2. USULE İLİŞKİN SAVUNMALARIMIZ

 

MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARINA İSNAT EDİLEN DÜZMECE ÖRGÜT SUÇLAMASI MÜKERRER OLUP, CMK M.223/7 VE AİHS 7. EK PROTOKÜLÜ'NÜN

4. MADDESİNE AYKIRILIK TEŞKİL ETMEKTEDİR.

 

Bir sanık hakkında belirli bir fiilden dolayı verilmiş olan hüküm, kesinleştikten sonra herkesi bağlayıcı bir nitelik taşır. Kesin hükmün bulunmasının kabulü için açılan

davanın sanığın ve fiilin aynı olması gerekmektedir. Açılan davanın aynı olmasından maksat, bir ceza mahkemesi tarafından CMK md. 223'te sayılan hükümlerden birinin verilmiş olması ve bunun kesinleşmesidir. Bu kesin hüküm beraat veya mahkumiyet olabileceği gibi, düşme, red veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı da olabilir.

 

Fiilin aynı olması ise, kesin hükme konu olan fiille sonraki iddianamede sınırları çizilmiş olan ve kovuşturmaya konu fiilin aynı olmasıdır. Kesin hükümde belirtilen fiilin farklı bir hukuki nitelendirmeyle yeni bir soruşturmaya ve kovuşturmaya konu edilmesi de mümkün değildir. Sanığın aynı olması ise, kesin hükümde kimliği belirtilen kişi ile yeni kovuşturmada sanık statüsüne sokulan kişinin aynı olması anlamına gelmektedir. Bir kişi bir fiilden dolayı yargılanıp hakkında hüküm verilmiş ve bu da kesinleşmiş ise, artık aynı fiilden dolayı hakkında yeniden soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.

 

Böylece aynı sanık ve fiil hakkında kesinleşmiş bir hüküm varsa, yeni bir ceza davası açılamaz. Açılmışsa CMK md. 223/7 gereğince "red" kararı verilmelidir. Bu hüküm şu şekildedir; “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir". Bu surette bu düzenleme ile non bis in idem ilkesi açıkça benimsenmiştir. Bu ilke temel bir insani hak olarak kabul edilmiş ve uluslararası koruma altına alınmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'ne ek 7 nolu Prokotol'ün 4. maddesinde non bis in idem ilkesi güvenceye kavuşturulmuştur.


Müvekkil Adnan OKTAR'a ve diğer bazı sanıklara isnad edilen örgüt kurmak yönetmek ve üye olmak fiillerinin daha önce yargılamalara konu olması nedeniyle 07.01.2008 ve öncesi tarihini de kapsar şekilde bu davaya tekrar konu edilmesi non bis in idem ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.



 

Bu nedenle geçmiş tarihlerde verilmiş olan ve aşağıda detaylarını sunmuş olduğumuz bir örgütün mevcut olmadığına ilişkin değerlendirmeler içeren mahkeme kararlarının Mahkemeniz tarafından dikkate alınmasını talep etmekteyiz. Şöyle ki;

 

Savcılık iddianamesinin 19. Sayfasında, müvekkil ve arkadaşlarının güya 1979-1980'li yıllardan itibaren örgütlenerek ilk faaliyetlerine başladıklarını ve bugüne kadar geldiklerini iddia etmiştir:



 

Ancak söz konusu iddia, Savcılığın somut gerçeklerden ve müvekkil ile arkadaşlarına ait yargı kararlarından tamamen bihaber olduğunu veya bihaber gibi davrandığını göstermektedir. Çünkü müvekkil Adnan Oktar ve eski adıyla Bilim Araştırma Vakfı (BAV), yeni adıyla Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı (TBAV) camiası mensubu olan arkadaşlarının bir "SUÇ ÖRGÜTÜ" OLMADIKLARINA DAİR 1980'Lİ YILLARDAN BU YANA FARKLI TARİHLERDE VERİLMİŞ TAM 12 AYRI YARGI KARARI OLUP BU KARARLARIN TAMAMI KESİNLEŞMİŞTİR.

