Yaklaşık 1,5 yıl boyunca, Adnan Oktar davasının görüldüğü Silivri duruşma salonlarında gerçek bir yargılama yapılmamıştır. 11 Ocak 2021 tarihinde görülen karar duruşması sonrası yayınlanan kısa kararda Sayın Mahkeme Heyeti, "suçu inkara yönelik savunmaları ve pişmanlık gösterememeleri" (!) gerekçesiyle tüm sanıklara en üst sınırdan cezalar yağdırmıştır. Fakat sanıkların ne gibi bir suç işlediklerinden ve bunu nasıl tespit ettiğinden hiçbir şekilde bahsetmemiştir. 

Bahsetmemiştir; çünkü operasyon gününden beri tekrarladığımız ve mahkemede tam anlamıyla ortaya çıktığı şekilde ORTADA NE BİR SUÇ NE DE SUÇ İŞLEYEN İNSANLAR VARDIR. 

ELBETTE Kİ HİÇBİR SUÇ İŞLEMEMİŞ, MASUM OLDUĞUNUN BİLİNCİNDE OLAN İNSANLAR, ÜZERLERİNE ATILAN İTHAMLARI, İFTİRALARI REDDEDER, SUÇSUZ OLDUKLARINI SAVUNURLAR. BUNDAN DAHA DOĞAL NE OLABİLİR? MASUM BİR İNSANIN, İŞLEMEDİĞİ SUÇLARDAN, KENDİSİNE ATILAN İFTİRALARDAN "PİŞMANLIK GÖSTERMESİNİ" BEKLEMENİN AKIL TUTULMASI DIŞINDA NASIL BİR AÇIKLAMASI OLABİLİR?

Gerek fezlekede, gerek iddianamede, gerek savcılık mütalaasında gerekse son mahkeme kararında sürekli olarak tekrar edilip duran hayali "SUÇ"UN NE OLDUĞU VE NASIL İŞLENDİĞİ MAHKEME HEYETİ TARAFINDAN BİR TÜRLÜ AÇIKLANAMAMIŞTIR. 

O halde mahkeme heyeti bir suçun varlığından ve onu işleyenlerin camiamız olduğundan NASIL BU KADAR EMİN OLMUŞTUR? 

HANGİ DELİLE DAYANMIŞTIR? 

BU DELİL NEDEN DAVA DOSYASINDA YOKTUR? 

Dava dosyasında suça dair delil yoktur; ihtiyaç da duyulmamıştır. Mahkeme heyeti de zaten kararını bir delile dayandırmamıştır. Heyetin eminliği ise, bu dava hakkındaki KARARIN DAHA EN BAŞTAN verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. 

Karar daha en başından verilmiş olduğu için;

– 1,5 yıldır devam eden mahkememiz esnasında getirdiğimiz HİÇBİR DELİL İNCELENMEMİŞTİR. 

– Dosyaya sunduğumuz sayısız teknik delil YOK SAYILMIŞTIR

 TANIKLARIMIZ DİNLENMEMİŞTİR

– Tanık dinlenmesi konusundaki tüm taleplerimiz MAHKEME BAŞKANI TARAFINDAN REDDEDİLMİŞTİR. 

– Bir mahkemenin en önemli aşaması olan DELİL TARTIŞMASI süreci, avukatlarımızın sayısız talebine rağmen YARGILAMAYA ETKİ ETMEYECEĞİ GEREKÇESİYLE YAPILMAMIŞTIR. 

– Mahkemeye sunduğumuz 35 adet UZMAN MÜTALAASI YOK SAYILMIŞTIR. 

– İddia edilen suçların gerçekleşmediğini gösteren, duayen Yargıtay üyeleri ve bilirkişiler tarafından hazırlanmış UZMAN MÜTALAALARININ YERİNE müştekilerin İFTİRALARI ESAS ALINMIŞTIR. 

– ASKERİ CASUSLUK suçlaması için DIŞİŞLERİ BAKANLIĞININ VE MİT'İN "BURADA SUÇ YOKTUR" tebligatı GEÇERLİ SAYILMAMIŞ, onun yerine bir etkin pişmanın bir cümlelik yalan beyanı üzerinden CEZA VERİLMİŞTİR. 

