalarına neden olmuştur.
5. Hükumetin onca yıldır
başarılarıyla devam eden büyük hizmetlerini tekrar tekrar Türk Halkına
hatırlatan, hükümete çok yönlü manevi destek vererek bu ani olayla neticesinde
güven kaybına uğrayan önemli bir nüfusun kazanılmasına vesile olmuştur.
6. Her zamanki Kurani üslubu ile
tüm bu olanlar karşısında halkımıza Sayın Tayyip Erdoğan ve hükumetine yönelik
merhamet ve hoşgörü ile yaklaşmalarının esas olduğunu hatırlatmıştır.
7. Sayın Adnan Oktar hükumetin
kendi iç dinamiklerinin de ciddi bir sarsıntıya uğratılmaya çalışıldığı bu
kritik dönemde tüm Ak Parti efradına, liderlerine karşı daha güçlü şekilde
bağlanmaları çağrısında bulunmuştur.
8. Onlara Kuran ayetleri üzerinden
sadakatin asıl böyle zamanlarda gösterileceğini, birlik ve beraberliğin önemini
hatırlatmış, dış mihrakların etkisinde kalarak duygusal bir hamle yapmamaları
için hükumet üyelerine manevi telkinde bulunmuştur.
9. Bunun hükumeti devirmek için
yurtdışı bağlantılı mihrakların özel bir oyunu olduğunu açıkça ifade eden Adnan
Oktar tüm konuşmalarında net olarak FETÖ’yü hedef almıştır.
Aşağıda tarafınıza sunduğum deşifrelerde Sayın Adnan Oktar’ın A9 TV’de yapılan
canlı yayınlardaki konuyla ilgili açıklamaları yer almıştır.
Sayın Adnan Oktar'ın 17 Aralık'tan hemen birkaç saat
sonrasında Tayyip Erdoğan'a milletçe sahip
çıktığımızı ve kimsenin
kendisine zarar vermeyeceğini söyleyerek FETÖ'ye açıkça
meydan okuduğu görülmektedir
Bu
süreçte çoğu gazeteci, yazar ve hükümet yanlısı basın yayın organı dahi ses
çıkarmamış yapılan bu darbe girişimine karşı tamamen pasif kalmışlardır. Bir
kısım İddialar ve ithamlar karşısında masum insanlara yönelik hüsn-ü zannın
esas olduğu düsturunu devreye sokmak yerine hemen hükümeti ve en başta da Sayın
Tayyip Erdoğan'ı gözden çıkarma, halk deyimiyle harcama eğiliminde olmuşlardır.
Sayın Adnan Oktar'ın bu konuyla ilgili çokça ifade ettiği gibi "Pire için yorgan yakma" zihniyetinin
hemen üstüne atlamışlardır.
Söz konusu kişiler köşelerinde gelişmelere göre şekil
almak için sessizce beklemeyi tercih ederken
Sayın Adnan Oktar hemen tarafını
belli etmiştir. Sadece görüşünü belli etmekle kalmamış ayrıca çok geniş bir halk kitlesinin de
böylesine karışık bir ortamda
zihinlerinin bulanmasına, fitne fesadın etkisi altında kalmalarına engel olmuştur. Adnan Oktar defalarca; bu suçları
işleyen varsa bile bunların şahısların kendi şahsi suçları olacağını, bu
yapılan işlerin bir misyon partisi olan AK Parti'yi asla ve asla
bağlamayacağını ifade etmiştir.
Sayın
Adnan Oktar halka ve hükümete verdiği bu güçlü moralle büyük bir darbe planının
bozulmasında önemli bir sosyal vazifeyi başarıyla yerine getirmiştir. O dönemin
hemen akabinde dahi FETÖ'ye methiyeler düzen birçok devlet erkanının tam aksine
2010'lara kadar inen bir tarihten başlamak üzere aşağılık FETÖ'ye karşı tavrını
ortaya koymuştur.
18 Aralık
2013
21 Aralık 2013
26 ARALIK 2013
27 ARALIK 2013
28 ARALIK 2013
30 ARALIK 2013
17-25 ARALIK
SONRASI DÖNEMDE FETÖ LEHİNDE TUTUM GÖSTEREN SİYASETÇİ VE YAZARLARDAN
BAZILARI
Müvekkil Adnan
Oktar 17 Aralık
darbe girişimi olduğu
andan itibaren, en ufak bir tereddüt göstermeden FETÖ'yü eleştirip Hükümete
destek olurken, bazı Ak
Partili siyasetçiler başta olmak
üzere birçok insan FETÖ'yü korumaya ve savunmaya devam etmekteydi. Bunların bazı örnekleri şöyledir:
1.
26 Ocak 2014'de,
17/25'den 1 ay sonra, Ak Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, "Cemaat'in
hizmetleriyle gurur duyduklarını ifade etmişti:
"Cemaat'i destekledik, içlerinde bulunduk... Hizmetleriyle gurur duyduk, övünç duyduk. Çocuklarım cemaat
okullarında okudu. Abilerle görüşmeler yaptı."
https://m.facebook.com/watch/?v=10155207413061169&_rdr
2.
17 Aralık 2013'te,
operasyonun olduğu günün akşamı Cem Küçük, Ülke TV'de yayımlanan bir programda
"güzel insanlar" diye tanımladığı FETÖ'yü överek, "Bu kavga Cemaat-Hükümet kavgası değil. Bütün
dünyada güzel hizmetler yapan güzel insanlara iftira
atmak olmaz" ifadelerini
kullandı. https://odatv4.com/kripto-fetocu-cem-kucuk-17-aralikta-ne-demisti- 17121857.html
3.
30 Aralık 2013'de Eski Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin:
"Hoca Efendi'den Allah razı olsun" dedi. "Cemaat; Fethullah Hoca
cemaati dediğimiz bizlerin kardeşleri... Yargıtay'da 'Cemaatin imamı' diye nitelendirilen kişi, ismi bende saklı, bu
dosya ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti
ile birlikte Pensilvanya'ya göndermiş. Hoca efendi, 'Adalet
neyi gerektiriyorsa ona göre
karar verin' demiş"
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/yargitayin-imami-dosyayi-pensilvanyaya- gonderdi-25465751
4.
20 Mart 2014, Bülent Arınç, 17/25 Aralık'tan sonra Zaman gazetesine aboneliğini kesmediğini söyledi.
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/arinc-zaman-aboneligimi-kesmedim- 26045509?s=08
5.
Abdülkadir Selvi, hükümetin 17 Aralık'tan sonra
Gülen'le barışmak istediğini iddia etti,
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/17-araliktan-sonra-hukumet-gulenle- barismak-istedi-179885h.htm
6.
Eski Diyanet İşleri
Başkanı Mehmet Görmez, 17/25 Aralık
sonrasında "Şerif Ali
Tekalan'la görüştüğüm doğrudur" dedi.
17-25 Aralık operasyonlarından sonra 'FETÖ' ile hükümet arasında
bir arabuluculuk yapıp
yapmadığına dair sorulara yanıt verdi. Görmez, "Bu ayrılık olmasın diye gösterdiğim bir çaba var. Ama bu çaba
böyle bir toplantı falan değil, sadece insanlarla konuşarak, bana ziyarete
gelenlerle paylaşarak, bu ülkeye bu kötülüğü yapmayın diyerek, nasihatte
bulunarak böyle bir şey olmuştur" dedi.
https://t24.com.tr/haber/eski-diyanet-isleri-baskani-gormezden-feto-iddiasina- yanit,670564
https://t24.com.tr/haber/cumhuriyetten-akp-17-aralik-operasyonundan-sonra-
gulenle-diyalog-arayisina-girdi-elci-gonderdi,601723
7.
14 Mart 2014'te
Ankara Büyükşehir eski Belediye Başkanı
Melih Gökçek'in, 17/25 Aralık
2013'ten 3 ay sonra, FETÖ'nün yayın organları olduğu gerekçesiyle KHK ile kapatılan
Samanyolu TV, Samanyolu
Haber TV, Kanaltürk
ve Bugün televizyonlarına 375
bin TL'lik reklam vererek, maddi kaynak sağladığı belirlendi. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/gokcek-1725-araliktan-sonra-da-feto-
yayin-organlarina-375-bin-tllik-kaynak-saglamis-1736703
8.
4 Nisan 2014, Darbe Komisyonu başkanı Ak Parti
Milletvekili Reşat Petek FETÖ'cülerin
derneği olarak bilinen ve başkanlığını terörden arananlar listesinde yer alan Halit Esendir'in yaptığı Medya Etik Konseyi Derneği
tarafından en iyi köşe
yazarı seçildi. Petek de bunu sitesinden duyurdu. http://gazeteport.com/2016/toplantida-resat-petek-de-vardi-85480/
9.
Tarihçi Yazar Mustafa Armağan, FETÖ'nün elebaşı Fetullah Gülen'in onursal başkanı olduğu
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın yayın bölümü yöneticisiydi. Hükümetin, FETÖ ile
ilişkilerin koparılması için milat kabul ettiği 17-25 Aralık 2013'ten sonra
bile yazılarını sürdürdü. Gülen'i öven, 'Medya
Aynasında Fethullah Gülen
(Kozadan Kelebeğe)' ve 'Diyaloğa Adanmış Hayat' kitaplarını yazdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan cemaate 'Haşhaşiler' dediğinde "Hizmet hareketine
haşhaşi demek hakkaniyetle bağdaşmaz" diye savundu.
Kaynak Yeniçağ: Mustafa Armağan
FETÖ'ye böyle hizmet
etmiş!
MÜVEKKİL ADNAN OKTAR'IN, JONATHAN SCHANZER İSİMLİ KİŞİ İLE GÖRÜŞEREK GÜYA
FETÖ'YE DESTEK VERDİĞİ İDDİALARINA YÖNELİK SAVUNMAMIZ
İddianamede "Jonathan Schanzer" adından sıklıkla
bahsedilmiş, bu kişinin
güya bir FETÖ'cü olduğu
delileriyle ispatlanmış gibi bir ön kabul üzerinden hareketle, müvekkil Adnan
Oktar'a bazı suç isnatları yöneltilmiştir. Bu isnatlar en özet şekliyle şu
şekildedir:
Jonathan
Schanzer ve Mark Dubowitz isimli şahısların müvekkil tarafından Türkiye'ye
davet edildiği, Burhan Kuzu, Hakan Atilla ve bazı siyasilerle görüşmeler
yapıldığı, bu sayede bu kişilerin Hakan Atilla davasının açılmasını
sağladıkları, bu kişilerin dahil oldukları FDD isimli ABD menşeili düşünce
kuruluşunun ülkemiz aleyhinde uluslararası alanda lobi faaliyetleri
gerçekleştiren ve FETÖ ile bağı
bulunan, 17-25 Aralık sürecinde etkin bir biçimde yer alan bir kuruluş olduğu
iddia edilmiştir. Ayrıca bu kişilerin yabancı gizli servislerle bağlantılı
oldukları, dolayısıyla müvekkilin de bu yol üzerinden Türkiye aleyhine faaliyet
yürüten yabancı gizli servislerle bağ kurduğu hiçbir delile dayandırılmadan ima
edilmektedir.
Savcılık
makamının esas hakkındaki mütalaasında da benzer iddialar tekrarlanmış,
iddianamedeki isnatları teyit
edebilecek tek bir somut delilin
dahi dosyaya girmediği görülmüştür. Bu yüzden de
savcılığın esas hakkındaki mütalaasında mezkur suç isnatları ile müvekkili
doğrudan ilişkilendirebilen, ceza verilmesine yeter nitelikte kesin ve açık bir
ispata gidilememiştir. Öte yandan, yabancı gizli servislerle bağlantı iddiası
savcılığın esas hakkındaki mütalaasına dahil edilmemiş, isabetli bir şekilde bu
yanlıştan dönülmüştür.
Bu iddialara karşı
savunmalarımız aşağıda detaylı
olarak sunulmuştur.
Kısaca özetlemek gerekirse;
·
Müvekkil Adnan Oktar Jonathan
Schanzer isimli kişiyle
hiç görüşmemiştir.
·
Jonathan Schanzer
ile birlikte gelip, 17/25 öncesi Adnan Oktar ile görüştüğü iddia edilen Mark
Dubowitz 2009'dan beri Türkiye'ye giriş bile yapmamıştır.
·
Jonathan Schanzer'in İstanbul'a gelişi, ABD'deki
Sarraf Davası başlamadan tam 4 yıl öncedir.
·
Jonathan Schanzer'in İstanbul'a geliş ve kalış masraflarının müvekkil ve arkadaşları tarafından karşılandığı
iddiası doğru değildir.
·
HTS kayıtları, Jonathan Schanzer'i İstanbul'da karşıladığı iddia edilen
Aylin Atmaca'nın o tarihte Ankara'da olduğunu ispatlamıştır.
Dünya
çapında tanınan bir yazar olan müvekkil bugüne kadar farklı ülkelerden gelen
yüzlerce gazeteci, düşünce kuruluşu çalışanı, siyasetçi, bürokrat, kanaat
önderiyle görüşmüştür. Bu görüşmelerin tamamını A9 TV yayınlarında canlı olarak
yapmıştır. Kamuoyundan tepki alma ihtimali yüksek olan masonlar, tapınak
şövalyeleri gibi misafirleriyle dahi canlı yayında halka açık görüşme
yapmıştır. Bir düşünce kuruluşu çalışanı olan Jonathan Schanzer ile de görüşmüş
olsa bu durum hem suç değildir hem de gizli tutulması gereken çok mühim bir
konu değildir, dolayısıyla müvekkilin böyle bir görüşmesi olsa bunu
açıklamaktan beis duymasına gerek yoktur. Ancak müvekkil hiçbir zaman adı geçen
şahıs ile görüşmemiştir.
17/25
Aralık Darbe girişiminde ise ortada güya "yolsuzluk",
"hırsızlık" gibi ciddi ithamlar olmasına ve siyasetçilerin ve önde
gelenlerin büyük kısmının Hükümete destek olmakta tereddüt etmesine, Hükümete
destek olanların ise sözde hırsızlığı destekleyen insan iftirasına maruz
kalmasına rağmen olayın gerçekleştiği ilk andan itibaren Adnan Oktar açık ve
net olarak anti demokratik yollarla Hükümeti devirme girişimlerine karşı
olduğunu canlı yayından ifade etmiş ve Sayın Cumhurbaşkanını desteklemiştir.
Müvekkilin FETÖ'ye destek olduğu iddiası ise aklın ve mantığın ötesinde, hiçbir
somut delili de olmayan hukuk dışı bir isnattır.
JONATHAN
SCHANZER'İN İSTANBUL'A GELİŞİ, ABD'DEKİ SARRAF DAVASI BAŞLAMADAN 4 YIL ÖNCEDİR
Jonathan Schanzer
adı, müşteki Ceylan
Özgül Kuruca'nın ifadesindeki bir paragrafta
zikredilmektedir. Buradan hareket
eden iddia makamı,
C. Ö. Kuruca'nın ifadesindeki
her kelimeyi doğru kabul ederek, gereken özenli araştırmayı da yapmadan, çeşitli suç
isnatlarında bulunmaktadır. İddianamede başlayan bu hatalı bakış açısı,
esas hakkındaki mütalaada da devam etmiş ve iddia makamı yine C. Ö. Kuruca'nın bu soyut
ifadesine atıfta bulunarak kendince iddiasını desteklemeye çalışmıştır.
C. Ö. Kuruca'nın gerçek dışı iddiasına göre, Rıza Sarraf
davası başlamadan önce müvekkilimiz bu davada bilirkişi olan Jonathan SCHANZER
ve Mark DUBOWITZ ile güya görüşmek istemiş, C. Ö. Kuruca da bu sözde talep
üzerine bu kişilerle irtibata geçmiş ve Türkiye'ye çağırmıştır.
BU İDDİA AÇIKÇA YALANDIR,
çünkü;
Dolayısıyla C. Ö. Kuruca'nın "(Sarraf} dava başlamadan önce" diyerek kendince
suç atmaya
çalıştığı konu, tam 4 yıl sonra
gerçekleşecek bir konudur. Müvekkilin 4
yıl sonra ABD'de bir dava açılacağını, bu davada kimlerin bilirkişi olacağını,
kimin lehine – aleyhine görüş beyan edeceklerini bilip bu kişileri görüşmeye
çağırdığı iddiası açıkça saçmalamaktır. C. Ö. Kuruca'nın husumet duyduğu
müvekkili zararlandırmak amacıyla bu yalanı söylediği alenen bellidir.
Jonathan
Schanzer ve Mark Dubowitz ABD'de açılan Rıza Sarraf davasına 2017 yılının Kasım
ayında bilirkişi olarak atanmışlardır.
Bir davaya bilirkişi olmak şahsın kendi çabasıyla olmayıp, mahkeme başkanı tarafından talep edilen bir harekettir.
Schanzer de kendisine ABD Adalet Bakanlığı tarafından çağrı yapıldıktan sonra
bilirkişi olarak mütalaa
vermeye gitmiştir. Schanzer
bu gerçeği 29.11.2018 tarihinde ABD'de yayınlanan The Weekly Standart isimli dergi
için kaleme aldığı makalede "ABD Adalet Bakanlığı tarafından kendisinin ve
arkadaşı Mark Dubowitz'in 2017 yılında Sarraf davasına uzman bilirkişi olarak
atandıkları" şeklinde belirtmiştir:
ALTI ÇİZİLİ
CÜMLENİN TÜRKÇE TERCÜMESİ:
Makalenin
yayınlanma tarihi 29.11.2018'dir ve makalede zikredilen "geçen yıl"
tanımlamasından da uzman bilirkişi talebinin 2017'de yapıldığı anlaşılmaktadır.
Nitekim yine 2017 yılında ülkemizde yayınlanan çeşitli
gazetelerde de Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz'in Rıza Sarraf davasına
bilirkişi olarak atanmaları haber yapılmıştır. Bir örnek vermemiz gerekirse, 24.11.2017 tarihli Star
Gazetesi internet sayfasında yapılan
"özel haber"de Schanzer
ve Dubowitz'in Sarraf
Davası'na bilirkişi olarak 2017 yılında atandığı şöyle duyurulmuştur:
Dolayısıyla 2013 yılında,
müvekkil Adnan Oktar'ın 4 yıl sonrasında olacak olanları bilip C. Ö. Kuruca'nın
iddia ettiği şekilde bir talepte bulunması imkansızdır. C. Ö. Kuruca bu kişilerle bizzat kendi ilişkisini perdeleyebilmek ve
husumetli olduğu müvekkil ve arkadaş camiasını zararlandırabilmek için
müvekkile suç atmaktadır.
C. Ö. Kuruca'nın yalan
beyanat ile müvekkili zararlandırmaya çalıştığının çok kesin bir başka delili
ise, güya müvekkilin talebi üzerine görüşmeye çağırdığı kişilerin isimlerini
beyan ederken Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz demiş olmasıdır. 2017 yılında
çıkan gazete haberlerine bakıp Türkiye kamuoyunda bu iki isime karşı oluşan
negatif atmosferden yararlanabilmek için bu şekilde davranmıştır. Böylece yalan söylediği de ortaya
çıkmıştır, çünkü gazetelerden okuyup ifadesinde bahsetti isim olan Mark Dubowitz 2013'de
Türkiye'ye gelen kişiler arasında yer almamaktadır. Zaten bu kişileri de
müvekkil Türkiye'ye hiçbir zaman davet etmemiştir.
NİTEKİM,
Etkin pişmanlık
hükümlerinden yararlanan şüpheli ECE KOÇ, 21.09.2018 tarihinde verdiği
ifadesinde "Jonathan SCHANZER ve
Daveed Gartensteinross İstanbul'a geleceklerdi. Ceylan ÖZGÜL de öncesinde tanıştığı bu kişiler ile Adnan
OKTAR'a görüşmeye ayarlayıp yayına çıkarmak istedi ancak bu şahıslar yayına çıkmadı..."
demiştir.
İfadeden net bir şekilde
anlaşıldığı gibi müvekkilin bu kişilerle irtibat
kurma talebi yoktur, C.
Ö. Kuruca, önceden tanıdığı bu kişiler kendi kurumsal faaliyetleri çerçevesinde
İstanbul'a gelecekleri için, bu fırsattan istifade ederek müvekkil ile
görüştürmek istemiştir. Yani Schanzer ve
yanındaki kişi sırf müvekkil kendilerini çağırdı diye ABD'den kalkıp İstanbul'a
gelmiş değildir.
Nitekim Odatv isimli
internet sitesinde 03.09.2018 tarihinde yayınlanan haberde, Jonathan Schanzer tarafından kaleme alınan mektuba yer verilmiştir. Mektubun
bir cümlesinde Schanzer "2013
yılında terör finansmanı, yasa dışı para akışları ve cihatçı çeteler üzerine İstanbul'da yürüttüğümüz araştırma sırasında..."diyerek bu
tarihte özel olarak müvekkil ile görüşmeye gelmediğini, kendi düşünce kuruluşunun yürüttüğü faaliyet kapsamında İstanbul'da
bulunduğunu açıklamıştır.
MARK DUBOWİTZ 2013'TE TÜRKİYE'YE GELMEMİŞTİR
C. Ö.
Kuruca ifadesinde, Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz isimlerini zikrettikten
sonra müvekkilin bu iki kişi ile güya görüşmek istediği, kendisinin de bu sözde talimata
uyarak bu iki kişiyle irtibata
geçtiği ve 2013 yılı itibariyle de Türkiye'ye
getirdiği, hatta Pera Palas otelinde konakladıkları, uçak ve otel masraflarını
Adnan Oktar camiasının üstlendiği şeklinde hayali detaylar ortaya koymuştur.
OYSA CEYLAN ÖZGÜL'ÜN YALAN SÖYLEDİĞİ
BİZZAT SAVCILARIMIZIN YAPTIĞI ARAŞTIRMADA KANITLANMIŞTIR.
Ceylan
Özgül'ün 2013'te Türkiye'ye gelmelerini sağladığını iddia ettiği, hatta
kaldıkları otel ismini bile verdiği şahıslardan MARK DUBOWITZ'in en son 2009 yılında
R605327 seri nolu pasaport ile ilimiz Atatürk
Havalimanı'ndan giriş çıkış
yaptığı ortaya
çıkmıştır. Yani Ceylan Özgül'ün müvekkil suç yüklemek ve kendisini temize
çıkarmak maksatlı yalan beyan verdiği ispatlanmıştır. Bu bilgi iddianamede şu
şekilde gösterilmektedir:
.
C. Ö.
Kuruca'nın ifadesindeki her satırı kesin bir gerçek olarak kabul ederek,
herhangi bir araştırma veya inceleme yapmayı dahi gerekli görmeden, hazırlanan
Emniyet sorgusunda 11.07.2018'de gözaltına alınan tüm şahıslara aynı soru şu
şekilde yöneltilmişti:
Ancak daha sonra Türkiye'ye giriş yapan kişilerin
Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz DEĞİL Jonathan Schanzer
ve Daveed GARTENSTEINROS olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine, aynı operasyonda yakalanarak tutuklanmış
olan şüpheli Altuğ Revnak Eti'nin 11 Ocak 2019 tarihinde verdiği etkin pişman
ifadesinde kendisine aynı soru yöneltilirken, soru şu şekilde REVİZE EDİLMİŞTİR:
Böylece C. Ö. Kuruca'nın 22.01.2018 tarihli ifadesinde
beyan ettiği Mark Dubowitz isminin gerçek olmadığı kabul edilmiştir. Nitekim
savcılık makamı da esas hakkındaki mütalaasında Mark Dubowitz isminden
tek kere bile bahsetmemiş,
HATTA
C. Ö. KURUCA'NIN O İFADESİNDEN ALINTI YAPARKEN DE MARK DUBOWİTZ İSMİNİ SANSÜRLEDİĞİ GÖRÜLMÜŞTÜR:
C. Ö.
Kuruca aynı ifadesinde, güya Jonathan Scanzer ve Mark Dubowitz isimli şahıslar
İstanbul'a geldiklerinde sanık Aylin ATMACA ve etkin pişman sanık Burak
ABACI'nın bu kişileri karşıladığını ve siyasilerle yapılan görüşmelerde
yanlarında bulunduğunu iddia etmiştir.
Oysa Aylin Atmaca 17.07.2018 tarihinde
verdiği ifadesinde bu iddiayı tamamıyla
reddetmiş, bu konu hakkında hiçbir bilgi
sahibi olmadığını açıklamıştır. Davanın safahatında dosyaya ilave olan HTS kayıtları ve baz çakışmaları incelemesi de 28-30 Ağustos 2013 tarihleri arasında
Aylin Atmaca'nın İstanbul'da dahi olmadığını
ortaya koymuştur.Keza yine HTS kayıtlarında, iddia edilen tarihlerde Aylin Atmaca'nın Burak
Abacı'yla bir araya geldiğini gösteren
tek bir kayıt dahi görülmemektedir.