 

Bu kararlara konu soruşturma/davaların ortak özelliği ise; bugünkü müştekiler tarafından yapılmış bire bir aynı içerikte iddialardan ibaret olmasıdır. Nitekim 7.7.2020 tarihli duruşmanın I. Oturumunda bu husus, Av. Eşref Nuri Yakışan'ın beyanı sırasında Sayın Başkanı'nın da dikkatini çeken bir şekilde gündeme gelmiştir. Av. Eşref Nuri Yakışan beyanının bir bölümünde müvekkil ve arkadaşlarına yönelik 1999'da düzenlenen operasyonu takiben hazırlanan iddianameden bir bölüm okumuştur. İddiaların ve isnatların birebir aynı olması sebebiyle, Sayın Başkan halen devam eden yargılamaya konu iddianameden bir bölüm okunduğunu düşünerek Av. Eşref Nuri Yakışan'a müdahalede bulunmuştur:










Bu nedenle de huzurdaki soruşturma kapsamında müvekkil ve arkadaşlarına yöneltilen sözde "suç örgütü" isnadı mükerrer bir iddia olup CMK m.223/7 uyarınca bu iddia bakımından kovuşturma yürütülmesi imkansızdır. Ayrıca, Sayın Savcılığın iddianamesinde yer verdiği bu asılsız suç isnadı, AİHS 7. Ek Protokolü'nün "Aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı" başlıklı

4. Maddesi'ne açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu hususu biraz daha geniş olarak açmakta yarar bulunmaktadır.

 

1999 yılında suç örgütü iddiası ile müvekkil ve arkadaşları hakkında İstanbul C.B.Savcılığı’nca 1999/2525 hazırlık sayılı soruşturma açılmıştır. Bununla ilgili davada, İSTANBUL 2. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NİN 2006/26 ESAS SAYILI KARARI İLE ORTADA SUÇ ÖRGÜTÜNÜN OLMADIĞI VE SANIKLARIN BİR ARAYA GELİŞ NEDENLERİNİN SUÇ İŞLEMEK OLMADIĞI VE SANIKLARA İSNAD OLUNAN ŞANTAJ İDDİALARININ ASILSIZ

OLDUĞU KESİNLEŞMİŞTİR. Bu davada bir kısım sanıklar bakımından dava zamanaşımı süresi dolmuş, ancak aynı suçlamalarla yargılanan ve dosyaları ayrılmış bir başka kısım sanıklar bakımından yargılama devam etmiş ve bu sanıklar beraat etmişlerdir. Bu kararlar kesinleşmiştir. Beraat alınan bu davanın suç tarihi 12.11.1999 ve öncesini kapsamaktadır. Yani 1999 yılı öncesi yargı kararıyla aklanmıştır.

 

İddia makamı 2007 yılında verilmiş ve sonrasında bozulmuş olan Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararını ve 2006 tarihinde açılan ve 2 ayrı takipsizlik kararı sonrasında düşme kararı verilen dosyayı güya örgüt suçuna delil olarak göstermeye çalışmıştır. Bu hukuken kabul edilebilir bir hata olmayıp, vicdanen de iyi niyetli görülmemektedir.

 

İddia makamı mütalaasının 3. sayfasında "bugünkü yargılamanın üzerine güçlü bir ışık tutmakta" diyerek hukuken hatalı bir dayanağa gereğinden fazla önem atfettiğini göstermiştir. Halbuki kanımızca bir yargı mensubu ortaya koyduğu iddia, savunma ve delillere eşit oranda yaklaşmalı ve kendini haklı çıkarma endişesi


taşıdığına dair taraflar nezdinde bir intiba bırakmamalıdır. En önemlisi de dayanak yapılan deliller ve sunuş şekillerinde hukuka uygunluk normlarını gözetmelidir. Tabiri caizse zorlama mantıklarla kendi iddiasını haklı gösterme gayretinde olmamalıdır.