– Bilirkişi raporuyla bir email mesajlaşmasının dava dosyamıza BELGEDE TAHRİFAT VE SAHTECİLİK YÖNTEMİYLE EKLENDİĞİ ispat edilmiş, FAKAT MAHKEME HEYETİ, kumpası belgeleyen bu sahte eklenti email üzerinden sanıklara FETÖ'YE YARDIM CEZASI VERMİŞTİR

 Belirtilen tarihlerde yurt dışında olduğunu pasaport kayıtlarıyla belgeleyen arkadaşlarımıza, O TARİHLERDE TÜRKİYE'DE BULUNAN GENÇ KIZLARA CİNSEL TACİZDEN 30'AR 40'AR YIL CEZA VERİLMİŞTİR. 

GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ, ORTADA HİÇBİR SUÇ DELİLİ OLMAMASINA, DELİLLERİ İNCELEMEMESİNE, DAHASI İDDİALARI ÇÜRÜTEN YÜZLERCE KARŞI DELİLE RAĞMEN MAHKEME HEYETİ, SUÇUN İŞLENDİĞİNDEN ŞAŞIRTICI ŞEKİLDE EMİN OLMUŞTUR. BUNUN NEDENİ GERÇEKTE SUÇ VE SUÇLU ARAMAMASI, BAŞTAN BELİRLENMİŞ BİR KARARI UYGULAMAYA GEÇİRMESİDİR. 

BÖYLE BİR HUKUK ANLAYIŞI DÜNYA ÜZERİNDE YOKTUR. 

Mahkemenin hiçbir delilimizi incelemek İSTEMEMESİNİN, delil tartışması aşamasını BİLEREK ATLAMASININ, tanıklarımızı dinlememesinin tek sebebi, BU DAVANIN BİR KUMPAS DAVASI OLDUĞUNU VE BİZLERİN TÜMÜYLE SUÇSUZ OLDUĞUMUZU ÇOK İYİ BİLMESİDİR. 

Delillerimizin ortaya sunulması, delil tartışması yapılması, mütalaalarımızın dikkate alınması ve tanıklarımızın dinlenmesi şeksiz şüphesiz suçsuz olduğumuzu ortaya koyacağından, hatta suçsuzluğumuzu inkar edilemez bir hale getireceğinden SAVUNMANIN BU HAYATİ EVRELERİ ES GEÇİLMİŞTİR. 

Sanık savunmaları, oldukça gergin şartlar altında, sürekli Mahkeme Başkanı tarafından kesilerek ve yüksek sesle müdahaleler eşliğinde olmuştur. Avukatlarımız dahi defalarca terslenmiş, susturulmuşlardır. Mahkeme Heyeti, müştekilerin ve vekillerinin galiz iftira, hakaret ve karalama içerikli konuşmalarını sonuna kadar kesmeden dinlerken, sanık vekiller bu hakaret, iftira ve yalanlara karşı savunma yapmak için söz almak istediklerinde kimi zaman Mahkeme Başkanı tarafından azarlanarak salon dışına çıkarılmışlardır. Buradaki tek amaç, doğruyu söyleyen bu suçsuz insanların savunma gücünü mümkün olduğunca kırabilmek ve onlara suçlu muamelesi yapabilmektir. 

Mahkemenin dikkate aldığı tek şey, baskı ve tehditle devşirilmiş müşteki ve etkin pişmanlara zorla anlattırılan uydurma hikaye, yalan ve dedikodulardır. Kısaca, MAHKEMENİN SANIKLARA HİÇBİR DELİL GÖZETMEDEN MÜEBBET CEZALAR VERMESİ İÇİN SADECE DEDİKODULAR YETERLİ OLMUŞTUR

ÖZETLE MAHKEME, EN BAŞTAN ALINMIŞ BİR KARARI UYGULAMIŞ VE BU NEDENLE YARGILAMAYA BİLE GEREK DUYMAMIŞTIR. 

Mahkemenin kararına elbette saygılıyız. 