Etkin
pişman sanık Burak Abacı'nın bu konu karşısında aldığı çelişkili pozisyon ise
çok dikkat çekicidir. Abacı 19.07.2018 tarihinde İstanbul 2. Sulh Ceza
Hakimliği'nde 2018/630 sorgu numaralı ifadesinde aynen şu cümleleri sarf
etmiştir:
Abacı'nın
avukatları Celal Ülgen ve Fuat Selvi de 24.07.2018 tarihinde İstanbul 2. Sulh
Ceza Hakimliği'ne yazdıkları dilekçede bu konuyu aynı bağlamda anlatarak
müvekkillerinin tahliyesi için gerekçe olarak göstermişlerdir:
Bu savunmada dikkat çeken bir detay ise, Burak Abacı'nın avukatları Celal Ülgen ve Fuat Selvi'nin konuyu izah ederken C.
Ö. Kuruca'ya yönelttikleri ithamlardır. Buna
göre C. Ö. KurucaYA KASITLI BİR KUMPAS VE BURAK ABACI'DAN
İNTİKAM ALMA
GİBİ BİR SAİK YA DA BÜYÜK BİR HATA VE YANLIŞLIK içindedir. Yani bahsi geçen
2 avukat da C. Ö. Kuruca'nın verdiği ifadedeki anlatımlarının kasıtlı olarak gerçekleri yansıtmama ihtimali olduğunu,
kumpas olabileceğini, bunun sebebinin ise İNTİKAM ALMAK olduğunu tespit
etmişlerdir.
Ancak
2. Sulh Ceza Hakimliği ifadesini verdikten yaklaşık 18 gün sonra, dosyanın
husumetli müştekileriyle deyim yerindeyse aynı dümen suyuna girmek
mecburiyetinde kalan Burak Abacı, 06.08.2018 tarihinde verdiği etkin pişman
ifadesinde "Mark DUBOWITZ ve
Jonathan SCHANZER isimli kişileri hatırlıyorum. Bunları kaldıkları Pera Palace
otelinden almamı Tarkan YAVAŞ benden istedi. 2012-
2013 yıllarıydı. Bu iki
şahsı otelden alarak A9 Kanalına götürdüm. Bu iki şahsın otel masrafları benim
kredi kartımdan ödendi. A9 Kanalının bulunduğu binaya getirdiğimde bu iki şahsı Tarkan teslim
aldı. Sonrasında ne konuşuldu bilgim
yoktur. Bu iki şahsın
kimler olduğu ne için geldikleri ne için buluştukları konusunda bir bilgim yoktur. Bana bu konuda bilgi
verilmedi" şeklinde gerçek dışı beyanda bulunmuştur.
Mark Dubowitz'in o tarihte
Türkiye'ye gelmediği kesin olarak kanıtlandığı için, bu ifadesinde etkin pişman
sanık Burak Abacı'nın, önceki ifadesine
de ters düşecek şekilde bir anlatım
yapmak zorunda kaldığı
ama bunu yaparken
de yalan söylediği anlaşılmaktadır.
BURADA BURAK ABACI,
İÇİNE DÜŞTÜĞÜ "MECBURİYETTEN" DOLAYI KENDİNİ AÇMAZA SOKAN 3 YALAN SÖYLEMİŞTİR:
1)
Otelden alarak A9TV
stüdyosuna götürdüğü kişilerin isimlerini verirken Mark Dubowitz demek zorunda kalmıştır, çünkü C. Ö. Kuruca'nın bu
konudaki ifadesi bu yalanı bu şekilde devam ettirmek gerekliliği doğurmuştur.
Oysa Mark Dubowitz Türkiye'ye gelip gideli 4 yıl olmuştur, otelden aldığını belirttiği tarihte Mark Dubowitz Türkiye'de değildir.
2)
Bu kişileri Pera
Palace Oteli'nden aldığını söylemek zorunda kalmıştır, çünkü dümen suyuna
girmek mecburiyetinde bırakıldığı C. Ö. Kuruca 22.01.2018 tarihli ifadesinde bu kişilerin
Pera Palas Oteli'nde kaldıklarını beyan etmiştir. Oysa savcılık makamının yaptığı araştırmada söz konusu kişilerin The
Marmara Oteli'nde kaldıkları ortaya çıkmıştır.
3)
Bu kişilerin otel
masraflarını ödediğini söylemek zorunda kalmıştır, çünkü C. Ö. Kuruca'nın
22.01.2018'deki ifadesi Abacı'nın bu yalanı bu şekilde devam ettirmek
gerekliliği doğurmuştur. Ancak Burak Abacı'nın bu beyanın da doğru olmadığı ispatlanmıştır.
İddia makamı otel yönetimine müzekkere
göndererek söz konusu
kişilerin otel
masraflarının kim tarafından ödendiğini öğrenmek istemiştir.
Bu talep yazısı
dosya içinde yer almaktayken ilginç bir şekilde
otel yönetiminden gelen cevap
dosyada bulunmamaktadır. Sanıkların mahkeme huzurundaki sorguları gerçekleştirilirken,
06.11.2019 tarihli celsede
sanık Sinem Hacer Tezyapar'ın sorgusu sırasında bu konunun neticesi tamamen
tesadüf eseri İstanbul
Cumhuriyet Savcısı sayın Serdar Akan'ın ağzından şöyle kaçmıştır:
Jonathan Schanzer de bu
iddiayı hem Oda tv'ye gönderdiği mektubunda hem de the Standard Weekly için kaleme aldığı makalesinde
yalanlamıştır.
Jonathan Schanzer
tarafından Oda tv internet haber sitesine yollanan mektubun ilgili kısmı şu
şekildedir:
Jonathan Schenzzer tarafından
29.11.2018’de the Weekly Standart’a yazılan makalenin ilgili kısmı şu şekildedir:
ALTI ÇİZİLİ
CÜMLENİN TÜRKÇE TERCÜMESİ:
İddia
Makamı da iddianamede Burak Abacı'nın güya otel ödemesini yaptığı yolundaki 06.08.2018 tarihli ifadesine (kendi
tezlerini desteklediği için} yer vermişler fakat 19.07.2018 tarihli bu
kişileri hiç görmediğini söylediği ifadesinden hiç bahsetmeyerek son derece
taraflı bir tutum sergilemişlerdir.
Öte
yandan, C. Ö. Kuruca'nın ifadesinde "siyasilerle yapılan görüşmelerde
Aylin Atmaca ve Burak
Abacı yanlarında bulundu" iddiasını Burak Abacı kabul etmemiştir. İddiaya göre Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz, Burak Abacı ve Aylin Atmaca ile birlikte güya Burhan Kuzu ve Hakan Atilla'yı ziyarete
gitmişlerdir. Burak Abacı ise bu iddiayı kabul etmemekte, sadece bir
otelden alarak stüdyoya götürme gibi bir eylemin kabul etmektedir. Bunu da
"en fazla şoförlük yapma" olarak görüleceği ve kişilerin kim olduğunu
bilmediğini iddia edebileceği için kabullenmekte sıkıntı görmemiş, ancak
sonrasında bu iki kişiyi Ankara'ya götürüp siyasilerle görüştürme kurgusu kendisini
de tehlikeye atacağı için bu kısmını reddetmiştir.
Netice
itibariyle, C. Ö. Kuruca'nın beyanları ile gerek şüphelilerin gerekse etkin pişmanların
anlatımları çelişmiştir.
Bu çelişki karşısında
iddia makamı, Türkiye’nin en önemli kişileri arasında yer alan Burhan Kuzu
(01.11.2020 tarihinde vefat etmiştir} ve Hakan Atilla gibi kişilere rahatlıkla
ulaşabilir ve iddia edilen görüşmenin yapılıp yapılmadığını açığa
çıkarabilirdi. Ancak somut delillere ulaşmak yerine, husumetli kişilerin
beyanlarına itibar edilmiştir. Bu durumda, araştırma yapıldığı takdirde iddiayı
destekleyecek değil yalanlayacak bulgularla karşılaşılacağının bilindiği kanaati
oluşmaktadır.
DOSYADA JONATHAN SCHANZER'İN FETÖ İLTİSAKININ DELİLİ
YOKTUR
İddia makamı tarafından
Jonathan Schanzer, Mark Dubowitz ve Daveed Gartensteinross isimli kişiler
YABANCI İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİYLE İRTİBATLI, FETÖ İLE İRTİBATLI, POTANSİYEL SUÇLU
kişiler olarak gösterilmek istenmişse de bu kişilerin
Türkiye Cumhuriyeti'ne sorunsuzca giriş ve çıkış yaptığı, dolayısıyla MİT veya Emniyet Müdürlüğü tarafından haklarında
herhangi bir istihbarat olmadığı, olsa
bile suçlu kabul edilerek yakalanmalarına gerek görülecek seviyede olmadığı
anlaşılmaktadır. 2013 yılı itibariyle haklarında bilinen bir soruşturma ya da
açılmış bir dava bulunmamaktadır.
Bu durumda, bu kişilerin ilerleyen yıllarda katılabilecekleri suç veya suçları
önceden bilerek görüşme yapmış olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla da henüz suça
karışmadıkları ve rahatlıkla giriş çıkış yapabildikleri bir dönemde bu
kişilerle görüşülmüş olsaydı bile tek başına suç delili olarak kabul
edilemezdi. Devletin bilmediği bir suç bilgisini
müvekkil Adnan Oktar veya herhangi
bir arkadaşının bilmesi mümkün değildir.
Bu
noktada değinmemiz gereken bir başka önemli konu da iddia makamının Jonathan
Schanzer isimli kişinin ABD'de açılmış Türkiye aleyhine bir davada bilirkişi
sıfatıyla görev yapmasını nasıl olup da FETÖ ile irtibatlandırabildiğidir. Söz
konusu dava muhakkak ki Türkiye'nin yüksek çıkarlarına karşı bir çaba gösterme
amacıyla yürütülmüş olabilir, ancak bu davaya
uzman bilirkişi sıfatıyla
davet edilmiş bir kişinin
mütalaasını sunması ya da şahitlik yapması, tek başına o kişiyi davanın tarafı
ve Türkiye düşmanı olarak belirlemeye, buradan hareketle de FETÖ iltisaklı
kabul etmeye yeterli olamaz.
Eğer iddia makamı Jonathan
Schanzer üzerinden müvekkile
bir suç isnat etmeye çalışacak ve FETÖ'ye yardım gibi bir iddiada
bulunacaksa, bunu yapmadan önce dava dosyasına Schanzer'in FETÖ iltisakına
ilişkin somut deliller sunması beklenirdi. Oysa iddia makamının tek
yapabildiği, ülkemizdeki birkaç gazetede yayınlanmış dedikodu niteliğindeki
haberleri alıp, bunlar üzerinden Schanzer – FETÖ ilişkisini kesin bir gerçek
olarak kabul ettirmeye çalışmak olmuştur.
Eğer
Jonathan Schanzer FETÖ ile gerçekten iltisaklı ise Türk hukuku yapabileceği her
türlü girişimi yapmalı, elinden gelen tüm adımları atmalıdır. Bu herkesten önce
müvekkilin talep edeceği bir adım olacaktır. Ancak müvekkilin hiç tanımadığı,
yüz yüze görüşmediği bir kişinin, üstelik de gerçekten FETÖ ile iltisaklı olup
olmadığı netleştirilmemişken, sadece İstanbul'a gelmiş olmasından dolayı
sorumlu tutulamayacağı, bu yolla FETÖ'ye yardım ettiği isnadıyla suçlu
bulunamayacağı izahtan varestedir.
Öte yandan hem iddianamede
hem de esas hakkındaki mütalaada iddia makamı tekrar tekrar Jonathan
Schanzer'in bilirkişi sıfatına atıfta bulunmuştur. Ülkemizde görülen hemen
hemen tüm ceza davalarında taraflar uzman bilirkişilerden destek almakta,
profesyonel görüşlerine başvurmaktadır. Bizzat hakimlerimiz de çeşitli teknik
konuların çözüme kavuşturulması noktasında bilirkişi atayarak görüş
sormaktadır. Bir davaya çağırılan veya görüşünden istifade dilen bir uzman
bilirkişinin o davanın taraflarıyla özdeşleştirilmesi hakkaniyetten uzak bir tutumdur.
İddianamemizde
ve savcılığın esas hakkındaki mütalaasında ismi tekrar tekrar zikredilen Jonathan Schanzer'in ABD'deki bir
davada bilirkişilik yapması dışında FETÖ
örgütüne iltisakı ile ilgili olarak dosyamıza girmiş tek bir bilgi-belge-somut
delil bulunmamaktadır.
Bir
kişinin Türkiye'yi eleştiren yorumları olması, Türkiye'yi ilgilendiren bir
davada ülkemiz aleyhine görüş bildirmesi elbette hiçbir Türk vatandaşını mutlu
etmez. Ancak bu tek başına o kişinin FETÖ ile iltisaklı
olduğunu da göstermez.
Uluslararası
mecrada Türkiye'yi
eleştiren her insanın FETÖ ile iltisaklı olduğu düşüncesiyle hareket edilmesi
durumunda, başta AB ve Avrupa ülkeleri siyasetçileri olmak üzere yüzlerce kişiyi
ve bunlarla görüşen
tüm gazeteci, siyasetçi, akademisyen gibi insanları FETÖ iltisakı suçlamasıyla
yargılamak gerekecektir. Ki bunun da akıl ve mantık dışı olacağı açıktır.
İddia
makamı, tanzim etmiş olduğu 4000 sayfalık "dev" iddianamenin 103.
sayfasında, Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz'in nasıl olup da FETÖ ile
iltisaklı olduğu konusunda şöyle bir grafik anlatım yapmaya çalışmıştır:
Bu grafikte ilk olarak
göze çarpan detay, güya müvekkilin arkadaş grubunun 28.08.2013 tarihinde Türkiye'ye seyahat eden Mark Dubowitz'i misafir etmiş olduğu iddiasıdır. Bu iddianın geçersizliğini önceki sayfalarda açıklamıştık. Ancak ilginç
olan, savunma tarafı olarak
bu iddianın geçersizliğini ispatlarken bizzat iddia
makamının iddianameye koyduğu araştırma sonucunu kullanmış olmamızdır. Oysa iddia
makamı bir taraftan Mark Dubowitz'in 2013'te Türkiye'de olmadığını Atatürk
Havalimanı pasaport kayıtlarını referans göstererek iddianamede belirtirken, aynı
iddianamenin başka bir bölümünde ise yukarıdaki grafiği
sunmakta, kendi bulduğu somut delil ile çelişkili bir
anlatım yapmaktadır.
İkinci
olarak görülen ise, Jonathan Schanzer isminin ABD kumpas davasında
bilirkişiolmasından ötürü FETÖ/PDY terör örgütü "işbirlikçisi" olduğu
iddiasıdır. Bir Cumhuriyet Savcısı'nın müvekkile
ve arkadaşlarına isnat ettiği "FETÖ'ye yardım" gibi son derece
ağır bir suç isnadı için ortaya koyabildiği yegâne gerekçenin birkaç
gazete dedikodusu ve ilkokul seviyesinde bir çizim olması hayret
vericidir.
İDDİANAMEYE
GİREN CANLI YAYIN DEŞİFRESİ, MÜVEKKİLİN JONATHAN SCHANZER İLE GÖRÜŞTÜĞÜNÜ DEĞİL
GÖRÜŞMEDİĞİNİ İSPATLAMAKTADIR
İddia
makamı Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz ile müvekkilin güya görüşme
yaptıklarını sadece müşteki C. Ö. Kuruca'nın ifadesine ve bir canlı yayın
deşifresine dayandırmışlardır. Bu canlı yayın deşifresi şu şekildedir:
ADNAN OKTAR: Amerikalı misafirimiz şu an beni dinliyor mu?
BERİL KONCAGÜL:
Evet. inşaAllah
ADNAN OKTAR: Neydi ismi
misafirimizin? DİDEM ÜRER:
Jonathan Schanzer. ADNAN OKTAR: Bush'un güvenlik
danışmanıydı değil mi? Şu an nedir görevi?
CEYLAN ÖZBUDAK: Şu an Hocam, ikinci en büyük düşünce
kuruluşunun Amerika'nın başkan yardımcısı.
ADNAN OKTAR: İkinci en büyük düşünce
kuruluşunun başkan yardımcısı, evet güzel. İslam
ülkeleri. Amerika'ya sahip çıkmak durumunda. Amerika dünya için bir nimet. Eğer
Amerika’yı dünya kaybederse. Amerika çok güzel bir nimet olduğu için, o nimeti
kaybetmiş olurlar. Şen insanların, neşeli insanların, güzel insanların ülkesi.
Demokrasiyi savunan, özgürlüğü savunan insanların ülkesi. Her insanın
aklında Amerikan hayali vardır,
işte böyle özgür olalım, oraya gidelim rahat yaşayalım kafası vardır,
birçok insanda vardır bu. Madem böyle bir güzelliği savunuyor
bu insanlar tip olarak da güzel insanlar
kibarlıkları, nezaketleriyle, hürmetleriyle dikkat
çeken insanlar." dediği ve yayının devam ettiği tespit
edilmiştir.
Oysa bu deşifreye göre müvekkil Adnan Oktar söz konusu
kişi ile görüşme yapmamıştır. Bu kişilerin siyasi kimliği ile alakalı bir anlatıma
girmemiş, sadece özgürlükleri ve sevgiyi vurgulayan bir konuşma yapmıştır.
Konuşma içeriğine baktığımızda, müvekkilin sarf ettiği sözlerde hiçbir siyasi
içerik bulunmadığı ne FETÖ’den ne Rıza Sarraf davasından ne de devlet
güvenliğini ilgilendirecek başka bir konudan bahsedilmediği kolaylıkla fark
edilmektedir. Müvekkil, her görüşmesinde
yaptığı gibi görüşeceği kişiye yönelik bir nezaket konuşması yapmakta,
kendisine bu kişinin ABD vatandaşı olduğu bilgisi verildiği için de son derece insani
duygularla tüm İslam ülkelerinin aslında
ABD'nin bazı güzel özelliklerini
takdir ettiklerini, demokrasi ve yaşam koşulları gibi bazı detayların tüm
insanların özlem duyduğu güzellikler olduğunu ve bu sebeple insanlarda bir
Amerika hayali oluştuğunu söylemektedir. Müvekkil ile Jonathan Schanzer arasında
gerçekleşen bir diyalog yoktur. Mark
Dubowitz ise tamamen konu dışıdır, adı bile zikredilmemiştir.
Söz konusu yayının
gerçekleştirildiği gün, Jonathan Schanzer A9 TV stüdyosuna gelmiş, ancak müvekkil canlı yayında olduğu ve yayını
kesemediği için ikisinin görüşmesi GERÇEKLEŞMEMİŞTİR.
Yayının yapıldığı salon stüdyonun alt katında, gelen misafirlerin beklediği
oda ise üst kattadır. Bu odada bir de televizyon bulunmakta, bekleyen
misafirler o esnada yayını takip edebilmektedir güne ait canlı yayın deşifresinde de görüldüğü üzere müvekkil üst
katta olan misafirin kim olduğunu sormakta, Ceylan Özgül Kuruca misafirin
Jonathan Schanzer olduğunu söylemekte, bunun üzerine de müvekkil Amerikan
halkının güzel vasıflarıyla ilgili nezakete dayalı bir iki cümle söylemektedir.
Hatta bu esnada müvekkil "beni dinliyor mu?" diye sorarak da aynı oda
içerisinde dahi olmadıklarını, Schanzer'in üst kattaki televizyondan yayını
takip ettiğini ifade etmektedir.
JONATHAN
SCHANZER DE MÜVEKKİLİ HİÇ TANIMADIĞINI VE HİÇ GÖRÜŞMEDİĞİNİ BEYAN ETMİŞTİR
Jonathan
Schanzer müvekkili ile hiç tanışmadıklarını çeşitli vesilelerle ifade etmiştir.
Örneğin The Weekly Standart için 29 Kasım 2018 tarihinde kaleme aldığı makalede
"Adnan Oktar ile hiç tanışmadığını" şöyle açıklamaktadır:
ALTI ÇİZİLİ CÜMLENİN
TÜRKÇE TERCÜMESİ:
JONATHAN
SCHANZER BAĞLI OLDUĞU DÜŞÜNCE KURULUŞUNUN TÜM MASRAFLARINI KARŞILADIĞINI, BAŞKA
KİMSEDEN MADDİ DESTEK KABUL ETMEDİĞİNİ BEYAN ETMİŞTİR
Jonathan
Schanzer, ABD Hazine Bakanlığı'nda terörün finansmanı konusunda uzmanlaşmış ve bu konularda yıllarca faaliyet yürütmüş
bir kişidir. Uzmanlığını daha sonra FDD isimli
düşünce kuruluşunda sürdürmeye devam etmiştir. Birçok Ortadoğu
ülkesini ziyaret ettiği
gibi Türkiye'yi de defalarca ziyaret
etmiş bir kişidir.
Bu sebeple, Türkiye'ye gelişi müvekkil ve arkadaşlarının
inisiyatifinde gerçekleşmemektedir. FDD isimli düşünce kuruluşu
bünyesindeki faaliyetleri kapsamında sayısız yurtdışı ziyaret
gerçekleştirmiştir.
Jonathan
Schanzer bu bağlamda da bir açıklama yapma gereği hissetmiş ve Odatv isimli
internet haber kanalına gönderdiği mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır:
"Yurt
dışından, devlet kurumlarından ve özel şirketlerden bağış kabul etmeyen FDD,
çalışmalarını yalnızca bağışçılarından gelen desteklerle yürütmektedir. Bu anlayışımız sonucu
olarak gerek ben gerekse kurumumuzun diğer yetkilileri yurtdışı gezilerimiz için
kurumumuz dışından destek kabul etmemekteyiz. Dolayısıyla, yazınızda İstanbul
Emniyet Müdürlüğü soruşturmasında yer aldığı ifade edilen ADNAN OKTAR YAPILANMASININ BÜTÜN MASRAFLARIMIZI ÖDEDİĞİ
İDDİASI
BÜTÜNÜYLE HAYAL MAHSULÜDÜR. Bu gezideki
seyahat ve konaklama giderlerimiz bütünüyle kurumumuz bütçesinden
karşılanmıştır."
JONATHAN
SCHANZER ADININ GEÇTİĞİ YAYIN TARİHİ İTİBARIYLE TÜRKİYE'DE FETÖ/PDY TERÖR
ÖRGÜTÜ KAVRAMI BİLİNMİYORDU
C. Ö.
Kuruca'nın 22.01.2018 tarihli ifadesine ve iddia makamının yaptığı araştırmanın neticesine göre Jonathan Schanzer
adı müvekkilin katıldığı 28.08.2013 tarihli A9 TV yayınında geçmiştir. Bunun dışında müvekkilin Schanzer ile görüştüğü, görüşmeye devam ettiği,
birlikte hareket ettiği konusunda ortaya atılmış sözlü bir beyan dahi yoktur.
Davamız sanıklarından
Fatma Ceyda Ertüzün'e ait olduğu iddia edilen ve 11.08.2018 tarihli
polis operasyonun el konulan laptoptan hukuka aykırı yollarla
elde edilen bir mail yazışmasında da Jonathan Schanzer adı geçmekte
olup, bu mailin tarihi ise
05.09.2013'tür. Söz konusu mailin içeriğine dışarıdan müdahale edildiği ve bu ismin
orijinal mailde olmayıp
sonradan eklendiği, uzman bilirkişi sayın Tuncay
Beşikçi'nin bilimsel mütalasında ispatlanmıştır, bu konuya daha
sonra ayrıca değineceğiz.
Dolayısıyla Jonathan Schanzer
ismi ile bağlantılı olan iddiaların tarihlerinin
28.08.2013 ve 05.09.2013 olduğu görülmektedir. Bu tarihler itibariyle Türkiye'de
hiç kimse FETÖ örgütünün iç yüzünü bilmemekteydi. Devletimizin en üst
kademelerinde dahi bu oluşum bir "hizmet hareketi" olarak kabul
edilmekte ve övgüyle bahsedilmekteydi.
Her ne kadar Jonathan Schanzer
ismi ile FETÖ örgütünü iltisaklı kılabilecek somut deliller dava dosyamızda
olmamakla beraber, bu isim üzerinde müvekkile FETÖ'ye yardım suç isnadı
yapılmakta olduğundan, konuyu bu bağlamda değerlendirmek mecburiyeti hasıl
olmaktadır. Bu şekilde bakıldığında dahi, Jonathan
Schanzer ile alakalı konuların
FETÖ'nün gerçek yüzü bilinmeden önce cereyan ettiği net olarak görülmektedir.
Tüm bunların
yanı sıra müvekkili 17/25 darbe girişimi
neticesinde ortaya çıkan
Rıza Sarraf davasında Türkiye aleyhine bir kumpasın içindeymiş gibi
gösterme çabasının akla ziyan bir girişim olduğunun önemli delillerinden biri
de 17/25 günlerinde müvekkilin tutumudur. Sayın Adnan Oktar 17 Aralık'tan hemen
birkaç saat sonrasında "Tayyip Erdoğan'a milletçe sahip çıkılması
gerektiğini" söyleyerek bu darbe girişimine karşı ilk tepkiyi gösteren
kişilerden biri olmuştur.