 

Öncelikle iddia makamının örnek verdiği Yargıtay 8. Ceza Dairesi 17.05.2007 tarih, 2006/2934E, 2007/3877K. sayılı kararına konu davayı kısaca incelememizin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Söz konusu dava neticesinde –daha önce sayısız kereler dile getirdiğimiz gibi- 58 KİŞİ HAKKINDA TAKİPSİZLİK, 2'Sİ YÖNETİCİ TOPLAM

6 KİŞİ HAKKINDA BERAAT, 10 KİŞİ HAKKINDA İSE ZAMANAŞIMI kararı verilmiştir.

 

Yargıtay 8. Ceza Dairesi yerel mahkemenin bu kararını zaman aşımı kararları açısından bozarken, VERİLMİŞ OLAN BERAAT HÜKÜMLERİ İSE KESİNLEŞMİŞTİR.

2007 tarihli bu kararının ardından dosya yerel mahkemeye dönmüş ve İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi 09.05.2008 tarih 2007/339E, 2008/129K sayılı kararıyla bir kısım sanıklar bakımından dosyanın tefrikine, bir kısım sanıklar bakımından zamanaşımına bir kısım sanıklar bakımından ise 10 ay ile 3 yıl arası değişen ceza kararlarına hükmetmiştir.

 

Ancak bu ceza kararı, Yargıtay kararının bir uzantısı olup her ikisi de dönemin 28 Şubat zihniyetinin bir tezahürü olarak verilmiş ideolojik kararlardır. Müvekkil ve arkadaşları 28 Şubat döneminde de benzer yöntemlerle mağdur edilmeye çalışılmışlardır. O dönemin aktörleri, yine o döneme ait en büyük silahlar olan işkence, tehdit ve haksız davalarla yıldırma gibi yöntemleri kullanmışlardır. Kaldı ki söz konusu dönemde FETÖ'nün yargıdaki yapılanması oldukça güçlüdür ve verilen ceza kararı FETÖ'nün bilindik yöntemlerinin neticelerinden biridir. İşte bu Yargıtay kararı ve devamındaki ceza kararı da o dönemden miras kalan zihniyetin bir başka tezahürüdür.


Nitekim HEM CEZA KARARI HEM DE 2007 TARİHLİ YARGITAY KARARI, TEMYİZ İNCELEMESİ ÜZERİNE YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ 28.12.2009 TARİH 2009/16616E, 2009/16649K SAYILI KARARI İLE ESASA VE USULE İLİŞKİN BİRÇOK CİHETTEN

BOZULMUŞTUR. Söz konusu karar, 2007 tarihli ilk kararı veren Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin başkan ve üyelerinin büyük oranda değişmesi ile birlikte bozulmuştur.

 

Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2009 tarihli bozma kararında; Adnan Oktar, Fırat Develioğlu, Ferhat Terkoğlu, Hatice Tijen Özdemir, Alev Ulaşoğlu ve Ersin Alacadağ'ın sorgularının yapılmadığını belirtmiştir. Yine davanın sanıklarından olan Uğur Örmen'in usulüne uygun savunmasının alınmadığını belirtmiştir. Ayrıca müdafisi davadan çekilen sanıklara bu durumun bildirilmemesi, sanık Ersin Alacadağ hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının usulüne uygun olarak verilmemiş olması vs gibi birçok usuli eksiklik ve hatadan dolayı karar bozulmuştur.


GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE SANIK SORGULARI YAPILMADAN, SAVUNMALAR USULE UYGUN ALINMADAN ÜSTELİK BİRÇOK USULİ HATA YAPILARAK VERİLMİŞ BİR CEZA KARARI BULUNMAKTADIR. ANCAK NE VAR Kİ, SANIKLARIN ISRARLA DİLE GETİRDİĞİ TÜM BU HATALAR YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ HEYETİNİN DEĞİŞMESİNDEN SONRA FARK EDİLEBİLMİŞTİR. SADECE BU DURUM BİLE VERİLEN KARARIN DÖNEMİN İDEOLOJİK ŞARTLARININ ETKİSİ ALTINDA VERİLDİĞİNİ SOMUT OLARAK GÖSTERMEKTEDİR.