Fakat Türk hukuku açısından acı olan, bu mahkeme sürecinde HUKUKİ HİÇBİR HAKKIMIZI KULLANAMAMIŞ OLMAMIZDIR. Türk hukuku açısından bir başka acı durum ise, Mahkeme Heyeti'nin SAVUNMANIN TEK BİR DELİLİNE BİLE BAKMAMIŞ OLMASIDIR. 

Bizler bu süreçte, Heyet ve Mahkeme Başkanı'nın yaptığı tüm garip uygulamalara, yüzlerce hukuksuzluk ve usulsüzlüklere özellikle ses çıkarmadık. Bütün bu usulsüzlüklere rağmen heyeti özellikle reddetmedik. 

Çünkü bu heyetin bizim davamız için özellikle seçildiğini, ceza vermek üzere görevlendirildiğini en başından beri biliyorduk. 

Ancak bizler duruşmalar boyunca nasıl bir uygulama olacağını izlemeyi tercih ettik; bekledik ve sabırla seyrettik. Hak etmediğimiz sayısız kötü ve olumsuz davranışa rağmen her zaman gayet saygılı davrandık. Özel bir kumpas davasının içinde olduğumuzun ve karşımızda özel bir mahkeme olduğunun bilincindeydik. 

Tüm baskılara rağmen, masumiyetimizi, tüm gerçekleri ve tüm delilleri görerek Mahkeme Heyeti'nin fikrinin değişeceğine, dürüst davranacağına inanmak istedik. Masumiyetimizi görerek, bir kısım çevrelerin kendisine dayattığı ceza kararına yanaşmayacağına, vicdanını dinleyeceğine ve en azından dosyadan çekileceğine ihtimal verdik

Bu kanaatimizi oluşturan unsur ise, Mahkeme Başkanı'nın daha ilk baştan bu davaya bakmak istememesi oldu. Bir hakimin bir davayı almak istememesinin yegane sebebi, o dava üzerinde oyunlar dönmesi, hakimin hakimlik görevini yapamayacak şekilde abluka altına alınmasıdır. Bu davada da böyle oldu. 

Yargılamalar boyunca camiamıza sunulan tek seçenek etkin pişmanlıktır. Soruşturma, başından beri "etkin pişman, (sözde) iftiracı olun kurtulun, yoksa yok olun" stratejisi üzerinden kurgulanmıştır. Kim, "evet ben yaptım" der ve işlemediği suçu kabul ederse SINIRSIZ AFFEDİLMEKTEDİR. Keza, davamızın karar duruşması sırasında etkin pişmanlar arasında 85 yıl hapis cezası alanlar hakkında dahi TUTUKLAMA KARARI ÇIKARILMAMIŞ ama 2 yıl ceza almış olan sanıklar duruşma sırasında apar topar tutuklanmışlardır.

Nitekim, kısa hükümde Mahkeme Heyeti'nin bahsettiği "iNKARA YÖNELİK SAVUNMALARI VE PİŞMANLIK GÖSTERMEMESİ" sözünün anlamı da budur. Daha geniş bir ifadeyle, "İşlemediğiniz suçu inkar ederseniz, tek bir iftira cümlesi üzerinden 30'ar, 40'ar yıl ceza alırsınız; ama 'işlemediğiniz suçu işledim, pişman oldum' derseniz kurtulursunuz" denmektedir. Bunu demeyenleri yargılama lüzumu dahi görülmemiştir. 

Olmayan suçun pişmanlığı olmaz. SUÇ YOKSA YOKTUR. İlla ki bir suç oluşturmaya çalışmak, olmayan suçun üzerinden insanları pişman olmaya zorlamak akıl alır gibi değildir. Suçlamada bulunan karşı tarafken, kendileri bu iddiayı ispat etmeye hiç yanaşmamakta, bizlerden suçsuz olduğumuzu ispat etmemizi beklemektedirler. 

Hatta daha da ötesi, "peşinen suçu kabul edin sonra da pişman olduk deyin" denmektedir. 

Bu dava, tüm zorluklara ve iftiralara rağmen, suçsuzluğumuzu ispat ettiğimiz, vicdanlarda aklandığımız bir dava olarak tarihe geçmiştir. 

