Adnan Oktar davasında, dosyada hiçbir somut ve gerçek suç unsuru ve suç kanıtı bulunmadığı için kurgu isnatlardan biri olarak kısa yoldan, (sözde) "18 yaş altı kızlara cinsel taciz" suçlamasına başvuruldu. Bu, özellikle seçilmiş bir suçlamaydı. Dava, özellikle kamuoyunda bir algı oluşturmaya yönelik kurgulandığı için toplumun hassas sinir uçlarını hedeflemek, böylelikle Adnan Oktar camiasına yönelik öfke oluşturulmak isteniyordu. Diğer yandan da bu suçlama büyük bir infial konusu olduğu için mahkemenin de ağır baskı altına alınarak sanıkların mümkün olduğunca uzun süre tutuklu tutulabilmeleri ve en üst sınırlardan cezalandırılabilmeleri hedeflenmişti.

Kumpas davasının kurgu senaryoları için ilk planda bazı kızlar müşteki yapılmak amacıyla özel olarak seçildi. Bu kızlar, çeşitli kirli yöntemlerle davaya dahil olmak zorunda bırakıldı. Bu da üç ana yöntemle oldu:

Husumetli müştekiler tarafından,

1. Bazı yaşı küçük kızlara güzel bir gelecek, geniş maddi imkanlar, iyi okullarda okuma rahat ve konforlu bir yaşam sürme gibi VAAT VE GARANTİLER verilerek;

2. Bazı küçük kızlar, şikayetçi olmadıkları takdirde İNTERNET VE SOSYAL MEDYA ÜZERİNDEN ÇEŞİTLİ İFTİRA VE KARALAMALARLA kamuoyuna rezil edilmekle, insan içine çıkamayacak, hiçbir sosyal ya da iş çevresine kabul edilmeyecek hale getirilmekle korkutularak;

3. Mali Şube'deki bazı işbirlikçileri vasıtasıyla bu kızlar, soruşturmaya "şüpheli" sıfatı ile ekletilip haklarında yurt dışı yasağı çıkartılarak. Kendisini şüpheli listesinde görerek dehşete kapılan bu zavallı çaresiz kızlar da, bir sonraki aşamada DİĞER ŞÜPHELİLER GİBİ TUTUKLANMALARININ KAÇINILMAZ OLDUĞUNU BİLDİĞİNDEN, kurtuluşu zoraki şikayetçi olmakta buldular. (Zaten kendilerine tek kurtuluş yolu olarak bu gösterildi.)

Ardından sıra, bu kızlara anlattırılacak senaryolara geldi. İlk önce kendilerinden (sözde) "kendilerini kurtarmaları için" masa üstünde hazırlanmış belli yalanları söylemeleri istendi. Bu yalan beyanları vermek zorunda kalan kızlar, konunun bununla gelip geçeceğini, üstlerindeki baskı ve tehditten kurtulacaklarını sanmışlardı. Ancak, o şekilde olmadı. Çünkü, husumetli müştekiler, "müşteki" sıfatıyla dosyada adı geçen –ancak gerçekte hiçbir taciz, istismar ya da mağduriyete uğramamış– yaşı 18'den küçük kızları çok daha kapsamlı ve etkili bir şekilde kullanmak istiyorlardı. Bu amaçla, müşteki haline getirdikleri diğer pek çok kıza yaptıkları gibi onları da iftiralarını pekiştirmek amacıyla BİRDEN FAZLA KERELER emniyete ifade vermeye götürdüler. 

Zira, şüpheli konumuna girmekten kendilerini kurtarmak için başlangıçta belli başlı yüzeysel yalanlar söylemekle yetinen bu kızların verdikleri ilk ifadeleri yeterli görülmemişti. Bu nedenle, sonraki ifadelerinde anlatmaya mecbur bırakıldıkları yalanların sayısını, kapsamını ve dozajını artırmak zorunda bırakıldılar. Bir ifadeden diğerine yalanların sayısı arttıkça, bir süre sonra mantıksızlıklarla ve çelişkilerle dolu, içinden çıkılamayacak, akla izana sığmayacak senaryolar ortaya çıkmıştır. Sonraki ifadelerini ilkinden tamamen farklılaştırmışlar, bire bin katmışlar, 5 iken 15, 15 iken 25 yapmışlardır.

Gerçekte ise yaşı küçük bir kızın başından, taciz ya da tecavüz gibi dehşet verici bir olay geçmesine rağmen yıllarca bu olaydan kimseye bahsetmemiş ve bunun şiddetli travmasını yaşamamış olması mümkün değildir. Taciz ve tecavüz eylemleri, sonrasında yıllar süren şok ve psikolojik sorunları beraberinde getiren çok büyük birer travmadır. Ancak, bu davada sözünü ettiğimiz kızların bizzat kendi ifadelerinde, herhangi bir psikolojik sorun ya da travma yaşadıklarına dair hiçbir anlatım ve emare yoktur. Her ifadelerinde isnatlarını sürekli öncekilerde hiç olmayan yeni yalanlarla geliştirmekte, daha da kapsamlı ve detaylı hale getirmektedirler. 