 

Nitekim sadece 2007 tarihli Yargıtay kararı bozulmamış, CEZA KARARINI VEREN HAKİMLERİN DE BAHSE KONU HUKUKA VE USULE AYKIRI UYGULAMALARI NEDENİYLE HSYK 3. DAİRESİ 14.02.2012 TARİH 2012/1086 K. SAYILI KARARIYLA "KISMEN İNCELEME İZNİ" VERİLMİŞTİR.

 

Ayrıca iddia makamı mütalaasının 6. sayfasında yer verdiği "Devamlılık" başlığının altında, "Örgüt hakkında 2006 yılında açılan soruşturmada içeriğinde adli tıp raporları olan birçok çok mağdur müşteki ve reşit olmayan kız çocukları günümüzdeki ifadelerle


hemen hemen aynı mağduriyetlerle şikayetçi oldukları görülmüştür." diyerek benzer bir hataya düşmüştür.

 

İddia makamının kendince dayanak gösterdiği bu soruşturma hakkında 20.05.2008 tarih, 2008/6036K. ve 05.02.2009 tarih, 2008/17141K. sayılı 2 ayrı takipsizlik kararı verilmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22.12.2011 tarih ve 2011/7963E., 2011/30515K. sayılı kararıyla davanın düşmesine karar verilmiştir.

 

Dolayısıyla Savcılığın iddianamesinde yer alan, 1979-1980 yıllarından itibaren örgütlenmeye başlandığı iddiasının doğru olmadığı kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla sabittir.

 

Müvekkil ve arkadaşları hakkında beraat kararı sonrasında da çok kez aynı isnatlarla suç duyurusunda bulunulmuş ise de bu iddiaların asılsız olduğu anlaşılmış ve müvekkil ve arkadaşları hakkında birçok takipsizlik kararı verilmiştir. Yine başta Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, Prof. Dr. Ahmet Gökçen, Prof. Dr. Emin Artuk, Prof. Dr. Caner Yenidünya, Prof. Dr. Ümit Kocasakal, Prof Dr. Doğan Soyaslan, Prof. Dr. Turhan Turan Yüce, Prof. Dr. Çetin Özek, Prof. Dr. Bahri Öztürk, Prof. Dr. Erol Cihan olmak üzere ülkemizin en yetkin ceza hukukçularının müvekkilimin dahil olduğu arkadaş grubunun suç örgütü olmadığı yönünde bilimsel uzman mütalaaları bulunmaktadır.

 

Müvekkil ve arkadaşları hakkında sözde örgüt suçlamasıyla daha önceden açılan soruşturma/davalar ve verilen kesinleşmiş takipsizlik/beraat kararları şu şekildedir:

 

·               İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22.01.2007 tarih 2006/26 E. 2007/7K sayılı davasında "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve yönetimde yer almak, tehdit ile menfaat sağlamak" suçlamalarından beraat kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 05.06.2015 tarih 2012/32 E. 2015/185 K sayılı davasında "çıkar amaçlı örgüt kurmak" suçlamaları hakkında zamanaşımı kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.


·               İstanbul C.B.Savcılığının 31.12.2002 tarih 2002/60013 sor. 2002/18838 K sayılı soruşturmasında "çete yönetmek, çete adına faaliyette bulunmak, 3682 sayılı adli sicil kanunun 5. ve 6. Maddelerine muhalefet, basın yoluyla hakaret, cürüm delillerini yok etme, hukuka ve kanuna aykırı kitap yayınlamak" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul C.B.Savcılığının 27.03.2006 tarih 2005/51724 sor. 2006/2432 K sayılı soruşturmasında "haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurmak, ölümle tehdit, iftira, eziyet, hakaret" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul C.B.Savcılığının 18.10.2005 tarih 2005/27549 sor 2005/12003 K sayılı soruşturmasında "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, bu teşekküle üye olmak, cürüm delillerini yok etmek, tehdit, şantaj, hakaret" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul C.B.Savcılığının 05.03.2009 tarih 2008/17141 sor 2009/2493 K sayılı soruşturmasında "suç işlemek için örgüt kurmak, yönetmek ve üye olmak, reşit mağdurenin zorla kaçırılıp alıkonulması" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul C.B.Savcılığının 05.05.2010 tarih 2009/9321 sor. 2010/7322 K sayılı soruşturmasında "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yalan tanıklık, iftira, suç isnat etmek" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul Anadolu C.B.Savcılığının 13.01.2014 tarih 2014/14835 sor. 2014/37649 K sayılı soruşturmasında "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma" suçlamasından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul C.B.Savcılığının 29.11.2016 tarih 2016/142951 sor. 2016/76647 K sayılı soruşturmasında "silahlı terör örgütüne üye olma" suçlamasından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.

