FETÖ Terör Örgütüne Yardım Etme Suç İsnadı Bakımından Savunmalarımız  

 

İddia makamı iddianamesinde, müvekkil Adnan Oktar hakkında TCK 220/7, 314/3, 3713 sayılı TMK'nın 3. maddesi atfı ile 314/2, 3713 TMK'nın 5. maddesi uyarınca suç isnadında bulunmuştur. Esas hakkındaki mütalaasında ise 417 – 423. sayfalar arasındaki bölümü "FETÖ Terör örgütüne yardım" başlığına ayırmış ve aynı iddianamede atılı suç maddelerinin maddi manevi unsurlarının oluştuğunu iddia etmiştir.

 

"BİLEREK" ve "İSTEYEREK", KAST İLE YAPILMIŞ HİÇBİR EYLEM YOKTUR

 

İddia makamı tarafından Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 12.03.2019 tarihli bir kararına atıf yapmış ancak kararı bütününden ve gerçek bağlamından kopartmıştır. Bu karara göre silahlı terör örgütüne yardımın muhakkak maddi bir yardım olması gerekmeyeceği, örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştireceği faaliyetlerine katkı sağlayacak her türlü yardımın bu suçun kapsamında olduğunu ifade etmiş ancak suçun oluşması için gerekli "bilme" ve "kast" unsurlarından, bu unsurların somut olayımızda var olup olmadığından hiç bahsetmemiştir. Oysaki,

 

TCK m.220/7. maddesinde; "Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiştir. Silahlı terör örgütüne yardım suçu 5237 sayılı TCK'da üçlü şekilde karşımıza çıkmaktadır. Birincisi TCK m.220/7 maddesinde sayısız şekilde ve nitelikte yapılabilecek yardım hali, ikincisi yardım etme suçunun özel hali olan 315. maddesindeki silah sağlama şeklindeki yardım, üçüncüsü ise, terör


örgütüne maddi destek sağlamak niteliğindeki terörün finansmanıdır.

 

Suçun faili: "Bilerek ve isteyerek yardım eden kişi"dir. Yani suçun oluşması için suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım edilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle yardım fiilinin, örgütün terör örgütü olduğu bilinerek gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Söz konusu madde metninde geçen "bilerek" ifadesi doğrudan kastı ifade etmektedir.

 

"Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Yardım Etme" suçuna ilişkin tüm Yargıtay kararlarında şu paragraf referans alınmaktadır:

 

Yardım fiilini işleyen failin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün TCK'nın 314. maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardımın örgütün amacına hizmet eder nitelikte bulunması yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi ya da üyesi olması gereklidir. Yardımdan fiilen yararlanmak zorunlu değildir. Örgütün istifadesine sunulmuş olması ve üzerinde tasarruf imkanının bulunması suçun tamamlanması için yeterlidir. Yardım fiilleri örgüte silah sağlama ve terörün finansmanı dışında tahdidi olarak sayılmamıştır. Her ne surette olursa olsun örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemler yardım kapsamında görülebilir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11.11.1991 tarih, Esas 9-242, Karar 305}.

 

 

Müvekkil ve arkadaşları hiçbir zaman FETÖ terör örgütüne veya başkaca hiçbir örgüte yardım etmemiştir. Bilakis, PKK gibi, El Kaide gibi, İŞİD gibi silahlı terör örgütlerinin ölüm listelerinde olup, bu sebeple devlet tarafından müvekkile koruma tahsis edilmiştir.


İDDİA MAKAMININ "YARDIM ETME" FİİLİNE DAYANAK YAPMAYA ÇALIŞTIĞI EYLEMLER BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ, ZAMAN VE MEKAN BÜTÜNLÜĞÜ OLMAYAN, GEÇMİŞ TARİHLİ VE BİR YARDIMLAŞMAYI İSPAT ETMEYEN FİİLLERDİR.

 

Bu isnatların hiçbirisi gerçeği yansıtmadığı gibi bu eylemlerin hiçbirisi için müvekkilin suç işleme kastının varlığından bahsetmek de mümkün değildir.

 

Kaldı ki isnat edilen olayların olduğu zamanlar TCK m.314 kapsamında FETÖ terör örgütü diye bir kavram yoktur.



 

FETÖ'nün bir terör örgütü olarak kabul edildiği ilk tarih 20.07.2016 tarihli MGK kararıdır. Bu tarihte FETÖ ilk kez bir terör örgütü olarak tanınmıştır. Bunun öncesi tarihlerde yargılamalar başlamış ancak mahkemelerce verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Bu nedenle FETÖ davaları için milat alınması gereken tarih 20.07.2016'dır.


Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere 19.12.2014 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan bir yargılamada Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı verilmiştir. Ancak tarih itibariyle dava derdest olduğundan dolayı ortada bir terör örgütünün varlığı hukuken kanıtlanmış durumda değildir.

 

Ne var ki dosya kapsamında müvekkile "yardım etme" fiili kapsamında isnat olunan eylemlerin tamamı bu iki tarihin de gerisine dayanmaktadır. Bu yüzden de Anayasamızın 38. maddesiyle de güvence altına alınan, "hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz" şeklinde tanımlanan "kanunilik ilkesi" gereği geçmiş tarihleri eylemler nedeniyle müvekkilin cezalandırılması mümkün değildir. Kaldı ki ortada geçmiş tarihli dahi olsa suç yoktur.

 

 

 

AYM'NİN MEHMET ALTAN KARARI, MÜVEKKİLE İSNAT EDİLEN SUÇLAMALARI GEÇERSİZ KILMAKTADIR.

 

Anayasa Mahkemesi, Başvuru Numarası: 2016/23672, Karar Tarihi: 11/1/2018 olan Mehmet Altan davasıyla ilgili kararında FETÖ övgüsü olarak öne sürülen beyanlar hakkında "ilgili tarihte adli işlem yapılmış olması" şartını ortaya koymuştur.

 

Bu karara göre eğer bir beyanla ilgili olarak, o beyanın yapıldığı tarihte bir soruşturma veya adli tahkikat yapılmadıysa, o beyan ifade özgürlüğü kapsamında sayılmalıdır. Dolayısıyla müvekkilin iddianameye konu edilen canlı yayın beyanları - o tarihlerde FETÖ hakkında bir soruşturma olmadığından- hukuken suç teşkil etmemektedir.

 

İddianame ve esasa dair mütalaada müvekkilin gerek 17/25 Aralık 2013 tarihinden önce, gerekse bu tarihten sonraki dönemde A9 TV isimli televizyon kanalında katıldığı programlarda güya FETÖ'yü övdüğü yönünde bir isnatta bulunulmuştur.


Daha önce de müteaddid defalar açıkladığımız üzere, 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonraki süreç siyahla beyaz gibi keskin bir ayrıma sahne olmamış, hükümet yetkilileri tarafından "paralel devlet yapılanması" şeklinde bir tabir kullanılmaya başlanmışsa da, bu tabirin içeriği, kimleri kapsadığı ve hangi olayları işaret ettiği belli bir süre netlik kazanmamıştır. Aynı tabir ilk defa 30.10.2014 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu'nda zikredilmiş, 19.12.2014 tarihinde de İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından Fetullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. İDDİANAME VE ESAS MÜTALAASINDA, MÜVEKKİLİN BU TARİHTEN SONRA FETULLAH GÜLEN VEYA ÖRGÜTÜ HAKKINDA YAPTIĞI HERHANGİ BİR KONUŞMA YER ALMAMAKTADIR.

 

Bu tarihten önceki konuşmalarına bakıldığında ise, henüz hiç kimsenin bu terör örgütünün gerçek yüzünü bilmediği dönemlerde (2009-2010'larda} müvekkilin BU HAİN YAPI VE LİDERİ HAKKINDA DAHA O TARİHLERDE, AĞIR ELEŞTİRİLER İÇEREN YAYINLAR YAPTIĞI GÖRÜLMEKTEDİR.

 

AİHM ifade özgürlüğünü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan biri olarak kabul etmektedir. Buna göre ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Fuentes Bobo / İspanya kararında AİHM, canlı radyo yayınında kullandığı ifadeler nedeniyle işten çıkarılan başvurucunun şikayetini incelerken ifadelerin hangi bağlamda söylendiğini ve olayın bütününü, özellikle de canlı radyo yayını sırasında yapılan sözlü beyanların kamuya duyurulmadan önce yeniden formüle edilmesi veya değiştirilmesi ya da geri alınması imkan bulunmamasını dikkate alacağını belirtmiştir.

 

AİHM'in benzer bir kararı olan Reznik / Rusya kararında başvurucunun bir televizyon programında sarf ettiği ifadeleri, sözlerini yeniden formüle etmesine veya bir süzgeçten geçirmesine imkan olmayan, tansiyonun oldukça yüksek olduğu ve canlı yayınlanan bir tartışma programında kullandığına dikkat çekmiştir.


Anayasa Mahkemesi bu örnekleri sıraladıktan sonra Mehmet Altan hakkındaki kararında, Altan'ın yargılandığı köşe yazısının 2010 yılında yazılmış olduğu, soruşturma makamlarının bu dönemde FETÖ/PDY'nin bir suç örgütü olduğuna ve bunun kamuoyunca bilindiğine dair bir tespit ve iddiası olmadığı vurgulanmıştır. Altan hakkında anılan yazının yazıldığı dönemde ve sonrasında soruşturma açıldığına dair bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. Altan'ın katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği sözler bakımından ise, suçlamaya konu sözlerin bir televizyon programında ve canlı yayın sırasında söylendiğinin, böyle bir ortamda kullanılan ifadelerin kamuya duyurulmadan önce yeniden formüle edilmesi veya değiştirilmesi ya da geri alınması imkanının bulunmadığının gözetilmesi gerektiği beyan edilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında;

 

Þ Kamu makamlarının değerlendirmelerinden ve çoğunluğun görüşünden farklı olan görüşlerin, görüşü ifade edenin amacından hareketle bir suça konu edilebilmesi için, bu amacın -ifadelerin içeriğinin dışında- somut olgularla ortaya konulması gerekir. Buna karşılık soruşturma makamlarınca, başvurucunun suça konu edilen yazıyı yazarken FETÖ/PDY'nin amacı doğrultusunda hareket ettiğine ilişkin kanaat oluşmasını sağlayacak nitelikte olguların varlığı gösterilememiştir.

Þ Başvurucunun yukarıda belirtilen eylemlerinin FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiğine ve bu yapılanmayla irtibatının bulunduğuna ilişkin olarak bir tanığın soyut anlatımlarına, başvurucunun evinde yapılan aramada 1 Amerikan doları banknotun bulunmasına, FETÖ/PDY mensubu yargı ve kolluk görevlilerince yürütüldüğü belirtilen bir soruşturmaya dahil edilmeyişine, bazı kişilerle yaptığı -zamanı ve içeriği belirtilmeyen- telefon görüşmelerine ve Bank Asyada hesabının olmasına dayanılmıştır. Bununla birlikte başvurucunun banknot, hesap, soruşturmaya dahil edilmeme ve telefon görüşmelerine ilişkin hayatın olağan akışına uygun olan savunmasının aksini ortaya koyacak somut bir olgu belirtilmemiştir. Tanık anlatımında ise başvurucunun somut bireylemine dair bir bilgiye yer verilmemiştir.


Þ Bu itibarla Hakimliğin ortaya koyduğu gerekçeler kapsamında somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

 

Denilmektedir.

 

Bu değerlendirmeler müvekkilin A9 TV'de yapmış olduğu canlı televizyon programlarında sarf ettiği sözlerle bire bir benzerlik göstermektedir. Bu yüzden de bu canlı yayın programlarının içeriklerinin suç teşkil ettiği ileri sürülemez.

 

 

 

İDDİA MAKAMININ, MÜVEKKİLİN GÜYA FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜYLE YAKINLIK KURDUĞUNA DAİR DEĞERLENDİRMELERİ HATALI VE İYİ NİYETTEN UZAKTIR.

 

İddia makamı esas hakkında mütalaasında, güya "bu iki örgütün birbiriyle menfaatleri doğrultusunda yakınlaştığı" şeklinde hatalı ve kanaatimizce iyi niyetten uzak bir değerlendirmede bulunmuştur. Ancak, FETÖ'nün nasıl olup da müvekkil ve arkadaşlarına güya "yakınlaştığı" ve karşılıklı nasıl bir iş birliği içinde olunduğu konusundan hiç bahsedilmemiştir. Bu konuda tek bir örnek dahi sunulamamıştır. Yani iddia makamının yaptığı hatalı çıkarım şudur: İsnatla alakasız ve eski tarihli birkaç konu alınıp, bunlar güya FETÖ terör örgütüyle bir iş birliği içine girildiğinin kanıtı gibi sunulmaya çalışılmış, ancak bu sözde işbirliğinin diğer tarafı olan FETÖ kısmında nasıl bir yardım etme, fayda sağlama olduğu ortaya konamamıştır. ÇÜNKÜ BÖYLE BİR YARDIMLAŞMA HİÇBİR ZAMAN OLMAMIŞTIR.

 

Hem iddianamenin hem de esas hakkındaki mütalaanın en temel özelliklerinden birisi, tabiri caizse laf cambazlığı ve hayali edebiyat yapılması, bu sayede 4000 sayfalık bir iddianame ve 500 sayfalık bir mütalaa oluşması, ancak buna karşılık sarf edilen cümlelerin somut bilgi – belgeye dayanmayan hikayelerden ibaret oluşudur. Mütalaada güya "bu iki örgütün birbiriyle menfaatleri doğrultusunda yakınlaştığı"


denmesi ve sonrasında buna dair bir detay sunulamaması bunun bir göstergesidir.

 

Bu konuya bir başka örnek, mütalaada müvekkil ve arkadaşlarının güya "daha güçlü konumda olan FETÖ silahlı terör örgütünün desteğini almak ve bu şekilde kendi beşeri, ekonomik ve siyasi gücünü artırmak amacında" oldukları iddiasıdır. Peki ama;

 

FETÖ terör örgütünün hangi desteği alınmıştır? Müvekkil ve arkadaşları ne şekilde menfaat sağlamıştır?

FETÖ'nün hangi yardımıyla sanıkların hangisi beşeri, ekonomik ve siyasi gücünü artırmıştır?

 

Bu soruların hiçbiri ne iddianamede ne de esasa dair mütalada cevaplanmamıştır. Bilakis, müvekkil ve arkadaşları yıllar boyunca FETÖ'cülerin kumpaslarından dolayı mağdur olmuşlardır.

 

Bu bakış açısıyla esas hakkındaki mütaalaya bakıldığında, FETÖ'ye yardım suç isnadı başlıkları olarak şunlar karşımıza çıkmaktadır:

 

1.  Ayşegül Hüma Babuna'nın bilgisayarından çıktığı iddia edilen bir e-mail. (2013}

 

2.  Jonathan Schanzer konusu. (2013}

 

3.  Bazı sanıkların FETÖ'cü kişilerle HTS kayıtları. (Tamamına yakını 2008-2012 yılları arası, birkaç tanesi 2014 sonu}

 

4.  Dijital notlardan çıktığı iddia edilen ABD ve İsrail ile temaslar.

 

5.    A9 TV'de müvekkilin Fetullah Gülen'i övdüğü iddia edilen yayınlar. (En son 15.05.2014}

 

5.1.  "Kahtani" konuşması Aralık 2012.


5.2 "Ben onu severim o beni sever" konuşması Aralık 2012...

 

6.  FETÖ mensuplarıyla 15 Temmuz darbesi öncesinde temas kurulduğu iddiası.

 

7.    Bazı müşteki ifadelerinde rastlanan 1980'lerde FETÖ'nün kitap kasetlerinin kullanıldığı, bazı FETÖ yöneticileriyle temasta olunduğu iddiaları.

 

8.   Mehdiyet ile ilgili kitaplarda Fetullah Gülen ile ilgili belge ve bilgilerin yer aldığı iddiası.

 

9.  Dijitaller arasında yer aldığı iddia edilen mektup.

 

10.    Sanık Oğuzhan Sevinç'in telefonuna darbe girişiminden sonra reset atıldığı iddiası.

 

11.   Darbe teşebbüsü gecesi yapılan A9 TV yayının RTÜK tarafından darbe karşıtı olarak değerlendirmesine yönelik eleştiri.

 

12.  Konsolosluklarda 17/25 Aralık sonrası güya FETÖ propagandası yapıldığı iddiası.

 

13.  Sanık Avukat Ayfer Bayer'in ofisinde Fetullah Gülen'in bir kitabının bulunduğu iddiası.

 

14.  Fatih Üniversitesi Şerif Ali Tekalan ile çektirilmiş bir fotoğraf. (2013}

 

15.   Sanık Ulviye Didem Ürer'in FETÖ'ye yakınlığıyla bilinen Rota Haber sitesinde yazılar yazdığı iddiası. (2013 öncesi}

 


AYRICA DOSYADA MÜBREZ EMNİYET RAPORLARINDA GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE TÜM SANIKLAR TÜM FETÖMETRE KRİTERLERİNDEN TEMİZ ÇIKMIŞTIR. ANCAK NE İDDİANAMEDE NE DE MÜTALAADA BU RAPORA HİÇ ATIFTA BULUNULMAMAKTADIR.

 

Soruşturma dosyasına girmiş olan çok sayıda evrak, rapor, ve analiz evrakı müvekkilin ve sanıkların lehine değerlendirmeye alınmamıştır. Bunlardan bir tanesi, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 30.07.2018 tarih ve 58604142.66693.(63044}.D2-38854 sayılı yazıları ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu'nun yürüttüğü 2018/117729 sayılı soruşturmasına istinaden müvekkilimizin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı olup olmadığına ilişkin bilgi talebidir.

 

Bu talebe istinaden yapılan araştırma neticesinde elde edilen bulgular 11 başlık halinde analiz edilmiş ve 31.08.2018 tarihinde resmi tutanak tanzim edilmiştir. Söz konusu tutanakta analiz edilen başlıklar ve analiz neticelerine göre;

 

1.  BYLOCK başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

2.  BANK ASYA başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

3.  KRİZ MERKEZİ VERİSİ başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

4.  SORUŞTURMALAR başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

5.  BELGE EVRAK/DERNEK başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

6.  ŞİRKETLERİ SORUŞTURMA başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

7.  ŞİRKETLERİ BANK ASYA başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

8.  ŞİRKETLERİ BELGE EVRAK başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

9.  ŞÜPHELİ ŞİRKETTE SGK KAYDI başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

10.  KHK İLE İHRAÇ EDİLENLER başlığında kayda rastlanmamıştır.

 

11.    TEPE YÖNETİMLE İRTİBAT başlığında ayrıca tutanak tanzim edilmiş olup, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üst düzey yöneticisi olduğu kabul edilen 72 şahsa ait


olduğu bildirilen 336 GSM numarasının 01.01.2006 – 01.01.2016 tarihleri arasındaki 10 yıllık dönemi kapsayan HTS kayıtları kullanılarak yapılan sorgulama sonucunda müvekkil hakkında bir kayda rastlanmamıştır.

 

Öte yandan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Aklama Suçları Büro Amirliği tarafından yürütülen 2016/103113 sayılı soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 12.07.2018 tarihli soruşturma talimatı gereği aralarında müvekkilin de yer aldığı 235 şüpheli hakkında kendilerinin ve aile bireylerinin telefon hatlarında veya başka hatlarda Bylock, Eagle, Coco, Shu programı veya 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyeleri tarafından kullanılmaya başlandığı tespit edilen "Cryptnote" adlı programı kullanıp kullanmadıklarının tespit edilerek bildirilmesi, tespit çalışmaları tamamlandığında şüphelilerin uygulamayı kaç kez kullandıkları, kaç kez ve kiminle sesli görüşme yaptıkları, elektronik posta ve yazılı mesaj sayısı ve içeriklerinin gönderilmesi, şüphelilerin (anne, baba, eş çocuklar ve kardeşleri dahil} FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile irtibatı, iltisakı veya bağlantısının olup olmadığının kapsamlı şekilde araştırılıp, risk analizlerinin yapılması, neticesinin tutanağa bağlanarak gönderilmesi talep edilmiştir.

 

Söz konusu talebe istinaden hazırlanan 14.07.2018 tarihli tutanakta, müvekkilimiz hakkında tek bir kayıt dahi bulunmadığı tespit edilmiş durumdadır.

 

 

MÜŞTEKİLERİN İFADELERİNDE FETÖ İSNATLARI ÖZELLİKLE ZİKREDİLMİŞTİR, BUNLAR HUSUMET DUYDUKLARI SANIKLARI ZARARLANDIRMAK İÇİN PLANLAYARAK SÖYLEDİKLERİ İSNATLARDIR. MECLİS KOMİSYON RAPORUNDAN DEVŞİRME CÜMLELERDİR.

 

Müştekiler operasyon öncesi dönemde verdikleri ifadeleri hep birlikte oturup planlayarak, fikir birliği yaparak hazırlamışlardır. Özellikle birbirlerini suçlu çıkaracak anlatımları kullanmamaları, birbirlerinin ifadelerini destekleyecek anlatımlar yapmaları, cinsel saldırıya uğradığını iddia eden kızların bu müştekilerin hiçbirinin ismini vermemesi gibi deliller bu iddiamızı güçlendirmektedir.

 

İddiamızı somutlaştıran bir başka delil ise, müştekilerin müvekkil Adnan Oktar'a ve arkadaşlarına isnat ettikleri sözde FETÖ suçlamalarında görülmektedir. Söz konusu FETÖ suçlamaları, Mayıs 2017'de yayınlanan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu'ndan kelime kelime alınarak müşteki ifadelerine serpiştirilmiştir.

 

Bazı örnekler vermemiz gerekirse;

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 51

 

Gülen cemaatinin beklenen ve müjdelenen yeni neslini, başka bir ifadeyle, "bir elinde Kur'an, bir elinde bilgisayar" tutan...

 

FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Biz sürekli ülkenin ileri gelen politikacıları tarafında bir elinde Kur'an, bir elinde bilgisayar olan gençlik olarak örnek gösterildiğimiz için...

 


KOMİSYON RAPORU SAYFA 96

...önemli görülen kurumlarda örgüt mensupları kilit noktalara getirilmelidir.

 

SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

...o dönemin büyük firmalara personel ihtiyaçlarını bizim şirketten karşılamaya başladılar ve bu sayede biz de cemaat üyelerini bu şirketlerde kritik görevlere gelecek şekilde işe soktuk.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 85

Örgütün kripto örgütlenmesi... kriptolaşma yeteneği...

 

YILMAZ KURUCA 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

...Didem Ürer isimli şahıs bulunur. Adnan Oktar'ın en kripto elemanıdır.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 61

 

Fetullah Gülen'in talimatı ile kamu görevlisi veya herhangi bir yerde görev yapan bütün kadrolarına kamu kurumları içerisinden istihbari bilgi toplama, fotoğraflama, bilgi ve belge elde etme, önemli dosyaların suretini alma, önemli olaylarla ilgili kamu kurumlarındaki bilgi ve belgelerin örgüt yöneticilerine ulaştırılması talimatı verilmiştir.

 

EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Adnan OKTAR 1997 yılında bana istihbarat amaçlı bilgi getirmek için benim Sabah Gazetesi'ne girmemi emretti. Benim gibi bir çok kişiyi de böyle gazetelerde işe sokma konusunda emretti.

 

Adnan Oktar'ın bizi gazetelere sokmasının nedeni kişisel verilere ulaşıp bilgi ve belge toplamamız içindi.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 98

 

...yöntemler ise genellikle şunlar olmuştur: ...tehdit, sahte belge üretimi ve montaj, düzmece ve iftira kampanyaları, şantaj amaçlı kadın pazarlama ve görüntü kaydı...

 

 

 

EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Bizim bu sağladığımız bilgiler ışığında cemaatte şantaj, montaj ve iftira kuruldu.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 139

 

Bir defasında Gülen, yakın talebelerinden birini çağırıp: "Kur'an-ı Kerim'deki şu ayetler ve şu hadisler bana bakıyor" (yani bana işaret ediyor} demiştir.

 

SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Kuran'da geçen ve Adnan OKTAR'a uyan ayetler bize ezberletildi ve bu ayetler Adnan OKTAR'a göre yorumlatıldı ve cemaatten ayrılanların münafık olduğu, cehennemlik olduğu vurgulanarak bize bu felsefe dayatıldı.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 81

 

Fetullah Gülen kendisine rakip gördüğü kişileri "hizmette nefis terbiyesi, beklentisiz olma ve benliği hiçleştirme" gibi bahanelerle ücra ülkelere atayarak tabir-i caizse burunlarını sürtmekte, güç, otorite ve gövde gösterisi yapmakta ve kendi yönetim merkezinden mümkün olduğunca uzaklaştırmaktadır.

 

FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

...fakat Adnan OKTAR beni kendine bir tehdit olarak gördüğü için beni Kazakistan'a grup evlerine gönderdi.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 68

 

...tartışılmaz ve tek lider olarak Fetullah Gülen...

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 70

 

İmam asla eleştirilemez ve sorgulanamaz.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 68

 

...tek ve tartışılmaz lider olarak Fetullah Gülen...

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 70

 

Hiyerarşide üste kayıtsız şartsız itaat ve teslimiyet esastır. Örgütün amaçları dışında

 

 

her şey sahte, geçici, önemsiz ve teferruattır.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 95

 

FETÖ, tek kişinin mutlak hakimiyetine dayanan...

 

 

 

 

SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Benim cemaat içerisinde iken anlayabildiğim kadarıyla Adnan OKTAR tartışmasız ve kesin tek liderdir ve emirleri asla sorgulanamaz.

 

ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ

 

Bu yapı Adnan Oktar'ın tek başına liderlik ettiği, koşulsuz itaat üzerine kurulmuş...

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 68

 

Hücrelerin örgütlenmesi ve dolayısıyla manevra gücü yüksektir.

 

 

 

 

EMİN KOÇ 30.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

...çünkü biz küçük bir topluluk olacağız ama vurucu gücümüz çok yüksek olacak, diyordu.

 

CEYLAN ÖZGÜL 13.07.2018 YAVUZ OĞHAN RADYO RÖPORTAJI

 

bu daha küçük daha böyle manevra kabiliyeti yüksek, daha operasyonel kabiliyeti yüksek, daha farklı alanları özel olarak hedef alan bir örgüt.

 

CEYLAN ÖZGÜL 16.07.2018 FATİH ALTAYLI TEKE TEK PROGRAMI

 

Adnan Oktar örgütü yıllar içinde daha küçük, daha manevra kabiliyeti yüksek bir hale getirdiği için...

 

CEYLAN ÖZGÜL 18.07.2018 BEYAZ MAGAZİN PROGRAMI

 

Çünkü bu sayıca küçük, manevra kabiliyeti yüksek ve yön alma kabiliyeti de yüksek bir örgüt.

 

CEYLAN ÖZGÜL 20.07.2018 TRT WORLD THE NEWSMAKER PROGRAMI

 

Bence örgüt çok daha hızlı manevra kabiliyetine sahip olabilmesi için özellikle küçük tutuldu.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 50

 

Bu çekirdek kadro için 1970 yılında bizzat Fetullah Gülen tarafından bir yemin metni hazırlandığı ve o günkü çekirdek kadronun yemin ederek cemaat adına faaliyet yürütmeye başladığı kayıtlara geçmiştir.

 

 

 

ÜMİT KURUCA 30.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Örgüte ilk geldiğim dönemlerde kalabalık bir topluluğun içindeyken bana örgüt yöneticilerden Tarkan YAVAŞ tarafından yüksek sesle şöyle bir yemin ettirildi: "Bu davayı bırakırsam, Allah'ın, meleklerin ve tüm lanet edicilerin gazabı üzerime olsun." Sonradan bu yeminin tüm yeni gelen örgüt üyelerine sistematik olarak yaptırtıldığını gördüm. Aynı yemin belli aralıklarla bize tekrar ettirildi.

 

DİLARA AKTUNÇ 18.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

...cennetin kapısını kendisinin açacağını ve arkasından sadece kendi yanında olan çekirdek grubun cennete gireceğini...

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 95

 

Örgütün nihai hedefi sadece Türkiye'yi değil tüm dünyayı yönetmektir.

 

 

 

 

UĞUR ŞAHİN 03.01.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Zaten birçok örgüt üyesi Adnan Oktar'ın şu sözü ile kara listeye girmekteydi: "3-5 yıl içinde dünyaya hakim olacağız, hiçbirinizin paraya pula ihtiyacı olmayacak, saraylarda yaşayacağız." Kendisi örneğin hep Dolmabahçe sarayında yaşayacağını bize söylerdi.

 

DİLARA AKTUNÇ 18.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

5 yıl sonra Dünya'ya kendisinin hakim olacağını, örgüt olarak Dolmabahçe Sarayı'nda yaşayacaklarını, okulu bırakmamı, zaten Dünya'ya hakim oldukları zaman istediği üniversiteden istediği diplomayı alabileceklerini söylerdi.

 

ÜMİT KURUCA 30.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Bahane olarak da "yakında dünyaya zaten hakim olacağız, evleri o zaman telafi edilir" düşüncesi hakimdir.

 

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 54

 

 

Askeri rejim dolayısıyla Gülen ve takipçileri de "tedbir" gereği kendilerini geri planda tutmuş...

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 62

 

Fetullah Gülen mensupları arasında "tedbir" olarak adlandırılan ilişkilerinde...

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 67

 

FETÖ'nün "gizlilik", "takiyye" ve "tedbir" prensipleri...

 

ADNAN TINARLIOĞLU 27.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Gizlilik çok önemlidir ve TEDBİR HOCAM şeklinde ifade edilir. Aşağı yukarı gündelik bilgiler haricindeki tüm konuşmalar gizli yapılır. Grubun en önemli kuralı GİZLİLİKTİR.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 42

 

...uzun yıllar bu yapılanma içerisinde yer alan Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce medyaya da yansıyan kimi ifadelerinde Fetullah Gülen'in öteden beri yakın çevresindekilere şiddet uyguladığını ifade etmişlerdir.

 

 

 

CEYLAN ÖZGÜL 09.04.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

... ayrılmak isteyenlere şiddet uygulandığını, kendisinin de birçok kez darp edildiğini...

 

EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Bulunduğum süre boyunca da Adnan OKTAR'ın hakaret ve aşağılamalarına maruz kaldım. Sürekli olarak baskıya ve psikolojik işkenceye maruz kaldım.

 

 

ALPER ÜNEK 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

 

Adnan OKTAR herhangi bir sebep olmaksızın sadist duygularla örgüt üyelerini darp etmektedir. Beni de "yavaş hareket ettiğim gerekçesi" ile iki eliyle yüzüme tokat atmak suretiyle darp etmiştir. Şayet samimi ifade verirlerse halihazırda gözaltında olan birçok örgüt üyesi de Adnan OKTAR isimli şahsın sözlü ve fiziki şiddetine maruz kalmıştır.

 

 

 

SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ


 

 

 

 

 

1995-1996 yıllarında Adnan OKTAR cemaat içinde fiziki şiddeti en üst seviyeye çıkardı ve cemaat evinde kalan kızları anlamsız bir şekilde dövmeye ve işkence yapmaya başladı. Bu işkencelerin bazıları saçlarını kaşlarını kazıtmak, tekme atmak, yumruk atmak vs. şeklindeydi.

 

Yılbaşı gecesi Adnan OKTAR'ın Eda BABUNA'yı çok feci bir şekilde dövdüğünü...

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 61

 

...örgüt mensuplarının yaygın olarak kod isim kullanmaya başlaması bu dönemde olmuştur.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 112

 

Örgüt mensupları tedbir olarak...(haberleşme araçlarıyla} konuşmalarında isim zikretmekten imtina etmekte...genel olarak "kod" isim kullanmaktadırlar.

 

 

 

ADNAN TINARLIOĞLU 27.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

 

Kod ismim TENÖR'dü. Bu kod ismi soy ismime benzerliğinden dolayı kendiliğinden oluştu. Bu lakabım sadece grup içinde yüzyüze görüşmelerde ve telefon görüşmelerinde kullanılırdı.

 

Herkesin kod ismi vardı, bunlar...

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 626

 

Başyüceler Divanı: Örgütün en üst yönetici kadrosu olup, doğrudan Fetullah Gülen'den emir alan heyettir. Başlangıçta örgütün yeminli çekirdek kadrosundan oluşmakla birlikte, ilerleyen dönemlerde Gülen'in tasarruflarıyla üyelerinden değişenler olmuş, yeni isimler de yer almıştır.

 

 

AYKUT AYNA 17.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

"'İmamlar İmamı'' denilen bir üst yapı vardır. Sayıları erkeklerden 5, kadınlardan 5 kişi olmak üzere 10 kişidir. Güncel olarak şu an bu grupta Adnan Oktar'ın yakalandığı esnada ekip otosuna bindirilirken yanında bulunan Didem ÜRER isimli bayan vardır. Bu kadın bayanların en üst ablası konumundadır.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 626

 

Abla: Abi tabirinin kadınlardaki karşılığıdır. Abilerden farklı olarak ablalar, örgüt içerisinde üst düzey yönetici olamazlar. Bir abla, altında bulunanlar ve diğer ablalar arasında ne kadar üst düzey konumda olursa olsun, nihayetinde bulunduğu il veya ilçedeki abiye bağlıdır.

 

AYKUT AYNA 17.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

"'İmamlar İmamı'' denilen bir üst yapı vardır. Sayıları erkeklerden 5, kadınlardan 5 kişi olmak üzere 10 kişidir. Güncel olarak şu an bu grupta Adnan Oktar'ın yakalandığı esnada ekip otosuna bindirilirken yanında bulunan Didem ÜRER isimli bayan vardır. Bu kadın bayanların en üst ablası konumundadır.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 105

 

FETÖ'nün, kuruluşundan güçlenmesine kadar en büyük mali kaynağı, üyeleri ve sempatizanlarından "himmet" adı altında toplamış olduğu paralardır.

 

 

 

ALPER ÜNEK 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

... ayrıca FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nde olduğu gibi örgüt üyelerinden "FON" adı altında alınan paraları teslim alırdı. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nde "HİMMET" ne ise bu örgütte de "FON" odur.

 

ÖZKAN MAMATİ 04.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Adnan Oktar'ın yapmış olduğu örgütün para kaynaklarından bazıları da yurt dışında bulunan, sosyal medya ve konferanslarla kazanılan sempatizanların himmet ve ecir olarak gönderdiği paralardır.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 71

 

...dikey piramit yapılanmasının beşinci, altıncı ve yedinci katmanları örgütün yönetici katmanlarıdır. Altıncı ve yedinci katmandakilerin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmemektedir.

 

 

 

 

CEYLAN ÖZGÜL 13.07.2018 YAVUZ OĞHAN RADYO RÖPORTAJI

 

...siz burada vakit geçirdikçe ancak mahrem bilgiler size açılıyor. Ve o mahrem bilgileri öğrendikçe de daha çok kolunuzu bacağınızı kaptırmış oluyorsunuz yani oradan çıkmanız daha da zorlaşıyor.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 68

 

...hücre tipi örgütlenme modeli uygulanmaktadır.

 

 

 

 

DİLARA AKTUNÇ 18.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Babam örgütte olduğu sürede de, örgütteki hücre sisteminden dolayı babamın benim çocukken örgütte yaşadıklarımdan hiçbir zaman haberi olmadı.

 

CEYLAN ÖZGÜL 27.07.2018 5N1K PROGRAMI

 

Çok değişik hücreler var. Her hücre farklı farklı hareket ediyor birbirinden. Bir hücre sistemi var aynı FETÖ'de olduğu gibi, diğer başka bazı uluslararası örgütlerde olduğu gibi, ve bir hücre diğerinin ne yaptığını bilmiyor...

 

CEYLAN ÖZGÜL 18.07.2018 BEYAZ MAGAZİN PROGRAMI

 

...yani tabi dediğim gibi orada bir hücre sistemi var...

 

...kısıtlı şeyler sizin önünüzde oluyor. Hücre sistemi dediğim bu. Bakın bu FETÖ'de de var...

 

 

 


 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 100

 

Örgütte bütün işler sözde kainat imamının talimatıyla yürümekte...

 

 

 

 

ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ

 

Daha sonra Adnan Hoca'nın talimatıyla bu iş yerinin bütün güvenlik kamera kayıtları sildirildi.

 

EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Adnan OKTAR 1997 yılında bana istihbarat amaçlı bilgi getirmek için benim Sabah Gazetesi'ne girmemi emretti. Benim gibi bir çok kişiyi de böyle gazetelerde işe sokma konusunda emretti.

 

FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

1989 yılı Aralık ayında Adnan OKTAR'ın emriyle yine cemaat üyesi olan ve Adnan OKTAR'ın tanıştırdığı Zeynep YALÇIN ile evlendim.

 

1991 yılında Adnan OKTAR'ın emri ile Tura Turizm isimli şirketin sahibinin kızı...

 

EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

...basına beyanat vermemiz Adnan OKTAR tarafından bize emredildi.

 

...örgüte muhalif olan kişiler aleyhinde Adnan OKTAR'ın emriyle hakaret, iftira, asılsız suç isnadı ve şantaj unsurları içeren çok sayıda internet sitesi hazırlandı.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 71

 

Bu tabakalar dışında bir de örgüte sadece sempati besleyenlerden oluşan alt tabaka vardır. Sempati besleyen bu kimselerin destekleyenlerden farkı bilinçli ve düzenli bir destek içinde olmamalarıdır.

 

Bunlar örgütün iç yüzünü bilmeyen, görünüşteki yüzünü tamamen gerçek zanneden kimselerdir.

 

 

 

YILMAZ KURUCA 14.07.2018 TARİHLİ RÖPORTAJI

 

Sempatizanlar:

 

Örgütün iç yüzünü bilmemekle birlikte örgütün dini kimliğinden etkilenen kişilerden oluşur. Bu şahıslar bilmeden örgüte maddi ve manevi imkan sağlarlar.

 

 


KOMİSYON RAPORU SAYFA 106

 

Örgüt tarafından, FETÖ mensuplarınca verilen himmetin en çok sevap kazandıranının mali sıkıntıda dahi olunsa verilen olduğu bildirilerek, örgüte aktarılacak mali kaynağın her şartta toplanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.