FETÖ'NÜN
SAYIN ERDOĞAN'I HEDEF ALAN YARGI YOLLU BİR DARBE GİRİŞİMİ İÇİNDE OLDUĞUNU,
HALKIMIZIN ÇIKARILAN BU KURU GÜRÜLTÜYE İTİBAR ETMEMESİNİ VE DÖNEMİN BAŞBAKANINI
VE HÜKÜMETİ DESTEKLEMEYE DEVAM ETMELERİNİ SÜREKLİ OLARAK CANLI YAYINLAR
ARACILIĞIYLA İFADE ETMİŞTİR.
İDDİA MAKAMININ DAYANAKTAN YOKSUN
İTHAMLARINA BİR BAŞKA ÖRNEK: VAR OLMAYAN YAZIŞMALAR
İddia makamı esas
hakkındaki mütalaasında çok ilginç bir isnatta bulunmuştur. Bu isnada göre C. Ö. Kuruca'nın 22.01.2018 tarihli
ifadesindeki cümleler aynen tekrarlanarak güya Jonathan Schanzer İstanbul'a
geldiğinde Burak Abacı ve Aylin Atmaca tarafından karşılandıktan sonra Burhan
Kuzu ve Hakan Atilla gibi siyasilerle yapılan görüşmelerde yanlarında
bulundukları iddia edilmiştir. Bu beyanı kesin gerçek
gibi kabul eden iddia makamı,
buna dayanarak "bu
kapsamda görüşmeler organize
edildiği ve whatsapp üzerinden günlük olarak yaptıkları görüşmeleri örgüt lideri Adnan Oktar'a
aktarıldığı anlaşılmıştır" çıkarımı yapılmıştır.
Dava dosyamızda bu iddiayı
destekleyecek bir whatsapp görüşmesi dökümü bulunmadığına göre, iddia makamının
bu çıkarımı nasıl yaptığını gerçekten çok merak etmekteyiz. Böyle bir cümleyi
sarf etmeden ve müvekkili haksız ve hukuksuz şekilde suçlu gibi göstermeye çalışmadan önce somut deliller elde edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. İddia makamının
ciddiyetsiz ve mesnetsiz ithamlarda bulunmadan önce şu soruların cevaplarını
ortaya koyması gerekirdi:
Kimin kiminle olan whatsapp yazışması?
Hangi tarihte,
hangi saatte? Ne yazılmış?
Bu yazılanların müvekkile aktarıldığının delili
nedir?
Görüldüğü
üzere, en basit bir suç isnadını yöneltmek için gereken asgari delillere dahi
sahip olmadan mesnetsiz suçlamalar yapılmıştır.
Son
olarak değinmek istediğimiz konu ise hem iddianamede hem de esas hakkındaki
mütalaada bu konu altında ismi zikredilen Aykan Erdemir konusudur. İddia makamı
bu şahsın hakkında bir soruşturma olduğundan bahisle, şahsın da Jonathan
Schanzer ile aynı düşünce kuruluşunda çalıştığından dolayı kendince çok
mükemmel bir bağlantı kurduğunu zannederek Aykan Erdemiz ismine
yer vermiştir.
Öncelikli olarak, müvekkilimiz Aykan Erdemir diye
birisini tanımamaktadır. Bu isimle bir bağı, bağlantısı olduğunu iddia eden de
yoktur, bu konuda bir delil de ortaya konmamıştır. İddia makamı Aykan Erdemir isimli kişinin FETÖ şüphelisi
olduğunu zikretmekte, ancak hakkındaki soruşturmada FETÖ üyeliğinden veya
FETÖ'ye yardımdan değil de Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme,
Amacı Dışında Kullanma, Hile ile Alma Çalma suçundan dolayı soruşturulduğunu
beyan etmektedir. Bu suçlama ile FETÖ bağının nasıl kurulmuş olduğunu bizim
bilebilmemize olanak bulunmamaktadır. Ancak asıl önemli nokta, Aykan Erdemir'in
henüz şüpheli konumunda olup yargılanarak hüküm giymemiş olması
ve bu hükmün de kesinleşmemiş olmasıdır. Bu şartlar altında kişinin masumiyet karinesi gereğince masum kabul edilmesi gerekirken,
iddia makamı Erdemir'i kesin suçlu kabul ederek yorum yapmıştır.
Müvekkilim bu kişiyi tanımamaktadır. Eğer devlete karşı
işlediği bir suç var ise yakalanmasını ve cezasını
çekmesini ister. Ayrıca eğer bu kişinin bir suçu varsa bile,
çalıştığı tüm kurum bundan dolayı sorumlu tutulamaz. Ülkemizde de FETÖ
yandaşlarının
kendilerini gizleyerek sızmadığı devlet kurumu veya özel şirket herhalde kalmamıştır. Nasıl ki bir kurumda çalışan
bir FETÖ'cüden dolayı
tüm kurum suçlu kabul
edilemez ise, bu olayda da bu kişinin (eğer suçlu ise} suçundan dolayı iş
yaptığı tüm kurum sorumlu tutulamaz.
Bu akla ziyan mantık örgüsüne göre, "Aykan Erdemir
FETÖ şüphelisidir, Aykan Erdemir FDD isimli düşünce kuruluşunda çalışmaktadır, Jonathan Schanzer
de FDD isimli düşünce
kuruluşunda çalışmaktadır, eğer Jonathan Schanzer müvekkil ile görüştüyse,
demek ki müvekkil FETÖ'ye yardım yapmaktan suçludur!" Böyle bir yaklaşımın
ise değil hukukta hayatın hiçbir alanında yerinin olmayacağı açıktır.
Hem iddianamenin hem de esas hakkındaki mütalaanın içeriği, işte böyle zorlama ve alakasız sözde mantıksal çıkarımlarla
doldurulmuştur. Hukukun özünde, bir kişinin suçlu
bulunabilmesi olasılıklara veya senaryolara değil, kesin ve açık ispata dayanmaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2017/1036 E. ve 2018/586
K. sayılı kararında bu kural şöyle tanımlanmıştır:
Şüphe ve aydınlatılmamış olaylar ve iddialar sanığın
aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilmez.
Ceza mahkumiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata
dayanmalıdır. Bu ispat teorik de olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa
olanak vermemelidir. Yüksek dahi olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak ceza yargılamasının en önemli amacı olan
gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir, o halde ceza yargılamasında mahkûmiyet büyük
veya küçük bir ihtimale değil kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır.
İddia
makamının gerek iddianamesi gerekse esas hakkındaki mütalaası ise, Yargıtay'ın
çizdiği adil hukuk normundan çok uzakta kalmıştır.
HERKÜL.ORG KONUSU İLE İLGİLİ İSNATLARA YÖNELİK
SAVUNMAMIZ
İddianameye
göre, sanık Mehmet Ender Daban ve sanık Bora Yıldız'dan ele geçirilen dijital
materyaller arasında, bir dizüstü bilgisayarın masaüstü (desktop} alanında yer
alan veriler arasında "herkul.org
iphone uygulaması" isimli mobil uygulama kurulum dosya ve kodlarını
içeren klasöre ve uygulamanın internete yüklenmesine yardımcı olunmasını
istediği iddia edilen bir word belgesine rastlanılmıştır. Herkul.org isimli
internet sitesinin FETÖ Silahlı Terör Örgütü ile alakası olduğu iddia
edilmiştir. Bu yazılımın mezkûr sanıklardan ele geçirilmesi, FETÖ'ye yardım –
destek şeklinde lanse edilmektedir. Bu iddianın hiçbir hukuki dayanağı olmadığı
gibi gerçeklerle ilgisi de bulunmamaktadır.
İddia makamının esas
hakkındaki mütalaasında da aynı iddia tekrarlanmış, ilave olarak "laptopun
kovuşturma aşamasında sanık Mehmet Ender Daban'a ait olduğu beyan edilmiştir" denmiştir. Devamla 1sanık Mehmet
Ender Daban'ın mahkemedeki ifadesinde belirttiği üzere;
bahse konu dijital materyalin kendisine ait olduğunu ancak bahse konu dosyanın
iş görüşmesine gelmiş bir yazılımcı
tarafından yüklenmiş
olabileceğine ilişkin beyanda
bulunduğu, bu kapsamda
bahse konu dijitalin
Mehmet Ender Daban'a ait olması nedeniyle FETÖ'ye yardım eyleminin asli
faili olduğu gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığımız 2019-205640 numaralı
soruşturma dosyasından 314/2 atfı ile 220-7 maddesi uyarınca cezalandırılması
istemiyle kamu davası açılmıştır."
Bununla birlikte, iddia makamı kovuşturma aşamasında
yapılan savunmalar ve sunulan somut deliller üzerine, aşağıdaki izah ile
iddiasından rücu ederek söz konusu suç isnadından CMK m.223/2.e uyarınca beraat
talep etmiştir. Ancak aşağıda izah edeceğimiz nedenlerden ötürü, yüklenen suçu
işlemediği sabit olan sanık Mehmet Ender Daban, Bora Yıldız ve dolayısıyla bu suç isnadı ile CMK m.220/5 atfı ile yargılanan müvekkil
dahil tüm sanıkların CMK m.223/2.b uyarınca beraat kararı verilmesi gerekmektedir.
Sanığın kovuşturma aşamasında atılı suça ilişkin
savunması, Yasin Yalçınkaya'nın yurt dışından gönderdiği yazılı dilekçesindeki
hususlar, bu konuda dosyaya ibraz edilen uzman görüşü ve tüm dosya kapsamı
dikkate alındığında, Fetö terör örgütüyle ilgili olan ve halen kullanımda
olan herkul.org iphone uygulamasının kovuşturma dosyamızda yer alan Yasin
Yalçınkaya tarafından oluşturulduğu ve bu uygulamanın Applestore'a gönderilmesi işleminin sanık Mehmet Ender Daban tarafından yapıldığı ve bu eylemi nedeniyle FETÖ
silahlı terör örgütüne yardım ettiğine ilişkin sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her
türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanık
hakkında atılı suçtan CMK 223/2.e maddesi uyarınca beraatına karar verilmesi
gerektiği anlaşılmıştır."
İddianamede yer alan bu suç isnadına karşı savunmalarımız şu şekildedir:
YAZILIMIN
ÜRETİLDİĞİ TARİH İTİBARİYLE FETÖ
ÖRGÜTÜ DİYE BİR
KAVRAM SÖZ KONUSU DEĞİLDİR
İddianamede
yer alan ekran görüntüsünden, yazılımın 2011 yılına ait olduğu anlaşılmaktadır.
2011
yılı itibariyle kimse FETÖ'nün gerçek amacını ve terör örgütü vasfını
bilmiyordu. Dolayısıyla bundan dolayı ne
müvekkilin ne de Mehmet Ender Daban'ın suçlu kabul edilmesi mümkün
değildir. Nitekim yargı kararları da bu yöndedir.
YAZILIMI
ÜRETEN YASİN YALÇINKAYA İSİMLİ ŞAHIS, MİT TIRLARI DAVASINDA YARGILANAN KİŞİ
DEĞİLDİR
İddianamede ismi
zikredilen Yasin Yalçınkaya, MİT Tırları Davası'nda yargılaması devam eden bir
eski üst teğmendir. Herkül.org
yazılımını hazırladığı iddia edilen YASİN YALÇINKAYA İLE SADECE İSİM BENZERLİĞİ
VARDIR. AYNI KİŞİ DEĞİLDİR.
Herkul.org yazılımı
içinde, kullanıcı adı olarak tespit edilen e-posta
adresi "yasinyk@hotmail.com"dur.
Oysa
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilen ve Mali Suçlarla
Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer imzasıyla gönderilen evrakta, "yasinyky@hotmail.com" e-posta adresinin kullanıcı
kimlik bilgileri sorgulanmış ve bu kişinin MİT Tırları olayına karışan Yasin
Yalçınkaya olduğu tespit edilmiştir.
SORGULANAN 2 MAİL ADRESİ AYNI DEĞİLDİR. MİT Tırları olayına karışan
kişi
ile Herkul.org
yazılımının kullanıcısı AYNI KİŞİ
DEĞİLDİR. Yazılımı hazırlamış olan gerçek Yasin Yalçınkaya dava dosyasında
sunduğu dilekçesinde konuyu tüm detaylarıyla ortaya koymuştur.
Bu dilekçede özetle; Yasin
Yalçınkaya 2011 yılında
hazırladığı bir yazılımın kodlarını Mehmet Ender Daban'a gönderip yazılımcı olarak iş başvurusunda
bulunduğunu açıklamıştır. Yazılımı
sadece kendi teknik bilgisini ortaya koyabilmek ve reklam yapabilmek amacıyla
amatörce hazırlamıştır. Hatta bu sebeple o dönem FETÖ taraftarları da kendisiyle irtibata geçerek bu yazılımı
kullanmasına müsaade etmediklerini açıkça dile getirmişlerdir. Yani Yasin Yalçınkaya bu yazılımı hazırlarken FETÖ taraftarları adına da
çalışmakta değildir. Kaldı ki o tarihte
FETÖ diye bir yapılanmadan kimsenin haberi bulunmamaktadır. Dolayısıyla
Mehmet Ender Daban'ın bu yazılımın üretilmesiyle ya da kullanılmasıyla hiçbir
ilgisi alakası yoktur.
FETÖ
GİBİ OPERASYONEL KABİLİYETE SAHİP BİR TERÖR ÖRGÜTÜNÜN, APPLE STORE GİBİ HALKA
AÇIK BİR PLATFORMA DOSYA YÜKLEYEMEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR
FETÖ on yıllar süren
yapılanması sayesinde devletin tüm kademelerine binlerce yandaşını sızdırmış
bir terör örgütüdür. Dış istihbaratlar tarafından da desteklendiğinden teknik
imkanları devletler seviyesinde yüksektir. Bunun delilleri saymakla bitmeyecek
kadar çoktur. Ayrıca para gücü ve insan gücü bakımından da çok büyük imkanlara
sahip olduğu bilinmektedir. Cumhurbaşkanımızın makam odasına dinleme cihazı yerleştirebilecek, devletin en üst düzey yöneticilerine ait özel kriptolu telefonların şifrelerini kırabilecek teknik alt yapıya
sahip bir örgütün, apple store gibi -lise talebelerinin dahi program yazıp
yükledikleri-
açık bir platforma yükleme
yapamayacağını düşünmek imkansızdır. Böyle basit bir konu
için sanıklardan yardım almayacakları da aşikardır.
Kaldı
ki Mehmet Ender Daban ya da davamızda yargılanan herhangi bir kişinin, bu
yazılımın geliştirilmesi, yüklenmesi veya kullanılması konusunda girişim
yaptığına dair hiçbir somut bilgi, belge, delil bulunmamaktadır. Dolayısıyla da
Mehmet Ender Daban'ın bu konular bakımından suçlanması mümkün değildir.
ADLİ BİLİŞİM UZMANI SAYIN TUNCAY
BEŞİKÇİ, BORA YILDIZ VE MEHMET ENDER DABAN'IN HERKÜL UYGULAMASINI GELİŞTİREN,
KULLANAN VE YAYIMLAYAN KİŞİLER OLMADIKLARINI BİLİMSEL OLARAK ORTAYA KOYMUŞTUR
Siber
Adli Bilişim Uzmanı Sayın Tuncay Beşikçi 28.10.2020 tarihli bilimsel
mütalaasında, bahsi geçen "Herkül.org" isnadını da
değerlendirilmiştir.
Sayın Tuncay Beşikçi kamuoyunda Balyoz, Poyrazköy, Atabeyler, OdaTV, 28 Şubat, Askeri Casusluk ve FETÖ/PDY adları
ile bilinen davalarda mahkemeler
tarafından görevlendirilerek bilirkişilik yapmış, "Morbeyin
Kumpası" olarak bilinen FETÖ tuzağının ortaya çıkarılmasında Savcılık ve devlet bünyesinde oluşturulan
teknik ekiple birlikte çalışmış, tuzağın arkasındaki FETÖ ilişkili şahsı
tespit etmiş, Namaz/Kıble cep telefonu uygulamalarının kullanıcıları ByLock
sunucusuna yönlendirdiğini bilimsel olarak kanıtlamış ve tuzağa düşüp yargılanmakta olan en az 11,480 kişinin tahliye olmasına
katkı sağlamış bir uzmandır.
Sayın
Tuncay Beşikçi tarafından hazırlanan uzman mütalaasında "Herkül.org"
konusundaki önemli tespitler özetle şu şekildedir:
Apple Geliştirici Hesabı (Sayfa
16)
Yapılan incelemede, rapor
yazım tarihinde İddianame'de yer alan yasinyk@hotmail.com e-mail adresine
bağlı herhangi bir Apple hesabı bulunmadığı tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, İddianame'de
yer alan şüphelilerden Bora Yıldız ve
Mehmet Ender Daban isimli şüphelilerin, Herkül uygulamasının geliştirilme ve
Apple uygulama mağazalarında yüklenme süreçlerinde HERHANGİ BİR İLİŞKİLERİ TESPİT EDİLEMEMİŞTİR.
Herkul Mobil Uygulamasının Geçmişi
(Sayfa 17)
Herkül
Apple mobil uygulamasının İddianame kapsamında yer alan dosya oluşturma
tarihinden (31 Ekim 2011} 8 ay 23 gün (23 Temmuz 2012} sonra Apple mağazasında yayımlanmaya başladığı anlaşılmıştır. Emniyet
İnceleme Raporu'nda da bu kısım tespit edilmiş, raporun ilgili
bölümü sunulmuştur.
Bununla birlikte, kamuya
açık kaynaklarda yapılan araştırmalarda, Fethullahçı Terör Örgütü'nün
("FETÖ"} ilk olarak, İddianame'de yer alan Herkül uygulamasına ait
verilere ait Ekim 2012 tarihinden 2 yıl sonrasına tekabül eden Kasım 2014
tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2014/39856 soruşturma
numarası ile yürütülen soruşturmada "suç işleme amacı ile örgüt
kurmak" suçlamasıyla örgüt hakkında soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır.
Sonuç olarak, İddianame'de yer alan
Herkül uygulamasının Ekim 2012 tarihinde suç örgütü olarak kabul edilmemiş bir
yapının propagandasını yaptığı ve uygulamanın bu tarihten 8 ay 23 gün sonra
aktif olarak kullanılmaya başlandığı anlaşılmıştır.
Yasin Yalçınkaya (Sayfa 18)
Yapılan
incelemede, Emniyet İnceleme Raporu'nda Herkül uygulamasını geliştiren kişi
olarak YASİN YALÇINKAYA isimli şahsı tespit ettiği, soruşturma konusu kaynak
kodlarında da Yasin YALÇINKAYA isminin
bulunduğu anlaşılmış, ilgili
ekran görüntüsü sunulmuştur.
Yapılan
incelemede; Herkül uygulamasının kaynak kodları arasında Yasin Yalçınkaya isimli
şahsa ait olduğu anlaşılan yasinyk@hotmail.com e-posta adresinin yazıldığı, YASİN YALÇINKAYA isimli şahsın ifadesinde
ise Herkül uygulamasını 2011 yılında reklam ve gelir amaçlı geliştirdiğini
ikrar ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, Emniyet İnceleme Raporu'nda
"Uygulamanın güncel versiyonu AppStore isimli uygulama marketinde
görüntülendiğinde, uygulama geliştirici isminin "Herkul.org" olarak
belirtildiği anlaşılmıştır. Uygulama
geliştiricinin ismini "uygulama transferi" yöntemi ile
değiştirmiş olabileceği tarafımızca değerlendirilmektedir. Bu yöntemle uygulamayı
mağazaya yüklemiş olan geliştirici, uygulama yönetim sayfasından "Uygulamayı Transfer Et" seçeneği
ile bahse konu uygulamayı başka
bir geliştirici hesabına ya da kendi açmış olduğu başka bir hesaba (bazı şartları sağlamak kaydı ile} transfer edebilir." ifadesinin doğru ve tutarlı olmakla
birlikte, bu transferin yapıldığını
doğrular herhangi bir delile rastlanmamış, ifade geçen uygulama transferi
sadece bir "olasılık"ve/veya "senaryo" olarak kaldığı
anlaşılmaktadır.
Sonuç Değerlendirmesi (Sayfa 19 - 20)
·
T.C. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen 2019/119278 (2016/103113} numaralı
soruşturma dosyasında Bora Yıldız ve Mehmet Ender Daban isimli şüphelilerden
ele geçirilen Apple marka MacBook Air model C02GC00PDJWQ seri numaralı dizüstü
bilgisayarına ait adli imajın bir kopyasının 17 Aralık 2014 tarihinde Resmi
Gazete'de yayımlanan CMK 134. Maddesine, 24 Mayıs 2003 tarihinde
Resmi Gazete'de yayımlanan "Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin
"Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama,
kopyalama ve el koyma" başlıklı 17.Maddesine ve ayrıca uluslararası Adli
Bilişim kural, standart ve regülasyonlarına aykırı olarak Şüpheli veya
Şüpheli vekiline verilmediği, sonuç olarak işbu rapor kapsamında ancak Emniyet İnceleme Raporları üzerinden kısıtlı bir
inceleme gerçekleştirilebildiği,
·
İnceleme konusu
Herkül uygulamasına ait dosya ve uygulama kaynak kodlarının bulunduğunun iddia
olunduğu MacBook Air marka dizüstü bilgisayara el konulma aşamalarının, CMK 134. maddesine, Adli ve Önleme
Aramaları Yönetmeliği'ne ve ayrıca uluslararası Adli Bilişim kural, standart ve
regülasyonlarına aykırı olarak gerçekleştirildiği, delile ait adli imajın olay
yerinde ve Şüpheli ve/veya avukatı önünde alınmadığı, delilin nasıl ve hangi
şartlarda taşındığının dava kapsamındaki tutanaklardan tespit edilemediği, imaj
alma işlemleri sırasında delil torbasının bir hazirun önünde açıldığına dair
bir tutanağa rastlanmadığı, delilin 11 Temmuz 2018 tarihinde ele geçirildiği fakat delile ait adli
imajın ne zaman alındığının bilinmediği ve tespit edilemediği, delile el
konulması ile adli imajının arasında geçen süre boyunca delilin üzerinde
herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığının bilinemeyeceği, sonuç olarak
bu şekilde ele geçirilen DİJİTAL
MATERYALLERİN "HUKUKİ DELİL" NİTELİĞİNİ KAYBETTİĞİNİN DEĞERLENDİRİLDİĞİ,
·
İnceleme konusu
delilin hukuki yollardan ele geçirildiği varsayılsa dahi, içeriğinde suç isnat edilen "herkul.org ıphone
uygulama bilgi.docx" adlı belgenin
31 Ekim 2011 tarihinde oluşturulduğu, bununla birlikte uygulamanın 23
Temmuz 2012 tarihinde (belge tarihinden 8 ay 23 gün sonra) Apple Uygulama Mağazası'na (Apple Store) yüklenip yayınlanmaya başlandığı,
·
Siber Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü Adli Bilişim Büro Amirliği'nce düzenlenen 2 Ekim 2018 tarihli Dijital
Materyal İnceleme Raporu'nda yapılan
değerlendirmelerin yalnızca olasılıklar üzerinden yapıldığı, raporun SONUÇ bölümünde:
"Uygulama geliştiricinin, ismini uygulama transferi yöntemiyle değiştirmiş
olabileceği
tarafımızca değerlendirilmektedir." benzeri teknik olarak kanıtlanamayan ihtimal ve olasılıklar üzerinden
bir değerlendirme yapıldığı, dava dosyasındaki
tüm delil ve verilerin uygulamanın geliştiricisi
olarak Yasin Yalçınkaya isimli şahsı gösterdiğinin
anlaşıldığı,
·
Kamuya açık
kaynaklarda yapılan araştırmalarda, FETÖ'nün ilk olarak, İddianame'de yer alan
Herkül uygulamasına ait verilere ait Ekim 2012 tarihinden 2 yıl sonrasına
tekabül eden Kasım 2014 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından2014/39856 soruşturma numarası ile yürütülen soruşturmada "suç
işleme amacı ile örgüt kurmak" suçlamasıyla örgüt hakkında
soruşturma başlatıldığı
anlaşıldığı, dolayısıyla Şüphelilere suç
isnat edilen tarihte Herkül uygulaması ve FETÖ'nün herhangi bir suç ile
ilişkilendirilmediğinin tespit edildiği,
·
Raporun "HERKUL.ORG İSİMLİ UYGULAMA"
başlıklı bölümünde teknik olarak açıklandığı üzere,
İddianame'de yer alan Bora Yıldız ve Mehmet Ender Daban isimli şüphelilerin,
Herkül uygulamasını geliştiren ve yayımlayan kişiler olmadıkları, tüm tespit ve
bulguların uygulama geliştiricisi olarak Yasin Yalçınkaya isimli şahsı gösterdiği,
uygulamanın geliştirilme ve Apple
uygulama mağazalarında yüklenme süreçlerinde herhangi bir ilişkilerinin tespit
edilemediği ve Şüphelilerden ele geçirilen dijital materyallerde Herkül
uygulamasının çalıştırılabilir haline rastlanmadığı,
·
Soruşturma
kapsamındaki tüm hususlar ve rapor kapsamında ayrıntılı bir şekilde açıklanan
tespit ve bulgular dikkate alındığında, yapılan
değerlendirmenin amacı maddi gerçeğin
ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli
ilkelerinden biri olan "şüpheden sanık yararlanır" (dubio pro
reo) ilkesine aykırı olduğu, bu ilkenin özünün ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından
taşıdığı önemden dolayı göz önünde tutulması gereken herhangi bir konudaki
kuşkunun sanığın yararına değerlendirilmesi hususları ve emsal AYM, Yargıtay ve
diğer emsal kararlar da nazara alındığında Şüpheliler BORA YILDIZ VE MEHMET ENDER DABAN'IN ATILI SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ
İLİŞKİSİNİ GÖSTERİR HERKÜL İSİMLİ UYGULAMAYI GELİŞTİRDİKLERİ, APPLE UYGULAMA MAĞAZASINA
YÜKLEDİKLERİ VE/VEYA KULLANDIKLARINA DAİR HER TÜRLÜ KUŞKUDAN UZAK, KESİN VE İNANDIRICI SOMUT DELİL BULUNAMADIĞININ ANLAŞILDIĞI, görüş ve
kanaatine varılarak işbu
bilimsel mütalaa tarafımdan hiçbir baskı veya etki altında kalmadan, bilimsel
olarak onaylı teknik düzenlemeler dikkate alınarak ekleri ile birlikte 21
sayfa, tek nüsha olarak hazırlanmıştır.