·               İstanbul Anadolu C.B.Savcılığının 17.05.2017 tarih 2017/23371 sor. 2017/47753 K sayılı soruşturmasında "örgüt üyesi olma" suçlamasından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.


·               İstanbul Anadolu C.B.Savcılığı Örgüt, Kaçakçılık ve Mali Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından verilen 02.07.2018 tarihli (polis operasyonundan sadece 9 gün önce) verilen kararda, müvekkil ve arkadaşlarının bir suç örgütü olmadıkları ve vakıfların ise yasal olarak kurulmuş, legal faaliyetler yapan vakıflar olduğu belirtilmiştir.

 

Özetle, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının suç örgütü olduklarına emare teşkil edebilecek tek bir yargı kararı bulunmazken, aksi yönde yani suç örgütü olmadığını gösteren sayısız yargı kararları vardır. 1979-02.07.2018 DÖNEMİNİ KAPSAYAN BU KARARLAR ortada dururken aynı iddiayı ve aynı tarihleri tekrar soruşturmak/kovuşturmak hukukun en temel ilkesi olan "aynı konuda iki yargılama olmaz" (non bis in idem} kuralına ve AİHS 7. Ek Protokolü'nün "Aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı" başlıklı 4. Maddesi'ne açıkça aykırılık teşkil etmektedir.

 

İDDİANAMEDE GERÇEĞE VE HUKUKA AYKIRI DELİLLERE DAYANILMIŞTIR.

 

İddianame esas itibarıyla müşteki olduklarını ileri süren ve geçmişte bu grup içerisinde yer alan bazı kişiler ile 11.07.2018 tarihli operasyon sonrasında tutuklanan, ancak bu durumdan kurtulmak için etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacıyla itirafçı olmaya karar veren bazı sanıkların gerçeğe aykırı beyanlarına dayandırılmıştır. Müşteki olduklarını ileri süren kişiler birbirleriyle tutmayan, çelişkili ve soyut ifadeler vermişler, sözde örgütün yapısını anlatırken farklı teşkilat şemaları ortaya atmışlardır. Müştekilerden bir kısmı geçmişte arkadaş grubu içerisinde yer almış, ancak zamanla kendi istekleriyle ayrılmışlardır. Bununla birlikte özellikle bazı müştekiler müvekkil Adnan OKTAR ve arkadaşlarına hasımca davranışlar sergilemişlerdir. Dolayısıyla soruşturma evresinde vermiş oldukları ifadeler de bu husumetin birer yansımasıdır. Bu nedenle ifadeleri gerçeği yansıtmamaktadır. Yargılama sırasında delilleriyle ortaya koyduğumuz üzere dosyada müşteki olan diğer kişiler de bu husumetli müştekilerin yönlendirmesi ve baskısı altında, dikte ettirilen


yalanları tekrarlamak zorunda kalmışlardır.

 

Yine 11.07.2018 tarihli operasyonda gözaltına alınıp, ardından tutuklanan bazı sanıklar etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabilmek için sözde itirafçı olmuşlar, bunun karşılığında tahliye edilmişlerdir. Tahliye olabilmek için de iddia makamının duymak istediği hususları söylemişlerdir. Bu durum da göstermektedir ki, bu şüphelilerin beyanları hem özgür iradelerine dayanmamaktadır hem de isnat edilen suçlardan ve tutukluluk koşullarından kurtulmak amacıyla ortaya attıkları gerçeğe aykırı birtakım senaryolardan ibarettir.