 

 

 

AYKUT AYNA TARİHSİZ İFADESİ

 

Adnan Oktar bize herhangi bir iş yaparak para kazanmanızı ve yapıya getirmemizi istiyordu, biz de kazansak da kazanmasak da zarfa ya da uygun bir şekle sokarak bu paraları bazen elden Adnan Oktar'a teslim eder bazen kapıya bırakırdık.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 120

 

FETÖ/PDY'nin...gerek Türkiye'de gerekse diğer ülkelerde, işbirliği yaptığı istihbarat servisleri ve güç odakları lehine çalışmalar da gerçekleştirdiği görülmektedir.

 

CEYLAN ÖZGÜL 22.01.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Adnan OKTAR bu düşünce kuruluşları üzerinden istihbarat örgütleriyle bağlantıya geçip bürokratlar, milletvekilleri vs gibi önemli kişilerin kişisel, özel bilgilerinin iletimini yapardı.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 52

 

İlk sayısı 1979 yılının Şubat ayında çıkan Sızıntı dergisinde önce başyazıları yazan Gülen, daha sonra orta sayfa yazılarını da yazmaya başlamıştır. Bu dergi örgütün ilk ve en güçlü propaganda araçlarından biri olmuştur.

 

 

FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

1986 yılında ben cemaate geldiğimde sürekli olarak Bediüzzaman'ın Ahir Zaman ve mehdi ile ilgili risalelerini bize okutturur ve Fethullah GÜLEN'in Sızıntı Dergisi'ni okuttururdu ve Fethullah GÜLEN'in vaazlarına gitmeyi tavsiye ederdi. Kendi fikrine en yakın ve halis Müslümanların "Fethullah GÜLEN cemaati" olduğunu anlatırdı.

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 65

 

FETÖ'nün 2007 yılı itibarıyla İstanbul İl İmamı olan ve akabinde Kenya Ülke Sorumlusu olarak atanan Ahmet Kara, Barack Obama'nın başkanlık yemin törenine davet edilen şahıslar arasında yer almıştır.

 

 

 

CEYLAN ÖZGÜL 22.01.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Bunlardan biri Trump'ın başkanlığa kabul gününde hem baloya hem de başkanlığa kabul törenine davet alıp Adnan OKTAR'ı temsilen Oktar BABUNA ve yanındaki kişi katıldı.

 

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 129

 

FETÖ örgütü ülke içinde sürdürdüğü örgütsel yapılanmasını belirli bir aşamaya getirdikten sonra, dünyaya açılmaya ve küresel bir aktör olmaya karar vermiştir.

 

 

 

EBRU ALKAN 22.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

2008 - 2010 yılında itibaren sosyal medyanın da yayılmasıyla tv röportajları, sosyal medya gibi mecralarda Adnan OKTAR çıkmaya karar verdi. Cemaat artık dışa açılmaya başladı, Adnan OKTAR'ın emriyle yurt içi ve yurt dışı gazeteciler, televizyoncular başta olmak üzere Adnan OKTAR'ı tanıtacak faaliyetlere başlandı ve lobicilik faaliyetleri de bu dönemde başladı.


 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 131

 

Örgütün merkezindeki çekirdek yapı sabit kalmakla birlikte söylemler, projeler ve faaliyetler çok boyutlu değişim geçirmiştir.

 

 

 

CEYLAN ÖZGÜL 12.07.2018 DHA RÖPORTAJI

 

Tabi zaman içinde örgüt çok fazla şekil değiştirdi, sürekli evrim geçirdi örgüt...

 

CEYLAN ÖZGÜL 18.07.2018 BEYAZ MAGAZİN PROGRAMI

 

39 yıldır çok evrim geçirmiş, görüntüsünü çok değiştirmiş, hedef aldığı kitleyi çok değiştirmiş bir örgüt.

 

CEYLAN ÖZGÜL 20.07.2018 TRT WORLD PROGRAMI

 

Örgüt evrim geçirdi ve adam da evrim geçirdi...

 

CEYLAN ÖZGÜL 27.07.2018 CNNTÜRK 5N1K PROGRAMI

 

Bu da yine aslında örgütün evrim geçirmesine bir örnek.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 131

 

Bu noktada "fırsat kollama" ya da "fırsatçılık" diye ifade edilebilecek bir durum ve vaziyet alıştan söz edilebilir.

 

 

 

CEYLAN ÖZGÜL 20.07.2018TRT WORLD RÖPORTAJI

 

Bence sadece fırsatçılık yapıyor.

 

 

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 80

 

...mahrem birim imamı bilmektedir.

 

 

 

 

ALPER ÜNEK 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Mahrem konular imamı Serdar Dayanık...


 

 

 

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 45

 

Erzurum'da kaldığı 1962-1963 yıllarında, Erzurum Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucuları arasında yer almış ve dernekte aktif olarak görev yapmıştır. Gülen'in yurt dışı bağlantılarla ilk temasının bu dernek vasıtasıyla gerçekleştiği ve örgütün temellerinin bu süreçte atıldığı kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca bu derneğin yurtdışı kaynaklı "proje" bir dernek olduğu yönünde çok kuvvetli şüphe ve emareler bulunmaktadır.

 

 

 

FIRAT DEVELİOĞLU 16.07.2018 TEKE TEK PROGRAMI

 

...bu projeli örgütlerin Türkiye'nin içine çok rahat sokulabildiği bir dönemleri de yaşadık...

 

Ya orası tabi biraz yani aslında projeli sektler, projeli cemaatler belli ikna metodları oluyor...


 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 45

 

Örgüt kendisini "Hizmet" için "Seçilmiş" kişiler topluluğu ve Gülen'i de "Kurtarıcı Mehdi" olarak konumlandırmıştır.

 

 

 

FIRAT DEVELİOĞLU 16.07.2018 TEKE TEK PROGRAMI

 

Mehdi'nin    talebeleriyiz,    hocamız    Mehdi,    Adnan    Hoca    Mehdi,    tabi    buna inanıyorduk...

 

...mehdilik indiğini iddia ettiği için, o mehdi...

 

SERPİL EKŞİOĞLU 19.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Ben de evlilik teklifini mehdi olduğu ima edildiği için...

 

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 83

 

Yargı imamı ve Emniyet imamı kavramları anlatılmakta...

 

 

 

 

ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ

 

Adliye imamı Fatih KILIÇ (Tel: 532 542 12 33} ve Emre BUKAĞILI (Tel: 0533 470 91 74}dır.

 

Emniyet imamı ALP ÜNLÜ (Tel: 0533 668 46 49}dür.

 

ADNAN TINARLIOĞLU 27.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Emniyet ve adliye sorumlusu: Mehmet Alp Ünlü

 

 


EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Sözde emniyet imamı: Mehmet Alp ÜNLÜ

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 86

 

2016 İtibarıyla FETÖ Genel Teşkilatlanma Şeması içinde "özel kalem" diye bir mevki var.

 

 

 

ÖZKAN MAMATİ 09.11.2017 TARİHLİ İFADESİ

 

Adnan Oktar'ın özel kalemi İbrahim Seral KÖPRÜLÜ (Tel: 0541 556 53 59}dür.

 

 

 


KOMİSYON RAPORU SAYFA 258

 

İzmir'de genç kızları kandırarak zengin kişilere ve üst düzey bürokratlara para karşılığında pazarlayan bir çete olduğu, genç kızların elde edilen uygunsuz görüntüleri kullanılmak suretiyle tehdit edilip kendilerine bağımlı hale getirildiği ifade edilmiştir.

 

 

 

YILMAZ KURUCA 14.07.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

Ankara'da bulunan bacı grubundaki kadınlar, Adnan OKTAR'ın talimatı ile üst düzey kişilerle cinsel ilişkiye girdirilerek, örgüte maddi kazanç ve siyasi güç kazandırmaları sağlanırdı.

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 258

 

İzmir'de genç kızları kandırarak zengin kişilere ve üst düzey bürokratlara para karşılığında pazarlayan bir çete olduğu, genç kızların elde edilen uygunsuz görüntüleri kullanılmak suretiyle tehdit edilip kendilerine bağımlı hale getirildiği ifade edilmiştir.

 

 

 

HANİFE AKALIN 01.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

...bu sırada bana fotoğraflarımı çektiğini ve eğer karşı çıkmaya devam edersem aileme göstereceğini söyleyip tehdit etti.

 

Ben fotoğraf çekmesini istemiyordum ama tehdit ettiği için bir şey demedim ve sustum.

 

Ben artık Mustafa'nın elinde köleleşmiştim ve her istediğini yapmak zorunda kalmıştım.

 

 

 

KOMİSYON RAPORU SAYFA 144

 

Menfaatlerine uymayan şahıslar söz konusu olduğunda, anılanları itibarsızlaştırmak ve pasifıze/tasfıye etmek için özel hayatın mahremiyetini, haberleşme özgürlüğünü ya da masumiyet karinesini hiçe sayarak kumpaslar kuran örgüt...

 

 

 

FIRAT DEVELİOĞLU 17.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

 

...örgütten ayrılıp örgüte karşı faaliyet yürüten Özkan MAMATİ, ŞAHİN, Ümit KURUCA ve Ceylan ÖZGÜL hakkında yapmış olduğu itibarsızlaştırma sitelerine de adımı ve fotoğraflarımı ekleyerek beni maddi ve manevi kayba uğrattı. Bu örgütlü itibarsızlaştırma faaliyetlerini sürekli olarak güncelleyerek hareketlerine devam etti.

 

EMRE ERTÜZÜN 11.05.2018 TARİHLİ İFADESİ

 

...örgüte muhalif olan kişiler aleyhinde Adnan OKTAR'ın emriyle hakaret, iftira, asılsız suç isnadı ve şantaj unsurları içeren çok sayıda internet sitesi hazırlandı.

 

Bu kumpaslar neticesinde mağdur edilen insanlar...

 

 


 

 

 

 

 

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ OLUŞTURDUĞU ARKADAŞ CAMİASI NEDEN BENZEŞMEZ:

 

FETÖ/PDY ile TBAV camiasının amaçları birbirinden farklıdır. FETÖ/PDY silahlı bir terör örgütüdür, TBAV değildir.

FETÖ/PDY hiyerarşik piramit yapılanması olan bir terör örgütüdür, TBAV samimi arkadaşlardan ibaret bir sosyal toplum kuruluşudur.

 

FETÖ/PDY siyasi amacı doğrultusunda 50 yılı aşkındır kitlesel şekilde örgütlenerek milyonlarca taraftar edinmiştir, TBAV camiası 250-300 kadar samimi arkadaştan ibarettir.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün parasal kaynakları olağanüstü boyutlarda büyüktür, TBAV camiası ise çok daha mütevazi bir boyuttadır.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü siyasi amacı doğrultusunda devşirdiği elemanları ailelerinden ve eski sosyal çevresinden koparıp onlara yabancılaştırır, TBAV camiasına mensup kişilerse aileleriyle ve eski sosyal çevreleriyle çok yakındır.


FETÖ/PDY Terör Örgütü elemanları illegal faaliyetlerinde deşifre olmamak için gerçek adları yerine sıkı uygulanan kod adı sistemini kullanır, TBAV camiasındaki samimi arkadaşlar sadece birbirlerine bazen lakaplarla hitap eder.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü elemanları illegal faaliyetlerinde deşifre olmamak için sıkı bir hücresel yapılanma uygularlar, TBAV camiası ise hemen her gün canlı yayınlarda ve sık sık düzenlenen sosyal faaliyetlerde biraraya gelir, sohbet eder, konuşup eğlenirler.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü siyasi amacı doğrultusunda tüm devlet kademelerine sızmış ve bu amaç doğrultusunda 10-20 yıl ölçeğinde planlar yaparak uygulamıştır, TBAV camiasından devlette çok alt kademelerde çalışan bir iki kişi dışında kimse bulunmamaktadır.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü elemanları illegal faaliyetlerinde deşifre olmamak için kendi üzerlerine olmayan mobil GSM hatları kullanıp yaklaşık 3 ayda bir bunları değiştirir, TBAV camiası mensuplarının büyük çoğunluğu uzun yıllardır kendi üzerlerine kayıtlı telefonları kullanmaktadır.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün siyasi amacına ulaşmak doğrultusunda cebir ve şiddet kullandığı ispatlanmıştır, TBAV camiası mensupları dünyanın en hümanist sivil toplumlarından birisidir.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü içinde siyasi amaçlara giden yolda örgüt elemanlarına ödül ve ceza sistemi uygulandığı ispatlanmıştır, TBAV camiası içinde böyle bir durum bulunmamaktadır.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü mevcut hükümete ve onun başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a karşı büyük bir husumet ve kin beslemektedir, TBAV camiası ise tüm güçleriyle kendisini desteklemiştir.


FETÖ/PDY'NİN AMACI

 

FETÖ/ PDY cebir, şiddet ve diğer hukuk dışı yöntemleri kullanarak devlet otoritesini baskı altına almayı, zaafa uğratmayı, yönlendirmeyi, alternatif bir otorite olarak ortaya çıkmayı, devlet otoritesini ele geçirmeyi, sonuç olarak demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sona erdirerek yerine örgüt lideri GÜLEN'in kendi doktrinlerine göre saptırılmış şer'i yasaların hakim olduğu teokratik bir devlet kurmayı hedefleyen bir suç örgütüdür.

 

Oysa müvekkil ve arkadaş çevresi, devlet otoritesini güçlendirip sağlamlaştırmayı hedefleyen, bu hedeflerini Gezi Olayları ve 15 Temmuz Darbe Kalkışması sırasında açıkça ortaya koyan, Devlet otoritesine alternatif olabilecek, bu otoriteyi zayıflatacak her türlü ve dış gücü ve baskıyı derhal karşılarına alarak tüm bilimsel ve sosyolojik propaganda yöntemleriyle etkisiz hale getirmeye çalışan, Türkiye Cumhuriyeti'ni daha büyük, daha güçlü kılmaya çalışan, Kızıl Elma veya Türk-İslam Birliği bigi büyüme-güçlenme ideallerini her fırsatta dile getirip yaygınlaştırmaya çalışan, mevcut demokratik hukuk devletinin yönetimini aynen devam ettirmesini, bu devletin başı olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın her koşulda desteklenmesini hedefleyen bir sivil toplum kuruluşudur.

 

 

 

FETÖ/PDY, SİLAHLI BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR

 

Bir örgütün silahlı örgüt sayılabilmesi için, örgütün varlığıyla ilgili üye sayısının yeterli olması, üyeler arası hiyerarşik yapı, disiplin, iş bölümü ve organizasyon, devamlılık, örgütün amacına bağlılık, örgüt üyeleri arasında irade birliği şartlarının yanında ayrıca en önemli şart olarak örgütün amacını gerçekleştirmeye elverişli nitelik ve nicelikte silah bulunması gerekir.

 

FETÖ/PDY yaklaşık 50 yıl süresince hem Emniyet Teşkilatı'nda hem de Ordu içinde her kademede gizli bir teşkilatlandırma yürütmüştür. Bu kripto faaliyet neticesinde,


15 Temmuz Darbe Kalkışması'nda açıkça şahit olduğumuz üzere, Türk Ordusu'na sızmış ve sayıları yüzbinleri bulan yandaşlarının kontrolündeki Türk Milleti'ne ait silahları kullanarak Devleti yıkmaya kalkmışlardır. Bu noktada, FETÖ/PDY mensuplarının örgütün amacını gerçekleştirmeye elverişli nitelikte ve nicelikte silah gücüne sahip olduğu kuşku götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Oysa müvekkil ve arkadaşları, henüz hiçbir suçlamadan dolayı yargılanmış, ceza almış ve bu cezaları da kesinleşmiş değildir. Dolayısıyla masumiyet karinesi gereğince şu an için hepsi MASUMDUR. Bu sebeple de kendilerine ne "suç örgütü" ne de "terör örgütü" mensubu muamelesi yapmak hukuken, Anayasal haklar ve insan hakları bakımından mümkün değildir. İşte bu gerçeğin bir başka delili de, yukarıda zikrettiğimiz şekilde "silah sahibiyeti" maddesidir.

 

Müvekkile ait hiçbir silah bulunmamaktadır. Kendisi hayatında silah kullanmamış olup bu konuda hiçbir bilgisi, yetkinliği ve iddiası da yoktur. Müvekkilin arkadaş çevresindeki bazı kişilere ait olan TAMAMI RUHSATLI tabanca ve av tüfeklerini topladığımızda, bunların sayısı yaklaşık 90-100 adet kadardır.

 

ÇOK AÇIKTIR Kİ, bir terör örgütünün amacı doğrultusunda Devleti yıkmak gibi bir eylemi gerçekleştirmek için bu kadar silah yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla bu noktada FETÖ/PDY ile TBAV camiası arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.

 

 

 

FETÖ/PDY, HİYERARŞİK PİRAMİT YAPILANMASI OLAN BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR

 

FETÖ/PDY yapılanması Devleti ele geçirmek yolunda kripto faaliyetlerini yürütebilmek adına sıkı bir hiyerarşi kullanmaktadır. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün 1999 yılında yapmış olduğu bir çalışma esnasında yapılan tespite göre, bu yapılanma şu şekildeydi:

 

1} İstişare Grubu

 

2} Dünya imamı

 

3} Coğrafi bölge imamı 4} Ülke imamı

5} Bölge imamı

 

6} İl imamı

 

7} İlçe imamı

 

8} Semt imamı

 

9} Mahalle imamı

 

10} Ev imamı (Işık evleri} 11} Ser rehberler

12} Belletmenler

 

13} Öğrenciler ve örgüt mensupları (şakirt ve şakirdeler}.

 

 

Aradan geçen yıllar boyunca bu hiyerarşik yapılanma çok daha karmaşık bir hal almış, çok daha girift şekle bürünmüş ve en önemlisi, hücre sistemi ile yürütülmüştür. Özellikle Ordu içindeki yapılanmada, bir zincirin baklaları gibi küçük birimlerin birbirine eklenmesi şeklinde büyüyen yapılanma, bu küçük hücreler içinde bazen 1, bazen 2 veya 3 kişi olacak kadar küçük kalmıştır. Ordu içinde aynı bölükte bulunan iki FETÖ/PDY mensubunun birbirinin gizli kimliğini bilmeden yan yana bulunduğu çok fazla örnek bulunmaktadır.

 

FETÖ, örgütün deşifre olmaması ve devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgütü hücret ipinde yatay örgütlemiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşmakta ve bir abla/abiye bağlı bağlı birimdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlar için üç ve bazı kurumlarda (TSK İçin} birebirdir. Ayrıca her hücre abi veya ablası da bir başka hücrede yer almaktadır. Örgüt, her bir lokması bir hücreden oluşan zincirler şeklinde üst imamlara bağlanmakta ve nihayet ülke kıta ve üst Örgüt yöneticilerine bağlanmaktadır. Tanık ifadeleri ve örgütün içinde bulunan kişilerin beyanları ile örgütle ilgili elde edilen dokümanlarda bu durum açık olduğundan örgütün hücre sistemine göre yapılandığı konusu ittifakla kabul edilmektedir. Kamu kurumlan içindeki yapılanma bir hücre ile başlayıp orada kadrolaşma sağlandıkça başka hücrelerin eklenmesiyle veya büyüyen hücre bölünerek yeni bir hücre oluşturulup sohbet grubu şeklinde yapılanmaktadır. Her bir hücreye sorumlu bir imam atanarak yapılanmanın genişlemesi sağlanmaktadır. Eğer kadrolarda örgüt mensubu çok fazla ise hücreler binlere, on binlere kadar artabilmektedir. Kuruma atanan üst sorumlu imam ise hücrelerin tamamından sorumlu olarak faaliyet yürütmektedir.

 

Oysa müvekkil ve arkadaşları arasında tam bir eşit dostluk ilişkisi vardır. Kimse kimsenin astı üstü olmayıp herkes birbirinin çok sevdiği arkadaşı – dostu kardeşi hükmündedir. Bu kişilerin birbirleriyle konuşmalarındaki candan samimiyet, şakalaşmalar bunun göstergesidir. TBAV camiasına mensup hemen herkes, A9 TV Stüdyosu'nda her gün yapılan canlı yayınlarda ya da sık sık düzenlenen organizasyonlar kapsamında biraraya gelmekte, birbirleriyle karşılaşıp sohbet etmektedir. Bu şekilde bir yapının "hücre sistemi" olduğunu iddia etmek son derece mantıksızdır.

 

TBAV camiasında, bir terör örgütündeki gibi bir emir-komuta zinciri ve hiyerarşik bir yapılanma yoktur, kimse kimseye emir vermez, kimse de kimseye rapor sunmaz. Burada dikkat edilmesi gerek en önemli hususlardan birisi şudur: TBAV faaliyetleri sırasında, faaliyetlere yardımcı olan her gönüllü kişi, elbette bir sorumluluk üstlenmekte, bu sorumluluk kapsamında da elbette ki başka arkadaşlarıyla haberleşip istişareler yapmaktadır. Örneğin TBAV'ın düzenleyeceği bir konferans için birileri davetli listeleri hazırlarken, başkaları ise organizasyon mekânı ayarlar, teknik ekipman ihtiyaçlarını giderir, davetlilere ikram edilecek yemekleri belirler, salon süslemesiyle ilgilenir, vs. Birkaç yüz davetlinin geleceği, 4-5 konuk konuşmacının sahne alacağı bir konferans organizasyonun takip kalemlerine bakıldığında 700-800 maddelik bir takip listesi ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak vakıf üyeleri ve gönüllüleri bu maddelerin yerine getirilmesi ve uygulanması aşamalarında iş bölümü yapıp birbirleriyle haberleşirler, bir şeyi yapmaya veya yapmamaya karar veriler, birbirlerine "o zaman sen şunu yap" gibi cümleler sarf ederler. Bunun tek sebebi organizasyonel ihtiyaçlardır. Hiyerarşik örgütsel bir emir – komuta zinciri sebebiyle değildir.

 

 

 

FETÖ/PDY, DESTEKÇİ SAYISI MİLYONLARI BULAN BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR

 

FETÖ/PDY terör örgütü ilk yapılanmaya başladığı yıllardan itibaren geniş taban desteğine yönelik faaliyetler yapmış, bu sayede destekçilerinin sayısı milyonlarla ifade edilir olmuştur. Bu milyonlar dünyanın çeşitli ülkelerinde de çok disiplinli olarak örgütlenmişler, özellikle okullar ve dershaneler açarak yeni eleman devşirmesi amacıyla çok küçük yaşlardan itibaren çalışmalara başlamışlardır. Özellikle 1990'lı yılların başından itibaren yurt dışına da açılmaya başlayan yapı, zaman içerisinde hayatın doğal akışına aykırı şekilde dünya genelinde (160} ülkede faaliyet gösterir hale gelmiştir.

 

Oysa müvekkil ve arkadaş çevresi her zaman "bir avuç" olarak nitelendirilebilecek seviyede kalmıştır. Uluslararası anlamda, son birkaç yılda yapılan bireysel ziyaretler ve konferanslar dışında hiçbir yerleşik yapılanma bulunmamaktadır.

 

 

 

FETÖ/PDY, PARASAL KAYNAKLARI OLAĞANÜSTÜ BÜYÜK BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR

 

Örgütün hükmettiği parasal kaynaklar çok büyük boyutlardadır. FETÖ/PDY'nin gelirinin Türkiye'nin 1 yıllık ihracat rakamı kadar yani 2017 itibariyle yaklaşık 160


milyar dolar olduğu öngörülmektedir.

 

Oysa müvekkil ve arkadaşları hakkında basında çıkan asparagas haberler mali gerçeklerle örtüşmemektedir. MASAK raporuyla ortaya açıkça konulacağı üzere, müvekkilin hiçbir mal varlığı bulunmamakta, arkadaş çevresinden ticaretle meşgul birkaç kişinin resmi ve yasal şirket ciroları dışında bir para trafiği görülmemektedir. Basın yayın organlarının birbirleriyle de çelişen ve her gün farklı rakamların telaffuz edildiği mesnetsiz haberlerinde müvekkile ithafen "milyar dolar" gibi rakamlar telaffuz edilmiş olsa da bu gibi ithamların gerçekleri yansıtmadığı kesin olarak MASAK Raporu sayesinde ispatlanacaktır.

 

 

FETÖ/PDY, GİZLİ HEDEFİNE ULAŞMA YOLUNDA TÜM DEVLET KADEMELERİNE SIZMIŞTIR

 

FETÖ/PDY'nin Devleti ele geçirme yolundaki ana stratejisini detaylandırdığımızda, bu stratejinin ana başlıklarından birisi "Devletin bütün kadrolarında, bütün bürokraside, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatında kadrolaşmak" şeklinde özetlenebilir.

 

FETÖ/PDY'nin Devlet içerisinde örgütlenme sürecinde en fazla önem atfettiği birimler güvenlik bürokrasi olmuştur. 1970'li yılların sonlarından itibaren askerde, emniyette ve istihbarat teşkilatlarında örgütlenmeye başlamışlardır. FETÖ/PDY içerisinde bu birimlerle ilgilenilmesi için özel bir birim kurulmuş ve adına "Mahrem Hizmetler İmamı" denmiştir. Bu birimlerin haricinde de Devletin içinde çok yüksek sayılar ihtiva eden kadrolarla sızılmayan birim kalmamıştır.

 

Oysa müvekkil ve arkadaşları hiçbir zaman "devlet içinde örgütlenme" gibi bir anlayışla hareket etmemişlerdir. Zaten müvekkilin arkadaş sayısının azlığı da böyle bir amacının olmadığının en açık delilidir.


 

 

FETÖ/PDY, CEBİR VE ŞİDDETİ SIKÇA KULLANMIŞTIR

 

Bir silahlı terör örgütü olduğu ortaya çıkan FETÖ/PDY bugüne değin cebir ve şiddeti sıkça kullanmıştır. Örgüt cebir ve şiddeti 15/07/2016 tarihine kadar genellikle, yargı, emniyet, ordu, basın - yayın, sivil örgütler gibi devlet kurumları içine yerleştirdiği veya sivil kanatta çalışan imam ve üyeleri aracılığı ile dolaylı şekilde kullanmıştır. Ancak tarihler 15 Temmuz 2016 tarihini gösterdiğinde, FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün cebir ve şiddet kullanımı doruğa çıkmış, silahsız vatandaşlara acımasızca helikopterlerden ağır makine tüfeklerle ateş açılmış, yolda ilerleyen tanklar halkın üzerine sürülüp masum insanlar ezilerek öldürülmüş, F16 savaş uçaklarından bombardıman yapılmış, Boğaziçi Köprüsü'nde toplanan vatandaşlara tankın namlusu çevrilerek ateş edilmiştir. Bu kahpece tasarlanmış kalkışma sırasında emniyet birimlerine de silah doğrultmakta hiç bir beis görmeyen FETÖ/PDY üyesi alçaklar, Ankara Emniyet Müdürlüğü binasına ve Ankara Gölbaşı Polis Özel Harekat Eğitim Merkezi'ne ve Özel Harekat Daire Başkanlığı'na, MİT Yerleşkesi Nizamiyesine ve hatta TBMM ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne dahi havadan bombalamak suretiyle saldırıda bulunmuşlar ve yüzlerce vatandaşımızı şehit etmişlerdir.

 

FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün ölümcül şiddet kullanmaktan çekinmediği açıkça görülmüştür.

 

Oysa müvekkil ve arkadaşlarının adli sicilleri tertemizdir, hiçbirisi tek bir suçtan dahi hüküm giymemiştir. Hiçbirisi hayatında cebir ve şiddet içeren bir suça karışmamış, silah ruhsatı sahibi olanlar bu silahlarını tek bir vukuatta dahi kullanmamıştır.


FETÖ/PDY İÇİNDE ÖDÜL VE CEZA MEKANİZMALARI İŞLEMEKTEDİR

 

FETÖ/PDYTerör Örgütü'nün üyeleri üzerinde sağlamış olduğu en açık hakimiyet yani psikolojik ve davranışsal tahakküm 2 yöntemle sağlanmaktadır:

 

Birincisi, üyelerin davranışları üzerinden ödüllendirme ve cezalandırma yönteminin uygulandığı "Davranışsal Kontrol"dür. Ödüllendirme ve cezalandırma bu noktada çok aktif olarak kullanılmakta, örgüte sadık olanların sınavlarını kazanmalarının sağlandığı, askeri rütbelerde rahatlıkla yükseldikleri, hak etmedikleri mertebelere çıkabildikleri, ya da ticaretle uğraşanların gittikçe artan cirolara sahip olabildikleri ispatlanmıştır. Bunun karşılığında örgütün daha yüksek rütbeli kişilerinin direktiflerini yerine getirmek durumunda oldukları, bu direktifleri uygulamayanların ise zikredilen avantajları kaybettikleri tespit edilmiştir.

 

İkincisi ise, üyelerin hissettikleri üzerinden cezalandırma ve ödüllendirme yönteminin uygulandığı "Psikolojik Kontrol"dür. Bu noktada daha ziyade örgüte sadık olanların uhrevi mükafatlar sahibi olacakları, verilen direktifleri yerine getirmeyenlerin ise manevi sıkıntılar yaşayacakları hatta ahiret hayatlarını kaybedecekleri vurgulanmaktadır. Her iki yöntemin temel esasları ödül ve ceza mekanizmasına dayanmaktadır.

 

Oysa müvekkil ve arkadaşlarının arasında 40 yıllık dönem incelendiğinde böyle bir ödül-ceza sisteminin hiçbir zaman bulunmadığı görülmektedir. Bazı basın yayın organlarının sadece müvekkile karşı duydukları kin ve öfke nedeniyle bu konuda çocukça teoriler ortaya koymaya çalıştığını görmekteyiz. Örneğin Sabah Gazetesi internet sitesinde 13.07.2018 tarihinde yayımlanan haberde "Turnike Sistemi ile örgüte 10 kadın kazandıran kişiler, Oktar ile TV'ye çıkma, görüştürülme ve para gibi mükafatlarla ödüllendirildi. Sistem, "saadet zinciri" gibiydi." şeklinde hiçbir somut delile ve mantık kurallarına dayanmayan mesnetsiz iddialar dile getirilmiştir. Müvekkil 2011 yılından beri istisnasız hergün TV programlarına çıkmakta, bu programlara birçok arkadaşı dilediği gibi katılmaktadır. Müvekkil ile birlikte TV


programına çıkmanın güya ödül olarak sunulduğu iddiası sadece gülünçtür ve bu ödülün sözde "10 kadını turnikeye kazandırma" karşılığında sunulduğu iddiası da çok çirkin bir yalandır. Somut bir delile değil de hayal gücü sonuna kadar zorlanarak uydurulan bu iddia başkaca hiçbir basın yayın organında yer bulmamış, başka hiç kimse de böyle bir saçmalığı ortaya koymaya çalışmamıştır. Tüm basında bu komik iddia dışında bir "ödül sistemi"nden bahseden olmamıştır.

 

Sözde "ceza sistemi"ne baktığımızda ise, sadece birkaç husumetli müştekinin, yine hiçbir somut delile dayanmayan yalanları dışında bir cezalandırmanın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu husumetli müştekilerin hayallerinde güya müvekkil, yanında yıllardır bulunan bayan arkadaşlarını cezalandırmak amacıyla saçlarını kestirmekte, kaşlarını kazıtmakta veya onları odalara kilitlemekteymiş! Bu hayali senaryoların yalan olduğunun en temel delili, bunları atfettikleri müvekkilin arkadaşlarının bizzat çıkıp "böyle bir şey yaşanmadı, bu iddialar çirkin yalanlardır" demeleri olmuştur. Ayrıca operasyon günü yapılan tıbbi muayenede tek bir kişide dahi bir cebir şiddet izine rastlanmamıştır.

 

 

FETÖ/PDY, ELEMANLARINA KOD ADI KULLANDIRIR

 

 

FETÖ/PDY örgüt üyelerinin aileleri tarafından verilen yasal isimlerinin dışında üyelerine yeni isimler vermektedir. Böylelikle birçok örgüt üyesi birbirini gerçek isimleriyle tanımadıkları gibi aldıkları yeni isim sonrasında ailenin verdiği değer ve ahlak anlayışının dışında yeni bir değerler kümesine ve ahlak anlayışı sahip olmaktadırlar. Bu sayede ailenin verdiği ahlak anlayışında birisini kandırarak himmet toplamak, soru çalarak sınav kazanmak, sahte belgelerle iş arkadaşlarını makamından uzaklaştırmak, görevini kötüye kullanmak ve kendi ülkelerine ihanet etmek gibi davranışlar asla kabul edilemez tutumlar olarak nitelenirken; yeniden inşa edilen bu sahte kimlik ve ahlak anlayışı sayesinde kişi tüm bu ahlaksızlıkları ve suçları en ufak vicdan rahatsızlığı yaşamadan gerçekleştirebilir hale gelmektedir.

 

FETÖ'nün hücre yapılanmasında, aynı kurumda yan yana çalışanlar dahi birbirinin FETÖ kimliğinden habersizdir. Bağlantılar sadece kod adını bildiği bir "abi" ile sürekli olarak görüşmek şeklinde yürütülmektedir. Kod adları kişinin gerçek kimliğini saklayacak şekilde düzenlenmiştir. Örneğin;

 

 

"Ahmet" kod adlı Levent Türkkan,
"Sait" kod adlı Sadık K.,

"Yavuz" kod adlı Nihat Mengi,
"İlhan" kod adlı Fatih Dursun,
"Ömer" kod adlı Önder Yılmaz,
"Mesut" kod adlı Avşar Zırh,
"Asım" kod adlı Evren Pehlivan,
"Baki" kod adlı Reşat Şahin,
"Ünal" kod adlı Ömer Eren,
"Yılmaz" kod adlı Yıldırım Saraç...

PKK Terör Örgütü'ne baktığımızda da aynı şekilde kod adlarının gerçek kimlikleri saklamak amacıyla kullanıldığını görmekteyiz, örneğin;

 

"Roni" kod adlı Gazi Bahadır,
"Serdar" kod adlı Serkan Tan,  
"Mervan" kod adlı Yunus Dalgın,
"Zeynel" kod adlı Mehmet Yakışır

"Aram Civan" kod isimli Osman Gülen,
"Delal Amed" kod adlı Hülya Eroğlu,
"Atakan Mahir" kod adlı İbrahim Çoban,
"Mam Zeki Şengali" kod adlı İsmail Özden

 

 

Oysa müvekkilin arkadaş grubunda ne "kod adı" ne de gerçek adından başka bir ad kullanımı bulunmamaktadır. Arkadaş grubundaki herkes herkesi gerçek ismiyle tanır.

 

Müvekkilin arkadaş grubunda herkes herkesi tanır, organizasyonlarda bir araya gelir, görüşür konuşur. Kod adı gibi bir uygulamanın fiili olarak işe yaramayacağı bir ortam bulunmaktadır. Basında ve bazı müşteki ifadelerinde ortaya "kod adıymış" gibi serilen açıklamaların bir kısmı doğru olmakla beraber, bunlar kod adı değil birbirlerini 30 yıla yakındır tanıyan samimi olan arkadaşların samimiyetle kullandığı lakaplardan ibarettir. Örneğin Gökalp için "Göko", Oktar için "Oki", Levent için "Levo" gibi. Bu lakapları duyan yabancı bir kişinin de ilk aklına gelen şey, zaten o kişinin gerçek adı olmaktadır, dolayısıyla bu lakapların gerçek kimliği gizlemek gibi bir fonksiyonu yoktur.

 

Ayrıca bu lakaplar çoğunlukla televizyon kanalında canlı yayınlarda milyonların gözü önünde telaffuz edilerek kişinin kim olduğunun gizlenmediği de açıktır. Örneğin Kartal Göktan, tip olarak ünlü futbolcu Luis Figo'ya benzediğinden arkadaşlarının bazıları ona "Figo" diye lakap takmışlardır. Buradan türeyen "Fikret" de zaman zaman kendisi için kullanılmaktadır. Bu isimler bizzat müvekkil tarafından canlı yayınlarda defalarca kimi kastettiği açıkça anlaşılacak şekilde zikredilmiştir. Dolayısıyla kendisine "Figo" ya da "Fikret" olarak hitap edilmesi, Kartal Göktan'ın kod adı kullanmakta olduğunu göstermez.

 

Müştekilerin iddialarının birçoğu da gerçek değildir ve somut delile dayanmamaktadır, örneğin Merve Büyükbayrak için "Fevzi" kod adını kullandığı iddiası yalandır. Merve Büyükbayrak'a "Fevzi" olarak hitap edilen hiçbir telefon konuşması ya da başka bir canlı örnek bulunmamaktadır. Kaldı ki, bir telefon konuşmasında bir bayana "Fevzi" diyerek erkek adıyla hitap etmek son derece saçma olacak ve olası bir teknik takipte dinlenen telefonda bayan kişiye "Fevzi" denildiğinde temel amaç olan kimliğin gizlenmesi fonksiyonu tam ters etki yaparak dikkat çekecektir. Bu kadar basit bir mantığı dahi düşünemeyen müşteki, bu yakıştırmadaki tek amacının Merve Büyükbayrak'ı kendilerince itibarsızlaştırma ve küçük düşürme olduğunu zaten ortaya koymuş olmaktadır.

 

 

 

Bununla birlikte Müvekkil Adnan Oktar'ın huzurdaki savunmasında ifade ettiği üzere, kendisinin "FETÖ'yü desteklemesi celladını desteklemesi" anlamına gelir. Zira karşımızda ideolojik olarak taban tabana zıt iki ayrı grup vardır:

 

FETÖ İSLAM BİRLİĞİNDE KARŞIDIR, ADNAN OKTAR GRUBU 40 YILDIR TÜRK İSLAM BİRLİĞİ ÜLKÜSÜ İÇİN HAREKET ETMEKTEDİR.

 

FETÖ MEHDİYETE VE HZ. İSA'NIN GELİŞİNE KARŞIDIR. ADNAN OKTAR GRUBU PEYGAMBERİN SÜNNETİ OLDUĞUNA İNANDIKLARINDAN MEHDİ VE HZ. İSA'YI BEKLEMEKTEDİR.

 

FETÖ TÜRK DEVLETİNİ ELE GEÇİRMEYE AZMETMİŞTİR. ADNAN OKTAR GRUBU DEVLETİN BEKASI İÇİN FAALİYET GÖSTERMEKTEDİR.