SUÇ İSNADINA
KAYNAK ALINAN VERİ, HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLMİŞTİR
11.07.2018 tarihinde
gerçekleştirilen polis operasyonunda arama yapılan ikametlerden birisi de
Kandilli Mahallesi, Kandilli Caddesi No:25/3, ÜSKÜDAR adresinde bulunan
ikamettir. Görevli polis memurlarının
kapıyı açan olmaması sebebiyle zor kullanarak içeri girdikleri ancak kimseyi
bulamadıkları anlaşılmaktadır. Bina görevlisi ile görüşüldükten sonra,
arama kararında adı geçenlerin arama
kararındaki numarada değil, aynı adreste 9 numarada ikamet ettikleri tespit
edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Hasan Yılmaz'dan alınan
sözlü talimat sonrası 9 numaralı ikametin kapısı çalınmış, kapıyı Bora Yıldız
açmış ve devamında yakalama – el koyma işlemleri yapılmıştır.
CMK
m.134/3'e göre bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılması gerekirken, suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde edildiği
laptopta yer alan verilerin
yedeklemesi yapılmamıştır.
Yargıtay
içtihatlarına göre delillerin alındığı aşamadaki sıhhatinin korunması amacıyla,
işlemi yapan kolluk tarafından, bilgisayarın hard diski alındığı anda öncelikle
hash değeri alınarak tutanak tutulmalı ve bütün bu imaj alma, yedekleme vb.
işlemler şüpheli veya vekilinin yanında gerçekleştirilmelidir. Ancak suç
isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin hash değeri alınmamıştır.
Yargıtay
içtihatlarına göre dijital delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması,
çoğu zaman kim tarafından hangi tarihte müdahale
yapıldığının da
belirlenememesi karşısında, güvenli bir şekilde el konulup incelenebilmesi için
mahallinde imaj alındıktan sonra orijinal medyanın şüpheliye bırakılması
gerekmektedir. Ancak suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta
yer alan verilerin imajı da
alınmamış, orjinal medya da şüpheliye teslim
edilmemiştir.
Suç isnadına kaynaklık
eden verinin elde edildiği laptopun, aramayı yapan kolluk birimince dijital
delillere müdahaleyi önleyecek şekilde
mühürlenerek kapatılmış bir delil torbasında taşınıp taşınmadığı belli
değildir. Nitekim aynı operasyon kapsamında çeşitli ikametlerde yapılan
aramalarda elde edilen delillerin taşınması sırasında bu delillerin basit çöp
torbalarına doldurulduğu, çok sayıda basın mensubunun bulunduğu kalabalık
ortamlarda tutulduğu, hiçbir özen göstermeden taşındığı TV'lerde yayınlanan görüntülerde
açıkça görülmüştür.
Yargıtay
içtihatlarına göre şüpheli veya müdafiinin nezaret etme ve denetleme imkanı
sağlanarak inceleme mahalline kadar eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde
şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına imkan verildikten sonra mümkün olan en
kısa süre içinde mühür açılıp, dijital medyanın derhal imajının alınarak
ilgilisine de imajlardan bir kopya ve orijinal
medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin
mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün
olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el koyma kararını veren hakimin huzurunda
açılarak imaj
alma işleminin bu sırada yapılması yoluna
gidilmeden inceleme yapılması halinde
arama ve elkoyma işleminin yasaya ve hukuka uygunluğundan bahsetmek mümkün olmadığı
gibi bu yolla elde edilen
delillerin de hukuka
uygunluğu tartışılır hale
gelecek ve yargılama makamınca hükme esas alınması mümkün değildir.
Yargıtay
içtihatlarına göre, arama mahallinde el konan dijital materyallerin üzerinde avukatların veya sair ilgililerin paraflarının olması
gerekir. Bu sayede hangi dijital
materyalin kime ait olduğu tespit edilmiş olmakta ve delillerin arasına
sonradan bir ilave yapılmasının önüne geçilmektedir. Ancak suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa el koyulması sırasında laptopun
sahibi ikamette dahi değildir.
Görüldüğü üzere,
iddianamede yer alan suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa,
neredeyse mevcut tüm kanun maddelerine aykırı şekilde el konmuştur. Dolayısıyla
da bu laptoptan ele geçirildiği iddia edilen bir verinin hukuken hiçbir geçerliliği
bulunmamaktadır.
MÜVEKKİLİN
SÖZ KONUSU SUÇ İSNADI BAKIMINDAN TCK m.220/5 UYARINCA SORUMLU TUTULMASI DOĞRU
DEĞİLDİR.
Savcılık iddianamesinde
sözde örgüt üyelerinin işlediğini iddia ettiği suçlardan müvekkil Adnan Oktar'ı
da TCK md. 220/5 gereğince fail olarak sorumlu tutmak istemektedir. Maddenin
gerekçesinde, hükmün konuluş
amacı, 1örgüt yapısı içinde, kendisine suç işlemek gibi
örgütün amacına uygun bir görev verilen kişi bu görevini yerine getirmezse,
hemen yerine bir diğeri rahatlıkla ikame edilebilmektedir" düşüncesine
dayandırılmıştır.
Doğrudan
failin istendiği zaman yerine başkasının ikame edilebilmesi ve o kişi yerine
başka bir kişinin de örgütün amaçları doğrultusunda suçu işleyebilecek durumda olması,
ancak sıkı organizasyon yapısına sahip mafya tipi örgütler
ve terör
örgütleri bakımından söz konusu olabileceği doktrinde kabul edilmektedir.
Sıkı
bir hiyerarşik yapıya sahip olmayan örgütler bakımından da TCK md. 220/5'in
uygulanabileceği ihtimalinin kabul edilmesi, örgüt yapısı içinde doğrudan
failin yerine bir başkasının rahatlıkla ikame edilebilmesi nedeniyle örgüt
yöneticilerinin örgüt üyelerinin işlediği bütün suçlardan sorumlu tutulacağına
ilişkin peşin bir varsayım gerçekçi değildir. Bu nedenle örgüt yöneticilerinin
örgütün faaliyeti kapsamında işlenen suçların faili sayılabilmesi için suçun işlenmesini ne ölçüde güvenceye
aldıklarının her somut olay bakımından değerlendirilmesi gerekir. Sıkı
hiyerarşik bir yapıya sahip olmayan örgütlerde doğrudan suçu işleyen kişinin
yerine bir başkasının ikame edilmesi mümkün olmadığından, her somut olayda
doğrudan failin işlediği fiillerin hangi koşullar çerçevesinde örgüt
yöneticilerine yüklenebileceğinin değerlendirilmesi gerekir.
Örgüt yöneticisinin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
suçla herhangi bir ilgisinin olup olmadığı araştırılmaksızın, yalnızca yönetici
olması nedeniyle kişiyi işlemediği veya bağlantılı olmadığı bir suçtan
cezalandırmak üçüncü kişinin fiilinden ceza sorumluluğu anlamına gelir ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine
(AY md. 38/7) aykırı olur.
İsnadın
konusunu oluşturan ziyaret müvekkilimiz tarafından değil, iki arkadaşı
tarafından yapılmıştır. Doğaldır ki müvekkil her arkadaşının her gün iş
hayatlarında ne faaliyetler yaptıkları, kimlerle görüştükleri, kimlerle iş
görüşmesi gerçekleştirdikleri gibi detaylardan haberdar olamaz ve bu hareketlerinden dolayı da sorumlu
tutulamaz.
İsnadın konusunu oluşturan veriler müvekkilimize ait bir
bilgisayarda değil, arkadaşlarından birisinin bilgisayarında bulunmuştur. Doğaldır ki müvekkil her arkadaşının kişisel bilgisayarı
içinde hangi dosyalar olduğunu bilemez, kontrol edemez ve bu dosyalardan dolayı
da sorumlu tutulamaz. Bu dosyaları edinmeleri veya kullanmaları konusunda müvekkil Adnan Oktar'ın
sanık Mehmet Ender
Daban'a emir, talimat verdiğine yönelik bir bulgu, bilgi, belge veya somut
delil yoktur, müvekkilin bu dosyalardan haberi dahi yoktur. Kaldı ki ortada bir
suç yoktur.
TCK m.220/5'te zikredilen "örgüt yöneticileri,
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail
olarak cezalandırılır" hükmünün uygulanışı, bizzat kanunu
yazan akademisyenler tarafından dahi eleştirilmektedir.
Burada kastedilen hareket, bir suç örgütü yöneticisinin örgüt bünyesindeki herhangi bir üyeye tam tahakküm sağlayarak,
adeta üyenin zihnini kendi zihniymiş gibi idare ederek, bir suçu işlemesini sağlamasıdır. Ancak bu şekilde işlendiği
tespit olunan bir suç bakımından örgüt yöneticisi, asıl
fail gibi cezaya çarptırılacaktır. Diğer türlüsü, cezaların şahsiliği prensibine
aykırı bir durum oluşturur ki bu da hukukun ruhu ile uyuşmaz.
İddianamede
yer alan suç isnadı bakımından uygulamayı incelediğimizde, müvekkilin
arkadaşlarından birisinin laptopu içinde yer alan binlerce dosyadan tek tek
sorumlu olamayacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla da müvekkile bu suç isnadı
bakımından TCK m. 220/5 uyarınca cezaya hükmedilmesi mümkün değildir.
YAŞAR YAKIŞ E-MAİLİ İLE
ALAKALI İSNATLARA YÖNELİK SAVUNMAMIZ
İddianamede
sanık Fatma Ceyda Ertüzün'e ait olduğu iddia edilen bir e-mail yazışması, güya
müvekkilimizin ve arkadaş camiasının FETÖ ile iş birliği içinde olduğuna dair
bir delilmiş gibi sunulmuştur.
Söz
konusu isnat iddia makamının esas hakkındaki mütalaasında da aynen
tekrarlanmıştır. İddia makamı bu sözde e-mail yazışmasından yola çıkarak 17/25
Aralık tarihinde meydana
gelen FETÖ Silahlı
Terör Örgütünün yargı darbesi
girişiminin öncesinde güya müvekkilin ve arkadaşlarının bundan haberdar olduğu ve
buna göre strateji geliştirdiği, bu yönüyle FETÖ örgütüyle müvekkil ve arkadaş
camiasının irtibatlı olduğu sonucuna varmıştır. Bu çıkarımlar hem tamamen gerçekdışı hem de iyi niyetten uzak ve
taraflı çıkarımlar olup yargılama boyunca dosyaya sunduğumuz somut delillerle
de aksi ispatlanmıştır.
Müvekkil ve arkadaşlarının inanç ve ideoloji açısından FETÖ ile taban tabana zıt olmaları,
FETÖ'nün
sayısız defa müvekkil ve arkadaşlarına kumpas kurma girişiminde bulunması ve
hedef alması,
Müvekkilin 17/25 darbe
girişimnden çok önce -FETÖ'nün Hizmet
Hareketi olarak görüldüğ ve
desteklendiği- ta 2010 yıllarından itibaren açıkça FETÖ'yü eleştiren
konuşmalarının bulunması,
Gerek Dershane Krizi gerekse 17/25 olaylarında ilk andan itibaren
müvekkilin Hükümetin yanında yer alması,
FETÖ'nün
devlet için de tehlikeli bir
yapılanma oluşturduğuna dair yargılananlar tarafından Devletimizin ilgili
kurumlarına 17/25 öncesinde şikayetler yapılmış olması gibi bu somut
delillerden sadece bir kaçıdır.
Bununla
birlikte aşağıda delilleriyle ortaya koyduğumuz üzere söz konusu e-mail, hukuka
aykırı olarak elde edilmiş dolayısıyla delil olarak kullanılması söz konusu
olmayan bir veridir. Bu e-mail ve içeriğini hukuka aykırı olduğu için reddetmekle
birlikte iddia makamının öne sürdüğü isnatlara dair cevaplarımız şu şekildedir:
SUÇ İSNADINA
KAYNAK ALINAN VERİ, HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLMİŞTİR
11.07.2018 tarihinde
gerçekleştirilen polis operasyonunda arama yapılan ikametlerden birisi de
Ankara Mutlu Kent Sitesi, No:6 Çankaya/ANKARA adresinde bulunan ikamettir. Görevli polis memurlarının çilingir
aracılığı ile kapıyı açtırarak girdikleri ve arama
el koyma işlemi
yaptıkları sırada evde kimse bulunmamaktadır.
CMK
m.134/3'e göre bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılması gerekirken, suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin yedeklemesi yapılmamıştır.
Yargıtay
içtihatlarına göre delillerin alındığı aşamadaki sıhhatinin korunması amacıyla,
işlemi yapan kolluk tarafından, bilgisayarın hard diski alındığı anda öncelikle
hash değeri alınarak tutanak tutulmalı ve bütün bu imaj alma, yedekleme vb.
işlemler şüpheli veya vekilinin yanında gerçekleştirilmelidir. Ancak suç
isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin
hash değeri alınmamıştır.
Yargıtay
içtihatlarına göre dijital delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması,
çoğu zaman kim tarafından hangi tarihte müdahale
yapıldığının da
belirlenememesi karşısında, güvenli bir şekilde el konulup incelenebilmesi için
mahallinde imaj alındıktan sonra orijinal medyanın şüpheliye bırakılması
gerekmektedir. Ancak suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta
yer alan verilerin imajı da alınmamış, orjinal medya da şüpheliye teslim edilmemiştir.
Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopun, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere
müdahaleyi önleyecek şekilde mühürlenerek kapatılmış bir delil torbasında
taşınıp taşınmadığı belli değildir. Nitekim aynı operasyon kapsamında çeşitli ikametlerde yapılan aramalarda
elde edilen delillerin taşınması
sırasında bu delillerin
basit çöp torbalarına doldurulduğu, çok sayıda basın mensubunun bulunduğu
kalabalık ortamlarda tutulduğu, hiçbir özen göstermeden taşındığı TV'lerde
yayınlanan görüntülerde açıkça görülmüştür.
Yargıtay
içtihatlarına göre şüpheli veya müdafiinin nezaret etme ve denetleme imkanı
sağlanarak inceleme mahalline kadar eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde
şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına imkan verildikten sonra mümkün olan en
kısa süre içinde mühür açılıp, dijital medyanın derhal imajının alınarak
ilgilisine de imajlardan bir kopya
ve orijinal medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin
mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün
olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el koyma
kararını veren hakimin huzurunda açılarak imaj alma işleminin bu sırada
yapılması yoluna gidilmeden inceleme yapılması halinde arama ve elkoyma işleminin yasaya ve hukuka uygunluğundan bahsetmek
mümkün olmadığı gibi bu yolla
elde edilen delillerin de hukuka uygunluğu tartışılır hale gelecek ve yargılama
makamınca hükme esas alınması mümkün değildir.
Yargıtay içtihatlarına göre, arama mahallinde el konan
dijital materyallerin üzerinde avukatların veya sair ilgililerin paraflarının
olması gerekir. Bu sayede hangi dijital materyalin kime ait olduğu tespit edilmiş
olmakta ve delillerin arasına sonradan bir ilave
yapılmasının önüne geçilmektedir. Ancak suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa
el koyulması sırasında laptopun sahibi ikamette dahi değildir.
Görüldüğü üzere,
iddianamede ve esas hakkındaki mütalaada yer alan suç isnadına
kaynaklık eden verinin elde
edildiği laptopa, neredeyse mevcut tüm kanun maddelerine
aykırı şekilde el konmuştur. DOLAYISIYLA DA BU LAPTOPTAN ELE GEÇİRİLDİĞİ
İDDİA EDİLEN BİR VERİNİN HUKUKEN HİÇBİR GEÇERLİLİĞİ BULUNMAMAKTADIR.
SUÇ
İSNADINA KAYNAK ALINAN VERİ, ORJİNALDE OLMAYIP SONRADAN EKLENMİŞ BİR VERİDİR
Yukarıda
CMK 134. maddenin açıkladığımız hükümleri ve yerleşik Yargıtay içtihatlarının
hikmeti, günümüzde ileri teknolojiler kullanılarak dijital materyallere
dışarıdan müdahalelerin rahatlıkla yapılabilmesi gerekçesinden doğan
ihtiyaçlara cevap olmasıdır. Bu konuda geçtiğimiz yıllarda yaşanmış olan Ergenekon veya Balyoz
gibi davalarda FETÖ örgütünün yaptığı
dijital kumpaslar en açık örneklerdir. Nitekim davamızda iddia makamının ısrarla kullandığı mevcut
örneğe baktığımızda da ne yazık ki benzer bir durumla karşı karşıya kaldığımızı
görmekteyiz.
Sanık Fatma Ceyda Ertüzün ve sanık Ayşegül Hüma Babuna
ifadelerinde kendilerinin yaptıkları bir yazışmaya kendilerinin sarf
etmedikleri cümleler eklendiğini, Dışişleri eski Bakanı sayın Yaşar Yakış ile yazışmaları olduğunu ancak bu yazışmalarda "sonbaharda beklenen kalkışma"
gibi ifadeler hiç kullanmadıklarını beyan
etmişlerdir.
Türkiye'nin ve dünyanın en
önde gelen adli bilişim uzmanlarından Sayın Tuncay Beşikçi'nin bilimsel
mütalaasında bu konu teknik olarak incelenmiş ve olaydaki karanlık noktalar ortaya çıkarılarak sanıkların
ifadelerindeki iddiaları şu şekilde
doğrulanmıştır.
YAPILAN TEKNİK İNCELEME
SONRASINDA SÖZ KONUSU TOSHIBA MARKA LAPTOP'DA YER ALAN 5 EYLÜL 2013 TARİHLİ
E-POSTA TESPİT EDİLEMEMİŞTİR.
İlginç olan bir başka detay ise, suç teşkil ettiği iddia edilen e-mail
yazışmasının bulunduğu yerdir. Bu e-mail, sanık
Ayşegül Hüma Babuna'ya ait bir laptopun içindeki
bir "yedekleme veri kalıntısında" bulunmuştur. Yani söz konusu e-
mail somut haliyle laptopun içinde yer
almamaktadır. Emniyet raporuna göre bu laptopun içinde, Apple lpad
marka bir tabletin veri yedekleme dosyaları yer almakta, bu veri yedekleme
dosyaları arasında 17.07.2012 ve 07.03.2014 tarihine
ait 2 adet veri tabanı dosyası kalıntısında güya bu e-mailin varlığı
keşfedilmiştir.
İddiaya göre bu laptopa 2012 ve 2014 yılında bağlanan
bir
tabletten aktarılan
verilerin kalıntıları arasında
yapılan müthiş keşifle
(!) bu e-mail içeriğine ulaşılmış, makine kodunu
oluşturan rakamlar harflere çevrilerek mail yazıya dönüştürülmüştür.
Üstelik söz konusu e-mail yazışmasına sonradan müdahale
edilerek müvekkil ve arkadaşları aleyhine suç algısı oluşturulmaya çalışıldığı
yönündeki tek bulgu bundan ibaret değildir. Şöyle ki;
Aynı e-mail içeriğinde "bipartisanpolicy.org" isimli bir kuruluştan bahsedilmekte ve bu kuruluşun Türkiye ile ilgili rapor
hazırladığı iddia edilmektedir:
Ancak ilginç olan şudur:
E-mailin tarihi
Eylül 2013'tür, fakat adı geçen kurumun Türkiye hakkındaki raporunun tarihi Mart 2014'tür, yani e-mailin
yazıldığı tarihten tam 7 ay sonradır.
Raporun içeriğinde Türkiye'nin ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan
Beyefendinin aleyhine çok fazla asılsız itham ve hakaret
bulunmaktadır. Müvekkilin
arkadaşları bu raporu gördükten sonra,
çok ciddi bir karşı kampanya
başlatmışlar, müvekkil de katıldığı canlı yayın programlarında raporu
hazırlayanlar ve raporun içeriğindeki yalan bilgiler konusunda çok fazla sayıda
açıklama yapmıştır.
Yani hem müvekkil
hem de arkadaş çevresi, burada
adı geçen kuruluşun
hazırladığı
rapora karşı Türkiye'nin
milli çıkarları tarafında yer alarak her sivil toplum kuruluşunun üstlenmesi gereken görevi üstlenmiştir. Raporun ve raporun
içeriğinde ortaya atılan iddiaların savunucusu asla olmadıkları gibi bu
iftiralara gerekli ilmi cevabı veren tek çevre olmuşlardır.
Özetle, e-mailin içeriğinde bahsedilen rapor, e-mailin
yazıldığı tarihten 7 ay sonra ortaya çıkan bir rapor
olduğu için, e-maile
sonradan eklendiği ve bu yolla
müvekkil ve arkadaşları üzerinde bir suç algısı oluşturmanın amaçlandığı
belli olmaktadır.
SUÇ
İSNADINA KAYNAK ALINAN VERİ DOĞRU KABUL EDİLSE DAHİ İDDİA EDİLEN SUÇ OLUŞMAZ
E-mailde yer aldığı iddia
edilen "sonbaharda Türkiye’de
beklenen kalkışmadan evvel bu seri toplantıları yapmamız çok faydalı
olacaktır" cümlesi, iddia makamı tarafından hayali teorilere dayanak
yapılmaya çalışılmıştır. Buna göre e-mailde bahsedilen "sonbaharda
beklenen kalkışma" ifadesi güya 17/25 Aralık darbe girişimlerine yönelik
bir atıftır. Burada iddia
makamının öne sürdüğü
gibi bir anlam ve yazışma olmamakla birlikte,
velev ki böyle bir cümle sarf edilmiş olsa dahi, Devletin Dışişleri Bakanlığında görev yapmış,
güven duyulan bir insana bu bilginin
iletiliyor olması hukuken de akıl ve mantıkla değerlendirildiğinde de suç
unsuru içermemektedir. Zira düz okumayla dahi kast edilenin "bir kalkışma
beklentisine karşı gerekli tedbirlerin alınması amacı" olduğu açıkça
görülmektedir.
Ancak iddia makamı tamamen hayali bir değerlendirme ve
adeta komplo teorisyenliği bakış açısıyla bir yorumda bulunmuş, 5 EYLÜL 2013'DE
HENÜZ ORTADA NE FETÖ NE PARALEL YAPI NE 17/25 OLAYLARI NE DE ESKİ DIŞİŞLERİ
BAKANI YAŞAR YAKIŞ HAKKINDA MÜPHEM BİR DURUM OLMAMASINA RAĞMEN kelimelere
gerçek dışı anlamlar yükleyerek hukuk dışı bir değerlendirmede bulunmuştur.
Yapılan hukuki bir çıkarım değil, akıl ve mantık dışı bir yorumdur.
Nitekim, YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ ONURSAL BAŞKANI
ve TCK'NU YAZAN HUKUKÇULARDAN BİRİ OLAN OSMAN YAŞAR'IN DOSYADA
MÜBREZ BİLİMSEL
MÜTALAASINDA DA konuyla ilgili olarak " SANIKLARIN YAŞAR YAKIŞ'A GÖNDERDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN
MAIL'E DAYANDIRILARAK FETÖ İLE İRTİBATLANDIRILMASI KABUL EDİLEMEZ " tespiti yer almaktadır:
Tüm bunların ötesinde, iddia makamı söz konusu kurgusunu eski
Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın Zaman gazetesinde yazılarının yayınlanması
bilgisine dayanarak kurmaktadır. Ancak Yaşar Yakış hakkında bu bilgi
dışında FETÖ gerekçesiyle başlatılmış bir
soruşturma, hakkında bu suçlamaya yapılmış
yargılama veya verilmiş bir yargı hükmü bulunmamaktadır.
Eğer ölçü Zaman gazetesinde yazılarının yayınlanması olacak ise bu durumda
başta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü
İbrahim Kalın, Ak Parti Grup Başkan Vekili Naci Bostancı,
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak
üzere Zaman gazetesinde yazıları yayınlanmış çok sayıda siyasetçi, akademisyen, bürokrat ve devlet adamının da itham
edilmesi gerekecektir ki bu hukuken kabul
edilebilir bir durum değildir.