 

Yine iddianame 11.07.2018 tarihli operasyon sırasında el konulan bazı bilgisayar ve cep telefonlarında bulunduğu iddia edilen çeşitli görüntü ve yazılara dayalı olarak hazırlanmıştır. Ancak bu bilgisayar ve cep telefonlarındaki arama, kopyalama ve el koymalar Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 134. maddesine aykırı bir şekilde yapılmıştır. CMK md. 134 bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbirini düzenlemiştir. Buna göre, bilgisayar ve bilgisayar kütüklerine el konulmaksızın sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyasının da alınması suretiyle işlemin gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu durumda kopyası alınan veriler hakkında tutanak tutulması ve ilgililer tarafından imza altına alınması gerekir. Bilgisayarlara, bilgisayar programlarına ve kütüklerine el konulması ise üç halde mümkündür. Buna göre, bilgisayarlara, bilgisayar programlarına ve kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması ya da işlemin uzun sürecek olması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için el koyma işlemi yapılabilir. Bilgisayar ve bilgisayar kütüklerine el konulması işlemi esnasında sistemdeki bütün veriler yedeklenir. Bu yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilmeli ve bu husus tutanağa geçirilmelidir.

 

Dava konusu olayda yapılan polis operasyonu sırasında bilgisayar ve akıllı cep telefonlarına şifreli olanların sahipleri tarafından şifreleri söylenmesine rağmen el


konulmuştur. Burada işlemin uzun sürecek olmasına dayanılarak el konulmuş olsa bile, bu bilgisayar ve akıllı cep telefonlarında kayıtlı hiçbir veri yedeklenmemiştir. BU DURUM DELİLİ HUKUKA AYKIRI HALE GETİRDİĞİNDEN DELİL OLARAK DA KULLANILMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR. Ayrıca bilgisayar ve akıllı cep telefonlarının şifrenin çözümünün yapılmasından ve gerekli kopyaların alınmasından sonra "gecikme olmaksızın" iade edilmesi gerekirken bugüne kadar hiçbiri iade edilmemiştir.

 

Ayrıca polis operasyonu yapılan adresler arama ve el koyma işlemlerinin devam ettiği sıralarda basına ve insanlara açık tutulmuştur. Delil araması yapılan alanlar korunaksız ve müdahaleye açık şekilde bırakılmıştır. Birçok TV kanalı muhabiri bu alanlarda çekimler yapmış, dolap içlerini, yatak altlarını, elbise ceplerini vs karıştırmışlardır. Arama işlemlerine katılan polis memurları ise suiistimale açık şekilde arama ve el koyma işlemlerini gerçekleştirmişlerdir. İlerleyen bölümlerde detaylıca izah edeceğimiz üzere bilgisayar, hard disk, cep telefonu gibi hassas ve önemli dijital materyaller mühürlü delil torbasında değil ağzı açık çöp torbalarında taşınmış, sağda solda bırakılmış, basının ve insanların müdahalesine açık şekilde sergilenmiş ve taşınmıştır. Bu hususlara dair bazı fotoğraf kareleri ilerleyen bölümlerde gösterilecektir.

 

Husumetli müştekiler bu korunaksız şekilde tutulan delillerin bulunduğu adreslere ve hatta emniyete dahi ellerini kollarını sallayarak girebilmişlerdir. Emniyette HASH değeri alınmayan ve yıllar boyunca inceleme işlemlerine başlanmayan dijital materyallerin bir kısmı hukuksuz bir şekilde açılmıştır. El konulan bazı cep telefonlarının emniyet içerisinde sinyal verdikleri, açık tutuldukları vs bilinmektedir. Durum böyleyken iddianameye dayanak yapılan delillerin sıhhatinden bahsetmek söz konusu değildir. Kaldı ki CMK usullerine aykırı şekilde el konulmuş olan bu dijital materyallerden çıktığı iddia edilen delillerin hiçbirisinin delil hükmü yoktur ve ne yargılamaya ne de hükme konu edilemezler.


Daha yeni Daha eski