 

FETÖ GAZETE, DERGİ VE TV'LERİNDE EVRİM PROPAGANDASI YAPMIŞTIR. ADNAN OKTAR GRUBU DARWINİZM'İ İLMEN YIKMIŞTIR.

 

FETÖ FEDERASYONU SAVUNMUŞTUR. ADNAN OKTAR GRUBU DEVLETİN ÜNİTER BİRLİĞİNDEN YANADIR.

 

FETÖ ŞEHİTLİK MAKAMINA           İNANMAMAKTADIR.           ADNAN          OKTAR ŞEHİTLİĞİ KUTSAL GÖRMEMEKTEDİR.

 

FETÖ KURAN YETERLİLİĞİNE İNANMAMAKTADIR. ADNAN OKTAR GRUBU KURAN’IN YETERLİ OLDUĞUNA, KURAN’A UYAN TÜM HADİSLERE TABİ OLDUKLARINA İNANMAKTADIR.

 

 

MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI YILLAR BOYUNCA FETÖ KUMPASLARINDAN MAĞDUR OLMUŞTUR

 

Müvekkil ve arkadaşları, Türkiye ve dünya üzerindeki terörün, çatışmaların ve toplumsal dejenerasyonun kökenini oluşturan sapkın ve zararlı ideolojilere (PKK, FETÖ, materyalizm, komünizm, faşizm vs} karşı ilmi mücadele veren milliyetçi ve Atatürkçü insanlardır. Başta, FETÖ OLMAK ÜZERE, 28 ŞUBAT SÜRECİNİN MİMARLIĞINI YAPAN ODAKLAR, İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN ELEMANLARI VE MÜVEKKİLE HUSUMET BESLEYEN BİR KISIM ÇEVRELER ÇEŞİTLİ DÖNEMLERDE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI ALEYHİNDE BİRÇOK GAYRİ KANUNİ EYLEMLERDE

BULUNMUŞLARDIR. Ne yazık ki, bu eylemlerin birçoğuna emniyet ve yargı teşkilatına mensup bazı memurlar da karışmışlardır. Dilekçemizin devamında detaylarıyla birlikte izah edeceğimiz üzere, bu görevliler müvekkil ve arkadaşlarını defalarca hukuksuz şekilde gözaltına almışlar, hatta onlara insanlık dışı işkenceler dahi uygulamışlardır.

 

Müvekkil ve arkadaşlarının özellikle FETÖ'cü emniyet ve yargı mensupları tarafından maruz kaldıkları komplo ve kumpas girişimleri kısaca şu şekildedir:

 

MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ İSTANBUL ORGANİZE SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBESİNDE GÖRDÜKLERİ İŞKENCE VE SONRASINDAKİ SÜREÇTE YAŞANANLAR:

 

1.   Adil Serdar Saçan, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube müdürü olduğu Kasım 1999 tarihinde müvekkil ve arkadaşlarına yönelik bir polis operasyonu yapmış ve bir hafta boyunca insanlık dışı ağır işkenceler uygulamıştır. Adil Serdar Saçan'ın - dilekçenin devamında delilleriyle izah edeceğimiz üzere- polis kolejinden itibaren FETÖ örgütünün bir mensubu olduğu gerek polis özlük dosyasındaki bilgilerle gerekse istihbarat raporlarıyla sabittir.

 

2.    Öyle ki, müvekkil ve arkadaşlarına yapılan işkencenin, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 28.12.2005 tarih 2004/367 Esas, 2005/517K. Sayılı ve İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 13.12.2016 tarih 2016/2365 Esas, 2016/2355 Karar sayılı kararlarıyla sabit olmasına rağmen Adil Serdar Saçan ve emrinde çalışan polisler yıllarca yargıdaki FETÖ mensupları eliyle korunmuş ve nihayetinde dava zamanaşımına sokularak cezasız kalmaları sağlanmıştır.

 

MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI ALEYHİNDE, 2006 YILINDA İSTANBUL ORGANİZE SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBESİ'NE GELEN SAHTE İHBARLAR VE YALANCI GİZLİ TANIK İFADELERİNE DAYANILARAK AÇILAN VE GİZLİ OLARAK YÜRÜTÜLEN "ÖRGÜT SORUŞTURMASI"NA AİT SÜREÇTE YAŞANANLAR:

 

1.     Müvekkil ve arkadaşları aleyhinde 2006-2007 yıllarında FETÖ'cü emniyet mensupları ve müvekkile husumetli bazı kişilerin işbirliğiyle sahte ihbarlar ve sahte gizli tanıklar üretilerek gizli bir örgüt soruşturması başlatılmış ve müvekkil gözaltına alınarak hapse gönderilmek istenmiştir. Söz konusu soruşturmada, güya emniyete geldiği iddia edilen ihbarlardan karar aşamasına kadar geçen tüm aşamalarda FETÖ'cü emniyet ve yargı mensuplarının sayısız hukuksuz davranışları olmuştur.

 

2.Organize Suçlar Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı),

talimatıyla söz konusu gizli soruşturmanın fezlekesini hazırlama görevi, uzun yıllar Adil Serdar Saçan'ın sağ kolu olarak görev yapan ve müvekkillerin açtığı işkence davasında 200 yıl hapis istemiyle yargılanan ve davanın 2 numaralı sanığı olan baş komiser Serdal Akça'ya verilmiştir.

3.             Baş komiserSeyfi Erdoğan (FETÖ/PDY Şike Kumpası davası tutuklu sanığı), Serdal Akça ve polis memuru Yalçın Çilbiroğlu (FETÖ/PDY Şike Kumpası davası tutuklu sanığı), Ekim 2006 tarihinde yönlendirdikleri bazı kişiler ve güya emniyete geldiği iddia edilen sahte ihbar telefonlarını gerekçe göstererek söz konusu soruşturmanın temelini kurgulamışlardır. Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında soruşturma gerekçesi olarak gösterilen sözde ihbar telefonlarının aslında hiç gelmediği, bunların tamamen sahte, düzmece ihbarlar olduğu anlaşılmıştır.

 

4.     Organize Suçlar Şube Müdürü Hüseyin Işıldak (FETÖ/PDY davası sanığı) ve baş komiser Serdal Akça, söz konusu soruşturma dosyasına 04.12.2008 tarihinde sözde "Gülderen Dönmez" isimli bir bayan tarafından gönderildiği iddia edilen bir ihbar mektubu gelmesini sağlamış ancak daha sonra yapılan kriminal incelemesinde gelen mektubun bir erkek tarafından gönderildiği anlaşılmıştır.

 

5.         Baş komiser Serdal Akça, bu soruşturma kapsamında ifade veren gizli tanıklarla ve dosyanın müştekileri ile iş birliği içerisine girmiştir. Serdal Akça'nın gizli tanıklardan biriyle yaptığı 30.07.2007 tarihli özel bir görüşme teknik takibe takılmıştır.

 

6.         Baş komiser Seyfi Erdoğan (FETÖ Şike kumpası davasında tutuklu) ve Serdal Akça'nın, bizzat ifadesini aldığı bazı gizli tanıklar daha sonradan emniyet tarafından alınan ifadelerinin kendi bilgileri dışında değiştirildiğini ve çarpıtıldığını belirtmişler ve kendilerinin aslında şikayet amaçlı değil bilgi verme amaçlı emniyete gittikleri beyan etmişlerdir.

 

7.             Adil Serdar Saçan, Baş komiser Seyfi Erdoğan (FETÖ Şike kumpası davasında tutuklu) ve Vedat Mercan (Adil Serdar Saçan'ın emrinde çalışan ve müvekkillerin açtığı işkence davasında yargılanan polis memuru), bu dosyanın bazı müştekileri ile işbirliği içerisine girmişlerdir. Soruşturmanın bazı müştekileri kendi aralarında yaptıkları telefon konuşmalarında Seyfi Erdoğan'dan "büyük oğlumuz" ve "Bizim Seyfi", Vedat Mercan'dan "kardeşimiz", Serdal Akça'dan ise "büyük oğlumuzun yardımcısı" olarak söz etmişler ve bu polislerin talimatlarına göre hareket ettiklerini sürekli vurgulamışlardır.

 

8.Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu'nun (FETÖ/PDY davası firari sanığı) talimatıyla, soruşturmanın müştekilerinden olan Cevat Babuna dosyada şüpheli olarak gösterilmiş ve evine müştekilerin kendi arasında "sağlam hat" diye tabir ettiği emniyete ait özel bir telefon yerleştirilerek bu telefon da dinlenmiştir.

 

9.Dönemin İstanbul C. Savcısı Fikret Seçen (FETÖ/PDY davası firari sanığı),Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı), baş komiser Seyfi Erdoğan(FETÖ Şike kumpası davasında tutuklu), Teknik Takip Büro Amiri Mustafa Kılıçaslan (FETÖ/PDY Tahşiyecilere Kumpas davası tutuklu sanığı), Ahmet Davulcu (FETÖ/PDY davası firari sanığı), Ahmet Bike ve baş komiser Serdal Akça, bir müştekinin evine yerleştirilen telefonda konuşma yapılmadığına dair sahte bir evrak düzenlemişler ve sonrasında telefonun 3 aylık dinleme kayıtlarını "ses gelmiyor" bahanesiyle haksız ve hukuksuz bir şekilde imha etmişlerdir. Daha sonrasında, bu telefondan konuşmalar yapıldığı ve hiçbir ses sorununun olmadığı anlaşılmıştır.

 

10.  Dönemin İstanbul Anadolu C. Savcısı Selçuk Sayıldı (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), telefon dinleme kayıtlarının sahte evrak düzenlenerek haksız bir şekilde imha edilmiş olmasına rağmen, bu imhayı gerçekleştiren görevliler hakkında açılan soruşturma dosyasını, haksız ve hukuksuz bir şekilde takipsizlik kararı vererek kapatmıştır.

 

11.        Dönemin Organize Suçlar Sube Müdürü Nazmi Ardıç (FETÖ/PDY "Mülkiye" yapılanması davası tutuklu sanığı) söz konusu telefon kayıtlarını imha eden görevliler hakkında açılan soruşturma dosyasına gönderdiği bir cevabi yazıda, kendisine sorulmadığı halde adeta dosyanın esasına dair savunma yaparak şüphelileri aklama amaçlı beyanlarda bulunmuş ve daha da öteye giderek yapılan görüşme kayıtlarının içeriklerinde suç unsurları olduğunu belirtmiştir.

 

12.         Başkomiser Seyfi Erdoğan, söz konusu soruşturmada çok aktif rol oynayan bir bayan ile baştan sona ortak hareket etmiş ve onu sürekli yönlendirmiştir. Seyfi Erdoğan, 2005 yılında müvekkilin bir kısım arkadaşının yargılandığı bir davanın duruşmasına aynı bayan ile beraber gelmiş, duruşma ve sonrasındaki eylemleri sebebiyle hakkında soruşturma başlatılmıştır.

 

13.             Dönemin Organize Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı) imzasını taşıyan 22.10.2007 tarihli emniyet fezlekesinde müvekkil ve arkadaşlarının teknik takip altına alınan MSN görüşme kayıtlarının güya suç örgütü olduklarına dair delil teşkil ettiğini belirtmiştir. Ancak ne fezleke de ne daha sonrasında suç teşkil ettiği iddia edilen MSN kayıtları dosyaya sunulmamıştır. Yani Mutlu Ekizoğlu, aslında var olmayan konuşma kayıtları üzerinden savcılığı yanıltmak istemiştir.

 

14. Adil Serdar Saçan'ın,15.11.2017 tarihli resmi dinleme kayıtlarına takılan telefon konuşmalarından, Emin Şirin vasıtasıyla dosyanın müştekileri ile irtibata geçtiği anlaşılmıştır.

 

15.  Dönemin İstanbul Polis Kriminal Laboratuvarı Müdürlüğü'nde uzman olarak görev yapan Ahmet Mesut Mudu (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), kendisine gönderilen ve Adil Serdar Saçan'ın yaptığı işkencenin en önemli delili olan bir sağlık raporunda bulunan imzayı haksız gerekçeler öne sürerek incelememiş ve savcılığın talebini sonuçsuz bırakmıştır.

 

MÜVEKKİLİN, GÜYA EVİNDE TARİHİ ESERLER SAKLADIĞINA DAİR EMNİYETE GELEN SAHTE İHBAR VE SONRASINDA YAŞANAN SÜREÇ:

 

1.      Dönemin Mali Suçlar Şube Müdürü Yakup Saygılı (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı) Kadıköy C. B. Savcılığı'na gönderdiği 14.07.2012 tarihli yazıda, emniyete VPN sistemi üzerinden simhacetin@hotmail.com isimli bir hesap üzerinden bir ihbar geldiğini ve bu mailde güya müvekkilin evinde tarihi eser sakladığı iddia edildiğini belirtmiş ve müvekkil hakkında arama ve gözaltı kararı verilmesini talep etmiştir.

 

2.  Ancak, daha sonra söz konusu mail hesabının sahte olup klasik bir FETÖ'cü taktiği olan yurt dışından VPN denilen IP gizleme tekniğiyle gönderildiği ve ihbar içeriğindeki iddiaların da iftira olduğu anlaşılmıştır.

 

3.           Dönemin Mali Suçlar Şube Müdürü Yakup Saygılı (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı) ve diğer sorumlu polis memurları hakkında müvekkil ve arkadaşlarının yaptığı şikayetler neticesinde EGM Merkez Disiplin Kurulunca idari soruşturma yapılmış ve neticesinde 10.07.2014 tarih ve 14/314 nolu karar ile 24 ay terfi durdurma cezası verilmiştir.

 

 

 

DÖNEMİN SİYASİLERİNDEN OLAN CEMİL ÇİÇEK VE GAZETECİ TAHA AKYOL'UN BAZI HUKUKSUZ GİRİŞİMLERİ SONUCUNDA MÜVEKKİL HAKKINDA VERİLEN ZAMANAŞIMI KARARI BOZULMUŞ VE HEMEN AKABİNDE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARI HAKKINDA ÖRGÜT SUÇLAMASINDAN 3 YIL MAHKUMİYET KARARI VERİLMİŞ, ANCAK BU KARAR DAHA SONRA YARGITAYDA BOZULMUŞTUR.

 

1.Dönemin siyasilerinden olan Cemil Çiçek (FETÖ konusunda; hepimizin günahı var, belki benim vebalim yüzde 90 demiştir) ve gazeteci Taha Akyol (17-25 Aralık sürecinde FETÖ lehine yayınlar yapmıştır) müvekkile husumeti bilinen Cevat, Semin Babuna ve Makfire Saraçoğlu ile işbirliği yaparak müvekkil ve arkadaşlarının İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde örgüt suçlamasıyla yargılandığı davada verilen zaman aşımı kararının Yargıtay tarafından bozulması ve hemen akabinde müvekkil ve arkadaşları aleyhinde 3 yıl mahkumiyet kararı verilmesini sağlamışlardır.

 

2.   Detaylarını dilekçenin devamında izah edeceğimiz üzere, Cemil Çiçek ve Taha Akyol'un bu hukuksuz girişimleri yukarıda bahsettiğimiz müvekkil hakkında yürütülen gizli soruşturma kapsamında yapılan telefon dinlemelerine takılmıştır.

 

3.Dönemin Ankara C. B. Savcılığı vekili Hüseyin Görüşen (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), Cemil Çiçek hakkında bu hukuksuz girişimler nedeniyle açılan soruşturmayı haksız bir şekilde takipsizlik kararı vererek kapatmıştır.

 

4.Dönemin Ankara C. B. Savcılığı Basın Suçları Savcısı Erdoğan Gökçek (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), Taha Akyol hakkında bu hukuksuz girişimler nedeniyle açılan soruşturmayı haksız bir şekilde takipsizlik kararı vererek kapatmıştır.

 

Görüldüğü gibi huzurdaki soruşturma dosyasında ifade veren sözde müştekilerin iddialarının aksine müvekkil yıllardır FETÖ'cü emniyet ve yargı mensuplarının hukuksuzluklarının ve kumpaslarının mağduru olmuştur. FETÖ'cüler özellikle emniyet ve yargı içerisinde en güçlü oldukları dönemlerde tıpkı bugün olduğu gibi müvekkil hakkında birebir aynı iddialarla örgüt davası açıp müvekkili güya bir suç örgütü lideri olarak kamuoyu önünde lanse etmeye ve hapse göndermeye çalışmışlardır. Tabi ki, bu hain yapının yıllar içerisinde müvekkil aleyhinde yaptığı haksızlık ve hukuksuzluklar yukarıda sıraladığımız olaylarla sınırlı değildir.

 

Ancak ne var ki, bu girişimlerin hiçbirinde başarılı olamadıkları gibi, daha sonrasında müvekkil ve arkadaşlarının yaptığı şikayetler neticesinde deşifre olmuşlardır. Tam bu noktada önemle hatırlatmak isteriz ki, HENÜZ HİÇ KİMSENİN FETÖ'NÜN YARGI VE EMNİYET İÇERİSİNDE YUVALANDIĞINI İKRAR ETMEDİĞİ DÖNEMLERDE MÜVEKKİL ÜSTÜNE BASA BASA VE BÜYÜK BİR ISRARLA KENDİSİNE KURULAN BU KUMPASLARIN ARDINDA FETÖ'NÜN OLDUĞUNU SAVUNMUŞ VE BU YÖNDE ŞİKAYETLERDE BULUNMUŞTUR.

 

MÜVEKKİL ADNAN OKTAR'IN, FETÖ'NÜN HENÜZ DEVLET NEZDİNDE HİZMET HAREKETİ OLARAK KABUL ETTİĞİ TARİHLERDE (2010'LARDAN İTİBAREN) BU YAPIYI ELEŞTİREN VE DEŞİFRE EDEN KONUŞMALARINDAN BAZILARI:

 

 

13 Aralık 2010

 

"Şimdi yani Müslümanım der de BİR İNSAN TÜRKİYE'Yİ BÖLENLERLE İTTİFAK ETMEYE KALKARSA BAK DÜNYAYI DAR EDERİM SÖYLEYEYİM... Kanunla hukukla

yani bana bir deli enerjisi gelir yerle bir ederim. Yani neye uğradıklarını şaşırırlar. HİÇ KİMSEYE, HİÇBİR YERE GÜVENMESİNLER. Yani Türkiye'yi böyle it kopuk takımına, PKK'ya peşkeş çekmeye kalkan birisi olursa, BABAM OLSA AFFETMEM SÖYLEYEYİM... Yani çok dikkatli, titiz izliyorum. Yani PKK'ya vatanını verdin mi sen her şeyini verirsin, artık namussuzsun. PKK'ya vatanını veren BİR ADAM HER ŞEYİNİ VERİR VE TAM BİR NAMUSSUZDUR. YANİ AKLINA GELEN HER TÜRLÜ AHLAKSIZLIĞI YAPAR."

 

16 Kasım 2010

 

Önce entel dantel takılmaya başladılar. E dedik olabilir Sonra baktım Bediüzzaman dan bahsetmemeye başladılar. BAK BUNCA YILLIK MÜRŞİTLERİNİ BİR KALEMDE  KENDİLERİNCE  HARCAMAYA  KALKTILAR..  Neye  dönelim  sosyal

faaliyetlere dönelim diyorlar böyle ılık adam oldular, toz pempe oldular böyle. Bambaşka bir şekle girdiler.

 

 

 

 

2010

 

ADNAN OKTAR: Böyle havadan nem kapıyorlar değil mi? yani tahmin edilmedik şeylerden çok şiddetli korkuyorlar. O YÜZDEN DE HİZMETİ DE BIRAKIYORLAR, İSLAM'I ANLATMAYI DA BIRAKIYORLAR, DAVAYI DA BIRAKIYORLAR.

 

2010

 

Bediüzzamanda söylüyor bak "havf damarı korkudan dolayı" diyor, Müslümanlar başarılı olamıyorlar diyor. Alimleri korkutuyorlar, halkı korkutuyorlar diyor. Alim korkutulunca höt dedin mi, pırr adam uçuyor. Uçuyor, kaçıyor başka dallara konuyor. Mesela burada çocukları bırakıyor, hanımları bırakıyor değil mi? yaşlıları bırakıyor herkesi bırakıyor kendi canını kurtarmanın derdinde oluyor. Uçtuktan sonrada cik cik cik cik dışarıdan ötüyor. Yiğitsen, delikanlıysan burada kalsana, burada mücadele versen değil mi? Kerkenez kuşu gibi değil mi? pır uçuyorsun, oradan da cik cik cik cik ötüyorsun. Hem de ben diyorsun; Müslümanım, mücahidim, yiğidim, delikanlıyım. E Müslüman şehit olmayı da istiyor, gazi olmayı da istiyor, hapsi de göze alır, hepsini göze alır değil mi? Sen nasıl delikanlısın, nasıl Müslümansın.

 

16 Aralık 2012

 

"İttihad-ı İslam'ı zaten kabul etmiyor, cemaat kabul etmiyor. Çoğu kabul etmiyor. Bunda bir hastalık var tabii bir bozukluk var, bir eksiklik bir yanlışlık görülüyor. Bazı ağabeyler diyelim, Üstad'ın talebeleri demiyoruz, bazı ağabeyler bakıyoruz, kapitalist bir ruha girmişler, patron havasına girmişler. Sevgisizler, Müslümanlarla bağlantıları yok, cemaatlerle bağlantıları yok. Kibirli, enaniyetli gururlu olmuşlar. Ters ve aksiler."

 

https://www.youtube.com/watch?v=FpU1MEr5u3U&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=1

 

 

 

7 Mart 2012

 

"Fethullah Hoca cemaati siyasete girerse sıfır netice alır. Siyasetle ilgili iddiası olmaması lazım Fethullah Hoca cemaatinin. Siyaseti siyasetçilere bırakacak. Hükumet içinde hükümet olmaya kalkmak, özellikle bazı akıldaneler öyle ortaya çıkıyorlar. Bir de üstelik çok korkak, zayıf, sığ akıllı, dar düşünen, teşhis yeteneği olmayan, kendini çok beğenen enaniyetli bir kısım zevat ne oldum havasına girdiler. Bir şey olduğunuz yok. Garibanın tekisiniz üfledin mi kaçacak delik arıyorsunuz. Korkak ürkek zayıf insanlarsınız. Fikre tahammülünüz yok, düşünceye tahammülünüz yok. Hatta benim gördüğüm despot bir yapıya eğilimdesiniz. Kendinden olmayan adamı harcama kafasında oluyorsunuz."

 

https://www.youtube.com/watch?v=AWs2IzddGIg&list=PLWM0gp44rFOc-  lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=6

 

2 Ağustos 2012

 

"Bu ekip İttihad-ı İslam'ı durdurmak için var güçleriyle gayret ediyorlar. Güneydoğu'da da özerklik, işte Abdullah Öcalan'a ev hapsi olsun. Hiç olmayacak şeyleri de olacak gibi gösteriyorlar. Güneydoğu'da komünist devlet kurmak istiyorlar. Özerklik demek bölünme demektir zaten. Bunu makul görüyorsunuz, gece gündüz bunun propagandasını yapıyorsunuz, teşvik ediyorsunuz."

 

https://www.youtube.com/watch?v=sRvTCc9muhA&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=4

 

2010

 

"Zaman Gazetesi federatif sistemi savunuyor konumuna gelirse vahşet bu, felaket. Zaman Gazetesinde İttihad-ı İslam'dan bahsetmeyip. Türk-İslam Birliği'nden bahsetmeyip. Bundan çekinip de Federatif sistemi göğsünü gere gere anlatılması zulüm olur."

 

https://www.youtube.com/watch?v=tWW2FOM0pgM

 

26 Haziran 2013

 

"Zaman Gazetesinden çıldırmış gibi, bazı kişiler, akıl almaz bir hırsla, o yapılanma içerisinde, garip bir yapılanmaları var, masonik bir yapılanmaları var, adeta onu andırıyor, alabildiğine Tayyip Hocamın aleyhine bir faaliyet içindeler. Bir an önce ekarte etmek peşindeler."

 

https://www.youtube.com/watch?v=wGuAsgkSAIM&feature=youtu.be

 

23 Ekim 2013

 

"Bize niye kurs açtırmıyorsun? Kardeşim sen kürekle para topluyorsun. Gıcık bir hareket bu, kızdırıyor tabii bu insanları. Dini bıraktın, dünyaya daldın, enaniyet geldi üstüne. Müslümanları adam yerine koymuyorsun, haşa. Ekabir bir üslup, bazılarında. Bu vaziyette hükümet ne yapsın ne desin? 'Toplayın paraları' mı desin, ne desin yani? Biz ne bilelim kardeşim bu çizgiye geleceğini. Buyurun, sonuç bu hale geldi."

 

https://www.youtube.com/watch?v=088L7WDEBkw&feature=youtu.be

 

7 Mart 2012

 

"Korkak ürkek zayıf insanlarsınız. Fikre tahammülünüz yok, düşünceye tahammülünüz yok. Hatta benim gördüğüm despot bir yapıya eğilimdesiniz. Kendinden olmayan adamı harcama kafasında oluyorsunuz."

 

https://www.youtube.com/watch?v=AWs2IzddGIg&list=PLWM0gp44rFOc- lGYANRAAYR-48UX2wa5B&index=6

 


28 Haziran 2013

 

Bak Fethullah Gülen cemaatinde de muazzam bir enaniyet var. Muazzam bir enaniyet, Acaip ekabirler, halka tepeden bakıyorlar. Enaniyet yaptıkça Allah aşağılıyor bu sefer. Ya kardeşim sevgi dolu olsana, vahşiliğe ne gerek, vahşi kimseyle konuşmuyor, muhatap olmuyor, bir de sinsice Altan alta işler çeviriyor. Böyle tipleri devletin mühim mevkilerine getirmekte çok tehlikeli. Enaniyetten kafayı çizmiş adam, mantık şu bu şefkat, merhamet, vefa, sadakat kaybolmuş.

 

https://www.youtube.com/watch?v=7--y4ZyM08s&feature=youtu.be

 

13 Aralık 2012

 

"BEN FETHULLAH HOCA'NIN BİR TEK 'ALLAH BİR' DEMESİNE İNANIRIM. HELALLER, HARAMLAR, CENNET, CEHENNEM, BUNLARIN HEPSİNE İNANIRIM AMA ONUN DIŞINDAKİ SÖZLERİNE İNANMIYORUM BEN.

 

Eğer canı tehlikede değil de bunu söylediyse, FETHULLAH HOCA DİYE BİR HOCA YOK O ZAMAN. Yani çok vahim. Demek ki Risale-i Nurlara, Bediüzzaman'a karşı muazzam tavır almış, çok riskli bir yapılanma var demektir o zaman. O zaman bütün anlatılanlar doğru demektir. Bunu ölüm tehdidi altında söylemediyse Fethullah Hoca ile ilgili güveneceğimiz hiçbir şey yok demektir. Benim için sıfır demektir."

 

 

6 Ağustos 2016

 

"Bak Allahsız, Kitapsız, Stalinist, komünist PKK'ya karşı kendini, vatanını savunurken şehit olan askere ne diyorsun? "Hiçliğe gitti" diyorsun. "Yokluğa gitti" diyorsun. Hiçliğe yokluğa gitme sözünü kim söyler? Ateistler söyler, PKK söyler. Ya sen Müslüman olduğunu söylüyorsun kendinin. Şehit olan bir askerin hiçliğe, yokluğa gittiğini nasıl söylersin?"

 

2016

 

"En büyük hizmet İngiliz Derin Devleti'ne tavır almak ve İDD'nin en büyük ileri karakolu olan FETÖ’ye tavır almaktır. PKK bile FETÖ'nün kontrolünde, FETÖ de İDD'nin kontrolünde. Facia, facia ve adamlar kafayı Tayyip Hocaya takmışlar. Milletçe Tayyip Hoca'yı bütün gücümüzle destekleyip İDD'ne esaslı bir tokat indirelim."

 

https://www.youtube.com/watch?v=L-awst_6eQw

 

MÜVEKKİL    ADNAN    OKTAR'IN,    17/25    ARALIK    DARBE    GİRİŞİMİNDE HÜKÜMETİMİZE VERDİĞİ DESTEK VE FETÖ'YE KARŞI TUTUMU:

 

Sayın Adnan Oktar 17/25 Aralık 2013'den yıllar öncesinde başlayan ve bu süreç boyunca ve sonrasında devam eden tüm zamanlar boyunca Cumhurbaşkanımız -o dönem başbakanlık görevini ifa etmekte olan- Sayın Tayyip Erdoğan'ı ve AK Parti hükümetini korumaya, devletin birliğini bütünlüğünü ve vatandaşın moral gücünü ayakta tutmaya yönelik güçlü ve haklı bir mücadele vermiştir.

 

Sayın Adnan Oktar, Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetine karşı FETÖ tarafından gerçekleştirilen 17-25 Aralık 2013 darbe girişiminin daha ilk saatlerinde olayın gerçek yüzünü canlı yayında A9 TV üzerinden tüm Türk halkına deşifre etmiştir. Tarafının hükümetimizden, demokrasiden, devletimizden yana olduğunu olduğunu ilan etmiştir.

 

Fetö'nün o dönemde adı Paralel devlet yapılanması olarak konmuş ancak sonrasında dev bir silahlı terör örgütü olduğu ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yaşadığı çok acı tecrübelerle anlaşılmıştır. ADNAN OKTAR O DÖNEMİN PDY'Sİ OLAN FETÖ'NÜN SAYIN TAYYİP ERDOĞAN VE HÜKÜMET ÜYELERİNE YÖNELİK VE DİREKT AK PARTİ HÜKÜMETİNİ HEDEF ALAN YARGI YOLLU BİR DARBE GİRİŞİMİ İÇİNDE OLDUĞUNU, HALKIMIZIN ÇIKARILAN BU KURU GÜRÜLTÜYE İTİBAR ETMEMESİNİ VE DÖNEMİN BAŞBAKANINI VE HÜKÜMETİ DESTEKLEMEYE DEVAM ETMELERİNİ SÜREKLİ OLARAK CANLI YAYINLAR ARACILIĞIYLA İFADE ETMİŞTİR.

 

Türk halkının seçip başa geçirdiği Sayın Tayyip Erdoğan'a ve AK Parti Hükümeti'ne karşı yapılanların kuru gürültü, şamata ve yaygara olduğunu üstüne basarak ifade ederek aslında tüm bu oyunların şeytanın ikası ile hareket eden organize bir hareketin ürünü olduğunu da deşifre etmiştir.

 

 Unutmamak gerekir ki 17 Aralık tarihinden başlayıp 31 Mart yerel seçimlerine kadar devam eden süreç, Türkiye’nin yolsuzluk iddialarıyla sarsıldığı, hükumeti destekleyen kişilerin -kendilerini tenzih ederiz- hırsızlığı ve yolsuzluğu destekleyen insan damgası yediği, yargının neredeyse tamamının Fetö’nün denetiminde olduğu, kim hükümete destek verirse onun da yolsuzluk iftirasına uğrayanlarla birlikte yargılanıp suçlu ilan edileceği bir süreçtir. Bu süreç içerisinde FETÖ, MİT tırlarını durdurmaya yeltenecek kadar kibirli ve ekabirdir. Muhalefet liderleri dahi hükumet var güçleriyle malum montaj ses kasetleri üzerinden yüklenmiş, bugün hükumetimizin en güçlü destekçisi olan Sayın Devlet Bahçeli dahi söz konusu karalamaları destekleyen bir üslup benimsemiştir. Dolayısıyla Sayın Adnan Oktar’ın 17/25 Aralık döneminde hükumeti tüm yüreğiyle desteklemiş olması tarihte örneğine az rastlanır bir cesaret olmuştur.

 

Sayın Adnan Oktar'ın 17/25 darbe girişiminin ilk anından itibaren yaptığı konuşmalarında dikkat çektiği hususlar özetle şöyledir:

 

1.      Her şeyden önce hukukun temel ilkesi olan suçun şahsiliği prensibini hatırlamış, Hükumet içinde velev ki suç işleyenler olsa dahi (ki buna dair hiçbir somut bilgi olmadığını vurgulayarak) bunun sadece o kişiyi ilgilendirdiğini, bu olayı bahane ederek gayri demokratik yollardan hükumeti devrime girişimini asla kabul etmeyeceğini beyan etmiştir.

2.      Halkın gözünde sayın Tayyip Erdoğan ve hükumetinin gözden düşürülmek için bir itibar suikastına uğratılmaya çalışıldıklarını ifade etmiştir.

3.      Amacın Cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde yaygara kopartarak halkın hükumete ve Sayın Tayyip Erdoğan’a olan güçlü desteğini kırmak olduğunu ifade etmiştir.

4.      Sayın Adnan Oktar tüm bu isabetli öngörüleriyle günlerce, hem canlı yayını izleyen yüzbinlerce insanı hem de sosyal medya üzerinde gelişmeleri takip eden Türk Halkının, olayın gerçek mahiyetini anlamalarına neden olmuştur.

5.      Hükumetin onca yıldır başarılarıyla devam eden büyük hizmetlerini tekrar tekrar Türk Halkına hatırlatan, hükümete çok yönlü manevi destek vererek bu ani olayla neticesinde güven kaybına uğrayan önemli bir nüfusun kazanılmasına vesile olmuştur.

6.      Her zamanki Kurani üslubu ile tüm bu olanlar karşısında halkımıza Sayın Tayyip Erdoğan ve hükumetine yönelik merhamet ve hoşgörü ile yaklaşmalarının esas olduğunu hatırlatmıştır.

7.      Sayın Adnan Oktar hükumetin kendi iç dinamiklerinin de ciddi bir sarsıntıya uğratılmaya çalışıldığı bu kritik dönemde tüm Ak Parti efradına, liderlerine karşı daha güçlü şekilde bağlanmaları çağrısında bulunmuştur.

8.      Onlara Kuran ayetleri üzerinden sadakatin asıl böyle zamanlarda gösterileceğini, birlik ve beraberliğin önemini hatırlatmış, dış mihrakların etkisinde kalarak duygusal bir hamle yapmamaları için hükumet üyelerine manevi telkinde bulunmuştur.

9.      Bunun hükumeti devirmek için yurtdışı bağlantılı mihrakların özel bir oyunu olduğunu açıkça ifade eden Adnan Oktar tüm konuşmalarında net olarak FETÖ’yü hedef almıştır.

 


Aşağıda tarafınıza sunduğum deşifrelerde Sayın Adnan Oktar’ın A9 TV’de yapılan canlı yayınlardaki konuyla ilgili açıklamaları yer almıştır.

 

 

Sayın Adnan Oktar'ın 17 Aralık'tan hemen birkaç saat sonrasında Tayyip Erdoğan'a milletçe sahip çıktığımızı ve kimsenin kendisine zarar vermeyeceğini söyleyerek FETÖ'ye açıkça meydan okuduğu görülmektedir

 

Bu süreçte çoğu gazeteci, yazar ve hükümet yanlısı basın yayın organı dahi ses çıkarmamış yapılan bu darbe girişimine karşı tamamen pasif kalmışlardır. Bir kısım İddialar ve ithamlar karşısında masum insanlara yönelik hüsn-ü zannın esas olduğu düsturunu devreye sokmak yerine hemen hükümeti ve en başta da Sayın Tayyip Erdoğan'ı gözden çıkarma, halk deyimiyle harcama eğiliminde olmuşlardır. Sayın Adnan Oktar'ın bu konuyla ilgili çokça ifade ettiği gibi "Pire için yorgan yakma" zihniyetinin hemen üstüne atlamışlardır.

 

Söz konusu kişiler köşelerinde gelişmelere göre şekil almak için sessizce beklemeyi tercih ederken Sayın Adnan Oktar hemen tarafını belli etmiştir. Sadece görüşünü belli etmekle kalmamış ayrıca çok geniş bir halk kitlesinin de böylesine karışık bir ortamda zihinlerinin bulanmasına, fitne fesadın etkisi altında kalmalarına engel olmuştur. Adnan Oktar defalarca; bu suçları işleyen varsa bile bunların şahısların kendi şahsi suçları olacağını, bu yapılan işlerin bir misyon partisi olan AK Parti'yi asla ve asla bağlamayacağını ifade etmiştir.

 

Sayın Adnan Oktar halka ve hükümete verdiği bu güçlü moralle büyük bir darbe planının bozulmasında önemli bir sosyal vazifeyi başarıyla yerine getirmiştir. O dönemin hemen akabinde dahi FETÖ'ye methiyeler düzen birçok devlet erkanının tam aksine 2010'lara kadar inen bir tarihten başlamak üzere aşağılık FETÖ'ye karşı tavrını ortaya koymuştur.

 

18 Aralık 2013

 




21 Aralık 2013

 






 

26 ARALIK 2013




27 ARALIK 2013



 

28 ARALIK 2013



30 ARALIK 2013





 

17-25 ARALIK SONRASI DÖNEMDE FETÖ LEHİNDE TUTUM GÖSTEREN SİYASETÇİ VE YAZARLARDAN BAZILARI

 

Müvekkil Adnan Oktar 17 Aralık darbe girişimi olduğu andan itibaren, en ufak bir tereddüt göstermeden FETÖ'yü eleştirip Hükümete destek olurken, bazı Ak Partili siyasetçiler başta olmak üzere birçok insan FETÖ'yü korumaya ve savunmaya devam etmekteydi. Bunların bazı örnekleri şöyledir:

 

 

 

 

1.            26 Ocak 2014'de, 17/25'den 1 ay sonra, Ak Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, "Cemaat'in hizmetleriyle gurur duyduklarını ifade etmişti:

"Cemaat'i destekledik, içlerinde bulunduk... Hizmetleriyle gurur duyduk, övünç duyduk. Çocuklarım cemaat okullarında okudu. Abilerle görüşmeler yaptı."