SANIKLARIN ETKİN PİŞMANLIĞA MECBUR BIRAKILDIĞI, AKSİ TAKDİRDE İŞLEMEDİKLERİ SUÇLARDAN MÜEBBET HAPİS CEZALARI ALDIĞI BİR DAVA TÜRÜ, TARİHTE İLKTİR. BÖYLE BİR HUKUK ANLAYIŞI GÖRÜLMEMİŞTİR. BUNUN HUKUKLA YAKINDAN UZAKTAN İLGİSİ YOKTUR. 

ADNAN OKTAR DAVASININ BİR KUMPAS DAVASI OLDUĞUNU, GERÇEK BİR DAVA OLMADIĞINI BUGÜN TÜRKİYE'DE GÖRMEYEN BİLMEYEN NEREDEYSE KALMAMIŞ DURUMDADIR. 

Bu konuda şüphesi olan bile varsa, verilen akla, izana ve vicdana aykırı karardan sonra tüm şüphelerinden arınmıştır. 

Ayan beyan ortada olan bu durum, davanın 2 müştekisi ve 1 etkin pişmanı tarafından dosyanın savcısına yapılmış olan bir ziyaret sırasında açıkça konuşulmuştur. Söz konusu etkin pişman ve 2 müşteki, savcımıza, dosyamızda müşteki olan başkaca şahıslar ve bazı kamu görevlileri tarafından, hangi müşteki kızın, hangi sanığa, nasıl bir suçlamada bulunacağına dair bir plan yapıldığı, tecavüz suçlamalarında bulunması planlanan devşirilmiş müşteki kızların sanıklardan belli kişilerle kağıt üzerinde paylaştırılarak eşleştirildiği ve sanıklara yönelik suçlamaların bu plana göre yapıldığına ilişkin bilgi vermişlerdir. 

Cumhuriyet savcısı bu bilgiler üzerine, "ONLAR ÇIKARSA BİZ GİRERİZ İÇERİ" demiş ve dosyaya nasıl "mecbur bırakıldıklarını" şu sözlerle anlatmıştır:

"HERKES ÇEKİLDİ BENİM KUCAĞIMA ATTILAR DOSYAYI. BENİ ORTAYA ATTILAR, KENDİLERİ TAKILIYOR. OLAY BENİM BAŞIMA KALDI. ÖRGÜTE SOKAMIYORUZ. FETÖ YOK. TECAVÜZ, ZORLAMA OLMADIĞI DA AÇIK. KÜÇÜK KIZ KONUSUNDAN DA BİR ŞEY ÇIKMAZ. ZATEN BİZ BURADA NE VERSEK YARGITAY'DAN DÖNER."

Bu görüşmenin detayları hem HSK'ya hem de yargılandığımız İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'ne bildirilmiştir. 

Davamızın özeti, bir bakıma yukarıdaki konuşmadır. 

"İNKARA YÖNELİK SAVUNMA VE PİŞMANLIK GÖSTERMEME" cümlesinin tercümesi, "dağılmak istemememizdir"Belli ki kumpasın amacı sadece bizleri dağıtmaktır. Kumpasçıların hüsranı ise, BUNU BAŞARAMAMIŞ OLMALARIDIR. 

KUŞKUSUZ Kİ ALLAH, HAKİMLERİN HAKİMİDİR. Gerçekler elbet ortaya çıkar, adalet mutlaka yerini bulur, haklılar mutlaka şereflenir. Şu ana kadar güzellikle sabrettiğimiz gibi, bizim için bundan sonra da asıl olan Allah için güzel bir sabırdır. 

Ancak, gerçekler gizli kalmamalıdır. Bu aşamada yaşananların kamuoyu nezdinde bilinmesi elzemdir. Çünkü yaşadığımız hukuksuzluklar, Türk halkının tamamı için bir tehlikedir. Bir kişiye sirayet eden adaletsizlik, yarın öbür gün bin kişiye sirayet edebilir ve bu olduğunda, artık bir tedavi ve telafi yolu kalmamış demektir. Bu felaketle karşılaşmadan, gerekli tedbirlerin alınması şarttır. 

Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla arz ederiz.

Daha yeni Daha eski