Öte
yandan kalkışmanın Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre anlamı "isyan,
ayaklanma" demektir. Örneğin 2013 yılı Haziran ayında yaşanan olaylarda
halk kitlelerinin sokaklara dökülmesi, maddi zararlara yol açmaları klasik bir
kalkışma örneğidir. 2016 yılı Temmuz ayında yaşanan kanlı darbe girişiminde
FETÖ taraftarı bazı asker ve subayların kışlalardan çıkış yapması, ağır
silahlarla halka saldırması, bombalama ve ateş açma eylemleri de kalkışma
örneğidir.
Ancak 17/25 Aralık 2013
tarihlerinde yaşanan olaylar, FETÖ'cü bazı emniyet ve yargı mensuplarının
yürüttükleri hukuksuz gözaltı operasyonlarıdır. Bu bir kalkışma değil, anti demokratik yollarla Hükümeti devirme
yani bir "Darbe Girişimi"dir. Ayrıca
bu operasyonlar e-mailde
yazdığı şekilde "sonbaharda" değil kışın ortasında olmuştur.
2013 yılında yaşanan
Gezi Olayları sonrası, özellikle PKK terör örgütü ülkede oluşan karışık
atmosferi fırsat bilerek başkaca eylemler yapma hazırlığında olduğunu çok
kereler duyurmuştur. Bu konuda birçok haber
yapılmış, araştırma raporları yayınlanmıştır.
Örneğin
BİLGESAM (Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar Merkezi) Başkanı Atilla Sandıklı, PKK'nın 2013 yılında "Kıra
Dayalı Şehir Savaşı" stratejisini hayata geçireceğini belirtmiştir.
SETA tarafından yayımlanan
"kurgu ile gerçeklik arasında Gezi
eylemleri" isimli raporun 29. sayfasında şu ifadeler yer almaktadır:
"Temmuz ayında hükümete sunulan istihbarat raporunda Gezi Parkı eylemlerinin
Eylül ve Ekim aylarından itibaren
yeniden hareketleneceği ifade edildi."
Yine SETA'ya ait 23 Eylül 2013'te yayımlanan bir makalede şu yorum yapılmaktadır:
"Sonbahar üzerine üretilen
spekülasyonlar da boşa çıkması mukadder
görünüyor. Bu söylediklerimiz, önümüzdeki dönemlerde başka eylemlerin olmayacağı anlamına gelmiyor."
Star
Gazetesi'nin 31.07.2013 tarihli yayınında "Eylül'e Dikkat" başlığı
ile şu haber verilmiştir:
"Gezi Parkı protestoları ile başlayan eylemlerin
Eylül ve Ekim aylarında yeniden hareketleneceğine dair istihbarat raporları
hükümete sunuldu. Gençlik kamplarında örgütlenen marjinal gruplar, okulların
açılması, liglerin başlamasını bekliyor."
A Haber'in
30.07.2013 tarihli yayınında "Arınç: Yeni gösteriler olacağı istihbaratı
var" başlığı ile şu haber verilmiştir:
"Gezi Parkı eylemleriyle ilgili konuşan Bülent Arınç
(/index/bulent_arinc), farklı amaç ve şekillerde yeni gösteriler olacağı
yönünde istihbarata sahip olduklarını söyledi."
Beyaz
Gazete'nin 31.07.2013 tarihli yayınında "Gezi'cilerin sonbahar planı"
başlığı ile şu haber verilmiştir:
"Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, Gençlik veSpor Bakanı Suat Kılıç, AB Bakanı Egemen Bağış,
Başbakan'ın Başdanışmanı YalçınAkdoğan ve AK Parti Genel Başkan
YardımcısıHüseyin Çelik'e sunulduğu
ifade edilenraporlarda, organizatörlerin eylül- ekim ayları içineylem planı yaptığı vurgulandı."
Aynı tarihlerde sosyal medya üzerinden de
konu ile alakalı çok sayıda paylaşım yapıldığı görülmektedir:
serkanerdoganTwitter'da: https://twitter.com/serknerdogan/status/363609549418147840
Adana Dev-Lis.Twitter'da:
https://lwitter.com/Adana DevLiss/status/37302091022089421O
.. MirayAlanlarTwitter'da:
SözAvcıs.ıTwitter'da:
Elif ÔzerdenTwitter'da:
https://lwitter.com/elifozerden/status/3624B3654B67435521
Müvekkilin
birçok arkadaşı da o tarihlerde bu konuya dikkat çekerek yeni ayaklanmalar
olabileceği konusunda tüm Türkiye'yi uyaran sosyal medya paylaşımları
yapmışlardır:
Tüm bu bilgilerden o tarihlerde Türkiye genelinde bir
"Sonbahar kalkışması" endişesi taşındığı, Gezi benzeri olacağı
düşünülen bu kalkışmaya karşı müvekkil ve arkadaşlarının toplumu ve ilgili
makamları uyardığı, bunu vatanın ve devletin yüksek menfaatlerini düşünerek
yaptıkları açıkça görülmektedir.
İddia makamı, kanunların emrettiği şekilde şüphelilerin aleyhine olduğu kadar
lehine olan delilleri de
araştırmış olsaydı, müvekkilin ve tüm arkadaş camiasının, iddiasındaki teoriye
tamamen karşıt kişiler olduğunu, her karmaşa ve sıkıntı döneminde can-ı
gönülden demokrasiyi ve seçilmiş hükümeti savunduklarını rahatlıkla
görebilirdi.
İddia makamının son derece
zorlama mantıklarla müvekkili
ilişkilendirmeye çalıştığı
FETÖ, uzun yıllardır devletin resmi kurumları içinde gizli bir biçimde
örgütlenmiş, devleti ele geçirme planları yapmış, bu çirkin emeline ulaşmak
için dış mihraklarla işbirliği yapmaktan, hükümetimize ve Cumhurbaşkanımız
Sayın Erdoğan'a saldırmaktan ve milletimize silah doğrultmaktan çekinmemiş hain
bir terör örgütüdür. Oysa müvekkil ve tüm arkadaşları ise gerek fikirleri ve
idealleri gerekse hayatları boyunca ortaya koydukları eserler,
gerçekleştirdikleri ilmi ve kültürel faaliyetler bakımından FETÖ'NÜN TAM OLARAK
ZlTTlDlRLAR.
Müvekkil
ve arkadaş çevresi devletimizi, milletimizi, hükümetimizi ve Cumhurbaşkanımız
Sayın Erdoğan'ı, iç ve dış mihraklara ve terör örgütlerine karşı, her zaman,
özellikle de kanlı darbe girişimi, Gezi Olayları gibi önemli badireler
atlattığımız dönemlerde cansiperane savunmuşlardır.
Müvekkil
yıllardır yaptığı canlı yayın konuşmalarında, devamlı surette ve kararlılıkla;
•
Sağcı-solcu her vatandaşımızın Sayın Cumhurbaşkanımız'ı desteklemesi
gerektiğini,
•
Vatanını, milletini ve devletini seven herkesin devletin
hayrı ve milletin selameti için Sayın Cumhurbaşkanımız'ın
şahsını korumada tereddüt etmemesi gerektiğini,
•
Sayın Erdoğan'a milletçe manevi
destek sağlanmasının çok önemli olduğunu,
•
Türkiye karşıtı
karanlık odaklara karşı yiğitçe, cansiperane tavır alan Sayın Sayın
Cumhurbaşkanımız'ı hangi partiden
olursa olsun millet
olarak tüm gücümüzle
desteklememiz gerektiğini,
•
Sayın Devlet Bahçeli'nin, Sayın Erdoğan'ı yalnız
bırakmaması gerektiğini,
•
Sayın
Cumhurbaşkanımız'a sahip çıkmanın siyaset meselesi olmadığı, dolayısıyla parti
liderlerinin de Sayın Cumhurbaşkanımız'ın şahsını desteklemesi gerektiğini,
•
Sayın Cumhurbaşkanımız'ın Özel Harekat ekipleri
ve uçaksavarlarla, yüksek güvenlik önlemleriyle korunmasının
sağlanması gerektiğini vurgulamıştır.
Yargılamanın
safahatlarında müvekkilin bu anlatımlarımızı ispatlayan canlı yayın
programlarından alınmış deşifrelerini sunmuştuk, hatırlatmak amacıyla bunlardan
örnekleri ekte tekrar dikkatinize sunuyoruz.
Müvekkilin
devletin anayasal bütünlüğü, demokrasiye olan bağlılık ve terörün çözüm
olamayacağını anlattığı yüzlerce makalesi dünya çapında gazete, dergi ve
internet sitelerinde yayınlanmaktadır. Bunlardan bazı örnekleri ekte sunuyoruz.
Müvekkil
2016 yılındaki kanlı darbe kalkışmasında ilk andan itibaren hükümetimizin
yanında yer almış, darbeyi tertipleyenlere karşı en güçlü ve kararlı tavrı
almış, arkadaşları da kendisine destek vermiştir. Müvekkilin arkadaş camiası,
kalkışmanın hemen sonrasında Türkiye
çapında başlayan "demokrasi nöbetleri"nde gönüllü olarak yer almışlardır.
Müvekkil 2013 yılındaki Gezi Olayları sırasında gerek TV'den yaptığı
canlı yayınlarda gerekse
sosyal medyadan yaptığı paylaşımlarda net bir şekilde hükümetten yana tavır
koymuştur.
Müvekkil
2017 yılındaki referandumda tavrını hükümetten yana koymuş, bu tavır ulusal
basında geniş yankı bulmuştur.
Müvekkil, Türkiye'nin üniter yapısına ve Anayasal düzenine
büyük bir tehlike
teşkil eden PKK terör örgütüne karşı uzun yıllardır
ilmi yöntemlerle ciddi şekilde mücadele
etmektedir. PKK
tehlikesi konusunda yazdığı kitaplar, köşe yazıları bulunmaktadır. Katıldığı canlı
yayın programlarında aralıksız
şekilde bu tehlikeye
dikkat çekmektedir. Arkadaş
camiası da bu eserlerden istifade ederek sayısız konferanslar düzenlemiş,
ücretsiz kitap dağıtım faaliyetleri yapmış, belgeseller çekmiştir.
Müvekkil on yıllardır yürüttüğü fikri çalışmalarla devlet
ve rejim düşmanlarına karşı mücadele etmiş ve daima devletimizin, emniyet
teşkilatımızın, askerimizin ve hükümetimizin yanında yer almıştır.
Müvekkil sadece PKK ve DHKP-C gibi komünist ve eli kanlı terör örgütleri
tarafından değil, aynı zamanda El Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütleri
tarafından da ölüm listesinealınmıştır. Bu sebepten
dolayı devlet tarafından kendisine koruma atanması kararları bulunmaktadır.
Müvekkilin
El Kaide ve DEAŞ'ın inanç yapılarının sapkın olduğunu, slam'la bağdaşmadığını, Kuran'a aykırı olduğunu ve slam'ın terörü lanetlediğini delilleriyle
ortaya koyan eser ve açıklamalarından sonra El Kaide ve DEAŞ terör örgütleri de
kendisini ölüm listelerine almıştır. Müvekkil
tüm bu tehditlere rağmen gerek yıllardır
yaptığı canlı yayınlardaki açıklamaları, gerekse
yazdığı kitap ve makaleleri ile bu terör örgütlerinin ideolojilerinin
yanlışlarını deşifre etmekten hiç çekinmemiştir.
Sonuç olarak, müvekkilin
gerçek fikirleri ve bu fikirler doğrultusunda yaptığı icraatları ortadadır. Bu fikir ve icraatlar net bir şekilde Türk
devletinin ve mevcut hükümetin yanında olduğunu, demokrasiyi desteklediğini,
devleti yıkmanın ve karmaşa çıkarmanın karşısında olduğunu göstermektedir. Uzun yıllara dayanan
bu kadar çok sayıda eser ve icraatı ortadayken, kendisini veya
arkadaşlarını FETÖ örgütü ile ilişkilendirmeye, devleti yıkma çalışmalarının
içine çekmeye çalışmak son derece mesnetsizdir.
E-MAlL
İÇERİĞİNDE BAHSİ GEÇEN CFR TOPLANTISI
CFR yani Council of
Foreign Relations (Dış lişkiler
Konseyi) merkezi ABD'nin New York şehrinde bulunan çok ünlü ve aktif bir
düşünce kuruluşudur.
İddia edilen e-mail yazışmasının yapıldığı 2013 yılı itibariyle müvekkilin arkadaşları arasında CFR ile tanışıklığı
olan kişi, müşteki Ceylan Özgül Kuruca'dır.
Kuruca'nın girişimleri ve
takibi neticesinde CFR'da düzenlenecek bir toplantıya Türkiye'den de temsilci
çağırılması kararı alınmıştır. Bunun üzerine müvekkilin arkadaşlarından sanık Ayşegül Hüma Babuna, konuyu ilk olarak
Cumhurbaşkanı danışmanı sayın İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı sayın Mevlüt
Çavuşoğlu'na aktarmıştır. Sayın Kalın ile konu hakkında uzun süren bir
görüşmenin sonunda Sayın İbrahim Kalın konuya sıcak yaklaşmış ve uygun
bulmuştur. Sayın Çavuşoğlu'nun yoğun programından dolayı tarihler kendisine
uygun olmamıştır. Babuna'nın hem sayın Sayın İbrahim Kalın ile hem de sayın
Mevlüt Çavuşoğlu ile yaptığı görüşmeleri cep telefonuyla gerçekleştirildiği
için, HTS kayıtlarına bakılması durumunda bu görüşmelerin yapılmış olduğu
kolaylıkla teyid edilebilir.
Hem
sayın İbrahim Kalın'ın hem de sayın
Mevlüt Çavuşoğlu'nun programlarındaki uygunsuzluk üzerine Hüma Babuna da
Dışişleri eski Bakanı sayın Yaşar Yakış'a konuyu aksettirerek kendisinin
Türkiye'yi temsilen toplantıya katılması için çağrıda bulunmuştur. Sayın
Yaşar Yakış'ın Oxford
Üniversitesi'nde eğitim görevlisi olarak yer almasından dolayı Yaşar Yakış'ın
programı da uygun olmayınca bu toplantıya katılım gerçekleşmemiştir.
Görüldüğü
üzere iddia edilen e-mail yazışmasında bahsi geçen toplantı konusu, devletin
ilgili en üst kademelerine aksettirilmiş ve bu icazetle hareket edilmiştir.
Ayrıca,
CFR'da bir toplantıya katılmak ve katılması için birini davet etmek suç
değildir. CFR bulunduğu ülkenin
yasalarına göre kurulmuş ve faaliyet gösteren
bir
düşünce kuruluşudur. Sayın Cumhurbaşkanımızın da aralarında bulunduğu birçok siyasetçi, akademisyen,
gazeteci, yazar veya araştırmacı daha önceden CFR'nin etkinliklerine
katılmıştır. Bunda da hiçbir kanunsuzluk ve mahzur yoktur. Bu kişilerin söz
konusu toplantılara istedikleri gerekçeyle katılmakta özgür oldukları
tartışmaya açık olmayan bir gerçektir.
TÜSİAD heyeti CFR toplantısında
ABO'ye gıden TUSİAD'dan bır heyet, Brookfngs Enstıtusu"de yapılacak ıran konulu kap CFR'de yuva,.ıak masa toplantısına katılacak Tuık Sanay,c.ı v.alı;,.aııaamlan □er"ne-;, (TUSIAD) H rı=tı çE-1ııtlı u.s duzey t.emasldrdd ouıunı--nak uzerıP ABD':,,r oıttı,
28 30 Nıs.an \Qrıhıerlrıde- W Gt-ı•n-.ııon'd,:., tıı:m s.ı,:ıırdttburvn •'CoM;TVSIAO Vonctım Kvrulv Başkant Muhaue-n-ı Yılmaz b ş,kanı19,ndak, Heyec·ın Dış llı kıler t<onseyıı tarafından du2ıanlıiin2cek.yuva1'1ak ma a tapfancıs na katılac.a,jı kaydB-ciıldı.
TUSIAO'cıeıın )1 pılıon çıkl m d tern !.lı:v ç-c-rt;C'\o' !.ındı::-Tur kıyı:- ı ı::- ABD -:ır.a ındokı 51 ası
ve t:ık.onon-ıık ,ııı,;;, ,ıcınn ele olırı-aco ı belı•l l•rken. $0..:? kon\..l!ı-u pr-og,arnın oyr,ntılı:ırırıo,t, kln de-ş.u b,ıg ıer ven dı. .,2ıyaretın ılkgununde TUSIADBaş.kanı Muharrem 'Yı1rnaı= Brookrng.s
En5utusu ,ı,ae Turkl},'e·nın enerJ+guı,,,,enltQının e-ıe a ınacag, konferansın açılış. onu rnas.,r-u yapaca.ı.. Brookıng,;. En,;. ıt-.ısu ,te ayr,ca ı,an konı...ıh...it<;=t.pcılı b r oplarıtı Qef"ç.elotıP-r,;tjrıiece .
TUSIAD ,-,c)'etı Nı on ounu ABDTı::-l"T'lıSIIC eı M it ve Beyaz Sar y Uıu I Cıuı.ır:n!lk
Kon!icyı nezd nd ooru-=,mıeıerde bulunac,:ı,,ı.ı.. Hey t. 30 N+san·d M n<e-z Barıka-;ı FED'ın kı Başkarıı Ben Bernarık-e ııe- bıraırzıya gete-cek ABD ışdunyasırı,n onde- gelen
kuruıu;.ıarından Bu ıne R-oundı:ableet.k.Jlılerıyle goru cek olan TLJSiAD hey.e-tı. Dış IU-ı;;'<•I.Pr Konr • tCoun.cıl o" ı=or ,g C!F-•aı ıon-; - C.FOltara ır,.dandıux nroenıF-C.el• yı.,ı,,,,artalc ıTto5.0 toı>I .nttS>ırı kot.ıl ca"I-<'
Cuncell rne Tarmı. 29 N,san 201••. 15.Jl
ŞERİF ALİ TEKALAN ZİYARETİ
İLE ALAKALI İSNATLARA YÖNELİK SAVUNMAMIZ
İddianamede, sanıklar Kartal ş ve Altuğ Müştak Berker'in Fatih Üniversitesi rektörü Şerif Ali Tekalan ile çekilmiş tek bir fotoğrafına (o da bir iftar davetinde çekilmiş olan fotoğraftır) yer verilmiş
ve bir tane fotoğraf
üzerinden güya FETÖ ile irtibat
ve yardım isnadında bulunulmuştur.
Aşağıda detaylarıyla açıklayacağımız üzere 40 yıldır
faaliyet halinde olan müvekkil ve arkadaşları için sözde Fetö iltisakına delil
olarak tek bir fotoğraf karesinin ortaya konulması iddianamenin acziyetinin
ispatı niteliğindedir. Eğer iddia
makamının isnatı doğruluk payı içerseydi, FETÖ gibi devletin tüm kurumlarına
sızmış, devletin ve milletin büyük çoğunluğunun her kademesiyle bağlantı haline
olan, hayatın her alanına girmiş bir örgütle 40 yıl gibi uzun bir zaman dilimi
içinde bağlantıya dair tek bir fotoğraf
karesi değil, Türkiye'deki sayısız kurumda olduğu gibi onlarca fotoğraf
albümünün ortaya çıkması gerekirdi.
Buna
ilaveten, İstanbul 32. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin 2018/116 esas sayılı dosyasında FETÖ Silahlı Terör Örgütü'ne üye
olmak suçundan sanık olarak yargılanmakta olan Serkan Arslan isimli kişinin
verdiği ifadesinde bu görüşmenin güya müvekkil ve arkadaşlarının FETÖ'ye destek
amaçlı gerçekleştirildiği iddia edilmiştir.
İddia makamının esas hakkındaki mütalaasında konu şu şekilde değerlendirilmiştir:
"Katılan Serdar Öztürk'ün kovuşturma aşamasında
sanıklar Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna ile ilgili olarak mail adresinden
telefon irtibatları incelendiğinde, Şerif Ali Tekalan isimli Fetönün 12
imamından olan kişi ile iletişim kaydı olduğu...
FETÖ Terör Örgütünün firari yöneticisi Şerif Ali Tekalan
isimli şahsın, Adnan Oktar Suç Örgütünün tutuklu mensubu Kartal İş ve Altuğ
Müştak Berker tarafından Fatih üniversitesinde ziyaretine ilişkin paylaşımlar
tespit edilmiştir.
İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/116 esas sayılı
dosyasında Fetö Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçundan sanık olarak
yargılanmakta olan ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini
ileri süren Abdulkadir ve Fatma oğlu, Çubuk doğumlu, 15094052972 TC. Kimlik
numaralı Serkan ARSLAN mahkemeye sunmuş olduğu dilekçesinde özetle
"Üniversiteye {Fatih Üniversitesi kastedilmektedir) Adnan OKTAR bir gün
iki kişi gönderdi. 17-25 Aralık döneminde sizlere destek olacağız diye {Şerif
Ali TEKALAN'a) söylemeleri için göndermiş''
İFTAR YEMEĞİNİN DÜZENLENDİĞİ TARİH
İTİBARİYLE TÜRKİYE'DE FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ KAVRAMI BİLİNMİYORDU
İddianamede yer verilen fotoğrafın çekildiği iftar yemeğinin tarihi 09.07.2014'tür. Bu tarihte Fatih
Üniversitesi devlet izniyle faaliyet gösteren legal bir kurumdur. Ve bu tarihte henüz MGK'nun FETÖ'yü
"Paralel Yapılanma" olarak adlandırdığı karar dahi çıkmış değildir. Söz
konusu karar, bu iftar yemeğinden 3 AY
SONRA, 30 Ekim 2014'de çıkmıştır.
Fatih
Üniversitesi'nin FETÖ ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle kapatılması ise ancak
15.07.2016 hain darbe kalkışmasından sonradır. Şerif Ali Tekalan hakkında
soruşturma açılması ve hakkında yakalama kararı çıkarılması da yine hain darbe
kalkışması ertesinde gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla
fotoğrafın çekildiği tarihte, Fatih Üniversitesi dönem itibariyle YÖK
tarafından verilen yasal izinle faaliyet gösteren bir eğitim kurumudur ve Şerif
Ali Tekalan isimli kişi de o tarih itibariyle hakkında hiçbir soruşturma veya
suç isnadı olmayan, yasal yollardan Fatih Üniversitesi'nin rektörlüğü görevini
icra eden bir kişidir.
15
Temmuz 2016 tarihindeki kanlı darbe kalkışması öncesinde Fatih Üniversitesi
binlerce öğrenciye eğitim veren, Devlet büyükleri tarafından da desteklenen bir
eğitim kurumu olmuştur.
Nitekim
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2008 yılında bu üniversitenin
eğitim yılı açılış törenine katılmış ve Fatih Üniversitesi'nden fahri doktora unvanı
almıştır:
DAVA DIŞI SERKAN ARSLAN İSİMLİ
KİŞİNİN İDDİALARI MAHKEME HUZURUNDA TARTIŞILMAMIŞTIR.
Gerek
iddianamede gerekse esas hakkındaki mütalaada, Şerif Ali Tekalan isimli şahısla
Kartal İş ve Altuğ Müştak Berker'in bir yemek organizasyonunda çekilmiş
fotoğrafının olmasını güya FETÖ'ye yardım isnadına dayanak yapmaya çalışan
iddia makamı, bu iddiasına Serkan Arslan isimli bir kişinin yazdığı bir
dilekçedeki kısa anlatımı dayanak yapmaya çalışmaktadır. Şöyle ki;
Soruşturma Savcısı Caner
Babaloğlu 06.12.2018 tarihinde İstanbul
32. Ağır Ceza Mahkemesi'ne bir müzekkere yazarak, "Mahkemenizin 2018/116 Esas sayılı dosyasında sanık olarak
yargılaması devam etmekte olan ve etkin pişmanlık kapsamında beyanlarda
bulunduğu bilinen
sanık Serkan Aslan'a ait beyan ve savunmalarını içerir ifade tutanakları, sorgu zabıtları, duruşma
tutanakları ve dilekçe suretlerinin” dosyaya celbini
talep etmiştir.
Her ne kadar İstanbul 32.
Ağır Ceza Mahkemesince gönderilen cevabi müzekkerenin üst yazısı dosya
içerisinde bulunmasa da "326730"
sicil numaralı İbrahim Halil Aygüner isimli polis memurunun 07.12.2018 tarihli
"evrakı elden teslim aldım" derkenar yazısı nedeniyle mahkeme tarafından
ilgili evrakların aynı gün veya bir sonraki gün gönderilmiş olduğunu anlamaktayız.
Savcı Caner Babaloğlu müzekkeresinde, Serkan Arslan
isimli kişinin dosya kapsamında değerlendirilecek bir etkin pişmanlık ifadesi
olduğunu nereden bildiğini belirtmemiştir. Müzekkerede sadece "etkin
pişmanlık kapsamında beyanlarda bulunduğu bilinen" demekle yetinmiştir.
Serkan
Arslan isimli kişinin etkin pişman olduğuna ve huzurdaki dosyayı ilgilendirecek itiraflarda bulunduğuna dair o dönem veya sonrasında basına
yansıyan bir haber veya dosyamız kapsamında verilmiş bir ifade yoktur. Tarafımızca "Google"
arama motorunda yapılan
araştırmada hiçbir haber, bilgi vb. çıkmamıştır. Savcı Caner Babaloğlu'nun bu bilgiye nasıl
ulaşıp müzekkere yazdığı müphem kalmıştır.