 

https://m.facebook.com/watch/?v=10155207413061169&_rdr

 

 

 

 

2.            17 Aralık 2013'te, operasyonun olduğu günün akşamı Cem Küçük, Ülke TV'de yayımlanan bir programda "güzel insanlar" diye tanımladığı FETÖ'yü överek, "Bu kavga Cemaat-Hükümet kavgası değil. Bütün dünyada güzel hizmetler yapan güzel insanlara iftira atmak olmaz" ifadelerini kullandı. https://odatv4.com/kripto-fetocu-cem-kucuk-17-aralikta-ne-demisti- 17121857.html

3.             30 Aralık 2013'de Eski Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin: "Hoca Efendi'den Allah razı olsun" dedi. "Cemaat; Fethullah Hoca cemaati dediğimiz bizlerin kardeşleri... Yargıtay'da 'Cemaatin imamı' diye nitelendirilen kişi, ismi bende saklı, bu dosya ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti ile birlikte Pensilvanya'ya göndermiş. Hoca efendi, 'Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin' demiş"

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/yargitayin-imami-dosyayi-pensilvanyaya- gonderdi-25465751

 

4.            20 Mart 2014, Bülent Arınç, 17/25 Aralık'tan sonra Zaman gazetesine aboneliğini kesmediğini söyledi.

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/arinc-zaman-aboneligimi-kesmedim- 26045509?s=08

 

5.            Abdülkadir Selvi, hükümetin 17 Aralık'tan sonra Gülen'le barışmak istediğini iddia etti,

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/17-araliktan-sonra-hukumet-gulenle- barismak-istedi-179885h.htm

 

6.             Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, 17/25 Aralık sonrasında "Şerif Ali Tekalan'la görüştüğüm doğrudur" dedi.

17-25 Aralık operasyonlarından sonra 'FETÖ' ile hükümet arasında bir arabuluculuk yapıp yapmadığına dair sorulara yanıt verdi. Görmez, "Bu ayrılık olmasın diye gösterdiğim bir çaba var. Ama bu çaba böyle bir toplantı falan değil, sadece insanlarla konuşarak, bana ziyarete gelenlerle paylaşarak, bu ülkeye bu kötülüğü yapmayın diyerek, nasihatte bulunarak böyle bir şey olmuştur" dedi.

 

https://t24.com.tr/haber/eski-diyanet-isleri-baskani-gormezden-feto-iddiasina- yanit,670564

 

https://t24.com.tr/haber/cumhuriyetten-akp-17-aralik-operasyonundan-sonra-


gulenle-diyalog-arayisina-girdi-elci-gonderdi,601723

 

7.              14 Mart 2014'te Ankara Büyükşehir eski Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, 17/25 Aralık 2013'ten 3 ay sonra, FETÖ'nün yayın organları olduğu gerekçesiyle KHK ile kapatılan Samanyolu TV, Samanyolu Haber TV, Kanaltürk ve Bugün televizyonlarına 375 bin TL'lik reklam vererek, maddi kaynak sağladığı belirlendi. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/gokcek-1725-araliktan-sonra-da-feto-  yayin-organlarina-375-bin-tllik-kaynak-saglamis-1736703

 

8.            4 Nisan 2014, Darbe Komisyonu başkanı Ak Parti Milletvekili Reşat Petek FETÖ'cülerin derneği olarak bilinen ve başkanlığını terörden arananlar listesinde yer alan Halit Esendir'in yaptığı Medya Etik Konseyi Derneği tarafından en iyi köşe yazarı seçildi. Petek de bunu sitesinden duyurdu. http://gazeteport.com/2016/toplantida-resat-petek-de-vardi-85480/

 

9.            Tarihçi Yazar Mustafa Armağan, FETÖ'nün elebaşı Fetullah Gülen'in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın yayın bölümü yöneticisiydi. Hükümetin, FETÖ ile ilişkilerin koparılması için milat kabul ettiği 17-25 Aralık 2013'ten sonra bile yazılarını sürdürdü. Gülen'i öven, 'Medya Aynasında Fethullah Gülen (Kozadan Kelebeğe)' ve 'Diyaloğa Adanmış Hayat' kitaplarını yazdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan cemaate 'Haşhaşiler' dediğinde "Hizmet hareketine haşhaşi demek hakkaniyetle bağdaşmaz" diye savundu.

Kaynak Yeniçağ: Mustafa Armağan FETÖ'ye böyle hizmet etmiş!


 

MÜVEKKİL ADNAN OKTAR'IN, JONATHAN SCHANZER İSİMLİ KİŞİ İLE GÖRÜŞEREK GÜYA FETÖ'YE DESTEK VERDİĞİ İDDİALARINA YÖNELİK SAVUNMAMIZ

İddianamede "Jonathan Schanzer" adından sıklıkla bahsedilmiş, bu kişinin güya bir FETÖ'cü olduğu delileriyle ispatlanmış gibi bir ön kabul üzerinden hareketle, müvekkil Adnan Oktar'a bazı suç isnatları yöneltilmiştir. Bu isnatlar en özet şekliyle şu şekildedir:

 

Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz isimli şahısların müvekkil tarafından Türkiye'ye davet edildiği, Burhan Kuzu, Hakan Atilla ve bazı siyasilerle görüşmeler yapıldığı, bu sayede bu kişilerin Hakan Atilla davasının açılmasını sağladıkları, bu kişilerin dahil oldukları FDD isimli ABD menşeili düşünce kuruluşunun ülkemiz aleyhinde uluslararası alanda lobi faaliyetleri gerçekleştiren ve FETÖ ile bağı bulunan, 17-25 Aralık sürecinde etkin bir biçimde yer alan bir kuruluş olduğu iddia edilmiştir. Ayrıca bu kişilerin yabancı gizli servislerle bağlantılı oldukları, dolayısıyla müvekkilin de bu yol üzerinden Türkiye aleyhine faaliyet yürüten yabancı gizli servislerle bağ kurduğu hiçbir delile dayandırılmadan ima edilmektedir.

 

Savcılık makamının esas hakkındaki mütalaasında da benzer iddialar tekrarlanmış, iddianamedeki isnatları teyit edebilecek tek bir somut delilin dahi dosyaya girmediği görülmüştür. Bu yüzden de savcılığın esas hakkındaki mütalaasında mezkur suç isnatları ile müvekkili doğrudan ilişkilendirebilen, ceza verilmesine yeter nitelikte kesin ve açık bir ispata gidilememiştir. Öte yandan, yabancı gizli servislerle bağlantı iddiası savcılığın esas hakkındaki mütalaasına dahil edilmemiş, isabetli bir şekilde bu yanlıştan dönülmüştür.

 

Bu iddialara karşı savunmalarımız aşağıda detaylı olarak sunulmuştur.


Kısaca özetlemek gerekirse;

 

·               Müvekkil Adnan Oktar Jonathan Schanzer isimli kişiyle hiç görüşmemiştir.

·               Jonathan Schanzer ile birlikte gelip, 17/25 öncesi Adnan Oktar ile görüştüğü iddia edilen Mark Dubowitz 2009'dan beri Türkiye'ye giriş bile yapmamıştır.

·               Jonathan Schanzer'in İstanbul'a gelişi, ABD'deki Sarraf Davası başlamadan tam 4 yıl öncedir.

·               Jonathan Schanzer'in İstanbul'a geliş ve kalış masraflarının müvekkil ve arkadaşları tarafından karşılandığı iddiası doğru değildir.

·               HTS kayıtları, Jonathan Schanzer'i İstanbul'da karşıladığı iddia edilen Aylin Atmaca'nın o tarihte Ankara'da olduğunu ispatlamıştır.

 

Dünya çapında tanınan bir yazar olan müvekkil bugüne kadar farklı ülkelerden gelen yüzlerce gazeteci, düşünce kuruluşu çalışanı, siyasetçi, bürokrat, kanaat önderiyle görüşmüştür. Bu görüşmelerin tamamını A9 TV yayınlarında canlı olarak yapmıştır. Kamuoyundan tepki alma ihtimali yüksek olan masonlar, tapınak şövalyeleri gibi misafirleriyle dahi canlı yayında halka açık görüşme yapmıştır. Bir düşünce kuruluşu çalışanı olan Jonathan Schanzer ile de görüşmüş olsa bu durum hem suç değildir hem de gizli tutulması gereken çok mühim bir konu değildir, dolayısıyla müvekkilin böyle bir görüşmesi olsa bunu açıklamaktan beis duymasına gerek yoktur. Ancak müvekkil hiçbir zaman adı geçen şahıs ile görüşmemiştir.

 

17/25 Aralık Darbe girişiminde ise ortada güya "yolsuzluk", "hırsızlık" gibi ciddi ithamlar olmasına ve siyasetçilerin ve önde gelenlerin büyük kısmının Hükümete destek olmakta tereddüt etmesine, Hükümete destek olanların ise sözde hırsızlığı destekleyen insan iftirasına maruz kalmasına rağmen olayın gerçekleştiği ilk andan itibaren Adnan Oktar açık ve net olarak anti demokratik yollarla Hükümeti devirme girişimlerine karşı olduğunu canlı yayından ifade etmiş ve Sayın Cumhurbaşkanını desteklemiştir. Müvekkilin FETÖ'ye destek olduğu iddiası ise aklın ve mantığın ötesinde, hiçbir somut delili de olmayan hukuk dışı bir isnattır.


JONATHAN SCHANZER'İN İSTANBUL'A GELİŞİ, ABD'DEKİ SARRAF DAVASI BAŞLAMADAN 4 YIL ÖNCEDİR

 

Jonathan Schanzer adı, müşteki Ceylan Özgül Kuruca'nın ifadesindeki bir paragrafta zikredilmektedir. Buradan hareket eden iddia makamı, C. Ö. Kuruca'nın ifadesindeki her kelimeyi doğru kabul ederek, gereken özenli araştırmayı da yapmadan, çeşitli suç isnatlarında bulunmaktadır. İddianamede başlayan bu hatalı bakış açısı, esas hakkındaki mütalaada da devam etmiş ve iddia makamı yine C. Ö. Kuruca'nın bu soyut ifadesine atıfta bulunarak kendince iddiasını desteklemeye çalışmıştır.

 

C. Ö. Kuruca'nın gerçek dışı iddiasına göre, Rıza Sarraf davası başlamadan önce müvekkilimiz bu davada bilirkişi olan Jonathan SCHANZER ve Mark DUBOWITZ ile güya görüşmek istemiş, C. Ö. Kuruca da bu sözde talep üzerine bu kişilerle irtibata geçmiş ve Türkiye'ye çağırmıştır.

 

 

BU İDDİA AÇIKÇA YALANDIR, çünkü;

 

 

 


 

Dolayısıyla C. Ö. Kuruca'nın "(Sarraf} dava başlamadan önce" diyerek kendince suç atmaya

çalıştığı konu, tam 4 yıl sonra gerçekleşecek bir konudur. Müvekkilin 4 yıl sonra ABD'de bir dava açılacağını, bu davada kimlerin bilirkişi olacağını, kimin lehine – aleyhine görüş beyan edeceklerini bilip bu kişileri görüşmeye çağırdığı iddiası açıkça saçmalamaktır. C. Ö. Kuruca'nın husumet duyduğu müvekkili zararlandırmak amacıyla bu yalanı söylediği alenen bellidir.

 



 

Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz ABD'de açılan Rıza Sarraf davasına 2017 yılının Kasım ayında bilirkişi olarak atanmışlardır. Bir davaya bilirkişi olmak şahsın kendi çabasıyla olmayıp, mahkeme başkanı tarafından talep edilen bir harekettir. Schanzer de kendisine ABD Adalet Bakanlığı tarafından çağrı yapıldıktan sonra bilirkişi olarak mütalaa vermeye gitmiştir. Schanzer bu gerçeği 29.11.2018 tarihinde ABD'de yayınlanan The Weekly Standart isimli dergi için kaleme aldığı makalede "ABD Adalet Bakanlığı tarafından kendisinin ve arkadaşı Mark Dubowitz'in 2017 yılında Sarraf davasına uzman bilirkişi olarak atandıkları" şeklinde belirtmiştir:



 

ALTI ÇİZİLİ CÜMLENİN TÜRKÇE TERCÜMESİ:

 


 

 

Makalenin yayınlanma tarihi 29.11.2018'dir ve makalede zikredilen "geçen yıl" tanımlamasından da uzman bilirkişi talebinin 2017'de yapıldığı anlaşılmaktadır.

 

Nitekim yine 2017 yılında ülkemizde yayınlanan çeşitli gazetelerde de Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz'in Rıza Sarraf davasına bilirkişi olarak atanmaları haber yapılmıştır. Bir örnek vermemiz gerekirse, 24.11.2017 tarihli Star Gazetesi internet sayfasında yapılan "özel haber"de Schanzer ve Dubowitz'in Sarraf Davası'na bilirkişi olarak 2017 yılında atandığı şöyle duyurulmuştur:



 

Dolayısıyla 2013 yılında, müvekkil Adnan Oktar'ın 4 yıl sonrasında olacak olanları bilip C. Ö. Kuruca'nın iddia ettiği şekilde bir talepte bulunması imkansızdır. C. Ö. Kuruca bu kişilerle bizzat kendi ilişkisini perdeleyebilmek ve husumetli olduğu müvekkil ve arkadaş camiasını zararlandırabilmek için müvekkile suç atmaktadır.

 

C. Ö. Kuruca'nın yalan beyanat ile müvekkili zararlandırmaya çalıştığının çok kesin bir başka delili ise, güya müvekkilin talebi üzerine görüşmeye çağırdığı kişilerin isimlerini beyan ederken Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz demiş olmasıdır. 2017 yılında çıkan gazete haberlerine bakıp Türkiye kamuoyunda bu iki isime karşı oluşan negatif atmosferden yararlanabilmek için bu şekilde davranmıştır. Böylece yalan söylediği de ortaya çıkmıştır, çünkü gazetelerden okuyup ifadesinde bahsetti isim olan Mark Dubowitz 2013'de Türkiye'ye gelen kişiler arasında yer almamaktadır. Zaten bu kişileri de müvekkil Türkiye'ye hiçbir zaman davet etmemiştir.

 

NİTEKİM,

 

Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan şüpheli ECE KOÇ, 21.09.2018 tarihinde verdiği ifadesinde "Jonathan SCHANZER ve Daveed Gartensteinross İstanbul'a geleceklerdi. Ceylan ÖZGÜL de öncesinde tanıştığı bu kişiler ile Adnan OKTAR'a görüşmeye ayarlayıp yayına çıkarmak istedi ancak bu şahıslar yayına çıkmadı..."


demiştir.

 

İfadeden net bir şekilde anlaşıldığı gibi müvekkilin bu kişilerle irtibat kurma talebi yoktur, C. Ö. Kuruca, önceden tanıdığı bu kişiler kendi kurumsal faaliyetleri çerçevesinde İstanbul'a gelecekleri için, bu fırsattan istifade ederek müvekkil ile görüştürmek istemiştir. Yani Schanzer ve yanındaki kişi sırf müvekkil kendilerini çağırdı diye ABD'den kalkıp İstanbul'a gelmiş değildir.

 

Nitekim Odatv isimli internet sitesinde 03.09.2018 tarihinde yayınlanan haberde, Jonathan Schanzer tarafından kaleme alınan mektuba yer verilmiştir. Mektubun bir cümlesinde Schanzer "2013 yılında terör finansmanı, yasa dışı para akışları ve cihatçı çeteler üzerine İstanbul'da yürüttüğümüz araştırma sırasında..."diyerek bu tarihte özel olarak müvekkil ile görüşmeye gelmediğini, kendi düşünce kuruluşunun yürüttüğü faaliyet kapsamında İstanbul'da bulunduğunu açıklamıştır.

 

 

 

 

MARK DUBOWİTZ 2013'TE TÜRKİYE'YE GELMEMİŞTİR

 

C. Ö. Kuruca ifadesinde, Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz isimlerini zikrettikten sonra müvekkilin bu iki kişi ile güya görüşmek istediği, kendisinin de bu sözde talimata uyarak bu iki kişiyle irtibata geçtiği ve 2013 yılı itibariyle de Türkiye'ye getirdiği, hatta Pera Palas otelinde konakladıkları, uçak ve otel masraflarını Adnan Oktar camiasının üstlendiği şeklinde hayali detaylar ortaya koymuştur.

 

OYSA CEYLAN ÖZGÜL'ÜN YALAN SÖYLEDİĞİ BİZZAT SAVCILARIMIZIN YAPTIĞI ARAŞTIRMADA KANITLANMIŞTIR.

 

Ceylan Özgül'ün 2013'te Türkiye'ye gelmelerini sağladığını iddia ettiği, hatta kaldıkları otel ismini bile verdiği şahıslardan MARK DUBOWITZ'in en son 2009 yılında R605327 seri nolu pasaport ile ilimiz Atatürk Havalimanı'ndan giriş çıkış


yaptığı ortaya çıkmıştır. Yani Ceylan Özgül'ün müvekkil suç yüklemek ve kendisini temize çıkarmak maksatlı yalan beyan verdiği ispatlanmıştır. Bu bilgi iddianamede şu şekilde gösterilmektedir:

 


.

 

C. Ö. Kuruca'nın ifadesindeki her satırı kesin bir gerçek olarak kabul ederek, herhangi bir araştırma veya inceleme yapmayı dahi gerekli görmeden, hazırlanan Emniyet sorgusunda 11.07.2018'de gözaltına alınan tüm şahıslara aynı soru şu şekilde yöneltilmişti:


 

 

Ancak daha sonra Türkiye'ye giriş yapan kişilerin Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz DEĞİL Jonathan Schanzer ve Daveed GARTENSTEINROS olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine, aynı operasyonda yakalanarak tutuklanmış olan şüpheli Altuğ Revnak Eti'nin 11 Ocak 2019 tarihinde verdiği etkin pişman ifadesinde kendisine aynı soru yöneltilirken, soru şu şekilde REVİZE EDİLMİŞTİR:


 

Böylece C. Ö. Kuruca'nın 22.01.2018 tarihli ifadesinde beyan ettiği Mark Dubowitz isminin gerçek olmadığı kabul edilmiştir. Nitekim savcılık makamı da esas hakkındaki mütalaasında Mark Dubowitz isminden tek kere bile bahsetmemiş, HATTA C. Ö. KURUCA'NIN O İFADESİNDEN ALINTI YAPARKEN DE MARK DUBOWİTZ İSMİNİ SANSÜRLEDİĞİ GÖRÜLMÜŞTÜR:

 

 

 


 

 

C. Ö. Kuruca aynı ifadesinde, güya Jonathan Scanzer ve Mark Dubowitz isimli şahıslar İstanbul'a geldiklerinde sanık Aylin ATMACA ve etkin pişman sanık Burak ABACI'nın bu kişileri karşıladığını ve siyasilerle yapılan görüşmelerde yanlarında bulunduğunu iddia etmiştir.

 

Oysa Aylin Atmaca 17.07.2018 tarihinde verdiği ifadesinde bu iddiayı tamamıyla


reddetmiş, bu konu hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığını açıklamıştır. Davanın safahatında dosyaya ilave olan HTS kayıtları ve baz çakışmaları incelemesi de 28-30 Ağustos 2013 tarihleri arasında Aylin Atmaca'nın İstanbul'da dahi olmadığını ortaya koymuştur.Keza yine HTS kayıtlarında, iddia edilen tarihlerde Aylin Atmaca'nın Burak Abacı'yla bir araya geldiğini gösteren tek bir kayıt dahi görülmemektedir.

 

Etkin pişman sanık Burak Abacı'nın bu konu karşısında aldığı çelişkili pozisyon ise çok dikkat çekicidir. Abacı 19.07.2018 tarihinde İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği'nde 2018/630 sorgu numaralı ifadesinde aynen şu cümleleri sarf etmiştir:

 


 

Abacı'nın avukatları Celal Ülgen ve Fuat Selvi de 24.07.2018 tarihinde İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği'ne yazdıkları dilekçede bu konuyu aynı bağlamda anlatarak müvekkillerinin tahliyesi için gerekçe olarak göstermişlerdir:

 



 

 

 

 

Bu savunmada dikkat çeken bir detay ise, Burak Abacı'nın avukatları Celal Ülgen ve Fuat Selvi'nin konuyu izah ederken C. Ö. Kuruca'ya yönelttikleri ithamlardır. Buna göre C. Ö. KurucaYA KASITLI BİR KUMPAS VE BURAK ABACI'DAN İNTİKAM ALMA

GİBİ BİR SAİK YA DA BÜYÜK BİR HATA VE YANLIŞLIK içindedir. Yani bahsi geçen 2 avukat da C. Ö. Kuruca'nın verdiği ifadedeki anlatımlarının kasıtlı olarak gerçekleri yansıtmama ihtimali olduğunu, kumpas olabileceğini, bunun sebebinin ise İNTİKAM ALMAK olduğunu tespit etmişlerdir.

 

Ancak 2. Sulh Ceza Hakimliği ifadesini verdikten yaklaşık 18 gün sonra, dosyanın husumetli müştekileriyle deyim yerindeyse aynı dümen suyuna girmek mecburiyetinde kalan Burak Abacı, 06.08.2018 tarihinde verdiği etkin pişman ifadesinde "Mark DUBOWITZ ve Jonathan SCHANZER isimli kişileri hatırlıyorum. Bunları kaldıkları Pera Palace otelinden almamı Tarkan YAVAŞ benden istedi. 2012-


2013 yıllarıydı. Bu iki şahsı otelden alarak A9 Kanalına götürdüm. Bu iki şahsın otel masrafları benim kredi kartımdan ödendi. A9 Kanalının bulunduğu binaya getirdiğimde bu iki şahsı Tarkan teslim aldı. Sonrasında ne konuşuldu bilgim yoktur. Bu iki şahsın kimler olduğu ne için geldikleri ne için buluştukları konusunda bir bilgim yoktur. Bana bu konuda bilgi verilmedi" şeklinde gerçek dışı beyanda bulunmuştur.

 

Mark Dubowitz'in o tarihte Türkiye'ye gelmediği kesin olarak kanıtlandığı için, bu ifadesinde etkin pişman sanık Burak Abacı'nın, önceki ifadesine de ters düşecek şekilde bir anlatım yapmak zorunda kaldığı ama bunu yaparken de yalan söylediği anlaşılmaktadır.

 

BURADA BURAK ABACI, İÇİNE DÜŞTÜĞÜ "MECBURİYETTEN" DOLAYI KENDİNİ AÇMAZA SOKAN 3 YALAN SÖYLEMİŞTİR:

 

1)   Otelden alarak A9TV stüdyosuna götürdüğü kişilerin isimlerini verirken Mark Dubowitz demek zorunda kalmıştır, çünkü C. Ö. Kuruca'nın bu konudaki ifadesi bu yalanı bu şekilde devam ettirmek gerekliliği doğurmuştur. Oysa Mark Dubowitz Türkiye'ye gelip gideli 4 yıl olmuştur, otelden aldığını belirttiği tarihte Mark Dubowitz Türkiye'de değildir.

 

2)   Bu kişileri Pera Palace Oteli'nden aldığını söylemek zorunda kalmıştır, çünkü dümen suyuna girmek mecburiyetinde bırakıldığı C. Ö. Kuruca 22.01.2018 tarihli ifadesinde bu kişilerin Pera Palas Oteli'nde kaldıklarını beyan etmiştir. Oysa savcılık makamının yaptığı araştırmada söz konusu kişilerin The Marmara Oteli'nde kaldıkları ortaya çıkmıştır.

 

3)   Bu kişilerin otel masraflarını ödediğini söylemek zorunda kalmıştır, çünkü C. Ö. Kuruca'nın 22.01.2018'deki ifadesi Abacı'nın bu yalanı bu şekilde devam ettirmek gerekliliği doğurmuştur. Ancak Burak Abacı'nın bu beyanın da doğru olmadığı ispatlanmıştır.

 

İddia makamı otel yönetimine müzekkere göndererek söz konusu kişilerin otel


masraflarının kim tarafından ödendiğini öğrenmek istemiştir.

 

 


 

 

Bu talep yazısı dosya içinde yer almaktayken ilginç bir şekilde otel yönetiminden gelen cevap dosyada bulunmamaktadır. Sanıkların mahkeme huzurundaki sorguları gerçekleştirilirken, 06.11.2019 tarihli celsede sanık Sinem Hacer Tezyapar'ın sorgusu sırasında bu konunun neticesi tamamen tesadüf eseri İstanbul Cumhuriyet Savcısı sayın Serdar Akan'ın ağzından şöyle kaçmıştır:


 

Jonathan Schanzer de bu iddiayı hem Oda tv'ye gönderdiği mektubunda hem de the Standard Weekly için kaleme aldığı makalesinde yalanlamıştır.

 

Jonathan Schanzer tarafından Oda tv internet haber sitesine yollanan mektubun ilgili kısmı şu şekildedir:

 

 



Jonathan Schenzzer tarafından 29.11.2018’de the Weekly Standart’a yazılan makalenin ilgili kısmı şu şekildedir:


 

 

ALTI ÇİZİLİ CÜMLENİN TÜRKÇE TERCÜMESİ:

 


 

İddia Makamı da iddianamede Burak Abacı'nın güya otel ödemesini yaptığı yolundaki 06.08.2018 tarihli ifadesine (kendi tezlerini desteklediği için} yer vermişler fakat 19.07.2018 tarihli bu kişileri hiç görmediğini söylediği ifadesinden hiç bahsetmeyerek son derece taraflı bir tutum sergilemişlerdir.

 

Öte yandan, C. Ö. Kuruca'nın ifadesinde "siyasilerle yapılan görüşmelerde Aylin Atmaca ve Burak Abacı yanlarında bulundu" iddiasını Burak Abacı kabul etmemiştir. İddiaya göre Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz, Burak Abacı ve Aylin Atmaca ile birlikte güya Burhan Kuzu ve Hakan Atilla'yı ziyarete gitmişlerdir. Burak Abacı ise bu iddiayı kabul etmemekte, sadece bir otelden alarak stüdyoya götürme gibi bir eylemin kabul etmektedir. Bunu da "en fazla şoförlük yapma" olarak görüleceği ve kişilerin kim olduğunu bilmediğini iddia edebileceği için kabullenmekte sıkıntı görmemiş, ancak sonrasında bu iki kişiyi Ankara'ya götürüp siyasilerle görüştürme kurgusu kendisini de tehlikeye atacağı için bu kısmını reddetmiştir.

 

Netice itibariyle, C. Ö. Kuruca'nın beyanları ile gerek şüphelilerin gerekse etkin pişmanların anlatımları çelişmiştir.

 

Bu çelişki karşısında iddia makamı, Türkiye’nin en önemli kişileri arasında yer alan Burhan Kuzu (01.11.2020 tarihinde vefat etmiştir} ve Hakan Atilla gibi kişilere rahatlıkla ulaşabilir ve iddia edilen görüşmenin yapılıp yapılmadığını açığa çıkarabilirdi. Ancak somut delillere ulaşmak yerine, husumetli kişilerin beyanlarına itibar edilmiştir. Bu durumda, araştırma yapıldığı takdirde iddiayı destekleyecek değil yalanlayacak bulgularla karşılaşılacağının bilindiği kanaati oluşmaktadır.

 

DOSYADA JONATHAN SCHANZER'İN FETÖ İLTİSAKININ DELİLİ YOKTUR

 

İddia makamı tarafından Jonathan Schanzer, Mark Dubowitz ve Daveed Gartensteinross isimli kişiler YABANCI İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİYLE İRTİBATLI, FETÖ İLE İRTİBATLI, POTANSİYEL SUÇLU kişiler olarak gösterilmek istenmişse de bu kişilerin Türkiye Cumhuriyeti'ne sorunsuzca giriş ve çıkış yaptığı, dolayısıyla MİT veya Emniyet Müdürlüğü tarafından haklarında herhangi bir istihbarat olmadığı, olsa bile suçlu kabul edilerek yakalanmalarına gerek görülecek seviyede olmadığı anlaşılmaktadır. 2013 yılı itibariyle haklarında bilinen bir soruşturma ya da açılmış bir dava bulunmamaktadır. Bu durumda, bu kişilerin ilerleyen yıllarda katılabilecekleri suç veya suçları önceden bilerek görüşme yapmış olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla da henüz suça karışmadıkları ve rahatlıkla giriş çıkış yapabildikleri bir dönemde bu kişilerle görüşülmüş olsaydı bile tek başına suç delili olarak kabul edilemezdi. Devletin bilmediği bir suç bilgisini müvekkil Adnan Oktar veya herhangi bir arkadaşının bilmesi mümkün değildir.

 

Bu noktada değinmemiz gereken bir başka önemli konu da iddia makamının Jonathan Schanzer isimli kişinin ABD'de açılmış Türkiye aleyhine bir davada bilirkişi sıfatıyla görev yapmasını nasıl olup da FETÖ ile irtibatlandırabildiğidir. Söz konusu dava muhakkak ki Türkiye'nin yüksek çıkarlarına karşı bir çaba gösterme amacıyla yürütülmüş olabilir, ancak bu davaya uzman bilirkişi sıfatıyla davet edilmiş bir kişinin mütalaasını sunması ya da şahitlik yapması, tek başına o kişiyi davanın tarafı ve Türkiye düşmanı olarak belirlemeye, buradan hareketle de FETÖ iltisaklı kabul etmeye yeterli olamaz. Eğer iddia makamı Jonathan Schanzer üzerinden müvekkile


bir suç isnat etmeye çalışacak ve FETÖ'ye yardım gibi bir iddiada bulunacaksa, bunu yapmadan önce dava dosyasına Schanzer'in FETÖ iltisakına ilişkin somut deliller sunması beklenirdi. Oysa iddia makamının tek yapabildiği, ülkemizdeki birkaç gazetede yayınlanmış dedikodu niteliğindeki haberleri alıp, bunlar üzerinden Schanzer – FETÖ ilişkisini kesin bir gerçek olarak kabul ettirmeye çalışmak olmuştur.

 

Eğer Jonathan Schanzer FETÖ ile gerçekten iltisaklı ise Türk hukuku yapabileceği her türlü girişimi yapmalı, elinden gelen tüm adımları atmalıdır. Bu herkesten önce müvekkilin talep edeceği bir adım olacaktır. Ancak müvekkilin hiç tanımadığı, yüz yüze görüşmediği bir kişinin, üstelik de gerçekten FETÖ ile iltisaklı olup olmadığı netleştirilmemişken, sadece İstanbul'a gelmiş olmasından dolayı sorumlu tutulamayacağı, bu yolla FETÖ'ye yardım ettiği isnadıyla suçlu bulunamayacağı izahtan varestedir.

 

Öte yandan hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada iddia makamı tekrar tekrar Jonathan Schanzer'in bilirkişi sıfatına atıfta bulunmuştur. Ülkemizde görülen hemen hemen tüm ceza davalarında taraflar uzman bilirkişilerden destek almakta, profesyonel görüşlerine başvurmaktadır. Bizzat hakimlerimiz de çeşitli teknik konuların çözüme kavuşturulması noktasında bilirkişi atayarak görüş sormaktadır. Bir davaya çağırılan veya görüşünden istifade dilen bir uzman bilirkişinin o davanın taraflarıyla özdeşleştirilmesi hakkaniyetten uzak bir tutumdur. İddianamemizde ve savcılığın esas hakkındaki mütalaasında ismi tekrar tekrar zikredilen Jonathan Schanzer'in ABD'deki bir davada bilirkişilik yapması dışında FETÖ örgütüne iltisakı ile ilgili olarak dosyamıza girmiş tek bir bilgi-belge-somut delil bulunmamaktadır.

 

Bir kişinin Türkiye'yi eleştiren yorumları olması, Türkiye'yi ilgilendiren bir davada ülkemiz aleyhine görüş bildirmesi elbette hiçbir Türk vatandaşını mutlu etmez. Ancak bu tek başına o kişinin FETÖ ile iltisaklı olduğunu da göstermez. Uluslararası


mecrada Türkiye'yi eleştiren her insanın FETÖ ile iltisaklı olduğu düşüncesiyle hareket edilmesi durumunda, başta AB ve Avrupa ülkeleri siyasetçileri olmak üzere yüzlerce kişiyi ve bunlarla görüşen tüm gazeteci, siyasetçi, akademisyen gibi insanları FETÖ iltisakı suçlamasıyla yargılamak gerekecektir. Ki bunun da akıl ve mantık dışı olacağı açıktır.

 

İddia makamı, tanzim etmiş olduğu 4000 sayfalık "dev" iddianamenin 103. sayfasında, Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz'in nasıl olup da FETÖ ile iltisaklı olduğu konusunda şöyle bir grafik anlatım yapmaya çalışmıştır:

 


Bu grafikte ilk olarak göze çarpan detay, güya müvekkilin arkadaş grubunun 28.08.2013 tarihinde Türkiye'ye seyahat eden Mark Dubowitz'i misafir etmiş olduğu iddiasıdır. Bu iddianın geçersizliğini önceki sayfalarda açıklamıştık. Ancak ilginç olan, savunma tarafı olarak bu iddianın geçersizliğini ispatlarken bizzat iddia makamının iddianameye koyduğu araştırma sonucunu kullanmış olmamızdır. Oysa iddia


makamı bir taraftan Mark Dubowitz'in 2013'te Türkiye'de olmadığını Atatürk Havalimanı pasaport kayıtlarını referans göstererek iddianamede belirtirken, aynı iddianamenin başka bir bölümünde ise yukarıdaki grafiği sunmakta, kendi bulduğu somut delil ile çelişkili bir anlatım yapmaktadır.

 

İkinci olarak görülen ise, Jonathan Schanzer isminin ABD kumpas davasında bilirkişiolmasından ötürü FETÖ/PDY terör örgütü "işbirlikçisi" olduğu iddiasıdır. Bir Cumhuriyet Savcısı'nın müvekkile ve arkadaşlarına isnat ettiği "FETÖ'ye yardım" gibi son derece ağır bir suç isnadı için ortaya koyabildiği yegâne gerekçenin birkaç gazete dedikodusu ve ilkokul seviyesinde bir çizim olması hayret vericidir.

 

İDDİANAMEYE GİREN CANLI YAYIN DEŞİFRESİ, MÜVEKKİLİN JONATHAN SCHANZER İLE GÖRÜŞTÜĞÜNÜ DEĞİL GÖRÜŞMEDİĞİNİ İSPATLAMAKTADIR

 

İddia makamı Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz ile müvekkilin güya görüşme yaptıklarını sadece müşteki C. Ö. Kuruca'nın ifadesine ve bir canlı yayın deşifresine dayandırmışlardır. Bu canlı yayın deşifresi şu şekildedir:

 

ADNAN       OKTAR:       Amerikalı      misafirimiz      şu       an      beni      dinliyor      mu?

BERİL KONCAGÜL: Evet. inşaAllah

 

ADNAN OKTAR: Neydi         ismi misafirimizin? DİDEM  ÜRER:   Jonathan  Schanzer. ADNAN OKTAR: Bush'un güvenlik danışmanıydı değil mi? Şu an nedir görevi?

 CEYLAN ÖZBUDAK: Şu an Hocam, ikinci en büyük düşünce kuruluşunun Amerika'nın başkan yardımcısı.

 

ADNAN OKTAR: İkinci en büyük düşünce kuruluşunun başkan yardımcısı, evet güzel. İslam ülkeleri. Amerika'ya sahip çıkmak durumunda. Amerika dünya için bir nimet. Eğer Amerika’yı dünya kaybederse. Amerika çok güzel bir nimet olduğu için, o nimeti kaybetmiş olurlar. Şen insanların, neşeli insanların, güzel insanların ülkesi. Demokrasiyi savunan, özgürlüğü savunan insanların ülkesi. Her insanın aklında Amerikan hayali vardır,


işte böyle özgür olalım, oraya gidelim rahat yaşayalım kafası vardır, birçok insanda vardır bu. Madem böyle bir güzelliği savunuyor bu insanlar tip olarak da güzel insanlar kibarlıkları, nezaketleriyle, hürmetleriyle dikkat çeken insanlar." dediği ve yayının devam ettiği tespit edilmiştir.

 

Oysa bu deşifreye göre müvekkil Adnan Oktar söz konusu kişi ile görüşme yapmamıştır. Bu kişilerin siyasi kimliği ile alakalı bir anlatıma girmemiş, sadece özgürlükleri ve sevgiyi vurgulayan bir konuşma yapmıştır. Konuşma içeriğine baktığımızda, müvekkilin sarf ettiği sözlerde hiçbir siyasi içerik bulunmadığı ne FETÖ’den ne Rıza Sarraf davasından ne de devlet güvenliğini ilgilendirecek başka bir konudan bahsedilmediği kolaylıkla fark edilmektedir. Müvekkil, her görüşmesinde yaptığı gibi görüşeceği kişiye yönelik bir nezaket konuşması yapmakta, kendisine bu kişinin ABD vatandaşı olduğu bilgisi verildiği için de son derece insani duygularla tüm İslam ülkelerinin aslında ABD'nin bazı güzel özelliklerini takdir ettiklerini, demokrasi ve yaşam koşulları gibi bazı detayların tüm insanların özlem duyduğu güzellikler olduğunu ve bu sebeple insanlarda bir Amerika hayali oluştuğunu söylemektedir. Müvekkil ile Jonathan Schanzer arasında gerçekleşen bir diyalog yoktur. Mark Dubowitz ise tamamen konu dışıdır, adı bile zikredilmemiştir.

 

Söz konusu yayının gerçekleştirildiği gün, Jonathan Schanzer A9 TV stüdyosuna gelmiş, ancak müvekkil canlı yayında olduğu ve yayını kesemediği için ikisinin görüşmesi GERÇEKLEŞMEMİŞTİR. Yayının yapıldığı salon stüdyonun alt katında, gelen misafirlerin beklediği oda ise üst kattadır. Bu odada bir de televizyon bulunmakta, bekleyen misafirler o esnada yayını takip edebilmektedir güne ait canlı yayın deşifresinde de görüldüğü üzere müvekkil üst katta olan misafirin kim olduğunu sormakta, Ceylan Özgül Kuruca misafirin Jonathan Schanzer olduğunu söylemekte, bunun üzerine de müvekkil Amerikan halkının güzel vasıflarıyla ilgili nezakete dayalı bir iki cümle söylemektedir. Hatta bu esnada müvekkil "beni dinliyor mu?" diye sorarak da aynı oda içerisinde dahi olmadıklarını, Schanzer'in üst kattaki televizyondan yayını takip ettiğini ifade etmektedir.


 

JONATHAN SCHANZER DE MÜVEKKİLİ HİÇ TANIMADIĞINI VE HİÇ GÖRÜŞMEDİĞİNİ BEYAN ETMİŞTİR

 

Jonathan Schanzer müvekkili ile hiç tanışmadıklarını çeşitli vesilelerle ifade etmiştir. Örneğin The Weekly Standart için 29 Kasım 2018 tarihinde kaleme aldığı makalede "Adnan Oktar ile hiç tanışmadığını" şöyle açıklamaktadır:

 


 

 

ALTI ÇİZİLİ CÜMLENİN TÜRKÇE TERCÜMESİ:

 

 


 

 

 

JONATHAN SCHANZER BAĞLI OLDUĞU DÜŞÜNCE KURULUŞUNUN TÜM MASRAFLARINI KARŞILADIĞINI, BAŞKA KİMSEDEN MADDİ DESTEK KABUL ETMEDİĞİNİ BEYAN ETMİŞTİR

 

Jonathan Schanzer, ABD Hazine Bakanlığı'nda terörün finansmanı konusunda uzmanlaşmış ve bu konularda yıllarca faaliyet yürütmüş bir kişidir. Uzmanlığını daha sonra FDD isimli düşünce kuruluşunda sürdürmeye devam etmiştir. Birçok Ortadoğu ülkesini ziyaret ettiği gibi Türkiye'yi de defalarca ziyaret etmiş bir kişidir. Bu sebeple, Türkiye'ye gelişi müvekkil ve arkadaşlarının inisiyatifinde gerçekleşmemektedir. FDD isimli düşünce kuruluşu bünyesindeki faaliyetleri kapsamında sayısız yurtdışı ziyaret gerçekleştirmiştir.


Jonathan Schanzer bu bağlamda da bir açıklama yapma gereği hissetmiş ve Odatv isimli internet haber kanalına gönderdiği mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır:

 

"Yurt dışından, devlet kurumlarından ve özel şirketlerden bağış kabul etmeyen FDD, çalışmalarını yalnızca bağışçılarından gelen desteklerle yürütmektedir. Bu anlayışımız sonucu olarak gerek ben gerekse kurumumuzun diğer yetkilileri yurtdışı gezilerimiz için kurumumuz dışından destek kabul etmemekteyiz. Dolayısıyla, yazınızda İstanbul Emniyet Müdürlüğü soruşturmasında yer aldığı ifade edilen ADNAN OKTAR YAPILANMASININ BÜTÜN MASRAFLARIMIZI ÖDEDİĞİ İDDİASI

BÜTÜNÜYLE HAYAL MAHSULÜDÜR. Bu gezideki seyahat ve konaklama giderlerimiz bütünüyle kurumumuz bütçesinden karşılanmıştır."

 

 

 

JONATHAN SCHANZER ADININ GEÇTİĞİ YAYIN TARİHİ İTİBARIYLE TÜRKİYE'DE FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜ KAVRAMI BİLİNMİYORDU

 

C. Ö. Kuruca'nın 22.01.2018 tarihli ifadesine ve iddia makamının yaptığı araştırmanın neticesine göre Jonathan Schanzer adı müvekkilin katıldığı 28.08.2013 tarihli A9 TV yayınında geçmiştir. Bunun dışında müvekkilin Schanzer ile görüştüğü, görüşmeye devam ettiği, birlikte hareket ettiği konusunda ortaya atılmış sözlü bir beyan dahi yoktur.

 

Davamız sanıklarından Fatma Ceyda Ertüzün'e ait olduğu iddia edilen ve 11.08.2018 tarihli polis operasyonun el konulan laptoptan hukuka aykırı yollarla elde edilen bir mail yazışmasında da Jonathan Schanzer adı geçmekte olup, bu mailin tarihi ise 05.09.2013'tür. Söz konusu mailin içeriğine dışarıdan müdahale edildiği ve bu ismin orijinal mailde olmayıp sonradan eklendiği, uzman bilirkişi sayın Tuncay Beşikçi'nin bilimsel mütalasında ispatlanmıştır, bu konuya daha sonra ayrıca değineceğiz.

 

Dolayısıyla Jonathan Schanzer ismi ile bağlantılı olan iddiaların tarihlerinin


28.08.2013 ve 05.09.2013 olduğu görülmektedir. Bu tarihler itibariyle Türkiye'de hiç kimse FETÖ örgütünün iç yüzünü bilmemekteydi. Devletimizin en üst kademelerinde dahi bu oluşum bir "hizmet hareketi" olarak kabul edilmekte ve övgüyle bahsedilmekteydi.


 

 

Her ne kadar Jonathan Schanzer ismi ile FETÖ örgütünü iltisaklı kılabilecek somut deliller dava dosyamızda olmamakla beraber, bu isim üzerinde müvekkile FETÖ'ye yardım suç isnadı yapılmakta olduğundan, konuyu bu bağlamda değerlendirmek mecburiyeti hasıl olmaktadır. Bu şekilde bakıldığında dahi, Jonathan Schanzer ile alakalı konuların FETÖ'nün gerçek yüzü bilinmeden önce cereyan ettiği net olarak görülmektedir.

 

Tüm bunların yanı sıra müvekkili 17/25 darbe girişimi neticesinde ortaya çıkan Rıza Sarraf davasında Türkiye aleyhine bir kumpasın içindeymiş gibi gösterme çabasının akla ziyan bir girişim olduğunun önemli delillerinden biri de 17/25 günlerinde müvekkilin tutumudur. Sayın Adnan Oktar 17 Aralık'tan hemen birkaç saat sonrasında "Tayyip Erdoğan'a milletçe sahip çıkılması gerektiğini" söyleyerek bu darbe girişimine karşı ilk tepkiyi gösteren kişilerden biri olmuştur.


FETÖ'NÜN SAYIN ERDOĞAN'I HEDEF ALAN YARGI YOLLU BİR DARBE GİRİŞİMİ İÇİNDE OLDUĞUNU, HALKIMIZIN ÇIKARILAN BU KURU GÜRÜLTÜYE İTİBAR ETMEMESİNİ VE DÖNEMİN BAŞBAKANINI VE HÜKÜMETİ DESTEKLEMEYE DEVAM ETMELERİNİ SÜREKLİ OLARAK CANLI YAYINLAR ARACILIĞIYLA İFADE ETMİŞTİR.












 

İDDİA MAKAMININ DAYANAKTAN YOKSUN İTHAMLARINA BİR BAŞKA ÖRNEK: VAR OLMAYAN YAZIŞMALAR

 

İddia makamı esas hakkındaki mütalaasında çok ilginç bir isnatta bulunmuştur. Bu isnada göre C. Ö. Kuruca'nın 22.01.2018 tarihli ifadesindeki cümleler aynen tekrarlanarak güya Jonathan Schanzer İstanbul'a geldiğinde Burak Abacı ve Aylin Atmaca tarafından karşılandıktan sonra Burhan Kuzu ve Hakan Atilla gibi siyasilerle yapılan görüşmelerde yanlarında bulundukları iddia edilmiştir. Bu beyanı kesin gerçek gibi kabul eden iddia makamı, buna dayanarak "bu kapsamda görüşmeler organize edildiği ve whatsapp üzerinden günlük olarak yaptıkları görüşmeleri örgüt lideri Adnan Oktar'a aktarıldığı anlaşılmıştır" çıkarımı yapılmıştır.

 

Dava dosyamızda bu iddiayı destekleyecek bir whatsapp görüşmesi dökümü bulunmadığına göre, iddia makamının bu çıkarımı nasıl yaptığını gerçekten çok merak etmekteyiz. Böyle bir cümleyi sarf etmeden ve müvekkili haksız ve hukuksuz şekilde suçlu gibi göstermeye çalışmadan önce somut deliller elde edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. İddia makamının ciddiyetsiz ve mesnetsiz ithamlarda bulunmadan önce şu soruların cevaplarını ortaya koyması gerekirdi:

 

Kimin kiminle olan whatsapp yazışması?


Hangi tarihte, hangi saatte? Ne yazılmış?

Bu yazılanların müvekkile aktarıldığının delili nedir?

 

Görüldüğü üzere, en basit bir suç isnadını yöneltmek için gereken asgari delillere dahi sahip olmadan mesnetsiz suçlamalar yapılmıştır.

 

Son olarak değinmek istediğimiz konu ise hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada bu konu altında ismi zikredilen Aykan Erdemir konusudur. İddia makamı bu şahsın hakkında bir soruşturma olduğundan bahisle, şahsın da Jonathan Schanzer ile aynı düşünce kuruluşunda çalıştığından dolayı kendince çok mükemmel bir bağlantı kurduğunu zannederek Aykan Erdemiz ismine yer vermiştir.

 

Öncelikli olarak, müvekkilimiz Aykan Erdemir diye birisini tanımamaktadır. Bu isimle bir bağı, bağlantısı olduğunu iddia eden de yoktur, bu konuda bir delil de ortaya konmamıştır. İddia makamı Aykan Erdemir isimli kişinin FETÖ şüphelisi olduğunu zikretmekte, ancak hakkındaki soruşturmada FETÖ üyeliğinden veya FETÖ'ye yardımdan değil de Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme, Amacı Dışında Kullanma, Hile ile Alma Çalma suçundan dolayı soruşturulduğunu beyan etmektedir. Bu suçlama ile FETÖ bağının nasıl kurulmuş olduğunu bizim bilebilmemize olanak bulunmamaktadır. Ancak asıl önemli nokta, Aykan Erdemir'in henüz şüpheli konumunda olup yargılanarak hüküm giymemiş olması ve bu hükmün de kesinleşmemiş olmasıdır. Bu şartlar altında kişinin masumiyet karinesi gereğince masum kabul edilmesi gerekirken, iddia makamı Erdemir'i kesin suçlu kabul ederek yorum yapmıştır.

 

Müvekkilim bu kişiyi tanımamaktadır. Eğer devlete karşı işlediği bir suç var ise yakalanmasını ve cezasını çekmesini ister. Ayrıca eğer bu kişinin bir suçu varsa bile, çalıştığı tüm kurum bundan dolayı sorumlu tutulamaz. Ülkemizde de FETÖ


yandaşlarının kendilerini gizleyerek sızmadığı devlet kurumu veya özel şirket herhalde kalmamıştır. Nasıl ki bir kurumda çalışan bir FETÖ'cüden dolayı tüm kurum suçlu kabul edilemez ise, bu olayda da bu kişinin (eğer suçlu ise} suçundan dolayı iş yaptığı tüm kurum sorumlu tutulamaz.

 

Bu akla ziyan mantık örgüsüne göre, "Aykan Erdemir FETÖ şüphelisidir, Aykan Erdemir FDD isimli düşünce kuruluşunda çalışmaktadır, Jonathan Schanzer de FDD isimli düşünce kuruluşunda çalışmaktadır, eğer Jonathan Schanzer müvekkil ile görüştüyse, demek ki müvekkil FETÖ'ye yardım yapmaktan suçludur!" Böyle bir yaklaşımın ise değil hukukta hayatın hiçbir alanında yerinin olmayacağı açıktır.

 

Hem iddianamenin hem de esas hakkındaki mütalaanın içeriği, işte böyle zorlama ve alakasız sözde mantıksal çıkarımlarla doldurulmuştur. Hukukun özünde, bir kişinin suçlu bulunabilmesi olasılıklara veya senaryolara değil, kesin ve açık ispata dayanmaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2017/1036 E. ve 2018/586

K. sayılı kararında bu kural şöyle tanımlanmıştır:

 

Şüphe ve aydınlatılmamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilmez. Ceza mahkumiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat teorik de olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek dahi olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir, o halde ceza yargılamasında mahkûmiyet büyük veya küçük bir ihtimale değil kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır.

 

İddia makamının gerek iddianamesi gerekse esas hakkındaki mütalaası ise, Yargıtay'ın çizdiği adil hukuk normundan çok uzakta kalmıştır.

 

HERKÜL.ORG KONUSU İLE İLGİLİ İSNATLARA YÖNELİK

SAVUNMAMIZ

 

İddianameye göre, sanık Mehmet Ender Daban ve sanık Bora Yıldız'dan ele geçirilen dijital materyaller arasında, bir dizüstü bilgisayarın masaüstü (desktop} alanında yer alan veriler arasında "herkul.org iphone uygulaması" isimli mobil uygulama kurulum dosya ve kodlarını içeren klasöre ve uygulamanın internete yüklenmesine yardımcı olunmasını istediği iddia edilen bir word belgesine rastlanılmıştır. Herkul.org isimli internet sitesinin FETÖ Silahlı Terör Örgütü ile alakası olduğu iddia edilmiştir. Bu yazılımın mezkûr sanıklardan ele geçirilmesi, FETÖ'ye yardım – destek şeklinde lanse edilmektedir. Bu iddianın hiçbir hukuki dayanağı olmadığı gibi gerçeklerle ilgisi de bulunmamaktadır.

 

İddia makamının esas hakkındaki mütalaasında da aynı iddia tekrarlanmış, ilave olarak "laptopun kovuşturma aşamasında sanık Mehmet Ender Daban'a ait olduğu beyan edilmiştir" denmiştir. Devamla 1sanık Mehmet Ender Daban'ın mahkemedeki ifadesinde belirttiği üzere; bahse konu dijital materyalin kendisine ait olduğunu ancak bahse konu dosyanın görüşmesine gelmiş bir yazılımcı tarafından yüklenmiş olabileceğine ilişkin beyanda bulunduğu, bu kapsamda bahse konu dijitalin Mehmet Ender Daban'a ait olması nedeniyle FETÖ'ye yardım eyleminin asli faili olduğu gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığımız 2019-205640 numaralı soruşturma dosyasından 314/2 atfı ile 220-7 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır."

 

Bununla birlikte, iddia makamı kovuşturma aşamasında yapılan savunmalar ve sunulan somut deliller üzerine, aşağıdaki izah ile iddiasından rücu ederek söz konusu suç isnadından CMK m.223/2.e uyarınca beraat talep etmiştir. Ancak aşağıda izah edeceğimiz nedenlerden ötürü, yüklenen suçu işlemediği sabit olan sanık Mehmet Ender Daban, Bora Yıldız ve dolayısıyla bu suç isnadı ile CMK m.220/5 atfı ile yargılanan müvekkil dahil tüm sanıkların CMK m.223/2.b uyarınca beraat kararı verilmesi gerekmektedir.

 

Sanığın kovuşturma aşamasında atılı suça ilişkin savunması, Yasin Yalçınkaya'nın yurt dışından gönderdiği yazılı dilekçesindeki hususlar, bu konuda dosyaya ibraz edilen uzman görüşü ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, Fetö terör örgütüyle ilgili olan ve halen kullanımda olan herkul.org iphone uygulamasının kovuşturma dosyamızda yer alan Yasin Yalçınkaya tarafından oluşturulduğu ve bu uygulamanın Applestore'a gönderilmesi işleminin sanık Mehmet Ender Daban tarafından yapıldığı ve bu eylemi nedeniyle FETÖ silahlı terör örgütüne yardım ettiğine ilişkin sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanık hakkında atılı suçtan CMK 223/2.e maddesi uyarınca beraatına karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır."

 

İddianamede yer alan bu suç isnadına karşı savunmalarımız şu şekildedir:

 

 

 

 

YAZILIMIN ÜRETİLDİĞİ TARİH İTİBARİYLE FETÖ ÖRGÜTÜ DİYE BİR KAVRAM SÖZ KONUSU DEĞİLDİR

 

İddianamede yer alan ekran görüntüsünden, yazılımın 2011 yılına ait olduğu anlaşılmaktadır.






2011 yılı itibariyle kimse FETÖ'nün gerçek amacını ve terör örgütü vasfını bilmiyordu. Dolayısıyla bundan dolayı ne müvekkilin ne de Mehmet Ender Daban'ın suçlu kabul edilmesi mümkün değildir. Nitekim yargı kararları da bu yöndedir.

 

 

 

YAZILIMI ÜRETEN YASİN YALÇINKAYA İSİMLİ ŞAHIS, MİT TIRLARI DAVASINDA YARGILANAN KİŞİ DEĞİLDİR

 

İddianamede ismi zikredilen Yasin Yalçınkaya, MİT Tırları Davası'nda yargılaması devam eden bir eski üst teğmendir. Herkül.org yazılımını hazırladığı iddia edilen YASİN YALÇINKAYA İLE SADECE İSİM BENZERLİĞİ VARDIR. AYNI KİŞİ DEĞİLDİR.

 

Herkul.org yazılımı içinde, kullanıcı adı olarak tespit edilen e-posta adresi "yasinyk@hotmail.com"dur.



Oysa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilen ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer imzasıyla gönderilen evrakta, "yasinyky@hotmail.com" e-posta adresinin kullanıcı kimlik bilgileri sorgulanmış ve bu kişinin MİT Tırları olayına karışan Yasin Yalçınkaya olduğu tespit edilmiştir.



SORGULANAN 2 MAİL ADRESİ AYNI DEĞİLDİR. MİT Tırları olayına karışan kişi


ile Herkul.org yazılımının kullanıcısı AYNI KİŞİ DEĞİLDİR. Yazılımı hazırlamış olan gerçek Yasin Yalçınkaya dava dosyasında sunduğu dilekçesinde konuyu tüm detaylarıyla ortaya koymuştur.

 

 

 

Bu dilekçede özetle; Yasin Yalçınkaya 2011 yılında hazırladığı bir yazılımın kodlarını Mehmet Ender Daban'a gönderip yazılımcı olarak iş başvurusunda bulunduğunu açıklamıştır. Yazılımı sadece kendi teknik bilgisini ortaya koyabilmek ve reklam yapabilmek amacıyla amatörce hazırlamıştır. Hatta bu sebeple o dönem FETÖ taraftarları da kendisiyle irtibata geçerek bu yazılımı kullanmasına müsaade etmediklerini açıkça dile getirmişlerdir. Yani Yasin Yalçınkaya bu yazılımı hazırlarken FETÖ taraftarları adına da çalışmakta değildir. Kaldı ki o tarihte FETÖ diye bir yapılanmadan kimsenin haberi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Mehmet Ender Daban'ın bu yazılımın üretilmesiyle ya da kullanılmasıyla hiçbir ilgisi alakası yoktur.

 

 

 

FETÖ GİBİ OPERASYONEL KABİLİYETE SAHİP BİR TERÖR ÖRGÜTÜNÜN, APPLE STORE GİBİ HALKA AÇIK BİR PLATFORMA DOSYA YÜKLEYEMEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR

 

FETÖ on yıllar süren yapılanması sayesinde devletin tüm kademelerine binlerce yandaşını sızdırmış bir terör örgütüdür. Dış istihbaratlar tarafından da desteklendiğinden teknik imkanları devletler seviyesinde yüksektir. Bunun delilleri saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Ayrıca para gücü ve insan gücü bakımından da çok büyük imkanlara sahip olduğu bilinmektedir. Cumhurbaşkanımızın makam odasına dinleme cihazı yerleştirebilecek, devletin en üst düzey yöneticilerine ait özel kriptolu telefonların şifrelerini kırabilecek teknik alt yapıya sahip bir örgütün, apple store gibi -lise talebelerinin dahi program yazıp yükledikleri-


açık bir platforma yükleme yapamayacağını düşünmek imkansızdır. Böyle basit bir konu için sanıklardan yardım almayacakları da aşikardır.

 

Kaldı ki Mehmet Ender Daban ya da davamızda yargılanan herhangi bir kişinin, bu yazılımın geliştirilmesi, yüklenmesi veya kullanılması konusunda girişim yaptığına dair hiçbir somut bilgi, belge, delil bulunmamaktadır. Dolayısıyla da Mehmet Ender Daban'ın bu konular bakımından suçlanması mümkün değildir.

 

 

 

ADLİ BİLİŞİM UZMANI SAYIN TUNCAY BEŞİKÇİ, BORA YILDIZ VE MEHMET ENDER DABAN'IN HERKÜL UYGULAMASINI GELİŞTİREN, KULLANAN VE YAYIMLAYAN KİŞİLER OLMADIKLARINI BİLİMSEL OLARAK ORTAYA KOYMUŞTUR

 

Siber Adli Bilişim Uzmanı Sayın Tuncay Beşikçi 28.10.2020 tarihli bilimsel mütalaasında, bahsi geçen "Herkül.org" isnadını da değerlendirilmiştir.

 

Sayın Tuncay Beşikçi kamuoyunda Balyoz, Poyrazköy, Atabeyler, OdaTV, 28 Şubat, Askeri Casusluk ve FETÖ/PDY adları ile bilinen davalarda mahkemeler tarafından görevlendirilerek bilirkişilik yapmış, "Morbeyin Kumpası" olarak bilinen FETÖ tuzağının ortaya çıkarılmasında Savcılık ve devlet bünyesinde oluşturulan teknik ekiple birlikte çalışmış, tuzağın arkasındaki FETÖ ilişkili şahsı tespit etmiş, Namaz/Kıble cep telefonu uygulamalarının kullanıcıları ByLock sunucusuna yönlendirdiğini bilimsel olarak kanıtlamış ve tuzağa düşüp yargılanmakta olan en az 11,480 kişinin tahliye olmasına katkı sağlamış bir uzmandır.

 

Sayın Tuncay Beşikçi tarafından hazırlanan uzman mütalaasında "Herkül.org" konusundaki önemli tespitler özetle şu şekildedir:


Apple Geliştirici Hesabı (Sayfa 16)

 

Yapılan incelemede, rapor yazım tarihinde İddianame'de yer alan yasinyk@hotmail.com e-mail adresine bağlı herhangi bir Apple hesabı bulunmadığı tespit edilmiştir.

 

Sonuç olarak, İddianame'de yer alan şüphelilerden Bora Yıldız ve Mehmet Ender Daban isimli şüphelilerin, Herkül uygulamasının geliştirilme ve Apple uygulama mağazalarında yüklenme süreçlerinde HERHANGİ BİR İLİŞKİLERİ TESPİT EDİLEMEMİŞTİR.

 

 

 

 

Herkul Mobil Uygulamasının Geçmişi (Sayfa 17)

 

Herkül Apple mobil uygulamasının İddianame kapsamında yer alan dosya oluşturma tarihinden (31 Ekim 2011} 8 ay 23 gün (23 Temmuz 2012} sonra Apple mağazasında yayımlanmaya başladığı anlaşılmıştır. Emniyet İnceleme Raporu'nda da bu kısım tespit edilmiş, raporun ilgili bölümü sunulmuştur.

 

Bununla birlikte, kamuya açık kaynaklarda yapılan araştırmalarda, Fethullahçı Terör Örgütü'nün ("FETÖ"} ilk olarak, İddianame'de yer alan Herkül uygulamasına ait verilere ait Ekim 2012 tarihinden 2 yıl sonrasına tekabül eden Kasım 2014 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2014/39856 soruşturma numarası ile yürütülen soruşturmada "suç işleme amacı ile örgüt kurmak" suçlamasıyla örgüt hakkında soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır. Sonuç olarak, İddianame'de yer alan Herkül uygulamasının Ekim 2012 tarihinde suç örgütü olarak kabul edilmemiş bir yapının propagandasını yaptığı ve uygulamanın bu tarihten 8 ay 23 gün sonra aktif olarak kullanılmaya başlandığı anlaşılmıştır.

 

 

 

Yasin Yalçınkaya (Sayfa 18)


Yapılan incelemede, Emniyet İnceleme Raporu'nda Herkül uygulamasını geliştiren kişi olarak YASİN YALÇINKAYA isimli şahsı tespit ettiği, soruşturma konusu kaynak kodlarında da Yasin YALÇINKAYA isminin bulunduğu anlaşılmış, ilgili ekran görüntüsü sunulmuştur.

 

Yapılan incelemede; Herkül uygulamasının kaynak kodları arasında Yasin Yalçınkaya isimli şahsa ait olduğu anlaşılan yasinyk@hotmail.com e-posta adresinin yazıldığı, YASİN YALÇINKAYA isimli şahsın ifadesinde ise Herkül uygulamasını 2011 yılında reklam ve gelir amaçlı geliştirdiğini ikrar ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, Emniyet İnceleme Raporu'nda "Uygulamanın güncel versiyonu AppStore isimli uygulama marketinde görüntülendiğinde, uygulama geliştirici isminin "Herkul.org" olarak belirtildiği anlaşılmıştır. Uygulama geliştiricinin ismini "uygulama transferi" yöntemi ile değiştirmiş olabileceği tarafımızca değerlendirilmektedir. Bu yöntemle uygulamayı mağazaya yüklemiş olan geliştirici, uygulama yönetim sayfasından "Uygulamayı Transfer Et" seçeneği ile bahse konu uygulamayı başka bir geliştirici hesabına ya da kendi açmış olduğu başka bir hesaba (bazı şartları sağlamak kaydı ile} transfer edebilir." ifadesinin doğru ve tutarlı olmakla birlikte, bu transferin yapıldığını doğrular herhangi bir delile rastlanmamış, ifade geçen uygulama transferi sadece bir "olasılık"ve/veya "senaryo" olarak kaldığı anlaşılmaktadır.

 

Sonuç Değerlendirmesi (Sayfa 19 - 20)

 

·               T.C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen 2019/119278 (2016/103113} numaralı soruşturma dosyasında Bora Yıldız ve Mehmet Ender Daban isimli şüphelilerden ele geçirilen Apple marka MacBook Air model C02GC00PDJWQ seri numaralı dizüstü bilgisayarına ait adli imajın bir kopyasının 17 Aralık 2014 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan CMK 134. Maddesine, 24 Mayıs 2003 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan "Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma" başlıklı 17.Maddesine ve ayrıca uluslararası Adli


Bilişim kural, standart ve regülasyonlarına aykırı olarak Şüpheli veya Şüpheli vekiline verilmediği, sonuç olarak işbu rapor kapsamında ancak Emniyet İnceleme Raporları üzerinden kısıtlı bir inceleme gerçekleştirilebildiği,

 

 

·               İnceleme konusu Herkül uygulamasına ait dosya ve uygulama kaynak kodlarının bulunduğunun iddia olunduğu MacBook Air marka dizüstü bilgisayara el konulma aşamalarının, CMK 134. maddesine, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'ne ve ayrıca uluslararası Adli Bilişim kural, standart ve regülasyonlarına aykırı olarak gerçekleştirildiği, delile ait adli imajın olay yerinde ve Şüpheli ve/veya avukatı önünde alınmadığı, delilin nasıl ve hangi şartlarda taşındığının dava kapsamındaki tutanaklardan tespit edilemediği, imaj alma işlemleri sırasında delil torbasının bir hazirun önünde açıldığına dair bir tutanağa rastlanmadığı, delilin 11 Temmuz 2018 tarihinde ele geçirildiği fakat delile ait adli imajın ne zaman alındığının bilinmediği ve tespit edilemediği, delile el konulması ile adli imajının arasında geçen süre boyunca delilin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığının bilinemeyeceği, sonuç olarak bu şekilde ele geçirilen DİJİTAL MATERYALLERİN "HUKUKİ DELİL" NİTELİĞİNİ KAYBETTİĞİNİN DEĞERLENDİRİLDİĞİ,

 

 

·               İnceleme konusu delilin hukuki yollardan ele geçirildiği varsayılsa dahi, içeriğinde suç isnat edilen "herkul.org ıphone uygulama bilgi.docx" adlı belgenin 31 Ekim 2011 tarihinde oluşturulduğu, bununla birlikte uygulamanın 23 Temmuz 2012 tarihinde (belge tarihinden 8 ay 23 gün sonra) Apple Uygulama Mağazası'na (Apple Store) yüklenip yayınlanmaya başlandığı,

 

 

·               Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Adli Bilişim Büro Amirliği'nce düzenlenen 2 Ekim 2018 tarihli Dijital Materyal İnceleme Raporu'nda yapılan


değerlendirmelerin yalnızca olasılıklar üzerinden yapıldığı, raporun SONUÇ bölümünde: "Uygulama geliştiricinin, ismini uygulama transferi yöntemiyle değiştirmiş olabileceği tarafımızca değerlendirilmektedir." benzeri teknik olarak kanıtlanamayan ihtimal ve olasılıklar üzerinden bir değerlendirme yapıldığı, dava dosyasındaki tüm delil ve verilerin uygulamanın geliştiricisi olarak Yasin Yalçınkaya isimli şahsı gösterdiğinin anlaşıldığı,

 

 

·               Kamuya açık kaynaklarda yapılan araştırmalarda, FETÖ'nün ilk olarak, İddianame'de yer alan Herkül uygulamasına ait verilere ait Ekim 2012 tarihinden 2 yıl sonrasına tekabül eden Kasım 2014 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından2014/39856 soruşturma numarası ile yürütülen soruşturmada "suç işleme amacı ile örgüt kurmak" suçlamasıyla örgüt hakkında soruşturma başlatıldığı anlaşıldığı, dolayısıyla Şüphelilere suç isnat edilen tarihte Herkül uygulaması ve FETÖ'nün herhangi bir suç ile ilişkilendirilmediğinin tespit edildiği,

 

 

·               Raporun "HERKUL.ORG İSİMLİ UYGULAMA" başlıklı bölümünde teknik olarak açıklandığı üzere, İddianame'de yer alan Bora Yıldız ve Mehmet Ender Daban isimli şüphelilerin, Herkül uygulamasını geliştiren ve yayımlayan kişiler olmadıkları, tüm tespit ve bulguların uygulama geliştiricisi olarak Yasin Yalçınkaya isimli şahsı gösterdiği, uygulamanın geliştirilme ve Apple uygulama mağazalarında yüklenme süreçlerinde herhangi bir ilişkilerinin tespit edilemediği ve Şüphelilerden ele geçirilen dijital materyallerde Herkül uygulamasının çalıştırılabilir haline rastlanmadığı,

 

 

·               Soruşturma kapsamındaki tüm hususlar ve rapor kapsamında ayrıntılı bir şekilde açıklanan tespit ve bulgular dikkate alındığında, yapılan değerlendirmenin amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli


ilkelerinden biri olan "şüpheden sanık yararlanır" (dubio pro reo) ilkesine aykırı olduğu, bu ilkenin özünün ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından taşıdığı önemden dolayı göz önünde tutulması gereken herhangi bir konudaki kuşkunun sanığın yararına değerlendirilmesi hususları ve emsal AYM, Yargıtay ve diğer emsal kararlar da nazara alındığında Şüpheliler BORA YILDIZ VE MEHMET ENDER DABAN'IN ATILI SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ İLİŞKİSİNİ GÖSTERİR HERKÜL İSİMLİ UYGULAMAYI GELİŞTİRDİKLERİ, APPLE UYGULAMA MAĞAZASINA YÜKLEDİKLERİ VE/VEYA KULLANDIKLARINA DAİR HER TÜRLÜ KUŞKUDAN UZAK, KESİN VE İNANDIRICI SOMUT DELİL BULUNAMADIĞININ ANLAŞILDIĞI, görüş ve

kanaatine varılarak işbu bilimsel mütalaa tarafımdan hiçbir baskı veya etki altında kalmadan, bilimsel olarak onaylı teknik düzenlemeler dikkate alınarak ekleri ile birlikte 21 sayfa, tek nüsha olarak hazırlanmıştır.

 

 

SUÇ İSNADINA KAYNAK ALINAN VERİ, HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLMİŞTİR

 

11.07.2018 tarihinde gerçekleştirilen polis operasyonunda arama yapılan ikametlerden birisi de Kandilli Mahallesi, Kandilli Caddesi No:25/3, ÜSKÜDAR adresinde bulunan ikamettir. Görevli polis memurlarının kapıyı açan olmaması sebebiyle zor kullanarak içeri girdikleri ancak kimseyi bulamadıkları anlaşılmaktadır. Bina görevlisi ile görüşüldükten sonra, arama kararında adı geçenlerin arama kararındaki numarada değil, aynı adreste 9 numarada ikamet ettikleri tespit edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Hasan Yılmaz'dan alınan sözlü talimat sonrası 9 numaralı ikametin kapısı çalınmış, kapıyı Bora Yıldız açmış ve devamında yakalama – el koyma işlemleri yapılmıştır.

 

CMK m.134/3'e göre bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılması gerekirken, suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin yedeklemesi yapılmamıştır.


 

Yargıtay içtihatlarına göre delillerin alındığı aşamadaki sıhhatinin korunması amacıyla, işlemi yapan kolluk tarafından, bilgisayarın hard diski alındığı anda öncelikle hash değeri alınarak tutanak tutulmalı ve bütün bu imaj alma, yedekleme vb. işlemler şüpheli veya vekilinin yanında gerçekleştirilmelidir. Ancak suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin hash değeri alınmamıştır.

 

Yargıtay içtihatlarına göre dijital delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması, çoğu zaman kim tarafından hangi tarihte müdahale yapıldığının da belirlenememesi karşısında, güvenli bir şekilde el konulup incelenebilmesi için mahallinde imaj alındıktan sonra orijinal medyanın şüpheliye bırakılması gerekmektedir. Ancak suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin imajı da alınmamış, orjinal medya da şüpheliye teslim edilmemiştir.

 

Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopun, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere müdahaleyi önleyecek şekilde mühürlenerek kapatılmış bir delil torbasında taşınıp taşınmadığı belli değildir. Nitekim aynı operasyon kapsamında çeşitli ikametlerde yapılan aramalarda elde edilen delillerin taşınması sırasında bu delillerin basit çöp torbalarına doldurulduğu, çok sayıda basın mensubunun bulunduğu kalabalık ortamlarda tutulduğu, hiçbir özen göstermeden taşındığı TV'lerde yayınlanan görüntülerde açıkça görülmüştür.

 

Yargıtay içtihatlarına göre şüpheli veya müdafiinin nezaret etme ve denetleme imkanı sağlanarak inceleme mahalline kadar eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına imkan verildikten sonra mümkün olan en kısa süre içinde mühür açılıp, dijital medyanın derhal imajının alınarak ilgilisine de imajlardan bir kopya ve orijinal medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el koyma kararını veren hakimin huzurunda açılarak imaj


alma işleminin bu sırada yapılması yoluna gidilmeden inceleme yapılması halinde arama ve elkoyma işleminin yasaya ve hukuka uygunluğundan bahsetmek mümkün olmadığı gibi bu yolla elde edilen delillerin de hukuka uygunluğu tartışılır hale gelecek ve yargılama makamınca hükme esas alınması mümkün değildir.

 

Yargıtay içtihatlarına göre, arama mahallinde el konan dijital materyallerin üzerinde avukatların veya sair ilgililerin paraflarının olması gerekir. Bu sayede hangi dijital materyalin kime ait olduğu tespit edilmiş olmakta ve delillerin arasına sonradan bir ilave yapılmasının önüne geçilmektedir. Ancak suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa el koyulması sırasında laptopun sahibi ikamette dahi değildir.

 

Görüldüğü üzere, iddianamede yer alan suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa, neredeyse mevcut tüm kanun maddelerine aykırı şekilde el konmuştur. Dolayısıyla da bu laptoptan ele geçirildiği iddia edilen bir verinin hukuken hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır.

 

 

 

 

MÜVEKKİLİN SÖZ KONUSU SUÇ İSNADI BAKIMINDAN TCK m.220/5 UYARINCA SORUMLU TUTULMASI DOĞRU DEĞİLDİR.

 

Savcılık iddianamesinde sözde örgüt üyelerinin işlediğini iddia ettiği suçlardan müvekkil Adnan Oktar'ı da TCK md. 220/5 gereğince fail olarak sorumlu tutmak istemektedir. Maddenin gerekçesinde, hükmün konuluş amacı, 1örgüt yapısı içinde, kendisine suç işlemek gibi örgütün amacına uygun bir görev verilen kişi bu görevini yerine getirmezse, hemen yerine bir diğeri rahatlıkla ikame edilebilmektedir" düşüncesine dayandırılmıştır.

 

Doğrudan failin istendiği zaman yerine başkasının ikame edilebilmesi ve o kişi yerine başka bir kişinin de örgütün amaçları doğrultusunda suçu işleyebilecek durumda olması, ancak sıkı organizasyon yapısına sahip mafya tipi örgütler ve terör


örgütleri bakımından söz konusu olabileceği doktrinde kabul edilmektedir.

 

Sıkı bir hiyerarşik yapıya sahip olmayan örgütler bakımından da TCK md. 220/5'in uygulanabileceği ihtimalinin kabul edilmesi, örgüt yapısı içinde doğrudan failin yerine bir başkasının rahatlıkla ikame edilebilmesi nedeniyle örgüt yöneticilerinin örgüt üyelerinin işlediği bütün suçlardan sorumlu tutulacağına ilişkin peşin bir varsayım gerçekçi değildir. Bu nedenle örgüt yöneticilerinin örgütün faaliyeti kapsamında işlenen suçların faili sayılabilmesi için suçun işlenmesini ne ölçüde güvenceye aldıklarının her somut olay bakımından değerlendirilmesi gerekir. Sıkı hiyerarşik bir yapıya sahip olmayan örgütlerde doğrudan suçu işleyen kişinin yerine bir başkasının ikame edilmesi mümkün olmadığından, her somut olayda doğrudan failin işlediği fiillerin hangi koşullar çerçevesinde örgüt yöneticilerine yüklenebileceğinin değerlendirilmesi gerekir.

 

Örgüt yöneticisinin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçla herhangi bir ilgisinin olup olmadığı araştırılmaksızın, yalnızca yönetici olması nedeniyle kişiyi işlemediği veya bağlantılı olmadığı bir suçtan cezalandırmak üçüncü kişinin fiilinden ceza sorumluluğu anlamına gelir ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine (AY md. 38/7) aykırı olur.

 

İsnadın konusunu oluşturan ziyaret müvekkilimiz tarafından değil, iki arkadaşı tarafından yapılmıştır. Doğaldır ki müvekkil her arkadaşının her gün iş hayatlarında ne faaliyetler yaptıkları, kimlerle görüştükleri, kimlerle iş görüşmesi gerçekleştirdikleri gibi detaylardan haberdar olamaz ve bu hareketlerinden dolayı da sorumlu tutulamaz.

 

İsnadın konusunu oluşturan veriler müvekkilimize ait bir bilgisayarda değil, arkadaşlarından birisinin bilgisayarında bulunmuştur. Doğaldır ki müvekkil her arkadaşının kişisel bilgisayarı içinde hangi dosyalar olduğunu bilemez, kontrol edemez ve bu dosyalardan dolayı da sorumlu tutulamaz. Bu dosyaları edinmeleri veya kullanmaları konusunda müvekkil Adnan Oktar'ın sanık Mehmet Ender


Daban'a emir, talimat verdiğine yönelik bir bulgu, bilgi, belge veya somut delil yoktur, müvekkilin bu dosyalardan haberi dahi yoktur. Kaldı ki ortada bir suç yoktur.