Bunun haricinde söz
konusu dilekçenin dosyamız bakımından delil değeri yoktur. Serkan Arslan
isimli kişi dava dışı bir kişidir ve ona ait olduğu iddia
olunan dilekçedeki hususlar teyide
muhtaçtır. CMK m.217/1'de, 11Hôkim1 kararını
ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere
dayandırabilir." denmektedir. Ancak Savcılık
veya Sayın Mahkemeniz iki yıldır dosyada
mübrez bu dilekçenin sahibini
çağırıp dinlememiştir. Dilekçenin kendisine ait olup olmadığı ve dilekçede bahsedilen hususların
doğruluğu kendisine sorulmamıştır.
Serkan Arslan
isimli kişinin iddiaları
tamamen soyut ve dayanaksızdır. "Üniversiteye
Adnan Oktar bir gün 2 kişi gönderdi. 17-25 Aralık döneminde sizlere destek olacağız diye söylemeleri için göndermiş. Ama Tekalan kabul etmedi onlarla
çay içtikten sonra uğurladı" şeklindeki yer,
tarih vb somut detaylar içermeyen iddiaların ceza hukuku bakımından değeri
yoktur. Ayrıca bu beyanların etkin pişmanlık kapsamında verilmiş olduğu hususu da mutlak suretle göz önünde
bulundurulmalıdır.
Dosyada
mübrez evraklardan anlaşıldığı üzere bu kişi emniyet ifadesi, tutukluluk
değerlendirmesi ve duruşma ifadeleri dahil toplam 6 ayrı tarihte ifade vermiş
ve hiçbirinde bu iddiadan
bahsetmemiştir. Daha sonrasında cezaevinden gönderdiği
05.11.018 tarihli
dilekçesinde -yani 7. ifadesinde- sadece iki satır
yazdığı bu iddiadan bir sonraki gün katıldığı duruşmada dahi bahsetmemiştir. Özetle dosyamıza yansıyan evraklardan görebildiğimiz
kadarıyla bu kişi toplam 8 ayrı ifadesinin sadece birinde iki satır ve üç kısa cümleden
ibaret soyut bir iddiada bulunmuştur.
Bunlarla
birlikte bu kişinin iddiaları ve etkin pişmanlık talebinin kabulü hakkında
kesinleşmiş bir yargı kararı olduğuna
dair dosyamızda bilgi
yoktur. Hal böyleyken bu kişinin iddialarına itibar edilmemesi gerektiği açıktır.
Ayrıca savunmamızın diğer
bölümlerinde belgeleriyle ortaya koyduğumuz üzere müvekkil ve arkadaşlarının 17/25 Darbe Girişiminin ilk anından itibaren
Hükümetin yanında yer aldığı ve FETÖ'ye karşı bir tutum sergilediği bilinen bir
gerçektir.
MÜVEKKİL ADNAN OKTAR
17/25 DARBE GİRİŞİMİNİN İLK ANINDAN İTİBAREN, FETÖ'NÜN SAYIN TAYYİP ERDOĞAN
VE HÜKÜMET ÜYELERİNE YÖNELİK
VE DİREKT AK PARTİ HÜKÜMETİNİ
HEDEF ALAN YARGI YOLLU BİR DARBE GİRİŞİMİ İÇİNDE OLDUĞUNU, HALKIMIZIN ÇIKARILAN
BU KURU GÜRÜLTÜYE İTİBAR ETMEMESİNİ VE DÖNEMİN BAŞBAKANINI VE HÜKÜMETİ
DESTEKLEMEYE DEVAM ETMELERİNİ SÜREKLİ OLARAK CANLI YAYINLAR ARACILIĞIYLA İFADE
ETMİŞTİR.
Unutmamak gerekir ki 17 Aralık tarihinden başlayıp 31
Mart yerel seçimlerine kadar devam eden süreç, Türkiye'nin yolsuzluk
iddialarıyla sarsıldığı, hükümeti destekleyen
kişilerin -Hükümeti tenzih ederiz-
hırsızlığı ve yolsuzluğu
destekleyen insan damgası yediği, yargının neredeyse tamamının Fetö'nün
denetiminde olduğu, kim Hükümete
destek verirse onun da yolsuzluk iftirasına uğrayanlarla
birlikte yargılanıp suçlu ilan edileceği bir süreçtir. Bu süreç içerisinde FETÖ, M T tırlarını durdurmaya
yeltenecek kadar kibirli ve ekabirdir. Muhalefet liderleri dahi Hükümete var
güçleriyle malum montaj ses kasetleri üzerinden yüklenmiş, bugün Hükümetimizin
en güçlü destekçisi olan Sayın Devlet Bahçeli dahi söz konusu karalamaları
destekleyen bir üslup benimsemiştir. Bu
süreç içerisinde müvekkil Adnan Oktar'ın 17/25 Aralık döneminde Hükümeti tüm
yüreğiyle desteklemiş olması tarihte örneğine az rastlanır bir cesaret
olmuştur.
Dolayısıyla
söz konusu kişinin etkin pişmanlık ifadesinde yer alan ve tamamen hayali bir
kurgudan oluşan bir iki cümlesinin, tüm Türkiye'nin gözü önündeki bu gerçek
karşısında bir değeri bulunmamaktadır.
ŞERİF ALİ TEKALAN İLE TELEFON
İRTİBATI TEK BAŞINA
SUÇ DELİLİ DEĞİLDİR
İddia makamı herhangi bir araştırma yapmaksızın, sadece müşteki Serdar
Öztürk'ün ifadesinde zikredilen bir cümleyi esas hakkındaki mütalaasına
aktararak sanıklar Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna'nın Şerif Ali Tekalan
ile telefon bağlantısı olduğunu iddia etmiştir. Ancak telefon kayıtları incelendiğinde ortaya suça dair herhangi bir
tablo çıkmamaktadır.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan "numara bazında
tepe yönetim sorgusu fetöcü
şahıslarla HTS kayıtları" adı verilen tabloda,
mezkur 2 sanığın
Şerif Ali Tekalan ile irtibat
durumu şu şekilde görülmektedir:
1.
AYLİN ATMACA'nın kullanımındaki telefon ile Şerif Ali Tekalan
arasında 2 telefon görüşmesi ve 10 mesaj gönderimi
bulunmaktadır. Telefon görüşmeleri 2014 yılının başında, mesajlaşmaların 8
tanesi 2012 yılında, 1 tanesi 2013 yılında, 1 tanesi ise 2014 yılındadır. 2014 yılının Haziran ayından sonra Aylin
Atmaca'nın Şerif Ali Tekalan ile hiçbir irtibatı olmamıştır.
MESAJ GÖNDERİMLERİNİN TAMAMI DİNİ BAYRAMLARIN KUTLAMALARI İÇİNDİR.
Mesaj tarihleri ve hangi bayrama
denk geldiği şu şekildedir:
24.05.2012 Regaip Kandili
17.06.2012 Miraç Kandili
14.08.2012 Kadir Gecesi
19.08.2012 Ramazan Bayramı
25.10.2012 Kurban Bayramı
10.08.2013 Ramazan Bayramı
12.06.2014 Berat Kandili
Bu mesajlaşmalar özel bir
kişiye yönelik olmayıp telefon rehberindeki tüm numaralara aynı anda
aynı kutlama mesajının otomatik
gönderimi şeklindedir. Yani İÇERİĞİNDE BİR KONUŞMA, SOHBET, FİKİR
ALIŞVERİŞİ VB. YER ALMAMAKTADIR.
Telefon konuşmalarına baktığımızda ise tablo şu şekildedir:
28.01.2014 74
saniye
06.02.2014 29
saniye
Aylin Atmaca'nın
Şerif Ali Tekalan ile bundan başka hiçbir irtibatı bulunmamaktadır. Sadece bu kutlama mesajları ve
2014 yılı başındaki içeriği belirsiz -üstelik
MGK'nın paralel yapılanma yönündeki açıklaması ve yargı kararları öncesinde- 2 kısa telefon konuşmasına dayanılarak FETÖ'ye destek ve
yardım sonucu çıkarmak mümkün değildir.
Aynı zamanda da iyi niyetten uzak bir tutumdur.
2.
AYŞEGÜL HÜMA BABUNA'nın kullanımındaki telefon ile Şerif Ali Tekalan
arasında 7 telefon görüşmesi ve 5 mesaj gönderimi bulunmaktadır. Telefon
görüşmeleri de mesajlaşmalar da 2014 yılının içindedir. 2014 yılının Sonbaharından sonra Ayşegül Hüma Babuna'nın Şerif Ali
Tekalan ile hiçbir irtibatı olmamıştır.
Kaldı
ki Şerif Ali Tekalan ile söz konusu tarihlerde yapılan telefon görüşmeleri ve
mesajlaşmaları sözde bir delil gibi görülecekse, basına
da yansıdığı üzere,
Türkiye'nin önde gelen birçok
isminin 2014'deki MGK kararından sonra
dahi Şerif Ali Tekalan ile irtibatının devam ettiği bilinmektedir. Şerif Ali Tekalan'ın yargılandığı Karlov sukiasti davasına giren telefonuna ait HTS
kayıtlarında, söz konusu ismin görüşme yaptığı birçok kişi ortaya çıkmış, bu
kişilerin isimleri ve görüşme tarihleri basında da yer almıştır:
Tekalan'ın telefonla aradığı-arandığı, mesaj attığı ve mesaj aldığı isimler şunlar:
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU, BÜLENT ARINÇ, ABDÜLKADİR AKSU, MEHMET SAĞLAM, HÜSEYİN KOCABIYIK, AHMET İYİMAYA, NABİ AVCI, EDİBE SÖZEN, CEVDET ERDÖL, SÜLEYMAN SOYLU, YAŞAR YAKIŞ.
Listede HİKMET ÇETİN, NURETTİN DEMİR, METİN LÜTFÜ BAYDAR, MUSTAFA DESTİCİ1
LÜTFULLAH KAYALAR ve VEHBİ DİNÇERLER ile
YILMA DURAK da var.
Dikkat çekici bürokrat
ve kurumlar ise şöyle:
YÖK BAŞKANI YEKTA SARAÇ, TRT ESKİ GENEL MÜDÜRÜ İBRAHİM ŞAHİN, PROF. YUNUS SÖYLET, MİT ESKİ MÜSTEŞAR YARDIMCISI CEVAT ÖNEŞ, halen "FETÖ"den
tutuklu isimler eski istihbaratçı Basri Aktepe (Şubat
2012'de peş peşe 5 kez görüşme), eski polis müdürü Recep
Gültekin, eski T B Başkanvekili Osman Nihat Şen.
TBMM Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, AKP Genel
Merkezi, Diyanet İşleri Başkanlığı.
Ve ABD'nin
Ankara Büyükelçiliği ile Mart-Haziran ayları arasında 20 civarında
görüşme.
1 Aralık 2013 ve 31 Aralık 2014 tarihleri arasında
Tekalan'ın şu isimlerle görüştüğü veya mesajlaştığı
görülüyor:
MEHMET SAĞLAM, ABDÜLKADİR AKSU, VECDİ GÖNÜL, ALİ COŞKUN, YAŞAR YAKIŞ1 EGEMEN
BAĞIŞ, FAİK TUNAY,
VAHİT KİRİŞÇİ, BAYRAM
ÖZÇELİK, HÜSEYİN KOCABIYIK, SAİD YAZICIOĞLU, HÜSEYİN ÇELİK, FARUK
ÖZAK, AHMET İYİMAYA, REHA ÇAMUROĞLU,
ÖMER FARUK ÖZ, İLYAS ÇAKIR, MURAT BAŞESGİOĞLU, MUZAFFER BAŞTOPÇU, MERHUM GALİP
DEMİREL.
Mesela 8 Kasım 2014'te ABDÜLKADİR AKSU ile 3 kez görüşmüşler.
Aynı döneme ilişkin
olarak listede yer alan diğer isimler de şunlar:
HİKMET ÇETİN, METİN
LÜTFÜ BAYDAR, İSTEMİHAN TALAY, MUSTAFA AKAYDIN, AHMET TOPTAŞ, M. SARIGÜL, FETHİ YAŞAR.
EKMELEDDİN İHSANOĞLU, MERAL AKŞENER,
KENAN TANRIKULU, MEHMET PARSAK, OKTAY VURAL, YILMA
DURAK, MERHUM YUSUF
ZİYA İRBEÇ.
MUSTAFA KAMALAK, OLTAN SUNGURLU,
REMZİ ÇAYIR, VEHBİ DİNÇERLER,
GAFFAR YAKIN.
YEKTA SARAÇ, MEHMET GÖRMEZ,
İBRAHİM ŞAHİN, ALİ BARDAKOĞLU, YUNUS SÖYLET, ÖMER SERTBAŞ (BİNALİ
YILDIRIM'IN DANIŞMANI), MEHMET HABERAL, CEVAT ÖNEŞ, İBRAHİM ŞAHİN, KUTLU SAVAŞ,
İLYAS ARLI (DANIŞTAY ÜYESİ), HASAN BASRİ AKTAN, İZZETTİN DOĞAN.
En çok görüşülen kurumların başında ise Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri
Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile TRT Genel Müdürlüğü geliyor.
Trafiğin oldukça
azaldığı 2015 yılına da bakalım. Tekalan'ın görüştüğü, mesaj attığı veya aldığı isimler şöyle:
ÖMER FARUK ÖZ, FAİK TUNAY, BURHANETTİN UYSAL, M.
BAŞESGİOĞLU, FARUK ÖZAK,
BURHANETTİN UYSAL, AHMET TOPTAŞ, YILMA DURAK, HASAN BASRİ AKTAN, YUNUS
SÖYLET, CEVAT ÖNEŞ, DOĞU ERGİL,
ESER KARAKAŞ.
Kayıtlara göre,
Tekalan'a en son 3 Mayıs'ta Yılma Durak 5 mesaj attı. 6 Mayıs'ta Yunus Söylet 2 mesaj, Tekalan 1 mesaj
gönderdi.
Tekalan'la görüşen son
isimler ise 13 Temmuz'da Yılma Durak, 21 Ekim'de Hasan Basri Aktan (2002-2009 yılları arasında Maliye Bakanlığı Müsteşarıydı) oldu.
{https://www.birgun.net/haber/feto-nun-en-kritik-isminin-kimlerle-gorusme- yaptigi-ortaya-cikti-278219)
MÜVEKKİL SÖZ KONUSU SUÇ İSNADI
BAKIMINDAN TCK m.220/5'TE ZİKREDİLEN AZMETTİRİCİ SIFATINI TAŞIMAMAKTADIR
Savcılık iddianamesinde
sözde örgüt üyelerinin işlediği iddia ettiği suçlardan örgüt yöneticisi olduğunu
ifade ettiği Adnan Oktar'ı da TCK md. 220/5 gereğince
fail olarak sorumlu tutmak
istemektedir. Maddenin gerekçesinde, hükmün konuluş amacı, "örgüt yapısı içinde, kendisine suç işlemek gibi örgütün amacına
uygun bir görev verilen kişi bu görevini yerine getirmezse, hemen yerine bir
diğeri rahatlıkla ikame edilebilmektedir" düşüncesine
dayandırılmıştır.
Doğrudan
failin istendiği zaman yerine başkasının ikame edilebilmesi ve o kişi yerine
başka bir kişinin de örgütün amaçları doğrultusunda suçu işleyebilecek durumda olması,
ancak sıkı organizasyon yapısına sahip mafya tipi örgütler
ve terör örgütleri bakımından
söz konusu olabileceği doktrinde kabul edilmektedir.
Sıkı
bir hiyerarşik yapıya sahip olmayan örgütler bakımından da TCK md. 220/5'in
uygulanabileceği ihtimalinin kabul edilmesi, örgüt yapısı içinde doğrudan
failin yerine bir başkasının rahatlıkla ikame edilebilmesi nedeniyle örgüt
yöneticilerinin örgüt üyelerinin işlediği bütün suçlardan sorumlu tutulacağına
ilişkin peşin bir varsayım gerçekçi değildir. Bu nedenle örgüt yöneticilerinin
örgütün faaliyeti kapsamında işlenen suçların faili sayılabilmesi için suçun işlenmesini ne ölçüde güvenceye
aldıklarının her somut olay bakımından değerlendirilmesi gerekir. Sıkı
hiyerarşik bir yapıya sahip olmayan örgütlerde doğrudan suçu işleyen kişinin
yerine bir başkasının ikame edilmesi mümkün olmadığından, her somut olayda
doğrudan failin işlediği fiillerin hangi koşullar çerçevesinde örgüt
yöneticilerine yüklenebileceğinin değerlendirilmesi gerekir.
Örgüt
yöneticisinin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçla herhangi bir ilgisinin
olup olmadığı araştırılmaksızın, yalnızca yönetici
olması nedeniyle kişiyi işlemediği
veya bağlantılı olmadığı
bir suçtan cezalandırmak üçüncü kişinin fiilinden ceza sorumluluğu anlamına gelir ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine (AY md. 38/7)
aykırı olur.
İsnadın konusunu oluşturan ziyaret müvekkilimiz
tarafından değil, iki arkadaşı tarafından yapılmıştır. Doğaldır ki müvekkil her arkadaşının her gün nereye kimi ziyarete gittiğini bilemez, bu kişilerin bu
hareketlerinden dolayı da sorumlu tutulamaz.
Sanıklar Kartaş İş
ve Müştak Altuğ Berker'in söz konusu iftar yemeğine katılmaları konusunda müvekkil Adnan Oktar'ın bu
sanıklara emir – talimat verdiğine yönelik bir bulgu, bilgi, belge veya
somut delil yoktur, müvekkilin bu konudan
haberi dahi yoktur.
Ayrıca TCK m.220/5'te zikredilen "örgüt yöneticileri, örgütün
faaliyeti çerçevesinde
işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca
fail olarak cezalandırılır" hükmünün
uygulanışı, bizzat kanunu yazan akademisyenler tarafından dahi
eleştirilmektedir.
Burada
kastedilen hareket, bir suç örgütü yöneticisinin örgüt bünyesindeki herhangi
bir üyeye tam tahakküm sağlayarak, adeta üyenin zihnini kendi zihniymiş gibi
idare ederek, bir suçu işlemesini sağlamasıdır. Ancak bu şekilde işlendiği
tespit olunan bir suç bakımından örgüt yöneticisi, asıl fail gibi cezaya çarptırılacaktır. Diğer türlüsü, cezaların şahsiliği prensibine aykırı bir durum
oluşturur ki bu da hukukun ruhu ile uyuşmaz.
İddianamede yer alan suç isnadı
bakımından uygulamayı incelediğimizde, arkadaşlarından ikisinin günlük
yaşayışları içinde katıldıkları bir iftardan dolayı müvekkilin sorumlu
olamayacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla da müvekkile bu suç isnadı
bakımından TCK m. 220/5 uyarınca cezaya hükmedilmesi mümkün değildir.
Müvekkilimiz Adnan Oktar
her zaman FETÖ zihniyetiyle mücadele
ettiği gibi, hiçbir
arkadaşına FETÖ'ye
destek verme, yardımcı
olma gibi bir emir – talimat vermemiştir. Ne iddianamede ne de
soruşturma dosyası içinde bunu kanıtlayan bir bilgi, belge, delil bulunmamaktadır. Müvekkil, her arkadaşının her gün ne işle meşgul
olduğunu, nereye gittiğini, kimlerle
görüştüğünü bilemez. Dolayısıyla böyle bir görüşmeden de haberdar değildir.
15 TEMMUZ
DARBE GİRİŞİMİ GECESİ A9 TV'DE "ORTALI YAYIN POLİTİKASI" İZLENDİĞİ
İDDİASINA KARŞI SAVUNMALARIMIZ
İddia makamının esas hakkındaki
mütalaasında, FETÖ terör örgütüne yardım başlıklı bölümde HEM SON DERECE İSABETSİZ
HEM DE ÇARPITMALAR İÇEREN BiR TAKlM İSNATLAR YER ALMAKTADIR. Bu isnatlar
şunlardır:
Örgütün iç yapısında gizlilik içinde 15 Temmuz 2016 gecesi yapılan hain
darbe girişimini -kıyamet alameti
olması gereken önemli olaylardan biri olarak görülmüş olması, sanık Oğuzhan
Sevinç ile katılan Beyza Banu Yavuz ile aralarında geçen Whatsapp
yazışmalarında net bir şekilde görülmüştür. Sanık Adnan Oktar'ın darbe
teşebbüsüne ilişkin dışarıya
darbe karşıtı, içeride
ise darbe yanlısı
tavır sergilemesi ve stüdyoda yanında bulunan birden çok
sayıda katılan ve etkin pişman sanıklara darbenin nasıl yapılması gerektiğine
ilişkin konuşmalar yapmış olması, sanık Oğuzhan Sevinç'in telefonuna darbe
teşebbüsünden hemen sonra -reset
atılmış olması, darbe için halkın sokağa çıkmasının yanlış olduğu, "daha
korkunç olayların 2017 de olacağı" yönündeki yazışmalarının tespit
edilmesi, Oğuzhan Sevinç'in sanık Adnan Oktar ile sürekli yayınlara katılan ve
birlikte olan biri olduğu dikkate alındığında, örgütün içeride darbe yanlısı
olduğu sonucu çıkarmaktadır. Diğer yandan örgütün15 Temmuz gecesi yaptığı
yayın ile ilgili Radyo Televizyon Üst Kurulu dokuz üyeden dördünün karşı oy vermesi
ile kanalın yayınlarının darbe karşıtı olarak değerlendirmesi, karşı oylardan
birinin RTÜK başkanı tarafından verilmesi, örgütün darbe gecesi açıkça darbe
karşıtı bir tavırla yayın yapmaktan ziyade, darbenin başarılı olma ihtimalini
de değerlendirerek dengeli bir yayın siyaseti güttüğünü göstermektedir.
İDDİA MAKAMI BU BAŞLIK ALTINDAKİ İDDİALARINI İKİ MADDEYE
DAYANDIRMAKTADIR:
BİRİNCİSİ; Müşteki Beyza Banu Yavuz ile Oğuzhan Sevinç arasında gerçekleştiği iddia edilen Whatsapp
yazışmaları,
İKİNCİSİ; RTUK tarafından A9 TV'nin 15 Temmuz gecesi yaptığı yayınla ilgili verdiği
raporda karşı oyların bulunması.
Şimdi bu iki ana başlığa dair detaylı cevaplarımızı izah edeceğiz:
1- MÜŞTEKİ BEYZA BANU YAVUZ TARAFINDAN SUNULAN
YAZIŞMALARIN DELİL DEĞERİ YOKTUR. KALDI Kİ SÖZ KONUSU YAZIŞMALAR SUÇ UNSURU
İÇERMEMEKTEDİR.
Öncelikle
müşteki Beyza Banu Yavuz tarafından dosyaya sunulan birtakım yazışmaların hukuken
geçerliliği olmadığını ve bu
nedenle söz konusu yazışmaların delil olarak hükme esas alınmaması gerektiğini
hatırlatmak isteriz. Bilindiği üzere müşteki dosyaya çokça benzer yazışmalar,
sahte ses kayıtları, kurgu videolar vb sunmuştur.
Ancak Ankara Adli Yargı İlk Derece Komisyon Başkanlığı'nda Resmi Bilirkişi, Elektrik
Elektronik Mühendisi, Kriminalistik Bilim Uzmanı (Ses ve Görüntü Analiz Uzmanı)
Levent Güner tarafından hazırlanıp dosyaya sunulan 24.11.2020 tarihli bilimsel mütalaasında, Beyza Banu Yavuz
dahil olmak üzere
diğer müştekilerce
sunulan "audio/video" kayıt dosyalarında silme,
ekleme ya da yer değiştirme ve benzeri
yollarla bir müdahaleler olduğunu belirtmiştir. Sayın Levent Güner'in mütalaasındaki tespitlerin bir
kısmı şu şekildedir:
·
Kayıttaki cümleler
ve ilk oluşturulduğu halindeki akış, konuşanın aktardığı bütünlüğün dışına
çıkabilecek biçimde kesintiye uğratılmıştır.
·
Konuşmalara ait bölümler farklı zaman,
ortam ve bağlamlarda üretilmiş kayıtların bir araya getirilmesi ile
oluşturulmuş olabilir.
·
İncelemeye konu
kayıtlar, aynı ya da yakın zaman, ortam ve bağlamlarda üretilmiş tek bir
kaydın, aralarından bazı bölümler çıkarılarak parçalara bölünmüş olması ile
oluşturulmuş olabilir.
·
İnceleme konusu konuşmaların; kaydın bütünlüğü,
silme, ekleme ya da yer değiştirme yoluyla
etkileyen müdahillerin bulunduğu ve bu nedenle
belirtilen ses ve konuşma içeriklerinin ilk
oluşturulduğu halini korumadığı tespit edilmiştir.