 

TCK m.220/5'te zikredilen "örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır" hükmünün uygulanışı, bizzat kanunu yazan akademisyenler tarafından dahi eleştirilmektedir. Burada kastedilen hareket, bir suç örgütü yöneticisinin örgüt bünyesindeki herhangi bir üyeye tam tahakküm sağlayarak, adeta üyenin zihnini kendi zihniymiş gibi idare ederek, bir suçu işlemesini sağlamasıdır. Ancak bu şekilde işlendiği tespit olunan bir suç bakımından örgüt yöneticisi, asıl fail gibi cezaya çarptırılacaktır. Diğer türlüsü, cezaların şahsiliği prensibine aykırı bir durum oluşturur ki bu da hukukun ruhu ile uyuşmaz.

 

İddianamede yer alan suç isnadı bakımından uygulamayı incelediğimizde, müvekkilin arkadaşlarından birisinin laptopu içinde yer alan binlerce dosyadan tek tek sorumlu olamayacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla da müvekkile bu suç isnadı bakımından TCK m. 220/5 uyarınca cezaya hükmedilmesi mümkün değildir.

 

YAŞAR YAKIŞ E-MAİLİ İLE ALAKALI İSNATLARA YÖNELİK SAVUNMAMIZ

İddianamede sanık Fatma Ceyda Ertüzün'e ait olduğu iddia edilen bir e-mail yazışması, güya müvekkilimizin ve arkadaş camiasının FETÖ ile iş birliği içinde olduğuna dair bir delilmiş gibi sunulmuştur.

 

Söz konusu isnat iddia makamının esas hakkındaki mütalaasında da aynen tekrarlanmıştır. İddia makamı bu sözde e-mail yazışmasından yola çıkarak 17/25 Aralık tarihinde meydana gelen FETÖ Silahlı Terör Örgütünün yargı darbesi


girişiminin öncesinde güya müvekkilin ve arkadaşlarının bundan haberdar olduğu ve buna göre strateji geliştirdiği, bu yönüyle FETÖ örgütüyle müvekkil ve arkadaş camiasının irtibatlı olduğu sonucuna varmıştır. Bu çıkarımlar hem tamamen gerçekdışı hem de iyi niyetten uzak ve taraflı çıkarımlar olup yargılama boyunca dosyaya sunduğumuz somut delillerle de aksi ispatlanmıştır.

 

Müvekkil ve arkadaşlarının inanç ve ideoloji açısından FETÖ ile taban tabana zıt olmaları,

 

FETÖ'nün sayısız defa müvekkil ve arkadaşlarına kumpas kurma girişiminde bulunması ve hedef alması,

 

Müvekkilin 17/25 darbe girişimnden çok önce -FETÖ'nün Hizmet Hareketi olarak görüldüğ ve desteklendiği- ta 2010 yıllarından itibaren açıkça FETÖ'yü eleştiren konuşmalarının bulunması,

 

Gerek Dershane Krizi gerekse 17/25 olaylarında ilk andan itibaren müvekkilin Hükümetin yanında yer alması,

 

FETÖ'nün devlet için de tehlikeli bir yapılanma oluşturduğuna dair yargılananlar tarafından Devletimizin ilgili kurumlarına 17/25 öncesinde şikayetler yapılmış olması gibi bu somut delillerden sadece bir kaçıdır.

 

Bununla birlikte aşağıda delilleriyle ortaya koyduğumuz üzere söz konusu e-mail, hukuka aykırı olarak elde edilmiş dolayısıyla delil olarak kullanılması söz konusu olmayan bir veridir. Bu e-mail ve içeriğini hukuka aykırı olduğu için reddetmekle birlikte iddia makamının öne sürdüğü isnatlara dair cevaplarımız şu şekildedir:


SUÇ İSNADINA KAYNAK ALINAN VERİ, HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLMİŞTİR

 

11.07.2018 tarihinde gerçekleştirilen polis operasyonunda arama yapılan ikametlerden birisi de Ankara Mutlu Kent Sitesi, No:6 Çankaya/ANKARA adresinde bulunan ikamettir. Görevli polis memurlarının çilingir aracılığı ile kapıyı açtırarak girdikleri ve arama el koyma işlemi yaptıkları sırada evde kimse bulunmamaktadır.

 

CMK m.134/3'e göre bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılması gerekirken, suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin yedeklemesi yapılmamıştır.

 

Yargıtay içtihatlarına göre delillerin alındığı aşamadaki sıhhatinin korunması amacıyla, işlemi yapan kolluk tarafından, bilgisayarın hard diski alındığı anda öncelikle hash değeri alınarak tutanak tutulmalı ve bütün bu imaj alma, yedekleme vb. işlemler şüpheli veya vekilinin yanında gerçekleştirilmelidir. Ancak suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin hash değeri alınmamıştır.

 

Yargıtay içtihatlarına göre dijital delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması, çoğu zaman kim tarafından hangi tarihte müdahale yapıldığının da belirlenememesi karşısında, güvenli bir şekilde el konulup incelenebilmesi için mahallinde imaj alındıktan sonra orijinal medyanın şüpheliye bırakılması gerekmektedir. Ancak suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopta yer alan verilerin imajı da alınmamış, orjinal medya da şüpheliye teslim edilmemiştir.

 

Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopun, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere müdahaleyi önleyecek şekilde mühürlenerek kapatılmış bir delil torbasında taşınıp taşınmadığı belli değildir. Nitekim aynı operasyon kapsamında çeşitli ikametlerde yapılan aramalarda elde edilen delillerin taşınması


sırasında bu delillerin basit çöp torbalarına doldurulduğu, çok sayıda basın mensubunun bulunduğu kalabalık ortamlarda tutulduğu, hiçbir özen göstermeden taşındığı TV'lerde yayınlanan görüntülerde açıkça görülmüştür.

 

Yargıtay içtihatlarına göre şüpheli veya müdafiinin nezaret etme ve denetleme imkanı sağlanarak inceleme mahalline kadar eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına imkan verildikten sonra mümkün olan en kısa süre içinde mühür açılıp, dijital medyanın derhal imajının alınarak ilgilisine de imajlardan bir kopya ve orijinal medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el koyma kararını veren hakimin huzurunda açılarak imaj alma işleminin bu sırada yapılması yoluna gidilmeden inceleme yapılması halinde arama ve elkoyma işleminin yasaya ve hukuka uygunluğundan bahsetmek mümkün olmadığı gibi bu yolla elde edilen delillerin de hukuka uygunluğu tartışılır hale gelecek ve yargılama makamınca hükme esas alınması mümkün değildir.

 

Yargıtay içtihatlarına göre, arama mahallinde el konan dijital materyallerin üzerinde avukatların veya sair ilgililerin paraflarının olması gerekir. Bu sayede hangi dijital materyalin kime ait olduğu tespit edilmiş olmakta ve delillerin arasına sonradan bir ilave yapılmasının önüne geçilmektedir. Ancak suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa el koyulması sırasında laptopun sahibi ikamette dahi değildir.

 

Görüldüğü üzere, iddianamede ve esas hakkındaki mütalaada yer alan suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği laptopa, neredeyse mevcut tüm kanun maddelerine aykırı şekilde el konmuştur. DOLAYISIYLA DA BU LAPTOPTAN ELE GEÇİRİLDİĞİ İDDİA EDİLEN BİR VERİNİN HUKUKEN HİÇBİR GEÇERLİLİĞİ BULUNMAMAKTADIR.


SUÇ İSNADINA KAYNAK ALINAN VERİ, ORJİNALDE OLMAYIP SONRADAN EKLENMİŞ BİR VERİDİR

 

Yukarıda CMK 134. maddenin açıkladığımız hükümleri ve yerleşik Yargıtay içtihatlarının hikmeti, günümüzde ileri teknolojiler kullanılarak dijital materyallere dışarıdan müdahalelerin rahatlıkla yapılabilmesi gerekçesinden doğan ihtiyaçlara cevap olmasıdır. Bu konuda geçtiğimiz yıllarda yaşanmış olan Ergenekon veya Balyoz gibi davalarda FETÖ örgütünün yaptığı dijital kumpaslar en açık örneklerdir. Nitekim davamızda iddia makamının ısrarla kullandığı mevcut örneğe baktığımızda da ne yazık ki benzer bir durumla karşı karşıya kaldığımızı görmekteyiz.

 

Sanık Fatma Ceyda Ertüzün ve sanık Ayşegül Hüma Babuna ifadelerinde kendilerinin yaptıkları bir yazışmaya kendilerinin sarf etmedikleri cümleler eklendiğini, Dışişleri eski Bakanı sayın Yaşar Yakış ile yazışmaları olduğunu ancak bu yazışmalarda "sonbaharda beklenen kalkışma" gibi ifadeler hiç kullanmadıklarını beyan etmişlerdir.

 

Türkiye'nin ve dünyanın en önde gelen adli bilişim uzmanlarından Sayın Tuncay Beşikçi'nin bilimsel mütalaasında bu konu teknik olarak incelenmiş ve olaydaki karanlık noktalar ortaya çıkarılarak sanıkların ifadelerindeki iddiaları şu şekilde doğrulanmıştır.

 

YAPILAN TEKNİK İNCELEME SONRASINDA SÖZ KONUSU TOSHIBA MARKA LAPTOP'DA YER ALAN 5 EYLÜL 2013 TARİHLİ E-POSTA TESPİT EDİLEMEMİŞTİR.

 






 İlginç olan bir başka detay ise, suç teşkil ettiği iddia edilen e-mail yazışmasının bulunduğu yerdir. Bu e-mail, sanık Ayşegül Hüma Babuna'ya ait bir laptopun içindeki bir "yedekleme veri kalıntısında" bulunmuştur. Yani söz konusu e- mail somut haliyle laptopun içinde yer almamaktadır. Emniyet raporuna göre bu laptopun içinde, Apple lpad marka bir tabletin veri yedekleme dosyaları yer almakta, bu veri yedekleme dosyaları arasında 17.07.2012 ve 07.03.2014 tarihine ait 2 adet veri tabanı dosyası kalıntısında güya bu e-mailin varlığı keşfedilmiştir.



İddiaya göre bu laptopa 2012 ve 2014 yılında bağlanan bir tabletten aktarılan


verilerin kalıntıları arasında yapılan müthiş keşifle (!) bu e-mail içeriğine ulaşılmış, makine kodunu oluşturan rakamlar harflere çevrilerek mail yazıya dönüştürülmüştür.



 

Üstelik söz konusu e-mail yazışmasına sonradan müdahale edilerek müvekkil ve arkadaşları aleyhine suç algısı oluşturulmaya çalışıldığı yönündeki tek bulgu bundan ibaret değildir. Şöyle ki;

 

Aynı e-mail içeriğinde "bipartisanpolicy.org" isimli bir kuruluştan bahsedilmekte ve bu kuruluşun Türkiye ile ilgili rapor hazırladığı iddia edilmektedir:



 

Ancak ilginç olan şudur:

 

E-mailin tarihi Eylül 2013'tür, fakat adı geçen kurumun Türkiye hakkındaki raporunun tarihi Mart 2014'tür, yani e-mailin yazıldığı tarihten tam 7 ay sonradır.



Raporun içeriğinde Türkiye'nin ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan


Beyefendinin aleyhine çok fazla asılsız itham ve hakaret bulunmaktadır. Müvekkilin arkadaşları bu raporu gördükten sonra, çok ciddi bir karşı kampanya başlatmışlar, müvekkil de katıldığı canlı yayın programlarında raporu hazırlayanlar ve raporun içeriğindeki yalan bilgiler konusunda çok fazla sayıda açıklama yapmıştır.
















Yani hem müvekkil hem de arkadaş çevresi, burada adı geçen kuruluşun hazırladığı


rapora karşı Türkiye'nin milli çıkarları tarafında yer alarak her sivil toplum kuruluşunun üstlenmesi gereken görevi üstlenmiştir. Raporun ve raporun içeriğinde ortaya atılan iddiaların savunucusu asla olmadıkları gibi bu iftiralara gerekli ilmi cevabı veren tek çevre olmuşlardır.

 

Özetle, e-mailin içeriğinde bahsedilen rapor, e-mailin yazıldığı tarihten 7 ay sonra ortaya çıkan bir rapor olduğu için, e-maile sonradan eklendiği ve bu yolla müvekkil ve arkadaşları üzerinde bir suç algısı oluşturmanın amaçlandığı belli olmaktadır.

 

 

 

SUÇ İSNADINA KAYNAK ALINAN VERİ DOĞRU KABUL EDİLSE DAHİ İDDİA EDİLEN SUÇ OLUŞMAZ

 

E-mailde yer aldığı iddia edilen "sonbaharda Türkiye’de beklenen kalkışmadan evvel bu seri toplantıları yapmamız çok faydalı olacaktır" cümlesi, iddia makamı tarafından hayali teorilere dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Buna göre e-mailde bahsedilen "sonbaharda beklenen kalkışma" ifadesi güya 17/25 Aralık darbe girişimlerine yönelik bir atıftır. Burada iddia makamının öne sürdüğü gibi bir anlam ve yazışma olmamakla birlikte, velev ki böyle bir cümle sarf edilmiş olsa dahi, Devletin Dışişleri Bakanlığında görev yapmış, güven duyulan bir insana bu bilginin iletiliyor olması hukuken de akıl ve mantıkla değerlendirildiğinde de suç unsuru içermemektedir. Zira düz okumayla dahi kast edilenin "bir kalkışma beklentisine karşı gerekli tedbirlerin alınması amacı" olduğu açıkça görülmektedir.

 

Ancak iddia makamı tamamen hayali bir değerlendirme ve adeta komplo teorisyenliği bakış açısıyla bir yorumda bulunmuş, 5 EYLÜL 2013'DE HENÜZ ORTADA NE FETÖ NE PARALEL YAPI NE 17/25 OLAYLARI NE DE ESKİ DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR YAKIŞ HAKKINDA MÜPHEM BİR DURUM OLMAMASINA RAĞMEN kelimelere gerçek dışı anlamlar yükleyerek hukuk dışı bir değerlendirmede bulunmuştur. Yapılan hukuki bir çıkarım değil, akıl ve mantık dışı bir yorumdur.


Nitekim, YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ ONURSAL BAŞKANI ve TCK'NU YAZAN HUKUKÇULARDAN BİRİ OLAN OSMAN YAŞAR'IN DOSYADA MÜBREZ BİLİMSEL

MÜTALAASINDA    DA    konuyla    ilgili    olarak    " SANIKLARIN YAŞAR YAKIŞ'A GÖNDERDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN MAIL'E DAYANDIRILARAK FETÖ İLE İRTİBATLANDIRILMASI KABUL EDİLEMEZ " tespiti yer almaktadır:














Tüm bunların ötesinde, iddia makamı söz konusu kurgusunu eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın Zaman gazetesinde yazılarının yayınlanması bilgisine dayanarak kurmaktadır. Ancak Yaşar Yakış hakkında bu bilgi dışında FETÖ gerekçesiyle başlatılmış bir soruşturma, hakkında bu suçlamaya yapılmış yargılama veya verilmiş bir yargı hükmü bulunmamaktadır. Eğer ölçü Zaman gazetesinde yazılarının yayınlanması olacak ise bu durumda başta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü


İbrahim Kalın, Ak Parti Grup Başkan Vekili Naci Bostancı, Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere Zaman gazetesinde yazıları yayınlanmış çok sayıda siyasetçi, akademisyen, bürokrat ve devlet adamının da itham edilmesi gerekecektir ki bu hukuken kabul edilebilir bir durum değildir.

 

Öte yandan kalkışmanın Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre anlamı "isyan, ayaklanma" demektir. Örneğin 2013 yılı Haziran ayında yaşanan olaylarda halk kitlelerinin sokaklara dökülmesi, maddi zararlara yol açmaları klasik bir kalkışma örneğidir. 2016 yılı Temmuz ayında yaşanan kanlı darbe girişiminde FETÖ taraftarı bazı asker ve subayların kışlalardan çıkış yapması, ağır silahlarla halka saldırması, bombalama ve ateş açma eylemleri de kalkışma örneğidir.

 

Ancak 17/25 Aralık 2013 tarihlerinde yaşanan olaylar, FETÖ'cü bazı emniyet ve yargı mensuplarının yürüttükleri hukuksuz gözaltı operasyonlarıdır. Bu bir kalkışma değil, anti demokratik yollarla Hükümeti devirme yani bir "Darbe Girişimi"dir. Ayrıca bu operasyonlar e-mailde yazdığı şekilde "sonbaharda" değil kışın ortasında olmuştur.

 

2013 yılında yaşanan Gezi Olayları sonrası, özellikle PKK terör örgütü ülkede oluşan karışık atmosferi fırsat bilerek başkaca eylemler yapma hazırlığında olduğunu çok kereler duyurmuştur. Bu konuda birçok haber yapılmış, araştırma raporları yayınlanmıştır.

 

 

 

Örneğin BİLGESAM (Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı Atilla Sandıklı, PKK'nın 2013 yılında "Kıra Dayalı Şehir Savaşı" stratejisini hayata geçireceğini belirtmiştir.

 

SETA tarafından yayımlanan "kurgu ile gerçeklik arasında Gezi eylemleri" isimli raporun 29. sayfasında şu ifadeler yer almaktadır:

 

"Temmuz ayında hükümete sunulan istihbarat raporunda Gezi Parkı eylemlerinin


Eylül ve Ekim aylarından itibaren yeniden hareketleneceği ifade edildi."

 

Yine SETA'ya ait 23 Eylül 2013'te yayımlanan bir makalede şu yorum yapılmaktadır:

 

"Sonbahar üzerine üretilen spekülasyonlar da boşa çıkması mukadder görünüyor. Bu söylediklerimiz, önümüzdeki dönemlerde başka eylemlerin olmayacağı anlamına gelmiyor."

 

Star Gazetesi'nin 31.07.2013 tarihli yayınında "Eylül'e Dikkat" başlığı ile şu haber verilmiştir:

 

"Gezi Parkı protestoları ile başlayan eylemlerin Eylül ve Ekim aylarında yeniden hareketleneceğine dair istihbarat raporları hükümete sunuldu. Gençlik kamplarında örgütlenen marjinal gruplar, okulların açılması, liglerin başlamasını bekliyor."

 

A Haber'in 30.07.2013 tarihli yayınında "Arınç: Yeni gösteriler olacağı istihbaratı var" başlığı ile şu haber verilmiştir:

 

"Gezi Parkı eylemleriyle ilgili konuşan Bülent Arınç (/index/bulent_arinc), farklı amaç ve şekillerde yeni gösteriler olacağı yönünde istihbarata sahip olduklarını söyledi."

 

Beyaz Gazete'nin 31.07.2013 tarihli yayınında "Gezi'cilerin sonbahar planı" başlığı ile şu haber verilmiştir:

 

"Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Gençlik veSpor Bakanı Suat Kılıç, AB Bakanı Egemen Bağış, Başbakan'ın Başdanışmanı YalçınAkdoğan ve AK Parti Genel Başkan YardımcısıHüseyin Çelik'e sunulduğu ifade edilenraporlarda, organizatörlerin eylül- ekim ayları içineylem planı yaptığı vurgulandı."

 

Aynı tarihlerde sosyal medya üzerinden de konu ile alakalı çok sayıda paylaşım yapıldığı görülmektedir:


serkanerdoganTwitter'da: https://twitter.com/serknerdogan/status/363609549418147840


 

Adana Dev-Lis.Twitter'da:


https://lwitter.com/Adana DevLiss/status/37302091022089421O

..  MirayAlanlarTwitter'da:


SözAvcıs.ıTwitter'da:



Elif ÔzerdenTwitter'da:

 

https://lwitter.com/elifozerden/status/3624B3654B67435521

 


Müvekkilin birçok arkadaşı da o tarihlerde bu konuya dikkat çekerek yeni ayaklanmalar olabileceği konusunda tüm Türkiye'yi uyaran sosyal medya paylaşımları yapmışlardır:










Tüm bu bilgilerden o tarihlerde Türkiye genelinde bir "Sonbahar kalkışması" endişesi taşındığı, Gezi benzeri olacağı düşünülen bu kalkışmaya karşı müvekkil ve arkadaşlarının toplumu ve ilgili makamları uyardığı, bunu vatanın ve devletin yüksek menfaatlerini düşünerek yaptıkları açıkça görülmektedir.

 

 İddia makamı, kanunların emrettiği şekilde şüphelilerin aleyhine olduğu kadar


lehine olan delilleri de araştırmış olsaydı, müvekkilin ve tüm arkadaş camiasının, iddiasındaki teoriye tamamen karşıt kişiler olduğunu, her karmaşa ve sıkıntı döneminde can-ı gönülden demokrasiyi ve seçilmiş hükümeti savunduklarını rahatlıkla görebilirdi.

 

 İddia makamının son derece zorlama mantıklarla müvekkili ilişkilendirmeye çalıştığı FETÖ, uzun yıllardır devletin resmi kurumları içinde gizli bir biçimde örgütlenmiş, devleti ele geçirme planları yapmış, bu çirkin emeline ulaşmak için dış mihraklarla işbirliği yapmaktan, hükümetimize ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'a saldırmaktan ve milletimize silah doğrultmaktan çekinmemiş hain bir terör örgütüdür. Oysa müvekkil ve tüm arkadaşları ise gerek fikirleri ve idealleri gerekse hayatları boyunca ortaya koydukları eserler, gerçekleştirdikleri ilmi ve kültürel faaliyetler bakımından FETÖ'NÜN TAM OLARAK ZlTTlDlRLAR.

 

Müvekkil ve arkadaş çevresi devletimizi, milletimizi, hükümetimizi ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ı, iç ve dış mihraklara ve terör örgütlerine karşı, her zaman, özellikle de kanlı darbe girişimi, Gezi Olayları gibi önemli badireler atlattığımız dönemlerde cansiperane savunmuşlardır.

 

Müvekkil yıllardır yaptığı canlı yayın konuşmalarında, devamlı surette ve kararlılıkla;

 

       Sağcı-solcu    her    vatandaşımızın    Sayın    Cumhurbaşkanımız'ı    desteklemesi gerektiğini,

 

  Vatanını, milletini ve devletini seven herkesin devletin hayrı ve milletin selameti için Sayın Cumhurbaşkanımız'ın şahsını korumada tereddüt etmemesi gerektiğini,

 

  Sayın Erdoğan'a milletçe manevi destek sağlanmasının çok önemli olduğunu,

 

  Türkiye karşıtı karanlık odaklara karşı yiğitçe, cansiperane tavır alan Sayın Sayın Cumhurbaşkanımız'ı hangi partiden olursa olsun millet olarak tüm gücümüzle


desteklememiz gerektiğini,

 

  Sayın Devlet Bahçeli'nin, Sayın Erdoğan'ı yalnız bırakmaması gerektiğini,

 

  Sayın Cumhurbaşkanımız'a sahip çıkmanın siyaset meselesi olmadığı, dolayısıyla parti liderlerinin de Sayın Cumhurbaşkanımız'ın şahsını desteklemesi gerektiğini,

 

    Sayın Cumhurbaşkanımız'ın Özel Harekat ekipleri ve uçaksavarlarla, yüksek güvenlik önlemleriyle korunmasının sağlanması gerektiğini vurgulamıştır.

 

Yargılamanın safahatlarında müvekkilin bu anlatımlarımızı ispatlayan canlı yayın programlarından alınmış deşifrelerini sunmuştuk, hatırlatmak amacıyla bunlardan örnekleri ekte tekrar dikkatinize sunuyoruz.

 

Müvekkilin devletin anayasal bütünlüğü, demokrasiye olan bağlılık ve terörün çözüm olamayacağını anlattığı yüzlerce makalesi dünya çapında gazete, dergi ve internet sitelerinde yayınlanmaktadır. Bunlardan bazı örnekleri ekte sunuyoruz.

 

Müvekkil 2016 yılındaki kanlı darbe kalkışmasında ilk andan itibaren hükümetimizin yanında yer almış, darbeyi tertipleyenlere karşı en güçlü ve kararlı tavrı almış, arkadaşları da kendisine destek vermiştir. Müvekkilin arkadaş camiası, kalkışmanın hemen sonrasında Türkiye çapında başlayan "demokrasi nöbetleri"nde gönüllü olarak yer almışlardır.

 

Müvekkil 2013 yılındaki Gezi Olayları sırasında gerek TV'den yaptığı canlı yayınlarda gerekse sosyal medyadan yaptığı paylaşımlarda net bir şekilde hükümetten yana tavır koymuştur.

 

Müvekkil 2017 yılındaki referandumda tavrını hükümetten yana koymuş, bu tavır ulusal basında geniş yankı bulmuştur.

 

Müvekkil, Türkiye'nin üniter yapısına ve Anayasal düzenine büyük bir tehlike teşkil eden PKK terör örgütüne karşı uzun yıllardır ilmi yöntemlerle ciddi şekilde mücadele


etmektedir. PKK tehlikesi konusunda yazdığı kitaplar, köşe yazıları bulunmaktadır. Katıldığı canlı yayın programlarında aralıksız şekilde bu tehlikeye dikkat çekmektedir. Arkadaş camiası da bu eserlerden istifade ederek sayısız konferanslar düzenlemiş, ücretsiz kitap dağıtım faaliyetleri yapmış, belgeseller çekmiştir.

 

Müvekkil on yıllardır yürüttüğü fikri çalışmalarla devlet ve rejim düşmanlarına karşı mücadele etmiş ve daima devletimizin, emniyet teşkilatımızın, askerimizin ve hükümetimizin yanında yer almıştır.

 

Müvekkil sadece PKK ve DHKP-C gibi komünist ve eli kanlı terör örgütleri tarafından değil, aynı zamanda El Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütleri tarafından da ölüm listesinealınmıştır. Bu sebepten dolayı devlet tarafından kendisine koruma atanması kararları bulunmaktadır.

 

Müvekkilin El Kaide ve DEAŞ'ın inanç yapılarının sapkın olduğunu, slam'la bağdaşmadığını, Kuran'a aykırı olduğunu ve slam'ın terörü lanetlediğini delilleriyle ortaya koyan eser ve açıklamalarından sonra El Kaide ve DEAŞ terör örgütleri de kendisini ölüm listelerine almıştır. Müvekkil tüm bu tehditlere rağmen gerek yıllardır yaptığı canlı yayınlardaki açıklamaları, gerekse yazdığı kitap ve makaleleri ile bu terör örgütlerinin ideolojilerinin yanlışlarını deşifre etmekten hiç çekinmemiştir.

 

Sonuç olarak, müvekkilin gerçek fikirleri ve bu fikirler doğrultusunda yaptığı icraatları ortadadır. Bu fikir ve icraatlar net bir şekilde Türk devletinin ve mevcut hükümetin yanında olduğunu, demokrasiyi desteklediğini, devleti yıkmanın ve karmaşa çıkarmanın karşısında olduğunu göstermektedir. Uzun yıllara dayanan bu kadar çok sayıda eser ve icraatı ortadayken, kendisini veya arkadaşlarını FETÖ örgütü ile ilişkilendirmeye, devleti yıkma çalışmalarının içine çekmeye çalışmak son derece mesnetsizdir.


E-MAlL İÇERİĞİNDE BAHSİ GEÇEN CFR TOPLANTISI

CFR yani Council of Foreign Relations (Dış lişkiler Konseyi) merkezi ABD'nin New York şehrinde bulunan çok ünlü ve aktif bir düşünce kuruluşudur.

 

 İddia edilen e-mail yazışmasının yapıldığı 2013 yılı itibariyle müvekkilin arkadaşları arasında CFR ile tanışıklığı olan kişi, müşteki Ceylan Özgül Kuruca'dır.

 

Kuruca'nın girişimleri ve takibi neticesinde CFR'da düzenlenecek bir toplantıya Türkiye'den de temsilci çağırılması kararı alınmıştır. Bunun üzerine müvekkilin arkadaşlarından sanık Ayşegül Hüma Babuna, konuyu ilk olarak Cumhurbaşkanı danışmanı sayın İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı sayın Mevlüt Çavuşoğlu'na aktarmıştır. Sayın Kalın ile konu hakkında uzun süren bir görüşmenin sonunda Sayın İbrahim Kalın konuya sıcak yaklaşmış ve uygun bulmuştur. Sayın Çavuşoğlu'nun yoğun programından dolayı tarihler kendisine uygun olmamıştır. Babuna'nın hem sayın Sayın İbrahim Kalın ile hem de sayın Mevlüt Çavuşoğlu ile yaptığı görüşmeleri cep telefonuyla gerçekleştirildiği için, HTS kayıtlarına bakılması durumunda bu görüşmelerin yapılmış olduğu kolaylıkla teyid edilebilir.

 

Hem sayın İbrahim Kalın'ın hem de sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun programlarındaki uygunsuzluk üzerine Hüma Babuna da Dışişleri eski Bakanı sayın Yaşar Yakış'a konuyu aksettirerek kendisinin Türkiye'yi temsilen toplantıya katılması için çağrıda bulunmuştur. Sayın Yaşar Yakış'ın Oxford Üniversitesi'nde eğitim görevlisi olarak yer almasından dolayı Yaşar Yakış'ın programı da uygun olmayınca bu toplantıya katılım gerçekleşmemiştir.

 

Görüldüğü üzere iddia edilen e-mail yazışmasında bahsi geçen toplantı konusu, devletin ilgili en üst kademelerine aksettirilmiş ve bu icazetle hareket edilmiştir.

 

Ayrıca, CFR'da bir toplantıya katılmak ve katılması için birini davet etmek suç değildir. CFR bulunduğu ülkenin yasalarına göre kurulmuş ve faaliyet gösteren bir


düşünce kuruluşudur. Sayın Cumhurbaşkanımızın da aralarında bulunduğu birçok siyasetçi, akademisyen, gazeteci, yazar veya araştırmacı daha önceden CFR'nin etkinliklerine katılmıştır. Bunda da hiçbir kanunsuzluk ve mahzur yoktur. Bu kişilerin söz konusu toplantılara istedikleri gerekçeyle katılmakta özgür oldukları tartışmaya açık olmayan bir gerçektir.







TÜSİAD heyeti CFR toplantısında

ABO'ye gıden TUSİAD'dan bır heyet, Brookfngs Enstıtusu"de yapılacak ıran konulu kap CFR'de yuva,.ıak masa toplantısına katılacak Tuık Sanay,c.ı v.alı;,.aııaamlan □er"ne-;, (TUSIAD) H rı=tı çE-1ııtlı u.s duzey t.emasldrdd ouıunı--nak uzerıP ABD':,,r oıttı,




28 30 Nıs.an \Qrıhıerlrıde- W Gt-ı•n-.ııon'd,:., tıı:m s.ı,:ıırdttburvn •'CoM;TVSIAO Vonctım Kvrulv Başkant Muhaue-n-ı Yılmaz b ş,kanı19,ndak, Heyec·ın Dış llı kıler t<onseyıı tarafından du2ıanlıiin2cek.yuva1'1ak ma a tapfancıs na katılac.a,jı kaydB-ciıldı.


TUSIAO'cıeıın )1 pılıon çıkl m d tern !.lı:v ç-c-rt;C'\o' !.ındı::-Tur kıyı:- ı ı::- ABD -:ır.a ındokı 51 ası

ve t:ık.onon-ıık ,ııı,;;, ,ıcınn ele olırı-aco ı belı•l l•rken. $0..:? kon\..l!ı-u pr-og,arnın oyr,ntılı:ırırıo,t, kln de-ş.u b,ıg ıer ven dı. .,2ıyaretın ılkgununde TUSIADBaş.kanı Muharrem 'Yı1rnaı= Brookrng.s

En5utusu ,ı,ae Turkl},'e·nın enerJ+guı,,,,enltQının e-ıe a ınacag, konferansın açılış. onu rnas.,r-u yapaca.ı.. Brookıng,;. En,;. ıt-.ısu ,te ayr,ca ı,an konı...ıh...it<;=t.pcılı b r oplarıtı Qef"ç.elotıP-r,;tjrıiece .

TUSIAD ,-,c)'etı Nı on ounu ABDTı::-l"T'lıSIIC eı M it ve Beyaz Sar y Uıu I Cıuı.ır:n!lk

Kon!icyı nezd nd ooru-=,mıeıerde bulunac,:ı,,ı.ı.. Hey t. 30 N+san·d M n<e-z Barıka-;ı FED'ın kı Başkarıı Ben Bernarık-e ııe- bıraırzıya gete-cek ABD ışdunyasırı,n onde- gelen

kuruıu;.ıarından Bu ıne R-oundı:ableet.k.Jlılerıyle goru cek olan TLJSiAD hey.e-tı. Dış IU-ı;;'<•I.Pr Konr • tCoun.cıl o" ı=or ,g C!F-•aı ıon-; - C.FOltara ır,.dandıux nroenıF-C.el• yı.,ı,,,,artalc ıTto5.0 toı>I .nttS>ırı kot.ıl ca"I-<'

Cuncell rne Tarmı. 29 N,san 201••. 15.Jl





ŞERİF ALİ TEKALAN ZİYARETİ İLE ALAKALI İSNATLARA YÖNELİK SAVUNMAMIZ

 İddianamede, sanıklar Kartal ş ve Altuğ Müştak Berker'in Fatih Üniversitesi rektörü Şerif Ali Tekalan ile çekilmiş tek bir fotoğrafına (o da bir iftar davetinde çekilmiş olan fotoğraftır) yer verilmiş ve bir tane fotoğraf üzerinden güya FETÖ ile irtibat ve yardım isnadında bulunulmuştur.

 

Aşağıda detaylarıyla açıklayacağımız üzere 40 yıldır faaliyet halinde olan müvekkil ve arkadaşları için sözde Fetö iltisakına delil olarak tek bir fotoğraf karesinin ortaya konulması iddianamenin acziyetinin ispatı niteliğindedir. Eğer iddia makamının isnatı doğruluk payı içerseydi, FETÖ gibi devletin tüm kurumlarına sızmış, devletin ve milletin büyük çoğunluğunun her kademesiyle bağlantı haline olan, hayatın her alanına girmiş bir örgütle 40 yıl gibi uzun bir zaman dilimi içinde bağlantıya dair tek bir fotoğraf karesi değil, Türkiye'deki sayısız kurumda olduğu gibi onlarca fotoğraf albümünün ortaya çıkması gerekirdi.


Buna ilaveten, İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2018/116 esas sayılı dosyasında FETÖ Silahlı Terör Örgütü'ne üye olmak suçundan sanık olarak yargılanmakta olan Serkan Arslan isimli kişinin verdiği ifadesinde bu görüşmenin güya müvekkil ve arkadaşlarının FETÖ'ye destek amaçlı gerçekleştirildiği iddia edilmiştir.

 

 İddia makamının esas hakkındaki mütalaasında konu şu şekilde değerlendirilmiştir:

 

"Katılan Serdar Öztürk'ün kovuşturma aşamasında sanıklar Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna ile ilgili olarak mail adresinden telefon irtibatları incelendiğinde, Şerif Ali Tekalan isimli Fetönün 12 imamından olan kişi ile iletişim kaydı olduğu...

 

FETÖ Terör Örgütünün firari yöneticisi Şerif Ali Tekalan isimli şahsın, Adnan Oktar Suç Örgütünün tutuklu mensubu Kartal İş ve Altuğ Müştak Berker tarafından Fatih üniversitesinde ziyaretine ilişkin paylaşımlar tespit edilmiştir.

 

İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/116 esas sayılı dosyasında Fetö Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçundan sanık olarak yargılanmakta olan ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini ileri süren Abdulkadir ve Fatma oğlu, Çubuk doğumlu, 15094052972 TC. Kimlik numaralı Serkan ARSLAN mahkemeye sunmuş olduğu dilekçesinde özetle "Üniversiteye {Fatih Üniversitesi kastedilmektedir) Adnan OKTAR bir gün iki kişi gönderdi. 17-25 Aralık döneminde sizlere destek olacağız diye {Şerif Ali TEKALAN'a) söylemeleri için göndermiş''


İFTAR YEMEĞİNİN DÜZENLENDİĞİ TARİH İTİBARİYLE TÜRKİYE'DE FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ KAVRAMI BİLİNMİYORDU

 

 İddianamede yer verilen fotoğrafın çekildiği iftar yemeğinin tarihi 09.07.2014'tür. Bu tarihte Fatih Üniversitesi devlet izniyle faaliyet gösteren legal bir kurumdur. Ve bu tarihte henüz MGK'nun FETÖ'yü "Paralel Yapılanma" olarak adlandırdığı karar dahi çıkmış değildir. Söz konusu karar, bu iftar yemeğinden 3 AY SONRA, 30 Ekim 2014'de çıkmıştır.

 

Fatih Üniversitesi'nin FETÖ ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle kapatılması ise ancak 15.07.2016 hain darbe kalkışmasından sonradır. Şerif Ali Tekalan hakkında soruşturma açılması ve hakkında yakalama kararı çıkarılması da yine hain darbe kalkışması ertesinde gerçekleşmiştir.

 

Dolayısıyla fotoğrafın çekildiği tarihte, Fatih Üniversitesi dönem itibariyle YÖK tarafından verilen yasal izinle faaliyet gösteren bir eğitim kurumudur ve Şerif Ali Tekalan isimli kişi de o tarih itibariyle hakkında hiçbir soruşturma veya suç isnadı olmayan, yasal yollardan Fatih Üniversitesi'nin rektörlüğü görevini icra eden bir kişidir.






15 Temmuz 2016 tarihindeki kanlı darbe kalkışması öncesinde Fatih Üniversitesi binlerce öğrenciye eğitim veren, Devlet büyükleri tarafından da desteklenen bir eğitim kurumu olmuştur.

 

Nitekim Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2008 yılında bu üniversitenin eğitim yılı açılış törenine katılmış ve Fatih Üniversitesi'nden fahri doktora unvanı almıştır:



DAVA DIŞI SERKAN ARSLAN İSİMLİ KİŞİNİN İDDİALARI MAHKEME HUZURUNDA TARTIŞILMAMIŞTIR.

 

Gerek iddianamede gerekse esas hakkındaki mütalaada, Şerif Ali Tekalan isimli şahısla Kartal İş ve Altuğ Müştak Berker'in bir yemek organizasyonunda çekilmiş fotoğrafının olmasını güya FETÖ'ye yardım isnadına dayanak yapmaya çalışan iddia makamı, bu iddiasına Serkan Arslan isimli bir kişinin yazdığı bir dilekçedeki kısa anlatımı dayanak yapmaya çalışmaktadır. Şöyle ki;

 

Soruşturma Savcısı Caner Babaloğlu 06.12.2018 tarihinde İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi'ne bir müzekkere yazarak, "Mahkemenizin 2018/116 Esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılaması devam etmekte olan ve etkin pişmanlık kapsamında beyanlarda bulunduğu bilinen sanık Serkan Aslan'a ait beyan ve savunmalarını içerir ifade tutanakları, sorgu zabıtları, duruşma tutanakları ve dilekçe suretlerinin” dosyaya celbini talep etmiştir.

 

Her ne kadar İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesince gönderilen cevabi müzekkerenin üst yazısı dosya içerisinde bulunmasa da "326730" sicil numaralı İbrahim Halil Aygüner isimli polis memurunun 07.12.2018 tarihli "evrakı elden teslim aldım" derkenar yazısı nedeniyle mahkeme tarafından ilgili evrakların aynı gün veya bir sonraki gün gönderilmiş olduğunu anlamaktayız.

 

Savcı Caner Babaloğlu müzekkeresinde, Serkan Arslan isimli kişinin dosya kapsamında değerlendirilecek bir etkin pişmanlık ifadesi olduğunu nereden bildiğini belirtmemiştir. Müzekkerede sadece "etkin pişmanlık kapsamında beyanlarda bulunduğu bilinen" demekle yetinmiştir.

 

Serkan Arslan isimli kişinin etkin pişman olduğuna ve huzurdaki dosyayı ilgilendirecek itiraflarda bulunduğuna dair o dönem veya sonrasında basına yansıyan bir haber veya dosyamız kapsamında verilmiş bir ifade yoktur. Tarafımızca "Google"


arama motorunda yapılan araştırmada hiçbir haber, bilgi vb. çıkmamıştır. Savcı Caner Babaloğlu'nun bu bilgiye nasıl ulaşıp müzekkere yazdığı müphem kalmıştır.

 

Bunun haricinde söz konusu dilekçenin dosyamız bakımından delil değeri yoktur. Serkan Arslan isimli kişi dava dışı bir kişidir ve ona ait olduğu iddia olunan dilekçedeki hususlar teyide muhtaçtır. CMK m.217/1'de, 11Hôkim1 kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir." denmektedir. Ancak Savcılık veya Sayın Mahkemeniz iki yıldır dosyada mübrez bu dilekçenin sahibini çağırıp dinlememiştir. Dilekçenin kendisine ait olup olmadığı ve dilekçede bahsedilen hususların doğruluğu kendisine sorulmamıştır.

 

Serkan Arslan isimli kişinin iddiaları tamamen soyut ve dayanaksızdır. "Üniversiteye Adnan Oktar bir gün 2 kişi gönderdi. 17-25 Aralık döneminde sizlere destek olacağız diye söylemeleri için göndermiş. Ama Tekalan kabul etmedi onlarla çay içtikten sonra uğurladı" şeklindeki yer, tarih vb somut detaylar içermeyen iddiaların ceza hukuku bakımından değeri yoktur. Ayrıca bu beyanların etkin pişmanlık kapsamında verilmiş olduğu hususu da mutlak suretle göz önünde bulundurulmalıdır.

 

Dosyada mübrez evraklardan anlaşıldığı üzere bu kişi emniyet ifadesi, tutukluluk değerlendirmesi ve duruşma ifadeleri dahil toplam 6 ayrı tarihte ifade vermiş ve hiçbirinde bu iddiadan bahsetmemiştir. Daha sonrasında cezaevinden gönderdiği

05.11.018 tarihli dilekçesinde -yani 7. ifadesinde- sadece iki satır yazdığı bu iddiadan bir sonraki gün katıldığı duruşmada dahi bahsetmemiştir. Özetle dosyamıza yansıyan evraklardan görebildiğimiz kadarıyla bu kişi toplam 8 ayrı ifadesinin sadece birinde iki satır ve üç kısa cümleden ibaret soyut bir iddiada bulunmuştur.

 

Bunlarla birlikte bu kişinin iddiaları ve etkin pişmanlık talebinin kabulü hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olduğuna dair dosyamızda bilgi yoktur. Hal böyleyken bu kişinin iddialarına itibar edilmemesi gerektiği açıktır.


Ayrıca savunmamızın diğer bölümlerinde belgeleriyle ortaya koyduğumuz üzere müvekkil ve arkadaşlarının 17/25 Darbe Girişiminin ilk anından itibaren Hükümetin yanında yer aldığı ve FETÖ'ye karşı bir tutum sergilediği bilinen bir gerçektir.

 

MÜVEKKİL ADNAN OKTAR 17/25 DARBE GİRİŞİMİNİN İLK ANINDAN İTİBAREN, FETÖ'NÜN SAYIN TAYYİP ERDOĞAN VE HÜKÜMET ÜYELERİNE YÖNELİK VE DİREKT AK PARTİ HÜKÜMETİNİ HEDEF ALAN YARGI YOLLU BİR DARBE GİRİŞİMİ İÇİNDE OLDUĞUNU, HALKIMIZIN ÇIKARILAN BU KURU GÜRÜLTÜYE İTİBAR ETMEMESİNİ VE DÖNEMİN BAŞBAKANINI VE HÜKÜMETİ DESTEKLEMEYE DEVAM ETMELERİNİ SÜREKLİ OLARAK CANLI YAYINLAR ARACILIĞIYLA İFADE ETMİŞTİR.















Unutmamak gerekir ki 17 Aralık tarihinden başlayıp 31 Mart yerel seçimlerine kadar devam eden süreç, Türkiye'nin yolsuzluk iddialarıyla sarsıldığı, hükümeti destekleyen kişilerin -Hükümeti tenzih ederiz- hırsızlığı ve yolsuzluğu destekleyen insan damgası yediği, yargının neredeyse tamamının Fetö'nün denetiminde olduğu, kim Hükümete destek verirse onun da yolsuzluk iftirasına uğrayanlarla


birlikte yargılanıp suçlu ilan edileceği bir süreçtir. Bu süreç içerisinde FETÖ, M T tırlarını durdurmaya yeltenecek kadar kibirli ve ekabirdir. Muhalefet liderleri dahi Hükümete var güçleriyle malum montaj ses kasetleri üzerinden yüklenmiş, bugün Hükümetimizin en güçlü destekçisi olan Sayın Devlet Bahçeli dahi söz konusu karalamaları destekleyen bir üslup benimsemiştir. Bu süreç içerisinde müvekkil Adnan Oktar'ın 17/25 Aralık döneminde Hükümeti tüm yüreğiyle desteklemiş olması tarihte örneğine az rastlanır bir cesaret olmuştur.

 

Dolayısıyla söz konusu kişinin etkin pişmanlık ifadesinde yer alan ve tamamen hayali bir kurgudan oluşan bir iki cümlesinin, tüm Türkiye'nin gözü önündeki bu gerçek karşısında bir değeri bulunmamaktadır.

 

ŞERİF ALİ TEKALAN İLE TELEFON İRTİBATI TEK BAŞINA SUÇ DELİLİ DEĞİLDİR

 

 İddia makamı herhangi bir araştırma yapmaksızın, sadece müşteki Serdar Öztürk'ün ifadesinde zikredilen bir cümleyi esas hakkındaki mütalaasına aktararak sanıklar Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna'nın Şerif Ali Tekalan ile telefon bağlantısı olduğunu iddia etmiştir. Ancak telefon kayıtları incelendiğinde ortaya suça dair herhangi bir tablo çıkmamaktadır.

 

 İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan "numara bazında tepe yönetim sorgusu fetöcü şahıslarla HTS kayıtları" adı verilen tabloda, mezkur 2 sanığın Şerif Ali Tekalan ile irtibat durumu şu şekilde görülmektedir:


1.  AYLİN ATMACA'nın kullanımındaki telefon ile Şerif Ali Tekalan arasında 2 telefon görüşmesi ve 10 mesaj gönderimi bulunmaktadır. Telefon görüşmeleri 2014 yılının başında, mesajlaşmaların 8 tanesi 2012 yılında, 1 tanesi 2013 yılında, 1 tanesi ise 2014 yılındadır. 2014 yılının Haziran ayından sonra Aylin Atmaca'nın Şerif Ali Tekalan ile hiçbir irtibatı olmamıştır.


 

MESAJ GÖNDERİMLERİNİN TAMAMI DİNİ BAYRAMLARIN KUTLAMALARI İÇİNDİR.

 

Mesaj tarihleri ve hangi bayrama denk geldiği şu şekildedir: 24.05.2012 Regaip Kandili

17.06.2012 Miraç Kandili

 

14.08.2012 Kadir Gecesi

 

19.08.2012 Ramazan Bayramı

 

25.10.2012 Kurban Bayramı

 

10.08.2013 Ramazan Bayramı

 

12.06.2014 Berat Kandili

 

 

 

 

Bu mesajlaşmalar özel bir kişiye yönelik olmayıp telefon rehberindeki tüm numaralara aynı anda aynı kutlama mesajının otomatik gönderimi şeklindedir. Yani İÇERİĞİNDE BİR KONUŞMA, SOHBET, FİKİR ALIŞVERİŞİ VB. YER ALMAMAKTADIR.


Telefon konuşmalarına baktığımızda ise tablo şu şekildedir:

 

28.01.2014 74 saniye

 

06.02.2014 29 saniye

 

Aylin Atmaca'nın Şerif Ali Tekalan ile bundan başka hiçbir irtibatı bulunmamaktadır. Sadece bu kutlama mesajları ve 2014 yılı başındaki içeriği belirsiz -üstelik MGK'nın paralel yapılanma yönündeki açıklaması ve yargı kararları öncesinde- 2 kısa telefon konuşmasına dayanılarak FETÖ'ye destek ve yardım sonucu çıkarmak mümkün değildir. Aynı zamanda da iyi niyetten uzak bir tutumdur.






2.  AYŞEGÜL HÜMA BABUNA'nın kullanımındaki telefon ile Şerif Ali Tekalan arasında 7 telefon görüşmesi ve 5 mesaj gönderimi bulunmaktadır. Telefon görüşmeleri de mesajlaşmalar da 2014 yılının içindedir. 2014 yılının Sonbaharından sonra Ayşegül Hüma Babuna'nın Şerif Ali Tekalan ile hiçbir irtibatı olmamıştır.





Kaldı ki Şerif Ali Tekalan ile söz konusu tarihlerde yapılan telefon görüşmeleri ve mesajlaşmaları sözde bir delil gibi görülecekse, basına da yansıdığı üzere, Türkiye'nin önde gelen birçok isminin 2014'deki MGK kararından sonra dahi Şerif Ali Tekalan ile irtibatının devam ettiği bilinmektedir. Şerif Ali Tekalan'ın yargılandığı Karlov sukiasti davasına giren telefonuna ait HTS kayıtlarında, söz konusu ismin görüşme yaptığı birçok kişi ortaya çıkmış, bu kişilerin isimleri ve görüşme tarihleri basında da yer almıştır:

 

 

Tekalan'ın telefonla aradığı-arandığı, mesaj attığı ve mesaj aldığı isimler şunlar:

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU, BÜLENT ARINÇ, ABDÜLKADİR AKSU, MEHMET SAĞLAM, HÜSEYİN KOCABIYIK, AHMET İYİMAYA, NABİ AVCI, EDİBE SÖZEN, CEVDET ERDÖL, SÜLEYMAN SOYLU, YAŞAR YAKIŞ.

Listede HİKMET ÇETİN, NURETTİN DEMİR, METİN LÜTFÜ BAYDAR, MUSTAFA DESTİCİ1 LÜTFULLAH KAYALAR ve VEHBİ DİNÇERLER ile YILMA DURAK da var.

 



Dikkat çekici bürokrat ve kurumlar ise şöyle:

 

YÖK BAŞKANI YEKTA SARAÇ, TRT ESKİ GENEL MÜDÜRÜ İBRAHİM ŞAHİN, PROF. YUNUS SÖYLET, MİT ESKİ MÜSTEŞAR YARDIMCISI CEVAT ÖNEŞ, halen "FETÖ"den

tutuklu isimler eski istihbaratçı Basri Aktepe (Şubat 2012'de peş peşe 5 kez görüşme), eski polis müdürü Recep Gültekin, eski T B Başkanvekili Osman Nihat Şen.

 

TBMM Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, AKP Genel Merkezi, Diyanet İşleri Başkanlığı.

 

Ve ABD'nin Ankara Büyükelçiliği ile Mart-Haziran ayları arasında 20 civarında görüşme.

 

1 Aralık 2013 ve 31 Aralık 2014 tarihleri arasında Tekalan'ın şu isimlerle görüştüğü veya mesajlaştığı görülüyor:

 

MEHMET SAĞLAM, ABDÜLKADİR AKSU, VECDİ GÖNÜL, ALİ COŞKUN, YAŞAR YAKIŞ1 EGEMEN BAĞIŞ, FAİK TUNAY, VAHİT KİRİŞÇİ, BAYRAM ÖZÇELİK, HÜSEYİN KOCABIYIK, SAİD YAZICIOĞLU, HÜSEYİN ÇELİK, FARUK ÖZAK, AHMET İYİMAYA, REHA ÇAMUROĞLU, ÖMER FARUK ÖZ, İLYAS ÇAKIR, MURAT BAŞESGİOĞLU, MUZAFFER BAŞTOPÇU, MERHUM GALİP DEMİREL.

 

Mesela 8 Kasım 2014'te ABDÜLKADİR AKSU ile 3 kez görüşmüşler.

 

Aynı döneme ilişkin olarak listede yer alan diğer isimler de şunlar:

 

HİKMET ÇETİN, METİN LÜTFÜ BAYDAR, İSTEMİHAN TALAY, MUSTAFA AKAYDIN, AHMET TOPTAŞ, M. SARIGÜL, FETHİ YAŞAR.

 

EKMELEDDİN İHSANOĞLU, MERAL AKŞENER, KENAN TANRIKULU, MEHMET PARSAK, OKTAY VURAL, YILMA DURAK, MERHUM YUSUF ZİYA İRBEÇ.


MUSTAFA KAMALAK, OLTAN SUNGURLU, REMZİ ÇAYIR, VEHBİ DİNÇERLER, GAFFAR YAKIN.

 

YEKTA SARAÇ, MEHMET GÖRMEZ, İBRAHİM ŞAHİN, ALİ BARDAKOĞLU, YUNUS SÖYLET, ÖMER SERTBAŞ (BİNALİ YILDIRIM'IN DANIŞMANI), MEHMET HABERAL, CEVAT ÖNEŞ, İBRAHİM ŞAHİN, KUTLU SAVAŞ, İLYAS ARLI (DANIŞTAY ÜYESİ), HASAN BASRİ AKTAN, İZZETTİN DOĞAN.

 

En çok görüşülen kurumların başında ise Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile TRT Genel Müdürlüğü geliyor.

 

Trafiğin oldukça azaldığı 2015 yılına da bakalım. Tekalan'ın görüştüğü, mesaj attığı veya aldığı isimler şöyle:

 

ÖMER FARUK ÖZ, FAİK TUNAY, BURHANETTİN UYSAL, M. BAŞESGİOĞLU, FARUK ÖZAK, BURHANETTİN UYSAL, AHMET TOPTAŞ, YILMA DURAK, HASAN BASRİ AKTAN, YUNUS SÖYLET, CEVAT ÖNEŞ, DOĞU ERGİL, ESER KARAKAŞ.

 

Kayıtlara göre, Tekalan'a en son 3 Mayıs'ta Yılma Durak 5 mesaj attı. 6 Mayıs'ta Yunus Söylet 2 mesaj, Tekalan 1 mesaj gönderdi.

 

Tekalan'la görüşen son isimler ise 13 Temmuz'da Yılma Durak, 21 Ekim'de Hasan Basri Aktan (2002-2009 yılları arasında Maliye Bakanlığı Müsteşarıydı) oldu.

{https://www.birgun.net/haber/feto-nun-en-kritik-isminin-kimlerle-gorusme- yaptigi-ortaya-cikti-278219)


 

 

MÜVEKKİL SÖZ KONUSU SUÇ İSNADI BAKIMINDAN TCK m.220/5'TE ZİKREDİLEN AZMETTİRİCİ SIFATINI TAŞIMAMAKTADIR

 

Savcılık iddianamesinde sözde örgüt üyelerinin işlediği iddia ettiği suçlardan örgüt yöneticisi olduğunu ifade ettiği Adnan Oktar'ı da TCK md. 220/5 gereğince fail olarak sorumlu tutmak istemektedir. Maddenin gerekçesinde, hükmün konuluş amacı, "örgüt yapısı içinde, kendisine suç işlemek gibi örgütün amacına uygun bir görev verilen kişi bu görevini yerine getirmezse, hemen yerine bir diğeri rahatlıkla ikame edilebilmektedir" düşüncesine dayandırılmıştır.

 

Doğrudan failin istendiği zaman yerine başkasının ikame edilebilmesi ve o kişi yerine başka bir kişinin de örgütün amaçları doğrultusunda suçu işleyebilecek durumda olması, ancak sıkı organizasyon yapısına sahip mafya tipi örgütler ve terör örgütleri bakımından söz konusu olabileceği doktrinde kabul edilmektedir.

 

Sıkı bir hiyerarşik yapıya sahip olmayan örgütler bakımından da TCK md. 220/5'in uygulanabileceği ihtimalinin kabul edilmesi, örgüt yapısı içinde doğrudan failin yerine bir başkasının rahatlıkla ikame edilebilmesi nedeniyle örgüt yöneticilerinin örgüt üyelerinin işlediği bütün suçlardan sorumlu tutulacağına ilişkin peşin bir varsayım gerçekçi değildir. Bu nedenle örgüt yöneticilerinin örgütün faaliyeti kapsamında işlenen suçların faili sayılabilmesi için suçun işlenmesini ne ölçüde güvenceye aldıklarının her somut olay bakımından değerlendirilmesi gerekir. Sıkı hiyerarşik bir yapıya sahip olmayan örgütlerde doğrudan suçu işleyen kişinin yerine bir başkasının ikame edilmesi mümkün olmadığından, her somut olayda doğrudan failin işlediği fiillerin hangi koşullar çerçevesinde örgüt yöneticilerine yüklenebileceğinin değerlendirilmesi gerekir.

 

Örgüt yöneticisinin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçla herhangi bir ilgisinin olup olmadığı araştırılmaksızın, yalnızca yönetici olması nedeniyle kişiyi işlemediği


veya bağlantılı olmadığı bir suçtan cezalandırmak üçüncü kişinin fiilinden ceza sorumluluğu anlamına gelir ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine (AY md. 38/7) aykırı olur.

 

İsnadın konusunu oluşturan ziyaret müvekkilimiz tarafından değil, iki arkadaşı tarafından yapılmıştır. Doğaldır ki müvekkil her arkadaşının her gün nereye kimi ziyarete gittiğini bilemez, bu kişilerin bu hareketlerinden dolayı da sorumlu tutulamaz.

 

Sanıklar Kartaş İş ve Müştak Altuğ Berker'in söz konusu iftar yemeğine katılmaları konusunda müvekkil Adnan Oktar'ın bu sanıklara emir – talimat verdiğine yönelik bir bulgu, bilgi, belge veya somut delil yoktur, müvekkilin bu konudan haberi dahi yoktur.

 

Ayrıca TCK m.220/5'te zikredilen "örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır" hükmünün uygulanışı, bizzat kanunu yazan akademisyenler tarafından dahi eleştirilmektedir.

 

Burada kastedilen hareket, bir suç örgütü yöneticisinin örgüt bünyesindeki herhangi bir üyeye tam tahakküm sağlayarak, adeta üyenin zihnini kendi zihniymiş gibi idare ederek, bir suçu işlemesini sağlamasıdır. Ancak bu şekilde işlendiği tespit olunan bir suç bakımından örgüt yöneticisi, asıl fail gibi cezaya çarptırılacaktır. Diğer türlüsü, cezaların şahsiliği prensibine aykırı bir durum oluşturur ki bu da hukukun ruhu ile uyuşmaz.

 

 İddianamede yer alan suç isnadı bakımından uygulamayı incelediğimizde, arkadaşlarından ikisinin günlük yaşayışları içinde katıldıkları bir iftardan dolayı müvekkilin sorumlu olamayacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla da müvekkile bu suç isnadı bakımından TCK m. 220/5 uyarınca cezaya hükmedilmesi mümkün değildir.

 

Müvekkilimiz Adnan Oktar her zaman FETÖ zihniyetiyle mücadele ettiği gibi, hiçbir


arkadaşına FETÖ'ye destek verme, yardımcı olma gibi bir emir talimat vermemiştir. Ne iddianamede ne de soruşturma dosyası içinde bunu kanıtlayan bir bilgi, belge, delil bulunmamaktadır. Müvekkil, her arkadaşının her gün ne işle meşgul olduğunu, nereye gittiğini, kimlerle görüştüğünü bilemez. Dolayısıyla böyle bir görüşmeden de haberdar değildir.

 

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ GECESİ A9 TV'DE "ORTALI YAYIN POLİTİKASI" İZLENDİĞİ İDDİASINA KARŞI SAVUNMALARIMIZ

 İddia makamının esas hakkındaki mütalaasında, FETÖ terör örgütüne yardım başlıklı bölümde HEM SON DERECE İSABETSİZ HEM DE ÇARPITMALAR İÇEREN BiR TAKlM İSNATLAR YER ALMAKTADIR. Bu isnatlar şunlardır:

 

Örgütün iç yapısında gizlilik içinde 15 Temmuz 2016 gecesi yapılan hain darbe girişimini -kıyamet alameti olması gereken önemli olaylardan biri olarak görülmüş olması, sanık Oğuzhan Sevinç ile katılan Beyza Banu Yavuz ile aralarında geçen Whatsapp yazışmalarında net bir şekilde görülmüştür. Sanık Adnan Oktar'ın darbe teşebbüsüne ilişkin dışarıya darbe karşıtı, içeride ise darbe yanlısı tavır sergilemesi ve stüdyoda yanında bulunan birden çok sayıda katılan ve etkin pişman sanıklara darbenin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin konuşmalar yapmış olması, sanık Oğuzhan Sevinç'in telefonuna darbe teşebbüsünden hemen sonra -reset atılmış olması, darbe için halkın sokağa çıkmasının yanlış olduğu, "daha korkunç olayların 2017 de olacağı" yönündeki yazışmalarının tespit edilmesi, Oğuzhan Sevinç'in sanık Adnan Oktar ile sürekli yayınlara katılan ve birlikte olan biri olduğu dikkate alındığında, örgütün içeride darbe yanlısı olduğu sonucu çıkarmaktadır. Diğer yandan örgütün15 Temmuz gecesi yaptığı yayın ile ilgili Radyo Televizyon Üst Kurulu dokuz üyeden dördünün karşı oy vermesi ile kanalın yayınlarının darbe karşıtı olarak değerlendirmesi, karşı oylardan birinin RTÜK başkanı tarafından verilmesi, örgütün darbe gecesi açıkça darbe karşıtı bir tavırla yayın yapmaktan ziyade, darbenin başarılı olma ihtimalini de değerlendirerek dengeli bir yayın siyaseti güttüğünü göstermektedir.

 

 

 

İDDİA     MAKAMI     BU     BAŞLIK     ALTINDAKİ     İDDİALARINI     İKİ     MADDEYE DAYANDIRMAKTADIR:

 

BİRİNCİSİ; Müşteki Beyza Banu Yavuz ile Oğuzhan Sevinç arasında gerçekleştiği iddia edilen Whatsapp yazışmaları,

 

İKİNCİSİ; RTUK tarafından A9 TV'nin 15 Temmuz gecesi yaptığı yayınla ilgili verdiği raporda karşı oyların bulunması.

 

Şimdi bu iki ana başlığa dair detaylı cevaplarımızı izah edeceğiz:

 

1- MÜŞTEKİ BEYZA BANU YAVUZ TARAFINDAN SUNULAN YAZIŞMALARIN DELİL DEĞERİ YOKTUR. KALDI Kİ SÖZ KONUSU YAZIŞMALAR SUÇ UNSURU İÇERMEMEKTEDİR.

Öncelikle müşteki Beyza Banu Yavuz tarafından dosyaya sunulan birtakım yazışmaların hukuken geçerliliği olmadığını ve bu nedenle söz konusu yazışmaların delil olarak hükme esas alınmaması gerektiğini hatırlatmak isteriz. Bilindiği üzere müşteki dosyaya çokça benzer yazışmalar, sahte ses kayıtları, kurgu videolar vb sunmuştur.

 

Ancak Ankara Adli Yargı İlk Derece Komisyon Başkanlığı'nda Resmi Bilirkişi, Elektrik Elektronik Mühendisi, Kriminalistik Bilim Uzmanı (Ses ve Görüntü Analiz Uzmanı) Levent Güner tarafından hazırlanıp dosyaya sunulan 24.11.2020 tarihli bilimsel mütalaasında, Beyza Banu Yavuz dahil olmak üzere diğer müştekilerce


sunulan "audio/video" kayıt dosyalarında silme, ekleme ya da yer değiştirme ve benzeri yollarla bir müdahaleler olduğunu belirtmiştir. Sayın Levent Güner'in mütalaasındaki tespitlerin bir kısmı şu şekildedir:

 

·          Kayıttaki cümleler ve ilk oluşturulduğu halindeki akış, konuşanın aktardığı bütünlüğün dışına çıkabilecek biçimde kesintiye uğratılmıştır.

·          Konuşmalara ait bölümler farklı zaman, ortam ve bağlamlarda üretilmiş kayıtların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş olabilir.

·          İncelemeye konu kayıtlar, aynı ya da yakın zaman, ortam ve bağlamlarda üretilmiş tek bir kaydın, aralarından bazı bölümler çıkarılarak parçalara bölünmüş olması ile oluşturulmuş olabilir.

·          İnceleme konusu konuşmaların; kaydın bütünlüğü, silme, ekleme ya da yer değiştirme yoluyla etkileyen müdahillerin bulunduğu ve bu nedenle belirtilen ses ve konuşma içeriklerinin ilk oluşturulduğu halini korumadığı tespit edilmiştir.

 

Hal böyleyken müşteki tarafından dosyaya ibraz edilen sözde delillerin hiçbirinin güvenilirliğinden bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki Whatsapp yazışması olduğu iddia edilen bir takım ekran görüntülerinin bir takım basit programlar desteğiyle sonradan oluşturulabileceği açık olup müştekinin dosyamızdaki sicili bu şüphelerimizi teyit eder niteliktedir. Tüm bu nedenlerle müştekinin sunduğu ekran görüntülerinin delil değeri olmadığını ve bu nedenle dosya dışı bırakılmasını ve hükme esas alınmamasını talep etmekteyiz.

 

Ancak söz konusu ekran görüntülerinin iddia makamı tarafından haksız ve hukuksuz şekilde esas hakkında mütalaaya dayanak yapılmış olmasından dolayı müvekkil bakımından bir hak ihlali yaşamamak bakımından, "bir an için bu yazışmalarının doğruluğunun kabul edilmesi halinde" dahi yazışma içeriklerinin hiçbir suç unsuru içermediğine ve iddia makamının yaptığı hatalı çıkarımlara dair beyanlarımızı aşağıda sunmaktayız.


     KIYAMET ALAMETLERİ İSLAM İTİKATINDA HAK OLUP, BU KONUYU ARAŞTIRMAK, YAŞANAN BAZI OLAYLARI KIYAMET ALAMETİ OLARAK YORUMLAMAK, BİR TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM ETMEK OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ.

 

1-  İslam dininin kutsal kitabı Kuran-ı Kerim'de kıyametten bahseden yüzlerce ayet yer almaktadır. Bir Müslüman için Allah'a, meleklerine, Peygamberine, Kuran-ı Kerim'e inanmak nasıl farz ise, kıyamete inanmak da aynı şekilde farzdır. Kıyametin ne zaman gerçekleşeceği ise tüm inananların asırlardır merak ettikleri bir konudur. Bu konuda peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) çok fazla açıklamada bulunmuş ve bu açıklamalar nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v)'in kıyamet hakkındaki hadislerinden birisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Dini İşler Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı Hadislerle İslam Ansiklopedisi, cilt 7, sayfa 599'da şöyle duyurulmaktadır:

 

"Resulullah (sav) bir defasında hutbe verirken gözleri kızardı, sesi yükseldi ve hiddeti arttı, öyle ki sanki bir orduyu uyarıyor, "Sabah ya da akşam ansızın baskına uğrayabilirsiniz!" diyordu. Şehadet parmağı ile orta parmağını birleştirip "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi {yakın) gönderildim" buyurdu. (M2005 Müslim, Cum"a, 43)

 

Hz. Muhammed (s.a.v)'in işaret ettiği bu yakın dönem, İslam terminolojisinde "ahir zaman" olarak anılmakta, bizzat peygamberimizin hadisleriyle ahir zamanda görülecek kıyamet alametlerinden bahsedilmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından neşredilen İslam Ansiklopedisi'ne göre;

 

Kıyamet alametleri, kozmolojik düzenin bozulmasından önce meydana gelecek olan ve bu sürecin jeolojik zaman ölçüsüyle yaklaştığına işaret eden belirtiler olup, hadislerde kıyamet alametleri eşratü's-saat tabiriyle ifade edilir. Bu hadislerde belirtildiğine göre Hz. Peygamber kıyametin kopuş zamanını bilmediğini söylemiş, ancak kopmasından önce vuku bulacak bazı olayların onun yaklaştığının alametleri sayılacağını haber vermiştir (Buharı, "iman", 37).


Yine İslam Ansiklopedisi'ne göre, Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından kıyamet alameti olarak rivayet edilen olayların başlıcaları sayılırken "adam öldürme olaylarının ve fitnelerin fazlalaşması" denmiştir.

 

2-      Kıyamet alametlerini peygamber efendimiz bildirmektedir, müvekkil ve arkadaşları sadece bunları nakleden konumundadır. Yıllardır canlı yayınlarda müvekkil ve arkadaşları tarafından kıyamet öncesi dönemde "büyük olaylar" yaşanacağı aktarılmıştır. Türkiye'de bir darbeye teşebbüs edilmesi, Boğaz Köprüsü'nün askerler tarafından tutulması, masum sivillerin şehit edilmesi, halkın üzerinden tankla geçilmesi, helikopterden otomatik silahla insanların taranması veya jet uçaklarıyla alçaktan uçup kalabalıklara bomba atılması gibi olaylar elbette "büyük olaylar" diye düşünülebilecek olaylardandır.

 

Kanlı darbe teşebbüsünü büyük bir olay (fitne) görüp kıyamet alametlerinden birisi olabileceğini düşünmek, darbeye sıcak bakıldığı, darbenin desteklendiği anlamına gelmez. Oğuzhan Sevinç'e isnat edilen mesajlara bakıldığında da tek başına darbe kalkışmasının değil, Peygamberimiz tarafından ahir zaman adı verilen dönemde yaşanacağı bildirilen büyük olayların zuhur ettiğinin ifade edildiği anlaşılmaktadır. Dahası hadislerde bu nevi büyük olayları anlatan sayısız bilgi vardır. Ortadoğu'da Armageddon isimli bir savaş yaşanacağı, çok kan döküleceği, mazlumların katledileceği gibi aktarımlar yapılmaktadır. İddia Makamının mantığına göre hadislerde geçen bu gibi konuları anlatan herkes de savaş ve şiddet destekçisi konumuna gelmektedir ki bu derece mantık dışı bir yorumun kabul edilebilmesi mümkün değildir.

 

3-  Kaldı ki müvekkilin milyonlarca kişiye darbe karşıtı mesajlar verip, yanındaki 5

  10 kişiye darbe yanlısı tavır takınması son derece mantıksızdır. Bu iddianın delili de yoktur. Etkin pişmanların ifadeleri delil kabul edilemez çünkü müvekkile suç atmakta hukuki yararları bulunmaktadır. Katılanların isnatları ise hussumetten kaynaklıdır ve bu ifadeler birlikte çalışılıp hazırlanmış ifadelerdir. Ortada somut delil


niteliğindeki tek gerçek, müvekkilin darbe gecesi HENÜZ NE OLDUĞUNUN TAM ANLAŞILMADIĞI ve DARBECİLERİN BAŞARILI OLUP OLMAYACAKLARININ BİLİNMEDİĞİ ZAMANDA DARBE VE DARBECİLER ALEYHİNDE YAPTIĞI AÇIKLAMALARDIR.

 

4-  Asla kabul etmemekle birlikte, bir an için müvekkilin dışarıya karşı darbe karşıtı ama yanındakilere güya darbe taraftarı söylemlerde bulunduğu senaryosunu gerçek kabul etsek, darbenin başarıya ulaşma durumunda en büyük tehlike altında kalacak kişilerin başında müvekkil gelecektir. Birçok devlet yetkilisinin ortaya çıkmadığı, tek kelime açıklama yapmadığı saatlerde müvekkil milyonlara açık TV kanalında darbenin geçersiz olduğunu, seçilmiş demokratik hükümetin görevi başında olduğunu dile getirmiştir. Darbenin başarıya ulaşması durumunda bu söylemlerinden ötürü darbecilerin en şiddetli tepki göstereceği ve cezalandıracağı kişiler arasında müvekkilin yer alacağı izahtan varestedir. Müvekkilin bunu göze alıp darbe karşıtı konuşmaları TV kanalında yaparken, güya yanındaki 5 – 10 kişiye de darbe taraftarı konuşmuş olması senaryosu hiçbir mantıkla açıklanamamaktadır.

 

En basit mantıkla düşünüldüğünde dahi, -asla kabul etmemekle birlikte yine bir an için- iddia makamının esas mütalaasındaki isnadı yani "ortalı tavır sergileme" senaryosunu gerçek kabul edecek olursak, böyle bir durumda müvekkil HİÇ YAYINA ÇIKMAZ, HİÇ AÇIKLAMA YAPMAZ, TARAFINI BELLİ ETMEZDİ.

 

Müvekkilin darbe teşebbüsü gecesinde bir canlı yayın yapma mecburiyeti yoktu.

 

EĞER İSTESEYDİ, BİRÇOK DEVLET GÖREVLİSİ VEYA SİYASİ KİŞİLİK GİBİ EVİNDE OTURUR, HİÇ DIŞARI ÇIKMAZ, OLAYLARIN GELİŞMESİNİ GÖZLEMLERDİ.

 

Kimse de ona "sen neden TV'ye çıkmadın?" deme hakkına sahip olamazdı.

 


 

 

5-  Oysa müvekkil saat 23:51'den itibaren canlı yayında darbeye müdahale etmeye başlamıştır. O sırada hükümet kanalından sadece Başbakan Binali Yıldırım'ın saat 23:05'de "bu bir kalkışmadır" açıklaması olmuş, ancak daha sonra sayın Yıldırım ertesi güne kadar hiçbir yerde konuşma yapmamış ve kendisinden de haber alınamamıştır. O gece çişleri Bakanı sayın Efkan Ala da gece boyunca hiçbir açıklama yapmamıştır. Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet komutanlarından da hiçbir açıklama gelmemiştir.

 

Oysa müvekkil Çengelköy'de vatandaşların alt sokaklarda şehit edildiği, darbenin merkezlerinden Kuleli Askeri Lisesi'nin hemen yanında TV kanalına gitmiş, ertesi sabaha kadar otomatik silah seslerinin ve F16'ların alçak uçuşları sırasındaki sonik patlamaların altında canlı yayın yapmıştır.

 

CANLI YAYIN DEMEK "AÇIK ADRESİM BURASI" DEMEKLE ANLAMLIDIR. Bu

şartlar altında TV'de canlı yayın yapıp darbeyi ilk andan beri geçersiz saydığını, hükümetin yanında yer aldığını söyleyen müvekkile "sen ortalı hareket ettin, demek ki FETÖ'ye yardım ediyorsun" şeklinde bir çıkarımda bulunmak, en nezaketli ifadeyle abesle iştigal etmektir.

 

 

 

İDDİA MAKAMI, MÜŞTEKİ TARAFINDAN SUNULAN WHATSAPP YAZIŞMALARINDAKİ İFADELERİ DAHİ TAMAMEN ÇARPITMIŞ, HATALI VE ZORAKİ ÇIKARIMLARLA ESAS HAKKINDA MÜTALAASINA DAYANAK YAPMIŞTIR.

 

1-    İddia makamının esas hakkındaki mütalaasında güya Oğuzhan Sevinç'in sarf ettiği iddia edilen şöyle bir cümle yer almaktadır: "...darbe için halkın sokağa çıkmasının yanlış olduğu, "daha korkunç olayların

 


 

Oysa iddia edilen yazışmanın içeriğine bakıldığında "darbe için halkın sokağa çıkmasının yanlış olduğu" yönünde TEK BİR CÜMLE DAHİ OLMADIĞI AÇIK VE NET OLARAK GÖRÜLMEKTEDİR. İddia makamı sanıklara suçlu imajı verebilmek için göz göre göre çarpıtma yapmıştır.

 

2-    İddia edilen mesajlarda, darbe teşebbüsünün, peygamberimizin hadislerinde bahsedilen ahir zamanın büyük olaylarından biri olabileceğine dair bazı düşüncelerin konuşulduğu görülmektedir. İddia edilen yazışmalarda geçtiği gibi AHİR ZAMANDA ARDl ARDlNA ÇOK SAYlDA BÜYÜK VE SARSlCl OLAY YAŞANACAĞl, HATTA

 İNSANLARlN BİR KURTARlCl GÖNDERMESİ İÇİN ALLAH'A YALVARACAKLARl BİR

ZAMAN GELECEĞİ bilinen bir konudur. Nitekim A9 TV canlı yayınlarında da ahir zamanda savaşların, iç karışıklıkların, doğal afetlerin, salgın hastalıkların, ekonomik zorlukların yaşanacağı anlatılmıştır. Bu nedenle iddia edilen yazışmalarda geçen "daha çok karışacak, daha sokağa çıkılamayacak günler geliyor, 2017-2018-2019 bu sayıları bu üç yılı aklında iyi tut, insanlar yalvaracak" şeklindeki sözlerin daha büyük darbeler olacak anlamında olmayıp ahir zamanda yaşanacağı anlatılan daha büyük alametlerinin gerçekleşeceğine dair düşünceler olduğu açıktır.