Hal böyleyken müşteki
tarafından dosyaya ibraz edilen sözde delillerin hiçbirinin güvenilirliğinden
bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki Whatsapp yazışması olduğu iddia edilen bir
takım ekran görüntülerinin bir takım basit programlar desteğiyle sonradan oluşturulabileceği
açık olup müştekinin dosyamızdaki sicili bu şüphelerimizi teyit eder
niteliktedir. Tüm bu nedenlerle müştekinin sunduğu ekran görüntülerinin delil değeri olmadığını ve bu nedenle dosya
dışı bırakılmasını ve hükme esas alınmamasını talep etmekteyiz.
Ancak söz konusu ekran görüntülerinin iddia makamı tarafından haksız ve hukuksuz şekilde esas hakkında mütalaaya dayanak yapılmış
olmasından dolayı müvekkil bakımından bir hak
ihlali yaşamamak bakımından, "bir
an için bu yazışmalarının doğruluğunun kabul edilmesi
halinde" dahi yazışma
içeriklerinin hiçbir suç unsuru
içermediğine ve iddia makamının yaptığı hatalı çıkarımlara dair beyanlarımızı aşağıda
sunmaktayız.
►
KIYAMET ALAMETLERİ İSLAM İTİKATINDA HAK OLUP, BU KONUYU ARAŞTIRMAK, YAŞANAN
BAZI OLAYLARI KIYAMET ALAMETİ OLARAK YORUMLAMAK, BİR TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM
ETMEK OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ.
1-
İslam dininin
kutsal kitabı Kuran-ı Kerim'de kıyametten bahseden yüzlerce ayet yer
almaktadır. Bir Müslüman için Allah'a, meleklerine, Peygamberine, Kuran-ı
Kerim'e inanmak nasıl farz ise, kıyamete inanmak da aynı şekilde farzdır.
Kıyametin ne zaman gerçekleşeceği ise tüm inananların asırlardır merak
ettikleri bir konudur. Bu konuda peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)
çok fazla açıklamada bulunmuş ve bu
açıklamalar nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Hz. Muhammed
(s.a.v)'in kıyamet hakkındaki hadislerinden birisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Dini İşler Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı
Hadislerle İslam Ansiklopedisi, cilt 7, sayfa 599'da şöyle duyurulmaktadır:
"Resulullah (sav) bir
defasında hutbe verirken gözleri kızardı, sesi yükseldi ve hiddeti arttı, öyle
ki sanki bir orduyu uyarıyor, "Sabah
ya da akşam ansızın baskına uğrayabilirsiniz!" diyordu. Şehadet
parmağı ile orta parmağını birleştirip "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi {yakın) gönderildim" buyurdu.
(M2005 Müslim, Cum"a, 43)
Hz. Muhammed
(s.a.v)'in işaret ettiği
bu yakın dönem, İslam terminolojisinde "ahir zaman" olarak anılmakta, bizzat peygamberimizin
hadisleriyle ahir zamanda görülecek kıyamet alametlerinden bahsedilmektedir.
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından neşredilen İslam
Ansiklopedisi'ne göre;
Kıyamet
alametleri, kozmolojik düzenin bozulmasından önce meydana gelecek olan ve bu
sürecin jeolojik zaman ölçüsüyle yaklaştığına işaret eden belirtiler olup,
hadislerde kıyamet alametleri eşratü's-saat tabiriyle ifade edilir. Bu
hadislerde belirtildiğine göre Hz. Peygamber kıyametin kopuş zamanını
bilmediğini söylemiş, ancak kopmasından önce vuku bulacak bazı olayların onun yaklaştığının
alametleri sayılacağını haber vermiştir (Buharı, "iman", 37).
Yine İslam
Ansiklopedisi'ne göre, Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından kıyamet alameti olarak
rivayet edilen olayların başlıcaları sayılırken "adam öldürme olaylarının ve fitnelerin fazlalaşması"
denmiştir.
2-
Kıyamet
alametlerini peygamber efendimiz bildirmektedir, müvekkil ve arkadaşları sadece
bunları nakleden konumundadır. Yıllardır
canlı yayınlarda müvekkil ve arkadaşları tarafından kıyamet öncesi dönemde
"büyük olaylar" yaşanacağı aktarılmıştır. Türkiye'de bir darbeye
teşebbüs edilmesi, Boğaz Köprüsü'nün askerler tarafından tutulması, masum
sivillerin şehit edilmesi, halkın üzerinden tankla geçilmesi, helikopterden
otomatik silahla insanların taranması veya jet uçaklarıyla alçaktan uçup
kalabalıklara bomba atılması gibi olaylar elbette "büyük olaylar"
diye düşünülebilecek olaylardandır.
Kanlı darbe
teşebbüsünü büyük bir olay (fitne)
görüp kıyamet alametlerinden birisi olabileceğini düşünmek, darbeye sıcak bakıldığı,
darbenin desteklendiği anlamına gelmez. Oğuzhan Sevinç'e isnat edilen mesajlara bakıldığında da tek başına darbe kalkışmasının
değil, Peygamberimiz tarafından ahir zaman adı verilen dönemde yaşanacağı bildirilen büyük olayların zuhur ettiğinin ifade edildiği anlaşılmaktadır. Dahası hadislerde bu nevi büyük olayları anlatan sayısız bilgi vardır. Ortadoğu'da Armageddon isimli bir savaş yaşanacağı, çok kan
döküleceği, mazlumların katledileceği
gibi aktarımlar yapılmaktadır. İddia Makamının mantığına göre hadislerde geçen bu gibi konuları anlatan herkes
de savaş ve şiddet destekçisi konumuna
gelmektedir ki bu derece mantık dışı bir yorumun kabul edilebilmesi mümkün değildir.
3- Kaldı ki müvekkilin milyonlarca kişiye darbe karşıtı
mesajlar verip, yanındaki 5
– 10 kişiye darbe
yanlısı tavır takınması son derece mantıksızdır. Bu iddianın delili de yoktur. Etkin pişmanların
ifadeleri delil kabul edilemez çünkü müvekkile suç atmakta hukuki yararları
bulunmaktadır. Katılanların isnatları ise hussumetten kaynaklıdır ve bu ifadeler
birlikte çalışılıp hazırlanmış ifadelerdir. Ortada somut delil
niteliğindeki tek gerçek, müvekkilin darbe
gecesi HENÜZ NE OLDUĞUNUN TAM
ANLAŞILMADIĞI ve DARBECİLERİN BAŞARILI OLUP OLMAYACAKLARININ BİLİNMEDİĞİ
ZAMANDA DARBE VE DARBECİLER ALEYHİNDE YAPTIĞI AÇIKLAMALARDIR.
4- Asla kabul etmemekle birlikte, bir an için müvekkilin
dışarıya karşı darbe karşıtı ama yanındakilere güya darbe taraftarı söylemlerde bulunduğu senaryosunu gerçek kabul etsek,
darbenin başarıya ulaşma durumunda
en büyük tehlike altında
kalacak kişilerin başında müvekkil
gelecektir. Birçok devlet yetkilisinin ortaya çıkmadığı, tek kelime açıklama yapmadığı saatlerde
müvekkil milyonlara açık TV kanalında darbenin geçersiz olduğunu, seçilmiş
demokratik hükümetin görevi başında olduğunu dile getirmiştir. Darbenin
başarıya ulaşması durumunda bu söylemlerinden
ötürü darbecilerin en şiddetli tepki göstereceği ve cezalandıracağı
kişiler arasında müvekkilin yer alacağı izahtan varestedir. Müvekkilin bunu
göze alıp darbe karşıtı konuşmaları TV kanalında yaparken, güya yanındaki 5 –
10 kişiye de darbe taraftarı konuşmuş olması senaryosu
hiçbir mantıkla açıklanamamaktadır.
En basit mantıkla düşünüldüğünde dahi, -asla kabul etmemekle
birlikte yine bir an
için- iddia makamının esas
mütalaasındaki isnadı yani "ortalı tavır sergileme" senaryosunu
gerçek kabul edecek olursak, böyle bir durumda müvekkil HİÇ YAYINA ÇIKMAZ, HİÇ
AÇIKLAMA YAPMAZ, TARAFINI BELLİ ETMEZDİ.
Müvekkilin darbe teşebbüsü gecesinde
bir canlı yayın yapma mecburiyeti yoktu.
EĞER İSTESEYDİ,
BİRÇOK DEVLET GÖREVLİSİ VEYA SİYASİ KİŞİLİK GİBİ EVİNDE OTURUR, HİÇ DIŞARI ÇIKMAZ,
OLAYLARIN GELİŞMESİNİ GÖZLEMLERDİ.
Kimse de ona "sen neden
TV'ye çıkmadın?" deme hakkına sahip olamazdı.
5- Oysa müvekkil saat 23:51'den itibaren canlı yayında
darbeye müdahale etmeye
başlamıştır. O sırada hükümet kanalından sadece Başbakan Binali Yıldırım'ın
saat 23:05'de "bu bir kalkışmadır" açıklaması olmuş, ancak daha sonra
sayın Yıldırım ertesi güne kadar hiçbir yerde konuşma yapmamış ve kendisinden
de haber alınamamıştır. O gece çişleri Bakanı
sayın Efkan Ala da gece boyunca hiçbir
açıklama yapmamıştır. Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet komutanlarından da hiçbir açıklama gelmemiştir.
Oysa
müvekkil Çengelköy'de vatandaşların alt sokaklarda şehit edildiği, darbenin
merkezlerinden Kuleli Askeri Lisesi'nin hemen yanında TV kanalına gitmiş,
ertesi sabaha kadar otomatik silah seslerinin ve F16'ların alçak uçuşları
sırasındaki sonik patlamaların altında canlı yayın yapmıştır.
CANLI YAYIN DEMEK
"AÇIK ADRESİM BURASI" DEMEKLE
EŞ ANLAMLIDIR. Bu
şartlar altında TV'de
canlı yayın yapıp darbeyi ilk andan beri geçersiz saydığını, hükümetin yanında
yer aldığını söyleyen
müvekkile "sen ortalı
hareket ettin, demek ki
FETÖ'ye yardım ediyorsun" şeklinde bir çıkarımda
bulunmak, en nezaketli ifadeyle abesle iştigal etmektir.
İDDİA MAKAMI, MÜŞTEKİ TARAFINDAN
SUNULAN WHATSAPP YAZIŞMALARINDAKİ İFADELERİ DAHİ TAMAMEN ÇARPITMIŞ, HATALI VE
ZORAKİ ÇIKARIMLARLA ESAS HAKKINDA MÜTALAASINA DAYANAK YAPMIŞTIR.
1-
İddia makamının
esas hakkındaki mütalaasında güya Oğuzhan Sevinç'in sarf ettiği iddia edilen
şöyle bir cümle yer almaktadır: "...darbe için halkın sokağa çıkmasının
yanlış olduğu, "daha korkunç olayların
Oysa iddia edilen yazışmanın içeriğine bakıldığında
"darbe için halkın sokağa çıkmasının yanlış olduğu" yönünde TEK BİR
CÜMLE DAHİ OLMADIĞI AÇIK VE NET OLARAK GÖRÜLMEKTEDİR. İddia makamı sanıklara suçlu imajı verebilmek için göz göre göre çarpıtma
yapmıştır.
2-
İddia edilen
mesajlarda, darbe teşebbüsünün, peygamberimizin hadislerinde bahsedilen ahir zamanın büyük olaylarından biri olabileceğine dair bazı düşüncelerin konuşulduğu görülmektedir. İddia edilen yazışmalarda geçtiği gibi AHİR ZAMANDA ARDl ARDlNA ÇOK SAYlDA BÜYÜK VE SARSlCl OLAY YAŞANACAĞl, HATTA
İNSANLARlN BİR KURTARlCl GÖNDERMESİ İÇİN ALLAH'A YALVARACAKLARl BİR
ZAMAN GELECEĞİ bilinen bir konudur. Nitekim A9 TV canlı yayınlarında da ahir
zamanda savaşların, iç karışıklıkların, doğal afetlerin, salgın hastalıkların,
ekonomik zorlukların yaşanacağı anlatılmıştır. Bu nedenle iddia edilen
yazışmalarda geçen "daha çok karışacak, daha sokağa çıkılamayacak günler geliyor, 2017-2018-2019 bu sayıları bu üç yılı aklında
iyi tut, insanlar
yalvaracak" şeklindeki sözlerin daha büyük
darbeler olacak anlamında olmayıp ahir zamanda yaşanacağı anlatılan daha büyük
alametlerinin gerçekleşeceğine dair düşünceler olduğu açıktır.
Burada kast edilenin
ilerleyen 3 yılda ahir zaman alametlerinde belirtilen büyük olayların yaşanmasından dolayı insanların önemli
sınavlardan geçeceği, zorlu günler
göreceği demek olduğu bellidir. Oysa
iddia makamı bu cümleyi alıp güya Oğuzhan Sevinç'in darbe karşıtı kişilerin
sokağa çıkmasının yanlış olduğunu söylediğini
öne sürmüştür. Bu sözlerden bu çıkarımı yapabilmek için ya kişinin
okuduğunu hiç idrak edemiyor olması lazımdır, ya da iyi niyetli olmaması.
3-
Kaldı ki 15 Temmuz gecesi yaşanan hain darbe girişimini
ahir zaman alameti olarak değerlendiren çok sayıda kişi bulunmaktadır. Bu tamamen kişisel bir düşünce olup kişinin kendisini
bağlar ve kişisel düşünceleri aktarmak, konuşmak, insanlarla paylaşmak vs suç
değildir. Örneğin;
Sayın Binali
Yıldırım yaptığı bir konuşmada 15 Temmuz hain darbe girişimini kastederek, "Bu coğrafyanın içinden çıkan ama bu coğrafyanın insanını öldüren
teröristler, yani ahir zaman Yezidleri bize her gün Kerbela'yı
yaşatıyorlar" demiştir.
Gazeteci yazar Ali Dutal "Ahir Zaman ve FETÖ1 ve 2" başlıklı
köşe yazılarında, Yeni Akit gazetesi yazarı Vehbi Kara "Ahir
Zaman Fitnesi FETÖ" ve "Kutsalı Olmayan Dehşetli Şahıslar ve FETÖ
Örgütü" başlıklı yazılarında, Mehmet Ali Bulut " İhanetin En Ağırı" başlıklı
yazısında, Abdullah Yılmaz "15 Temmuz FETÖ Darbesi" başlıklı
yazısında, Fatih Gençlik Vakfı kurucusu Ömer Öztürk'ün resmi internet
sayfasında yayınlanan videosunda FETÖ örgütünün ve 15 Temmuz
darbe girişiminin ahir zaman
alametlerinden biri olup olamayacağına dair kendi tespitlerini yazmışlardır. Bu
örnekleri daha çoğaltmamız mümkündür.
Özetle
iddia edilen yazışmalarda yer alan konuşmalar herkesçe bilinen, konuşulan
düşüncelerin bir benzeridir. Buradan zoraki çıkarımlar yapmak, farklı
yorumlarda bulunmak hukukla ve iyi niyetle bağdaşmaz.
4-
Öte yandan, müvekkil ve arkadaşlarının gerçek tavır ve
tutumlarının iddia makamının isnadının tam tersi olduğu görülmektedir. Müvekkilin arkadaşlarından o gece sokakta darbecilere
direniş gösteren çok sayıda kişi vardır ve bir kısmının üzerlerine açılan ateş
sonucu hemen yanlarında beraber direnişe katılan mahalle muhtarı şehit
olmuştur.
Örneğin
sanıklardan Nuri Özbudak, darbe girişimi olduğunu öğrenir öğrenmez arkadaşı
Ufuk Zeytinoğlu ile birlikte Fenerbahçe'deki evinden sokağa çıkmıştır.
Öncelikle, E-5 Karayolu üzerinde darbecilerin tanklarla barikat kurup yolu
kestikleri mevkiye ulaşarak vatandaşlarla birlikte darbeci askerlere yönelik
protesto eylemelerine katılmışlardır. Daha sonra yine darbecilerin halkla karşı
karşıya geldiği Acıbadem semtine
gitmiş ve burada ateş altında kalmışlardır.
Yine sanıklardan Şecaaddin Çelikler önce Fatih'te daha sonra ise
Cumhurbaşkanı'nın havalimanında
karşılanmasında darbeci tanklara karşı sokakta canını ortaya koymuştur.
Darbe
teşebbüsünün hemen sonrasında halk sokaklarda demokrasi nöbetleri düzenlemiştir
ve müvekkilin birçok arkadaşı, -şu anki davanın sanıkları- bu demokrasi
nöbetlerinde uzun saatler boyunca Türk bayrağı taşımıştır.
2- İDDİA MAKAMININ RTÜK RAPORU'NU
İTİBARIZLAŞTIRMAYA ÇALIŞMASI AÇIKÇA HUSUMET GÖSTERGESİDİR, DELİL BULAMAMANIN VERDİĞİ ÇARESİZLİĞİN DIŞA VURUMUDUR
İddia makamının esas hakkında mütalaasında güya müvekkilin FETÖ terör örgütüne yardım ettiği şeklindeki suç isnadını
mantıksızca dayandırmaya çalıştığı izahlardan birisi şöyledir:
15 Temmuz gecesi
yaptığı yayın ile ilgili Radyo
Televizyon Üst Kurulu dokuz üyeden
dördünün karşı oy vermesi ile kanalın yayınlarının darbe karşıtı olarak
değerlendirmesi, karşı oylardan birinin RTÜK başkanı tarafından verilmesi,
örgütün darbe gecesi açıkça darbe karşıtı bir tavırla yayın yapmaktan ziyade,
darbenin başarılı olma ihtimalini de değerlendirerek dengeli bir yayın siyaseti
güttüğünü göstermektedir.
Bu mantık
dışı bakış açısının
geçersizliğini 6 maddeyle açıklamak istiyoruz:
BİRİNCİSİ, iddia makamı eğer hukuktan yana davranmak ve hukuka uygun
kararlar vermek isteseydi bu konuda herhangi bir rapora bakmaya ihtiyacı
yoktu. Çünkü müvekkilin darbe teşebbüsü
gecesi yaptığı yayın kayıtları savcılığın elinde mevcuttur. Tek bir
müzekkere ile bu yayının tam deşifresini elde etme ve inceleme imkanına
sahiptir. Eğer iddia makamı delil toplama vazifesini hakkaniyetle yerine
getirmiş olsaydı, müvekkilin o gece yayında sarf ettiği açıklamaları bizzat
görecek ve bu yukarıdaki mesnetsiz suç isnadında bulunamayacaktı.
Müvekkil ilk olarak 23:51'de "meşru hükümet
demokratik hükümettir" diyerek darbeye ilk karşı çıkışını yapmıştır.
Müvekkil daha sonrasında TRT'de okunan sözde bildirinin
geçersiz olduğu açıklamasını yapmıştır.
Bütün vekilleri darbeye karşı durmaya çağırmıştır. Bütün parti
liderlerini yarım saatte bir açıklama yapmaya davet
etmiştir. İmkan bulabilen
tüm general ve subayların
açıklama yapmasını rica etmiştir.
Bütün
herkesin açıklama yapmak için A9 TV'yi kullanabileceğini, yetkililerin
televizyonu aradıkları takdirde hemen canlı yayına bağlanabileceklerini bildirmiştir.
Burada
bir diğer önemli husus da müvekkil bu açıklamaları yaparken Anadolu Ajansı, A
Haber ekibi, Sabah grubu gibi hükümete en yakın olduğu bilinen medya
kuruluşlarından dahi hiçbir sağlıklı açıklama ve darbe karşıtı söylem
gelmemiştir.
Sayın
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan saat 00:32'de canlı yayına bağlanarak
halkımızı meydanlara davet etmiştir. BU ÇAĞRlYLA BiRLiKTE MÜVEKKiL DE HERKES MEYDANLARA DAVET ETMiŞ, ASKERLERE DE KlŞLALARlNA DÖNME
ÇAĞRlSl YAPMlŞTlR. Asker, polis, milletin
el ele mutedil tavırlarla bu darbeyi
sonlandırması gerektiğini dile getirmiştir.
Yine
müvekkil Adnan Oktar, CNN Türk binası basıldığında HALKIMIZI CNN TÜRK'Ü
KURTARMAYA DAVET ETMİŞTİR. Bununla birlikte yayın sırasında
siyasetçilerin açıklamalarının yakalanması için tüm kanallar takip edilmiş, ama
maalesef Sayın Devlet Bahçeli, Sayın Tayyip Erdoğan ve Sayın Kılıçdaroğlu
dışında özellikle de hükümet kanalından hiçbir siyasetçinin açıklama yapmadığı
ve daha da ötesinde birçoğuna ulaşılamadığı görülmüştür.
Müvekkil Adnan Oktar'ın o gece yaptığı
son derece sağduyulu
ve darbeyi önleme amaçlı anlatımlarından madde madde bazı örnekler vermek gerekirse
1- Meşru,
demokratik hükümet geçerli olan hükümettir.
2- Askerle,
polis ve milletçe bütünüz, bizde bölünme ve kargaşa olmaz.
4- İnternetten
açıklanan darbe bildirisi geçersizdir.
5- Abartılı,
kargaşaya neden olacak haberler yaymamak gerekir.
6- TRT'de
okunan bildiri geçerli değildir.
7- Parti
liderleri açıklama yapmalı, vekiller de parlamentoya gitmeli
8- Bu
vatanı İngiliz derin devletinin kahpeliğine bırakmayız.
9- Bu
girişim başarısız olacak halkımızın içi rahat olsun.
10- Fitnede
itaat olmaz, polise ateş açılmaz.
10- Askerin
kışlaya çekilmesi gerekir.
11- Hava,
Kara ve Deniz komutanları da darbe girişimi ile ilgili açıklama yapmalı.
12- Askere
zarar verilmesin. Halkımız askere sarılıp bölgeden uzaklaştırsın.
13- Ezan ve
sela sabaha kadar devam etsin.
14- Bütün
partiler birlik içinde olmalıdır.
15- Özel
harekata saldırmak, halka helikopterden ateş açmak çok büyük Günahtır
16- Ankara'da halk
coşkuyla devletine askerine
polisine sevecen bir yaklaşımla sahip çıkmalıdır.
17- Yollar
yaralılar için açık tutulmalıdır.
18- Yollar
yaralılar için açık tutulmalıdır.
19- Olaydan
haberi olmayan askerlere megafonla çağrıda bulunmak gerekir.
20- Mehmetçik
halka ateş etmez, ajan provokatör kullanılmış olabilir.
21- Ülkücüler,
Alperenler, Ak Parti, CHP ve Saadet gençliği elele bir yürüyüşyapmalıdır
21- Ülkücüler
çok mübarek bir topluluktur, her zaman vatanın hizmetindedir.
22- Yaralılar
için kan ihtiyacı olabilir, bu konuda herkes yardımcı olmalıdır.
23- Her
partiden gençler sokaklarda nöbet tutmalıdır.
MADDELER HALİNDE BELİRTTİĞİMİZ KONU
BAŞLIKLARININ DETAYININ YER
ALDIĞI MÜVEKKİL ADNAN OKTAR'IN 15 TEMMUZ 2016 TARİHLİ YAYINININ
BİR BÖLÜMÜ AŞAĞIDA YER
ALMAKTADIR:
– Saat 23:51 Müvekkil
Adnan Oktar darbe girişimi gecesi
'Meşru, demokratik hükümet
geçerli olan hükümettir' demiştir.
Adnan Oktar: "Fitne katilden beterdir" diyor
Cenab-ı Allah. Fitneden kaçınmak lazım. MEŞRU,
DEMOKRATİK HÜKÜMET GEÇERLİ
OLAN HÜKÜMETTİR... Öyle bir şey
olmaz. Biz Türk-İslam Birliği'nin merkezi olan bir ülkeyiz. Bizim içimizde
bir kargaşa olmaz. Bütünlük, beraberlik ve kardeşlik ruhu içinde hareket
ederiz."
– Saat 23:54 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Askerle, polis ve
millette bütünüz, biz de bölünme ve kargaşa olmaz' demiştir.
Adnan Oktar: "Askerle, milletle, devletle, polisle
bir bütünüz biz. Bizde öyle bölünme, parçalanma, kargaşa falan olmaz. Makul,
dengeli bir topluluğuz. Müslüman kimliğimiz. İslam
ahlakına uygun tavırlarımız. Geleneğimiz, örfümüz bunu bize en güzel tavır olarak
sergiletiyor. Allah vatanımızı, milletimizi fitneden, kargaşadan muhafaza
etsin. Fitneyi izale etsin. İnşallah"
– Saat 23:55 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi internetten açıklanan
darbe bildirisinin geçersiz olduğunu söylemiştir.
Bülent Sezgin {Sunucu): "Genel Kurmayın resmi
adresinden bir açıklama gelmişti Adnan Bey. Ülke yönetimine bütünüyle el
konduğu..."
Adnan Oktar: "Tamam da onu Genelkurmay Başkanı çıkar, açıklar
öyle bir şey olsa.
YANİ ONU İNTERNETTE YAZMA O ŞEKİLDE OLMAZ.
Birisi internete girer,
hackler öyle yazar. Değil mi? Hava kuvvetleri Komutanı
var, Kara Kuvvetleri Komutanı var, Deniz Kuvvetleri var, Genel Kurmay
Başkanı var. Hiçbiri
ortada yok. Öyle bir şey olduğunda
daha önceki bütün geleneklerde öyleydi. Hepsi ortaya çıkardı, bir arada beraber
açıklama yaparlardı."