 

Burada kast edilenin ilerleyen 3 yılda ahir zaman alametlerinde belirtilen büyük olayların yaşanmasından dolayı insanların önemli sınavlardan geçeceği, zorlu günler göreceği demek olduğu bellidir. Oysa iddia makamı bu cümleyi alıp güya Oğuzhan Sevinç'in darbe karşıtı kişilerin sokağa çıkmasının yanlış olduğunu söylediğini öne sürmüştür. Bu sözlerden bu çıkarımı yapabilmek için ya kişinin okuduğunu hiç idrak edemiyor olması lazımdır, ya da iyi niyetli olmaması.

 

3-   Kaldı ki 15 Temmuz gecesi yaşanan hain darbe girişimini ahir zaman alameti olarak değerlendiren çok sayıda kişi bulunmaktadır. Bu tamamen kişisel bir düşünce olup kişinin kendisini bağlar ve kişisel düşünceleri aktarmak, konuşmak, insanlarla paylaşmak vs suç değildir. Örneğin;


Sayın Binali Yıldırım yaptığı bir konuşmada 15 Temmuz hain darbe girişimini kastederek, "Bu coğrafyanın içinden çıkan ama bu coğrafyanın insanını öldüren teröristler, yani ahir zaman Yezidleri bize her gün Kerbela'yı yaşatıyorlar" demiştir.

 

Gazeteci yazar Ali Dutal "Ahir Zaman ve FETÖ1 ve 2" başlıklı köşe yazılarında, Yeni Akit gazetesi yazarı Vehbi Kara "Ahir Zaman Fitnesi FETÖ" ve "Kutsalı Olmayan Dehşetli Şahıslar ve FETÖ Örgütü" başlıklı yazılarında, Mehmet Ali Bulut " İhanetin En Ağırı" başlıklı yazısında, Abdullah Yılmaz "15 Temmuz FETÖ Darbesi" başlıklı yazısında, Fatih Gençlik Vakfı kurucusu Ömer Öztürk'ün resmi internet sayfasında yayınlanan videosunda FETÖ örgütünün ve 15 Temmuz darbe girişiminin ahir zaman alametlerinden biri olup olamayacağına dair kendi tespitlerini yazmışlardır. Bu örnekleri daha çoğaltmamız mümkündür.

 

Özetle iddia edilen yazışmalarda yer alan konuşmalar herkesçe bilinen, konuşulan düşüncelerin bir benzeridir. Buradan zoraki çıkarımlar yapmak, farklı yorumlarda bulunmak hukukla ve iyi niyetle bağdaşmaz.

 

4-    Öte yandan, müvekkil ve arkadaşlarının gerçek tavır ve tutumlarının iddia makamının isnadının tam tersi olduğu görülmektedir. Müvekkilin arkadaşlarından o gece sokakta darbecilere direniş gösteren çok sayıda kişi vardır ve bir kısmının üzerlerine açılan ateş sonucu hemen yanlarında beraber direnişe katılan mahalle muhtarı şehit olmuştur.

 

Örneğin sanıklardan Nuri Özbudak, darbe girişimi olduğunu öğrenir öğrenmez arkadaşı Ufuk Zeytinoğlu ile birlikte Fenerbahçe'deki evinden sokağa çıkmıştır. Öncelikle, E-5 Karayolu üzerinde darbecilerin tanklarla barikat kurup yolu kestikleri mevkiye ulaşarak vatandaşlarla birlikte darbeci askerlere yönelik protesto eylemelerine katılmışlardır. Daha sonra yine darbecilerin halkla karşı karşıya geldiği Acıbadem semtine gitmiş ve burada ateş altında kalmışlardır.

 

Yine     sanıklardan     Şecaaddin      Çelikler     önce     Fatih'te     daha     sonra     ise


Cumhurbaşkanı'nın havalimanında karşılanmasında darbeci tanklara karşı sokakta canını ortaya koymuştur.

 

Darbe teşebbüsünün hemen sonrasında halk sokaklarda demokrasi nöbetleri düzenlemiştir ve müvekkilin birçok arkadaşı, -şu anki davanın sanıkları- bu demokrasi nöbetlerinde uzun saatler boyunca Türk bayrağı taşımıştır.
















2- İDDİA MAKAMININ RTÜK RAPORU'NU İTİBARIZLAŞTIRMAYA ÇALIŞMASI AÇIKÇA HUSUMET GÖSTERGESİDİR, DELİL BULAMAMANIN VERDİĞİ ÇARESİZLİĞİN DIŞA VURUMUDUR

 

 İddia makamının esas hakkında mütalaasında güya müvekkilin FETÖ terör örgütüne yardım ettiği şeklindeki suç isnadını mantıksızca dayandırmaya çalıştığı izahlardan birisi şöyledir:

 

15 Temmuz gecesi yaptığı yayın ile ilgili Radyo Televizyon Üst Kurulu dokuz üyeden dördünün karşı oy vermesi ile kanalın yayınlarının darbe karşıtı olarak değerlendirmesi, karşı oylardan birinin RTÜK başkanı tarafından verilmesi, örgütün darbe gecesi açıkça darbe karşıtı bir tavırla yayın yapmaktan ziyade, darbenin başarılı olma ihtimalini de değerlendirerek dengeli bir yayın siyaseti güttüğünü göstermektedir.

 

 

 

Bu mantık dışı bakış açısının geçersizliğini 6 maddeyle açıklamak istiyoruz:


BİRİNCİSİ, iddia makamı eğer hukuktan yana davranmak ve hukuka uygun kararlar vermek isteseydi bu konuda herhangi bir rapora bakmaya ihtiyacı yoktu. Çünkü müvekkilin darbe teşebbüsü gecesi yaptığı yayın kayıtları savcılığın elinde mevcuttur. Tek bir müzekkere ile bu yayının tam deşifresini elde etme ve inceleme imkanına sahiptir. Eğer iddia makamı delil toplama vazifesini hakkaniyetle yerine getirmiş olsaydı, müvekkilin o gece yayında sarf ettiği açıklamaları bizzat görecek ve bu yukarıdaki mesnetsiz suç isnadında bulunamayacaktı.

 

Müvekkil ilk olarak 23:51'de "meşru hükümet demokratik hükümettir" diyerek darbeye ilk karşı çıkışını yapmıştır.

 

Müvekkil daha sonrasında TRT'de okunan sözde bildirinin geçersiz olduğu açıklamasını yapmıştır.

 

Bütün vekilleri darbeye karşı durmaya çağırmıştır. Bütün parti liderlerini yarım saatte bir açıklama yapmaya davet etmiştir. İmkan bulabilen tüm general ve subayların açıklama yapmasını rica etmiştir.

 

Bütün herkesin açıklama yapmak için A9 TV'yi kullanabileceğini, yetkililerin televizyonu aradıkları takdirde hemen canlı yayına bağlanabileceklerini bildirmiştir.

 

 

 

Burada bir diğer önemli husus da müvekkil bu açıklamaları yaparken Anadolu Ajansı, A Haber ekibi, Sabah grubu gibi hükümete en yakın olduğu bilinen medya kuruluşlarından dahi hiçbir sağlıklı açıklama ve darbe karşıtı söylem gelmemiştir.

 

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan saat 00:32'de canlı yayına bağlanarak halkımızı meydanlara davet etmiştir. BU ÇAĞRlYLA BiRLiKTE MÜVEKKiL DE HERKES  MEYDANLARA DAVET ETMiŞ, ASKERLERE DE KlŞLALARlNA DÖNME

ÇAĞRlSl YAPMlŞTlR. Asker, polis, milletin el ele mutedil tavırlarla bu darbeyi


sonlandırması gerektiğini dile getirmiştir.

 

Yine müvekkil Adnan Oktar, CNN Türk binası basıldığında HALKIMIZI CNN TÜRK'Ü KURTARMAYA DAVET ETMİŞTİR. Bununla birlikte yayın sırasında siyasetçilerin açıklamalarının yakalanması için tüm kanallar takip edilmiş, ama maalesef Sayın Devlet Bahçeli, Sayın Tayyip Erdoğan ve Sayın Kılıçdaroğlu dışında özellikle de hükümet kanalından hiçbir siyasetçinin açıklama yapmadığı ve daha da ötesinde birçoğuna ulaşılamadığı görülmüştür.

 

Müvekkil Adnan Oktar'ın o gece yaptığı son derece sağduyulu ve darbeyi önleme amaçlı anlatımlarından madde madde bazı örnekler vermek gerekirse

 

1-            Meşru, demokratik hükümet geçerli olan hükümettir.

2-            Askerle, polis ve milletçe bütünüz, bizde bölünme ve kargaşa olmaz.

4-            İnternetten açıklanan darbe bildirisi geçersizdir.

5-            Abartılı, kargaşaya neden olacak haberler yaymamak gerekir.

6-            TRT'de okunan bildiri geçerli değildir.

7-            Parti liderleri açıklama yapmalı, vekiller de parlamentoya gitmeli

8-            Bu vatanı İngiliz derin devletinin kahpeliğine bırakmayız.

9-            Bu girişim başarısız olacak halkımızın içi rahat olsun.

10-          Fitnede itaat olmaz, polise ateş açılmaz.

10-          Askerin kışlaya çekilmesi gerekir.

11-          Hava, Kara ve Deniz komutanları da darbe girişimi ile ilgili açıklama yapmalı.

12-          Askere zarar verilmesin. Halkımız askere sarılıp bölgeden uzaklaştırsın.

13-          Ezan ve sela sabaha kadar devam etsin.

14-          Bütün partiler birlik içinde olmalıdır.

15-          Özel harekata saldırmak, halka helikopterden ateş açmak çok büyük Günahtır

16-          Ankara'da  halk  coşkuyla  devletine  askerine  polisine  sevecen  bir yaklaşımla sahip çıkmalıdır.

17-          Yollar yaralılar için açık tutulmalıdır.

18-          Yollar yaralılar için açık tutulmalıdır.

19-          Olaydan haberi olmayan askerlere megafonla çağrıda bulunmak gerekir.

20-          Mehmetçik halka ateş etmez, ajan provokatör kullanılmış olabilir.

21-          Ülkücüler, Alperenler, Ak Parti, CHP ve Saadet gençliği elele bir yürüyüşyapmalıdır

21-          Ülkücüler çok mübarek      bir           topluluktur,          her          zaman    vatanın hizmetindedir.

22-          Yaralılar için kan ihtiyacı olabilir, bu konuda herkes yardımcı olmalıdır.

23-          Her partiden gençler sokaklarda nöbet tutmalıdır.

 

 

 

 

MADDELER HALİNDE BELİRTTİĞİMİZ KONU BAŞLIKLARININ DETAYININ YER

ALDIĞI MÜVEKKİL ADNAN OKTAR'IN 15 TEMMUZ 2016 TARİHLİ YAYINININ BİR BÖLÜMÜ AŞAĞIDA YER ALMAKTADIR:

 

 

 

 

   Saat 23:51 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Meşru, demokratik hükümet geçerli olan hükümettir' demiştir.

 

Adnan Oktar: "Fitne katilden beterdir" diyor Cenab-ı Allah. Fitneden kaçınmak lazım. MEŞRU, DEMOKRATİK HÜKÜMET GEÇERLİ OLAN HÜKÜMETTİR... Öyle bir şey

olmaz. Biz Türk-İslam Birliği'nin merkezi olan bir ülkeyiz. Bizim içimizde bir kargaşa olmaz. Bütünlük, beraberlik ve kardeşlik ruhu içinde hareket ederiz."

 

 

 

   Saat 23:54 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Askerle, polis ve millette bütünüz, biz de bölünme ve kargaşa olmaz' demiştir.

 

Adnan Oktar: "Askerle, milletle, devletle, polisle bir bütünüz biz. Bizde öyle bölünme, parçalanma, kargaşa falan olmaz. Makul, dengeli bir topluluğuz. Müslüman kimliğimiz. İslam ahlakına uygun tavırlarımız. Geleneğimiz, örfümüz bunu bize en güzel tavır olarak sergiletiyor. Allah vatanımızı, milletimizi fitneden, kargaşadan muhafaza etsin. Fitneyi izale etsin. İnşallah"

 

 

 

  Saat 23:55 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi internetten açıklanan darbe bildirisinin geçersiz olduğunu söylemiştir.

 

Bülent Sezgin {Sunucu): "Genel Kurmayın resmi adresinden bir açıklama gelmişti Adnan Bey. Ülke yönetimine bütünüyle el konduğu..."

 

Adnan Oktar: "Tamam da onu Genelkurmay Başkanı çıkar, açıklar öyle bir şey olsa.


YANİ ONU İNTERNETTE YAZMA O ŞEKİLDE OLMAZ. Birisi internete girer, hackler öyle yazar. Değil mi? Hava kuvvetleri Komutanı var, Kara Kuvvetleri Komutanı var, Deniz Kuvvetleri var, Genel Kurmay Başkanı var. Hiçbiri ortada yok. Öyle bir şey olduğunda daha önceki bütün geleneklerde öyleydi. Hepsi ortaya çıkardı, bir arada beraber açıklama yaparlardı."

 

 

 

  Saat 00:10 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'TRT'de okunan bildiri geçerli değil' demiştir.

 

Adnan Oktar: "Benim anladığım herhalde TRT'yi ele geçiren bir topluluk var. Bilmiyorum ama böyle bir şey hiç tarihte görülmemiş. Genelkurmay Başkanı yok, Hava, Kara, Deniz kimse yok ama bir tek TRT'de var böyle bir açıklama değil mi benim gördüğüm? Allah hayra tebdil etsin. Ben ilk defa görüyorum böyle dünya çapında ilk defa böyle bir şey görüyorum ve duyuyorum ve AÇIKLAMA MAKUL DEĞİL. TRT’de böyle bir şey olduğundan bütün haber kanallarında olması lazım. Yani bu şekilde olmaz çünkü TRT'yi açtığımızda bir spiker çıkıyor karşımıza. BÖYLE BİR ŞEY OLMAZ, yetkili bir insan değil o."

 

 

 

  Saat 00:47 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi parti liderlerinden açıklama yapmaları, vekillerin de parlamentoya gitmeleri çağrısında bulunmuştur

 

Adnan Oktar: "Sayın Kılıçdaroğlu yine açıklama yapsın. Ara ara açıklama yapmasında çok büyük fayda var. Bir de CHP'nin kurmayları açıklama yapsınlar. O çok iyi olur. Sayın Bahçeli de yine, MHP'nin ileri gelenleri ve Sayın Bahçeli yeniden bir açıklama yapsalar çok iyi olur. Büyük birlik Partisi mutlaka bir heyet olarak bir açıklama yapsın. Büyük birlik çok önemli. Saadet Partisi mutlaka açıklama yapsın inşaAllah... Böyle bir konumda sakin olamayız. Sakin derken yani suskun olmayız. Mutlaka açıklama gerekir. Bir de parlamento mümkünse geç vakit de olsa toplansa


iyi olur. Değil mi? Toplansınlar tabi ya, millet adına bir açıklama yapsınlar. Millet Meclisinin etrafını güvenlik içinde tutarlar."

 

 

 

  Saat 00:58 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Bu vatanı İngiliz derin devletinin kahpeliğine bırakmayız, demiştir.

 

Adnan Oktar: "Bu vatanı İngiliz derin devletinin kahpeliğine bırakmayız. İngiliz derin devleti istedi itliği yapsın, oyun yapsın buna müsaade etmeyiz. Ne ordumuza zeval gelir ne polisimize zeval gelir ne Türkiye’yi böldürürüz ne oyun oynatırız ne de PKK'yı sevindiririz. Ordunun yeri kışlası veya PKK'yla olan cephedir. Yani onlara karşı mücadelesidir. Yani onun dışında bir şey yok."

 

 

 

   Saat 01:00 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi bu girişimin başarısız olacağını halkımızın rahat olmasını söylemiştir.

 

Adnan Oktar: "Dünyanın telaş etmesine de gerek yok. Hiçbir şey olmaz. Bütün yurtdışından tanıdıklar yazıyorlar. BU VATANA, BU MİLLETE BİR ŞEY OLMAZ. Bu vatan, bu millet görevli. Yani İslam'ın nurunu yayacaklar, Türk İslam birliğini oluşturacaklar, deccaliyeti yok edecekler, İngiliz derin devletinin saltanatı bitecek, PKK diye bir şey yeryüzünden silinecek, kalmayacak. Bu millet kahramandır, delikanlıdır ve kabadayı millettir, yiğittir yani."

 

 

 

  Saat 01:06 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi askerlere 'fitnede itaat olmaz, polise ateş açılmaz’ demiştir.

 

Adnan Oktar: "Fitnede itaat olmaz. “Git polise bomba at" diyorsa bu dinlenmez. Haram olur, böyle şey olur mu? Canın pahasına kabul etmeyeceksin. Bu çok korkunç


bir şey, bu çok büyük günah yani. Değil mi? İnsan hayatı pahasına bunu kabul etmez. Çünkü yaşasan ne olur ondan sonra ya? Yaşasan ne olur yani?"

 

 

 

  Saat 01:10 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi askere çekilmesi çağrısında bulunmuştur.

 

Adnan Oktar: "Asker Güneydoğu'ya, PKK'ya. Sakın ha, büyük bir yanlış olmuş. Kim yaptıysa şeytandan Allah'a sığınsın. Euzu billahi mineş-şeytônirracım. Bismillahirrahmanirrahim deyip çekilsinler. Şeytan oyun oynuyor. İngiliz derin devleti büyük bir kahpelik içinde. Canlarını yaktık ya deşifre ettik ya cinnet geçirdiler. Akıllarını attılar. Hani "O öyle olmaz böyle olur" diyorlar. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Bu milleti yıkamazsınız. Asker de bizim polis de bizim, özel harekatçı da bizim. Hepsi bizim aslanımız. Millet de bizim, devlet de bizim, ülke de bizim."

 

 

 

  Saat 01:15 Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Hava, Kara ve Deniz komutanları da darbe girişimi ile ilgili açıklama yapmalı’ demiştir.

 

Adnan Oktar: "Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar da "Bu hareket TSK içindeki küçük bir grubun girişimi diye açıklama yapmış." Evet ama Hava, Kara, Deniz de açıklama yapsa çok iyi olur."

 

 

 

      Saat 01:16 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi askere zarar verilmemesini, halkın askere sarılıp bölgeden uzaklaştırmalarını söylemiştir.

 

Adnan Oktar: "Sakın askere bir şey yapmasınlar, bak çok önemli o. Onlar bizim çocuklarımız, sakın ha yani böyle heyecanlanıp bir şey yapmak değil de... Dönsünler... Yani o kadar. Neyse artık tabi bir kanuni hukuki girişimi de oluyor olabilir. Onu da


fazla büyütmeden kapatmak lazım. Askerlere karşı yani çocuklara karşı, onlara sarılsınlar, alıp kucaklayıp bir kenara alırsınız yani o şekilde yapsınlar..."

 

 

 

      Saat 01:20 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi ezan ve selanın sabaha kadar devam etmesi gerektiğini söylemiştir.

 

Adnan Oktar: "Allah Allah, maşaAllah. Bütün Türkiye'de ezan okunuyormuş şu an camilerde. Çok güzel. Türkiye'de hiç böyle saatlerce ezan ve sela okunmadı maşallah. Allah ne güzel kendisini andırıyor. Maşallah. Ne güzel kendini zikr eyletiyor. Hafız efendiler, müezzin efendiler dinlenip dinlenip okusunlar, devam etsinler ezana."

 

 

 

      Saat 01:21 Müvekkil Adnan Oktar’ın ilk anlarda yaptığı açıklamalar faydasını göstermeye başlamıştır.

 

Adnan Oktar: "Ama dikkat edin, bizim konuşmadan sonra "şok" kırıldı. Maşallah, yoksa bir şok vardı. Ama Allah'a çok şükür ilk açıklamamızdan sonra bir bereket, bir güzellik oldu. Hemen Tayyip Hocam açıklama yaptı, diğer kişiler açıklama yaptılar. Hemen yatıştı elhamdülillah."

 

 

 

 

 

      Saat 01:53 Müvekkil Adnan Oktar, darbe girişimi gecesi A9 TV’nin uydu yayınını kesmelerine rağmen internet yayını yapmaya devam etmiştir.

 

Adnan Oktar: "Kanalın yayınını kim durdurduysa Allah razı olsun. Bir hayır vardır, hikmet vardır. Bu teknolojiyi de görmüş olduk. Değil mi? Yani durmayız. EvvelAllah."


      Saat 01:56 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi bütün partileri birlik içinde olmaya çağırmıştır.

 

Adnan Oktar: "Şehitler olmuş, yaralılar olmuş. Onlar arslan, onlar cennet kuzusu. Oluyor, bizim tarihimizde bu tip şeyler oluyor. Ama milletçe birlik beraberlik içinde olalım, aman ha. CHP, MHP, Ak Parti sırt sırta. Sakın ha."

 

 

 

      Saat 02:01 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Özel harekâta saldırmak, halka helikopterden ateş açmak çok büyük günah1 demiştir.

 

Adnan Oktar: "Yani mesela çok büyük günah. Gölbaşında Özel Harekat Dairesi Başkanlığı'na bu olaylar ilk başlangıcında saldırıda 17 polisi şehit etmişler. Yazık günah değil mi ya? Bu canlar PKK ile çatışıyorlar bu arslanlar. Ne kadar büyük bir günaha girdiler. Ne kadar büyük bir hata oldu. Helikopterden falan ateş etmek çok büyük günah. Biz o helikopteri PKK ile mücadele için aldık."

 

 

 

      Saat 02:05 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Deccaliyet (İngiliz derin devleti zihniyeti) Türklere saldırır’ hadisini okumuştur.

 

Adnan Oktar: "Dün hadiste söyledim, "deccal Türkler'e saldırır" diyor. İngiliz derin devletinin kuyruğuna bastık ya. Cinnet geçirdiler ya, cinnet. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Asker bizim askerimiz. Bak aslanlarımızı kucakladık, kışlalarına gönderiyoruz. Bizim evlatlarımız. Sen ne yapıyorsun burada, ey İngiliz derin devleti, ne yapmaya kalkıyorsun?"

 

 

 

      Saat 02:08 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Ankara’da halk coşkuyla devletine askerine polisine sevecen bir yaklaşımla sahip çıksın’ demiştir.


Adnan Oktar: "Ankara'da da halk çok candan, coşkuyla devletine, milletine, askerine, polisine sahip çıksın. Rica ediyoruz, inşaAllah. Sevecen bir yaklaşımla."

 

 

 

      Saat 02:14 Adnan Oktar darbe girişimi gecesi yolların yaralılar için açık tutulmasını söylemiştir.

 

Adnan Oktar: "Bir de yollar açık tutulsun. Bu tip şeylerde bazen öyle yaralananlar oluyor. Bir şeyler oluyor, Allah esirgesin. Kolay hareket etmesi için arabaların iyi olur. Ama Ankara'da, İstanbul'da, her yerde devlete sahip çıkalım, millete sahip çıkalım. Askere, polise sahip çıkalım."

 

 

 

      Saat 02:26 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi olaydan haberi olmayan askerlere megafonla çağrıda bulunulmasını söylemiştir.

 

Adnan Oktar: "Birinci köprüde de çocuklar bilmiyorlar, asker. Anons yapılsın. Bitti yani bu konu kapandı. Birbirlerinden haberleri yok. Kışlaya çekilsinler. Askeri araç olmasa da otobüs getirsinler. "Bu otobüsle sizi geldiğiniz yere götüreceğiz" desinler. Değil mi? Korkuyorlar şimdi çocuklar orada. Hiç haberleri yok. "Biz bir olay var sizi oraya götüreceğiz mühimmatınızı alın."

 

 

 

      Saat 04:11 Müvekkil Adnan Oktar “darbe girişimi gecesi milletimiz yiğitlik destanı yazdı" demiştir.

 

Adnan Oktar: "Bütün milletimize geçmiş olsun. Allah sağlık, sıhhat, afiyet versin. Herkese uzun ömür, hidayet, nur versin Cenabı Allah. Niye böyle bir şey oldu? İşte ahir zaman. Cenab-ı Allah'ın takdiri. Ama milletin kabadayılığı, delikanlılığı destan. Ben böyle bir millet dünyada tanımıyorum. Her zaman söylüyorum alayı kabadayı."


 

 

      Saat 04:52 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Mehmetçik halka ateş etmez, ajan provokatör kullanılmış olabilir’ demiştir.

 

Adnan Oktar: "Bir de asker vatandaşa silah sıkmaz, olacak iş değil. Onda da bir gariplik var. Orada provokatör, ajan provokatör kullanmış olabilir. Yani Mehmetçik halka silah sıkmaz. Asla! Allah'tan korkar. Bizim kendi evladımız, olacak iş mi? "Mehmet ne yapıyorsun?" filan desen bitti. Olacak iş değil o. Özel ajandır o."

 

 

 

      Saat 06:19 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Ülkücüler, Alperenler, Ak Parti, CHP ve Saadet gençliği el ele bir yürüyüş yapmalı’ Demiştir.

 

Adnan Oktar: "Ülkücüler, Alperenler, Ak Parti Gençliği, Saadet Gençliği ve CHP Gençliği el ele bir yürüyüş yapsalar çok güzel olur."

 

 

 

      Saat 06:56 Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'Ülkücüler çok mübarek bir topluluktur’ her zaman vatanın hizmetindedirler1 demiştir.

 

Adnan Oktar: "Ülkücüler çok mübarek bir topluluktur. Bak her zaman milletin hayrına devreye girerler. Her zaman, her olayda yani inşaAllah. Çünkü Allah'tan korkan, Allah'ı seven ve devlet terbiyesi almış insanlar."

 

 

 

      Saat 10.10 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi aralıksız 12 saat canlı yayın yapmıştır.

 

Adnan Oktar: "'Hocamız yaklaşık on iki saattir yayına devam ediyor' diyor.

EvvelAllah. 'Adnan Abi senin uykun yok mu?' diyorlar. Var ama şimdi önemli bir şey.


Vatan, millet, bayrak meselesi. Şimdi benim uykum geldi deyip vurup kafayı yatacak

halimiz yok.”

 

 

 

 

      Saat 10:35 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi 'yaralılar için kan ihtiyacı olabilir herkes yardımcı olsun’ demiştir.

 

Adnan Oktar: "Binin üzerinde yaralananlar. Hakikaten kan ihtiyacı olur. En azından tedbirli olmakta fayda var. Yani rahat rahat kan bulunabilmesi için vatandaşlarımız sağlığı sıhhati yerinde olanlar kan versinler. Her yerde verebilirler. Yani bütün hastanelerde, Kızılay Kan Merkezlerinde. Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesi. Kardeşlerimiz Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesi'nde bu ibadetlerini yerine getirebilirler. Çünkü "bir can kurtarmak bir dünyayı kurtarmak gibidir diyor" Allah, inşaAllah. Bütün insanlığı kurtarmak gibidir."

 

 

 

      Saat 11:03 Müvekkil Adnan Oktar darbe girişimi gecesi her partiden gençleri nöbet tutmaya çağırmıştır.

 

Adnan Oktar: "CHP gençliği, Milliyetçi Hareket Partisi Gençliği, işte Hüdapar da efendim bu Büyük Birlik Partisi'nin Alperenleri arslanlarımız, Ak Partili Gençler aman ha, dinlensinler. Akşam sabaha kadar nöbetteyiz. İnşallah. Çünkü İngilizlerin devleti delirdi. Deccalin kuyruğuna bastık ya aklı gitti. "Deccal" diyor, "ancak bir kızma nedeniyle, kızdırma nedeniyle ortaya çıkar" diyor hadiste Peygamberimiz. Cinnet geçirdiler.”

 

 

 

Görüldüğü gibi, iddia makamının açık kaynak araştırmasıyla bile rahatlıkla erişebileceği söz konusu yayına ait deşifreler, tarihe düşülmüş bir not şeklinde ortadadır. A9 TV'ye ait tüm cihazlarla birlikte kanalın tüm arşivine savcılık talebiyle


el konulmuştur ve Emniyet Müdürlüğü adli emanetinde durmaktadır. İstenildiği takdirde erişilmesi son derece kolay bir delile erişmeden aksi yönde suç isnat etmek, iyi niyetle açıklanması son derece zor bir durum oluşturmaktadır.

 

 

 

İKİNCİSİ, iddia makamının itibarsızlaştırma ve müvekkil ve arkadaşlarının lehine karar verilmiş bir resmi raporu güya müvekkil aleyhineymiş gibi gösterme gayreti beyhudedir. Müvekkilin darbe karşıtı açıklamalar yaptığı o geceki canlı yayına dair RTÜK tarafından tanzim edilen ilk rapor 16.01.2017 tarihlidir. Bu raporda uzman görüşü alınan 15-16 Temmuz 2016 tarihli yayında YAYIN İHLALİ OLMADIĞI, ALINAN UZMAN GÖRÜŞÜNÜN DE YAYIN İHLALİ OLMADIĞI VE BU UZMAN GÖRÜŞÜNÜN

UYGUN OLDUĞU KANAATİNE VARILDIĞI beyan edilmiştir. RTÜK izleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanı Dr. Mehmet Çakırtaş'ın ve Üst Kurul Başkanı Prof. Dr. İlhan Yerlikaya'nın bu tespit altında "Ek'te sunulan izleme ve değerlendirme raporu ve rapora ilişkin yayın kaydı incelenmiştir. Yayın ihlali olmadığında dair UZMAN GÖRÜŞÜNÜN UYGUN OLDUĞU kanaatine varmıştır şeklindeki "uygunluk şerhi" ve imzaları bulunmaktadır. Bunun ekinde yer alan uzman raporunda ise özetle;

 

·               İncelemesi yapılan müvekkilin katıldığı canlı yayının 15.07.2016 tarihinde saat 23:50:24'te başladığı, 16.07.2016 tarihinde saat 08:02:16'da sona erdiği görülmüştür.

·               Söz konusu program boyunca Adnan Oktar, İTİDALLİ OLMAK GEREKTİĞİNİ VURGULAYAN, HALKI BİRLİK VE BÜTÜNLÜK İÇERİSİNDE KENETLENMEYE DAVET EDEN, BÖYLE BİR YANLIŞ GİRİŞİMİN ÜLKEYE ÇOK ZARAR VERECEĞİNİ, BİLAKİS PKK'YI İSE SEVİNDİRECEĞİNİ BELİRTEN SÖYLEMLERDE BULUNMUŞ, "VATANINI, MİLLETİNİ, DEVLETİNİ SEVEN BÖYLE BİRŞEY YAPMAZ" DEMİŞTİR.

·               SÖZ KONUSU YAYIN BOYUNCA MENFUR DARBE GİRİŞİMİNİN SON DERECE YANLlŞ VE TEHLİKELİ OLDUĞU, BÖYLE BİR DARBENİN MÜMKÜN OLAMAYACAĞI,


TOPLUMUN BİRLİK VE BERABERLİĞE HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK İHTİYAÇ DUYDUĞU, DEMOKRASİNİN İŞLEDİĞİ, ÇEŞİTLİ VESİLELERLE İFADE EDİLMİŞTİR.

·               Sonuç olarak A9 TV logosuyla yayın yapan A9 Televizyonu Dijital Yayıncılık Sanayi ve Tic. A. Ş. ünvanlı medya hizmet sağlayıcı yayın kuruluşunun bu yayınında herhangi bir hak ihlali olmadığı değerlendirilmiştir.

 

Üst kurul uzmanı Candan Sarıdoğan ve uzman Gül Gümüş imzalı olup RTÜK izleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanı Dr. Mehmet Çakırtaş'ın ve Üst Kurul Başkanı Prof. Dr. İlhan Yerlikaya'nun "uygunluk" şerhi düştüğü bu rapor, gerçek durumu net olarak ortaya koymaktadır: Müvekkil darbe teşebbüsü gecesi yaptığı canlı yayında ORTALI BİR TAVIR FİLAN SERGİLEMEMİŞ, KİMİN GALİP GELECEĞİNE GÖRE BEKLEYİP POZİSYON ALMAMIŞ, AÇIK VE SARİH ŞEKİLDE DEMOKRATİK HÜKÜMETTEN YANA TAVRINI GÖSTERMİŞTİR.

 

Somut gerçekler bu kadar berrak olduğu halde, iddia makamının bu rapora rağmen esas hakkındaki mütalaasında müvekkilin güya "darbe gecesi açıkça darbe karşıtı bir tavırla yayın yapmaktan ziyade, darbenin başarılı olma ihtimalini de değerlendirerek dengeli bir yayın siyaseti güttüğünü" iddia edebilmesi ne hukuk ne de insan aklının sınırlarıyla açıklanabilecek gibi değildir.

 

 

 

ÜÇÜNCÜSÜ, bu raporun ardından RTÜK Üst Kurulu 09.02.2017 tarihinde A9 TV'nin 15 ve 16 Temmuz 2016 tarihli yayınları hakkında toplanmış ve Toplantı No: 2017/6, Karar No:17 sayılı kararla 6112 sayılı kanun kapsamında İHLAL OLMADIĞI, DOLAYISIYLA  HERHANGİ  BİR  İDARİ  YAPTIRIM  UYGULANMASINA  GEREK

GÖRÜLMEDİĞİ tescillenmiştir. Bu karara rağmen iddia makamı ısrarla ve inatla esas hakkındaki mütalaasında müvekkilin darbe gecesi yaptığı yayını "açıkça darbe karşıtı bir tavırla değil, darbenin başarılı olma ihtimaline karşı dengeli bir yayın" olarak göstermeye çalışmıştır.


 

 

DÖRDÜNCÜSÜ, iddia makamı RTÜK Üst Kurul kararında karşı oylar bulunmasını ve bu karşı oy kullananlardan birinin de Üst Kurul Başkanı İlhan Yerlikaya olmasını kendi haksız tezine dayanak yapmaya çalışmıştır. Oysa kendisinin de çok iyi bildiği gibi hukukta tüm kurul kararlarında belli sayıda kurul üyesi görüş beyan etmekte, kararlar oy çokluğuyla veya oy birliğiyle alınmakta ve kesinleşmektedir. Örneğin yüksek yargıda alınan herhangi bir Yargıtay kararının altında da zaman zaman "karşı oy" şerhleri görülmektedir.

 

Ancak bu karşı oy yazısı, alınan kararı geçersiz kılmamakta, değerini düşürmemekte, alınan kararı tartışmalı hale getirmemektedir. Benzer şekilde, RTÜK Üst Kurulu tarafından alınan kararda da karşı oy kullanmış üyelerin bulunması, müvekkilimin lehine alınmış kararı tartışmalı hale getirmez. Karar açık ve sarihtir ve müvekkili iddia makamının mesnetsiz iddiasından aklamaktadır.

 

BEŞİNCİSİ, iddia makamının iddiasının aksine söz konusu kararda karşı oy kullanan üyelerin KARŞI OY GEREKÇELERİ GÖRÜNMEMEKTEDİR.

 

RTUK resmi internet sayfasında görüleceği üzere 09.02.2017 tarih 2017/06 nolu toplantıda toplam 60 ayrı karar alınmıştır. Bu alınan kararların hemen hemen hepsinde karşı oy/oylar bulunmaktadır. Ancak bu karşı oylardan sadece 58, 59, 60 sayılı kararlara ait karşı oy gerekçeleri bulunmaktadır.

 

Yani iddia makamının üyelerin karşı oy gerekçelerini görmeden kendince birtakım çıkarımlar yaparak kararı tartışmalı hale getirme çabası, sanıklara olan gerçek bakış açısını göstermektedir.

 

ALTINCISI, A9 TV yayınlarının incelendiği 09.02.2017 tarih 2017/06 Toplantı No'lu toplantıda alınan diğer kararların tamamında benzer karşı oyların olduğu görülmektedir. Örneğin anılan toplantıda alınan 60 ayrı karardan sadece A9 TV yayınlarının incelendiği 17 nolu kararın hemen öncesi ve sonrası numaralarla verilen


kararlara dahi baktığımızda karşı oylar olduğu görülmektedir.

 

Ayrıca HABERTÜRK gibi ana akım medyanın en önde gelen kanallarına yönelik kararlarda bile –A9 TV kararında olduğu gibi- darbe karşıtlığı içeren net cümlelerden alıntı yapılmayıp ihlal olmadığı kararı "haber verme hakkı", "basın özgürlüğü" gibi genel gerekçelere dayandırılmıştır.

 

Halbuki A9 TV yayınları hakkında verilen kararda, müvekkilin açık açık darbeye karşı durup demokrasinin yanında tavır gösterdiğine dair cümleleri alıntılanmış ve deyim yerindeyse dolu dolu bir karar verilmiştir. Ancak iddia makamı bu somut gerçekleri görmezden gelerek iyi niyetten uzak bakış açısını tekrar göstermiştir.

 

09.02.2017 tarih Toplantı No: 2017/06 Karar No:16 sayılı HALK TV hakkında verilen karar:

 

“...15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ve sonrasındaki canlı yayın süresince canlı bağlantılarla ve olay yerinden görüntülerle olayların ekrana yansıtıldığı bahse konu yayının haber niteliği taşıdığı kanaatiyle, söz konusu yayında, 6112 sayılı Kanun kapsamında ihlal olmadığı, dolayısıyla herhangi bir idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına...

 

Üst Kurul Başkanı İlhan YERLİKAYA, Üst Kurul Üyesi Hamit ERSOY, Nurullah ÖZTÜRK ve Taha YÜCEL'in karşı oyları ve oy çokluğuyla karar verildi."

 

09.02.2017 tarih Toplantı No: 2017/06 Karar No:19 sayılı HABERTÜRK TV hakkında verilen karar:

 

“...15 Temmuz 2016 günü gerçekleşen darbe girişimine ilişkin gelişmelerin, kullanılan ifadelerin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği kanaatiyle söz konusu yayında, 6112 sayılı Kanun kapsamında ihlal olmadığı, dolayısıyla herhangi bir idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına...

Üst Kurul Üyesi Taha YÜCEL'in karşı oyu ve oy çokluğuyla karar verildi..."

Daha yeni Daha eski