– Saat 00:10 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'TRT'de okunan
bildiri geçerli değil' demiştir.
Adnan Oktar: "Benim anladığım herhalde TRT'yi ele
geçiren bir topluluk var. Bilmiyorum ama böyle bir şey hiç tarihte görülmemiş.
Genelkurmay Başkanı yok, Hava, Kara, Deniz
kimse yok ama bir tek TRT'de var böyle bir açıklama değil mi benim gördüğüm? Allah hayra tebdil
etsin. Ben ilk defa görüyorum böyle dünya çapında
ilk defa böyle bir şey görüyorum ve duyuyorum ve AÇIKLAMA MAKUL DEĞİL.
TRT’de böyle bir şey olduğundan bütün haber kanallarında olması lazım. Yani bu
şekilde olmaz çünkü TRT'yi açtığımızda bir spiker çıkıyor karşımıza. BÖYLE BİR
ŞEY OLMAZ, yetkili bir insan değil o."
– Saat 00:47 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi parti liderlerinden
açıklama yapmaları, vekillerin de parlamentoya gitmeleri çağrısında bulunmuştur
Adnan Oktar: "Sayın Kılıçdaroğlu yine açıklama
yapsın. Ara ara açıklama yapmasında çok büyük fayda var. Bir de CHP'nin
kurmayları açıklama yapsınlar. O çok iyi olur.
Sayın Bahçeli de yine, MHP'nin ileri gelenleri ve Sayın Bahçeli yeniden
bir açıklama yapsalar çok iyi olur. Büyük birlik Partisi mutlaka bir heyet
olarak bir açıklama yapsın. Büyük birlik çok önemli. Saadet Partisi mutlaka
açıklama yapsın inşaAllah... Böyle bir konumda sakin olamayız. Sakin derken
yani suskun olmayız. Mutlaka açıklama gerekir. Bir de parlamento mümkünse geç
vakit de olsa toplansa
iyi olur. Değil mi?
Toplansınlar tabi ya, millet adına bir açıklama yapsınlar. Millet Meclisinin etrafını
güvenlik içinde tutarlar."
– Saat 00:58 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Bu vatanı İngiliz
derin devletinin kahpeliğine bırakmayız, demiştir.
Adnan Oktar: "Bu
vatanı İngiliz derin devletinin kahpeliğine bırakmayız. İngiliz derin devleti
istedi itliği yapsın,
oyun yapsın buna müsaade etmeyiz.
Ne ordumuza zeval gelir ne polisimize zeval gelir ne Türkiye’yi
böldürürüz ne oyun oynatırız ne de
PKK'yı sevindiririz. Ordunun yeri kışlası veya PKK'yla olan cephedir. Yani
onlara karşı mücadelesidir. Yani onun dışında bir şey yok."
– Saat 01:00 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi bu girişimin
başarısız olacağını halkımızın rahat olmasını söylemiştir.
Adnan Oktar: "Dünyanın telaş etmesine de gerek yok.
Hiçbir şey olmaz. Bütün yurtdışından tanıdıklar yazıyorlar. BU VATANA, BU
MİLLETE BİR ŞEY OLMAZ. Bu vatan, bu millet görevli. Yani İslam'ın nurunu
yayacaklar, Türk İslam birliğini oluşturacaklar, deccaliyeti yok edecekler,
İngiliz derin devletinin saltanatı bitecek, PKK diye bir şey yeryüzünden
silinecek, kalmayacak. Bu millet kahramandır, delikanlıdır ve kabadayı
millettir, yiğittir yani."
– Saat 01:06 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi askerlere 'fitnede
itaat olmaz, polise ateş açılmaz’ demiştir.
Adnan Oktar: "Fitnede itaat olmaz. “Git polise
bomba at" diyorsa
bu dinlenmez. Haram olur,
böyle şey olur mu? Canın pahasına kabul etmeyeceksin. Bu çok korkunç
bir şey, bu çok büyük günah
yani. Değil mi? İnsan hayatı
pahasına bunu kabul
etmez. Çünkü yaşasan ne olur ondan sonra ya? Yaşasan ne olur yani?"
– Saat 01:10 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi askere çekilmesi
çağrısında bulunmuştur.
Adnan Oktar: "Asker Güneydoğu'ya, PKK'ya.
Sakın ha, büyük
bir yanlış olmuş. Kim
yaptıysa şeytandan Allah'a sığınsın. Euzu billahi mineş-şeytônirracım.
Bismillahirrahmanirrahim deyip çekilsinler. Şeytan oyun oynuyor.
İngiliz derin devleti büyük bir kahpelik içinde.
Canlarını yaktık ya deşifre ettik ya cinnet geçirdiler. Akıllarını attılar.
Hani "O öyle olmaz böyle olur" diyorlar. Elinizden geleni ardınıza
koymayın. Bu milleti yıkamazsınız. Asker de bizim polis de bizim, özel
harekatçı da bizim. Hepsi bizim aslanımız. Millet de bizim, devlet de bizim,
ülke de bizim."
– Saat 01:15 Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Hava, Kara ve Deniz
komutanları da darbe girişimi ile ilgili açıklama yapmalı’ demiştir.
Adnan Oktar: "Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar da
"Bu hareket TSK içindeki küçük bir grubun girişimi diye açıklama yapmış."
Evet ama Hava, Kara, Deniz de açıklama yapsa çok iyi olur."
– Saat 01:16 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi askere zarar
verilmemesini, halkın askere sarılıp bölgeden uzaklaştırmalarını söylemiştir.
Adnan Oktar: "Sakın askere bir şey yapmasınlar, bak
çok önemli o. Onlar bizim çocuklarımız, sakın ha yani böyle heyecanlanıp bir şey yapmak
değil de... Dönsünler... Yani o kadar. Neyse artık tabi bir kanuni hukuki girişimi
de oluyor olabilir.
Onu da
fazla büyütmeden kapatmak lazım. Askerlere
karşı yani çocuklara
karşı, onlara sarılsınlar,
alıp kucaklayıp bir kenara alırsınız yani o şekilde yapsınlar..."
– Saat 01:20 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi ezan ve selanın
sabaha kadar devam etmesi gerektiğini söylemiştir.
Adnan Oktar: "Allah Allah, maşaAllah. Bütün
Türkiye'de ezan okunuyormuş şu an camilerde.
Çok güzel. Türkiye'de hiç böyle saatlerce ezan ve sela okunmadı maşallah. Allah ne güzel kendisini
andırıyor. Maşallah. Ne güzel kendini zikr eyletiyor. Hafız efendiler, müezzin
efendiler dinlenip dinlenip okusunlar, devam etsinler ezana."
– Saat 01:21 Müvekkil Adnan Oktar’ın ilk anlarda yaptığı açıklamalar
faydasını göstermeye başlamıştır.
Adnan Oktar: "Ama dikkat edin, bizim konuşmadan
sonra "şok" kırıldı. Maşallah, yoksa bir şok vardı. Ama Allah'a
çok şükür ilk açıklamamızdan sonra
bir bereket, bir güzellik oldu. Hemen Tayyip Hocam açıklama yaptı, diğer
kişiler açıklama yaptılar. Hemen yatıştı elhamdülillah."
– Saat 01:53 Müvekkil Adnan Oktar, darbe girişimi gecesi A9 TV’nin uydu
yayınını kesmelerine rağmen internet yayını yapmaya devam etmiştir.
Adnan Oktar: "Kanalın yayınını kim durdurduysa Allah
razı olsun. Bir hayır vardır, hikmet vardır. Bu teknolojiyi de görmüş olduk.
Değil mi? Yani durmayız. EvvelAllah."
– Saat 01:56 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi bütün partileri
birlik içinde olmaya çağırmıştır.
Adnan Oktar: "Şehitler olmuş, yaralılar olmuş. Onlar
arslan, onlar cennet kuzusu. Oluyor, bizim tarihimizde bu tip şeyler oluyor.
Ama milletçe birlik beraberlik içinde olalım, aman ha. CHP, MHP, Ak Parti sırt sırta.
Sakın ha."
– Saat 02:01 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Özel harekâta
saldırmak, halka helikopterden ateş açmak çok büyük günah1 demiştir.
Adnan Oktar: "Yani mesela çok büyük günah.
Gölbaşında Özel Harekat Dairesi Başkanlığı'na bu olaylar ilk başlangıcında
saldırıda 17 polisi şehit etmişler. Yazık günah değil mi ya? Bu canlar PKK ile
çatışıyorlar bu arslanlar. Ne kadar büyük bir günaha girdiler. Ne kadar büyük
bir hata oldu. Helikopterden falan ateş etmek çok büyük günah. Biz o
helikopteri PKK ile mücadele için aldık."
– Saat 02:05 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Deccaliyet (İngiliz
derin devleti zihniyeti) Türklere saldırır’ hadisini okumuştur.
Adnan Oktar: "Dün hadiste söyledim, "deccal
Türkler'e saldırır" diyor. İngiliz derin devletinin kuyruğuna bastık ya. Cinnet geçirdiler ya, cinnet. Elinizden geleni ardınıza
koymayın. Asker bizim askerimiz. Bak aslanlarımızı kucakladık, kışlalarına
gönderiyoruz. Bizim evlatlarımız. Sen ne yapıyorsun burada, ey İngiliz derin
devleti, ne yapmaya kalkıyorsun?"
– Saat 02:08 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Ankara’da halk
coşkuyla devletine askerine polisine sevecen bir yaklaşımla sahip çıksın’
demiştir.
Adnan Oktar: "Ankara'da da halk çok candan, coşkuyla
devletine, milletine, askerine, polisine sahip çıksın. Rica ediyoruz,
inşaAllah. Sevecen bir yaklaşımla."
– Saat 02:14 Adnan Oktar darbe girişimi gecesi yolların yaralılar için açık tutulmasını
söylemiştir.
Adnan Oktar: "Bir de yollar açık tutulsun. Bu tip
şeylerde bazen öyle yaralananlar oluyor. Bir şeyler
oluyor, Allah esirgesin. Kolay hareket etmesi
için arabaların iyi olur.
Ama Ankara'da, İstanbul'da, her yerde devlete sahip çıkalım, millete sahip
çıkalım. Askere, polise sahip çıkalım."
– Saat 02:26 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi olaydan haberi
olmayan askerlere megafonla çağrıda bulunulmasını söylemiştir.
Adnan Oktar: "Birinci köprüde de çocuklar
bilmiyorlar, asker. Anons yapılsın. Bitti yani bu konu kapandı. Birbirlerinden
haberleri yok. Kışlaya çekilsinler. Askeri araç olmasa da otobüs getirsinler. "Bu otobüsle sizi geldiğiniz yere götüreceğiz" desinler. Değil mi? Korkuyorlar şimdi
çocuklar orada. Hiç haberleri yok. "Biz bir olay var sizi oraya
götüreceğiz mühimmatınızı alın."
– Saat 04:11 Müvekkil Adnan Oktar “darbe girişimi gecesi milletimiz yiğitlik
destanı yazdı" demiştir.
Adnan Oktar: "Bütün milletimize geçmiş olsun. Allah
sağlık, sıhhat, afiyet versin. Herkese uzun ömür, hidayet, nur versin Cenabı
Allah. Niye böyle bir şey oldu? İşte ahir zaman. Cenab-ı Allah'ın takdiri. Ama
milletin kabadayılığı, delikanlılığı destan. Ben böyle bir millet dünyada
tanımıyorum. Her zaman söylüyorum alayı kabadayı."
– Saat 04:52 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Mehmetçik halka ateş
etmez, ajan provokatör kullanılmış olabilir’ demiştir.
Adnan Oktar: "Bir de asker vatandaşa silah sıkmaz,
olacak iş değil. Onda da bir gariplik var. Orada provokatör, ajan provokatör
kullanmış olabilir. Yani Mehmetçik halka silah sıkmaz. Asla! Allah'tan korkar.
Bizim kendi evladımız, olacak iş mi? "Mehmet ne yapıyorsun?" filan
desen bitti. Olacak iş değil o. Özel ajandır o."
– Saat 06:19 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Ülkücüler,
Alperenler, Ak Parti, CHP ve Saadet gençliği el ele bir yürüyüş yapmalı’
Demiştir.
Adnan Oktar: "Ülkücüler, Alperenler, Ak Parti Gençliği,
Saadet Gençliği ve CHP Gençliği el ele bir yürüyüş yapsalar çok güzel
olur."
– Saat 06:56 Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Ülkücüler çok mübarek bir
topluluktur’ her zaman vatanın hizmetindedirler1 demiştir.
Adnan Oktar: "Ülkücüler çok mübarek bir topluluktur.
Bak her zaman milletin hayrına devreye girerler. Her zaman, her olayda yani
inşaAllah. Çünkü Allah'tan korkan, Allah'ı seven ve devlet terbiyesi almış
insanlar."
– Saat 10.10 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi aralıksız 12 saat canlı
yayın yapmıştır.
Adnan Oktar: "'Hocamız yaklaşık on iki saattir yayına
devam ediyor' diyor.
EvvelAllah. 'Adnan Abi senin uykun yok mu?' diyorlar. Var ama şimdi önemli bir
şey.
Vatan, millet, bayrak
meselesi. Şimdi benim uykum geldi deyip vurup kafayı yatacak
halimiz yok.”
– Saat 10:35 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'yaralılar için kan
ihtiyacı olabilir herkes yardımcı olsun’ demiştir.
Adnan Oktar: "Binin üzerinde yaralananlar. Hakikaten
kan ihtiyacı olur.
En azından tedbirli olmakta
fayda var. Yani rahat rahat kan bulunabilmesi için vatandaşlarımız sağlığı
sıhhati yerinde olanlar kan versinler. Her yerde verebilirler. Yani bütün
hastanelerde, Kızılay Kan Merkezlerinde. Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesi.
Kardeşlerimiz Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesi'nde bu ibadetlerini yerine
getirebilirler. Çünkü "bir can kurtarmak bir dünyayı kurtarmak gibidir
diyor" Allah, inşaAllah. Bütün insanlığı kurtarmak gibidir."
– Saat 11:03 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi her partiden gençleri
nöbet tutmaya çağırmıştır.
Adnan Oktar: "CHP gençliği, Milliyetçi Hareket
Partisi Gençliği, işte Hüdapar da efendim bu Büyük Birlik Partisi'nin Alperenleri arslanlarımız, Ak Partili Gençler
aman ha, dinlensinler. Akşam sabaha kadar nöbetteyiz. İnşallah. Çünkü
İngilizlerin devleti delirdi. Deccalin kuyruğuna bastık ya aklı gitti.
"Deccal" diyor, "ancak bir kızma nedeniyle, kızdırma nedeniyle
ortaya çıkar" diyor hadiste Peygamberimiz. Cinnet geçirdiler.”
Görüldüğü
gibi, iddia makamının açık kaynak araştırmasıyla bile rahatlıkla erişebileceği
söz konusu yayına ait deşifreler, tarihe düşülmüş bir not şeklinde ortadadır. A9 TV'ye ait tüm cihazlarla birlikte kanalın tüm arşivine savcılık
talebiyle
el konulmuştur ve
Emniyet Müdürlüğü adli emanetinde durmaktadır.
İstenildiği takdirde erişilmesi son derece kolay bir delile erişmeden aksi yönde suç isnat etmek, iyi niyetle açıklanması son derece
zor bir durum oluşturmaktadır.
İKİNCİSİ, iddia makamının itibarsızlaştırma ve müvekkil ve
arkadaşlarının lehine karar verilmiş bir resmi raporu güya müvekkil
aleyhineymiş gibi gösterme gayreti beyhudedir. Müvekkilin darbe karşıtı
açıklamalar yaptığı o geceki canlı yayına dair RTÜK tarafından tanzim edilen
ilk rapor 16.01.2017 tarihlidir. Bu raporda uzman görüşü alınan 15-16 Temmuz 2016 tarihli
yayında YAYIN İHLALİ OLMADIĞI,
ALINAN UZMAN GÖRÜŞÜNÜN DE YAYIN İHLALİ OLMADIĞI VE BU UZMAN GÖRÜŞÜNÜN
UYGUN OLDUĞU KANAATİNE VARILDIĞI beyan edilmiştir. RTÜK izleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanı Dr. Mehmet
Çakırtaş'ın ve Üst Kurul Başkanı Prof. Dr.
İlhan Yerlikaya'nın bu tespit altında "Ek'te sunulan izleme ve değerlendirme raporu ve rapora ilişkin
yayın kaydı incelenmiştir. Yayın ihlali olmadığında dair UZMAN GÖRÜŞÜNÜN UYGUN OLDUĞU
kanaatine varmıştır” şeklindeki "uygunluk şerhi" ve
imzaları bulunmaktadır. Bunun ekinde yer alan uzman raporunda ise özetle;
·
İncelemesi yapılan
müvekkilin katıldığı canlı
yayının 15.07.2016 tarihinde saat 23:50:24'te başladığı, 16.07.2016 tarihinde saat
08:02:16'da sona erdiği görülmüştür.
·
Söz konusu program boyunca Adnan Oktar, İTİDALLİ OLMAK
GEREKTİĞİNİ VURGULAYAN, HALKI BİRLİK VE BÜTÜNLÜK İÇERİSİNDE KENETLENMEYE DAVET
EDEN, BÖYLE BİR YANLIŞ GİRİŞİMİN ÜLKEYE ÇOK ZARAR VERECEĞİNİ, BİLAKİS PKK'YI
İSE SEVİNDİRECEĞİNİ BELİRTEN SÖYLEMLERDE BULUNMUŞ, "VATANINI, MİLLETİNİ,
DEVLETİNİ SEVEN BÖYLE BİRŞEY YAPMAZ" DEMİŞTİR.
·
SÖZ KONUSU YAYIN
BOYUNCA MENFUR DARBE GİRİŞİMİNİN SON DERECE YANLlŞ VE TEHLİKELİ OLDUĞU,
BÖYLE BİR DARBENİN
MÜMKÜN OLAMAYACAĞI,
TOPLUMUN BİRLİK VE
BERABERLİĞE HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK İHTİYAÇ DUYDUĞU, DEMOKRASİNİN İŞLEDİĞİ, ÇEŞİTLİ VESİLELERLE İFADE EDİLMİŞTİR.
·
Sonuç olarak A9 TV
logosuyla yayın yapan A9 Televizyonu Dijital Yayıncılık Sanayi ve Tic. A. Ş. ünvanlı
medya hizmet sağlayıcı
yayın kuruluşunun bu yayınında
herhangi bir hak ihlali olmadığı değerlendirilmiştir.
Üst kurul uzmanı Candan Sarıdoğan
ve uzman Gül Gümüş imzalı
olup RTÜK izleme ve
Değerlendirme Dairesi Başkanı
Dr. Mehmet Çakırtaş'ın ve Üst Kurul Başkanı Prof. Dr.
İlhan Yerlikaya'nun "uygunluk" şerhi düştüğü bu rapor, gerçek
durumu net olarak ortaya koymaktadır: Müvekkil darbe
teşebbüsü gecesi yaptığı canlı yayında ORTALI
BİR TAVIR FİLAN SERGİLEMEMİŞ, KİMİN GALİP GELECEĞİNE GÖRE BEKLEYİP POZİSYON
ALMAMIŞ, AÇIK VE SARİH ŞEKİLDE DEMOKRATİK HÜKÜMETTEN YANA TAVRINI GÖSTERMİŞTİR.
Somut gerçekler
bu kadar berrak
olduğu halde, iddia makamının bu rapora rağmen esas hakkındaki mütalaasında müvekkilin güya "darbe gecesi açıkça darbe karşıtı bir tavırla yayın yapmaktan ziyade,
darbenin başarılı olma ihtimalini de değerlendirerek
dengeli bir yayın siyaseti güttüğünü" iddia edebilmesi ne hukuk ne de
insan aklının sınırlarıyla açıklanabilecek gibi değildir.
ÜÇÜNCÜSÜ, bu raporun
ardından RTÜK Üst Kurulu 09.02.2017 tarihinde A9 TV'nin 15
ve 16 Temmuz 2016 tarihli yayınları hakkında toplanmış ve
Toplantı No: 2017/6, Karar No:17
sayılı kararla 6112 sayılı kanun kapsamında İHLAL OLMADIĞI, DOLAYISIYLA HERHANGİ BİR İDARİ YAPTIRIM UYGULANMASINA GEREK
GÖRÜLMEDİĞİ tescillenmiştir. Bu karara rağmen
iddia makamı ısrarla
ve inatla esas hakkındaki mütalaasında müvekkilin darbe gecesi yaptığı
yayını "açıkça darbe karşıtı
bir tavırla değil, darbenin başarılı olma ihtimaline karşı dengeli bir
yayın" olarak göstermeye çalışmıştır.
DÖRDÜNCÜSÜ,
iddia makamı RTÜK Üst Kurul kararında karşı oylar bulunmasını ve bu karşı oy kullananlardan birinin
de Üst Kurul Başkanı İlhan Yerlikaya olmasını
kendi haksız tezine dayanak yapmaya çalışmıştır. Oysa kendisinin de çok
iyi bildiği gibi hukukta tüm kurul kararlarında belli sayıda kurul üyesi görüş
beyan etmekte, kararlar oy çokluğuyla veya oy birliğiyle alınmakta ve
kesinleşmektedir. Örneğin yüksek yargıda alınan
herhangi bir Yargıtay
kararının altında da zaman zaman
"karşı oy" şerhleri görülmektedir.
Ancak
bu karşı oy yazısı, alınan kararı geçersiz kılmamakta, değerini düşürmemekte,
alınan kararı tartışmalı hale getirmemektedir. Benzer şekilde, RTÜK Üst Kurulu
tarafından alınan kararda da karşı oy kullanmış üyelerin bulunması, müvekkilimin
lehine alınmış kararı tartışmalı hale getirmez. Karar açık ve sarihtir ve
müvekkili iddia makamının mesnetsiz iddiasından aklamaktadır.
BEŞİNCİSİ, iddia makamının
iddiasının aksine söz konusu kararda
karşı oy kullanan üyelerin KARŞI OY GEREKÇELERİ GÖRÜNMEMEKTEDİR.
RTUK
resmi internet sayfasında görüleceği üzere 09.02.2017 tarih 2017/06 nolu
toplantıda toplam 60 ayrı karar alınmıştır. Bu alınan kararların hemen hemen
hepsinde karşı oy/oylar bulunmaktadır. Ancak bu karşı oylardan sadece 58, 59,
60 sayılı kararlara ait karşı oy gerekçeleri bulunmaktadır.
Yani iddia
makamının üyelerin karşı
oy gerekçelerini görmeden
kendince birtakım çıkarımlar
yaparak kararı tartışmalı hale getirme çabası, sanıklara olan gerçek bakış
açısını göstermektedir.
ALTINCISI, A9
TV yayınlarının incelendiği 09.02.2017 tarih 2017/06
Toplantı No'lu toplantıda
alınan diğer kararların tamamında benzer karşı oyların olduğu görülmektedir.
Örneğin anılan toplantıda alınan 60 ayrı karardan sadece A9 TV yayınlarının incelendiği 17 nolu kararın
hemen öncesi ve sonrası numaralarla verilen
kararlara dahi baktığımızda karşı oylar olduğu
görülmektedir.
Ayrıca
HABERTÜRK gibi ana akım medyanın en önde gelen kanallarına yönelik kararlarda bile –A9 TV kararında olduğu
gibi- darbe karşıtlığı içeren net cümlelerden alıntı yapılmayıp ihlal olmadığı
kararı "haber verme hakkı", "basın özgürlüğü" gibi genel
gerekçelere dayandırılmıştır.
Halbuki A9 TV yayınları hakkında verilen kararda,
müvekkilin açık açık darbeye karşı durup demokrasinin yanında tavır
gösterdiğine dair cümleleri alıntılanmış ve deyim yerindeyse dolu dolu bir
karar verilmiştir. Ancak iddia makamı bu somut gerçekleri görmezden gelerek iyi
niyetten uzak bakış açısını tekrar göstermiştir.
09.02.2017 tarih Toplantı No: 2017/06
Karar No:16 sayılı HALK TV hakkında verilen
karar:
“...15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ve
sonrasındaki canlı yayın süresince canlı bağlantılarla ve olay yerinden
görüntülerle olayların ekrana yansıtıldığı bahse konu yayının haber niteliği taşıdığı kanaatiyle, söz
konusu yayında, 6112 sayılı Kanun kapsamında ihlal olmadığı, dolayısıyla
herhangi bir idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına...
Üst Kurul Başkanı
İlhan YERLİKAYA, Üst Kurul Üyesi Hamit ERSOY,
Nurullah ÖZTÜRK ve Taha
YÜCEL'in karşı oyları ve oy çokluğuyla karar verildi."
09.02.2017 tarih Toplantı No: 2017/06
Karar No:19 sayılı HABERTÜRK TV hakkında
verilen karar:
“...15 Temmuz 2016 günü gerçekleşen darbe girişimine
ilişkin gelişmelerin, kullanılan ifadelerin
basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği kanaatiyle
söz konusu yayında, 6112 sayılı Kanun kapsamında ihlal olmadığı,
dolayısıyla herhangi bir idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına...
Üst Kurul Üyesi Taha YÜCEL'in
karşı oyu ve oy çokluğuyla karar verildi..."