EĞER BAŞLARINDAN GERÇEKTEN BÖYLE DEHŞET VERİCİ OLAYLAR GEÇMİŞ OLSA DAHA EN BAŞTAN İLK İFADELERİNDE ANLATMALARI GEREKEN EN ÇARPICI DETAYLARI ÇOK SONRAKİ İFADELERİNDE SÖYLEMEZLERDİ. Hayatın olağan akışına tümüyle aykırı olan bu anormallik ve tutarsızlıklar bu zavallı kızların anlattıklarının kendi gerçek ve doğal beyanları değil, husumetli grubun kendilerine öğrettikleri senaryolar olduğunun en açık kanıtlarındandır.

Sözünü ettiğimiz yaşı küçük kızlardan örnekler vermek gerekirse;


Serra MohammadValipour

Serra MohammadValipour, başlangıçta İsviçre'de ailesiyle yaşayan bir kızdır.

Velayet davasında kendi velayetini, annesinden daha fazla maddi menfaat ve ayrıcalıklı muamele beklediği babasının alabilmesi için Sn. Adnan Oktar'a, güya annesinin aracı olduğunu iddia ettiği hayali bir taciz iftirası atmış, böylelikle bu uydurma iddiayı kullanarak babasının, velayeti üzerinde hak elde etmesini sağlamıştır. 

İşte, dava dosyamıza konu olan da, sadece bu velayet davasında zikredilen, daha sonra bizim soruşturmamıza kadar hiç bahsi geçmeyen bu hayali taciz iddiasıdır. Ortada bir taciz olmadığı, o dönemde ne Serra'nın ne de babasının böyle bir iddiayla ilgili hiçbir şikayetleri olmamasından bile bellidir. 

Gizli soruşturma sürecinde husumetli müşteki Özkan Mamati tarafından Serra MohammadValipour hakkında emniyete derleme bir fişleme notu verilmiştir. Notta, "ÇOCUĞU HER AN TÜRKİYE'YE GETİRTEBİLİRİZ" denmektedir. Yalnızca bu ifade bile davamızda şikayetçi yapılan bu kızcağızın husumetli müşteki Özkan Mamati ve birlikte hareket ettiği organize bir grubun kontrol ve tahakkümünde olduğunun göstergesidir.

Bunun hemen akabinde, davamızda hemen her şikayetçinin çağırılması ve sorgulanmasında devrede olan ve pek çok şaibeli uygulamada adı geçen polis memurlarından biri Serra MohammadValipour'u aramış ve şikayetçi olmasını istemiştir. 

Davamızın soruşturma safhasında adları çok sayıda usulsüz, hukuksuz ve şaibeli olay ve uygulamalarla birlikte geçen 326730 ve 286786 sicil numaralı polisler tarafından Serra MohammadValipour'un ARANDIĞINA ve Zürih konsolosluğundan BİR MEKTUP GELECEĞİNE ilişkin bir tutanak tutulmuştur. Bu tutanakta ise oldukça ilginç bir şekilde, yaşı küçük Serra MohammadValipour ile ilgili olarak "Türkiye'ye Temmuz, Ağustos aylarında gelebileceği" söylenmiştir. Bir başka deyişle Özkan Mamati'nin fişleme notunda belirttiği şekilde, "çocuğu her an Türkiye'ye getirtebiliriz" vaadi, başta saydığımız 3 yöntemden biriyle veya birkaçıyla gerçekleştirilmiştir.

Serra MohammadValipour'un gelişinden önce bir mektup istenmiş, bu şaibeli mektubun gelmesinin ardından da bu kız çocuğu, EBEVEYNLERİ YANINDA OLMAKSIZIN, nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde Türkiye'ye getirilmiştir.

HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER EŞLİĞİNDE Çocuk Şube'ye götürülüp ifadesi alınırken Serra MohammadValipour, annesinin o sırada bu soruşturma kapsamında GÖZALTINDA olduğunu zannetmektedir. Kendisine öyle söylenmiştir. Oysa o sırada annesi gözaltında değildir. Amaç sadece çocuğu korkutmaktır. 

Verdiği ifadeler, kendisine yapılan bu psikolojik baskı neticesinde sürekli olarak yeni yeni eklemelerle geliştirilmiş, birbiriyle tutarsız detaylar zorlama biçimde birbirine eklenmiştir. 

Serra MohammadValipour'un, yanında ebeveynleri olmadan şaibeli bir şekilde Türkiye'ye gelişi yine ebeveynleri olmadan emniyette ifade vermesi, emniyete husumetli müştekiler tarafından götürülmesi ve ifade vermesi bitince de yine bu müştekilere teslim edilmesi oldukça dikkat çekicidir. 

Sorunlu bir çocuk olması nedeniyle o sırada annesiyle de babasıyla da birlikte yaşamak istemeyen ve bundan dolayı çocuk yurtlarında kalmakta olan, koruyucu ailelere verilen ama ailelerin çocuklarıyla da geçinemediği için yurtlara geri gönderilen ve dolayısıyla bir boşluk içine sürüklenmiş olan çocuğun hem korkutulduğu hem de ona belli bir yaşam güvencesi vaadinde bulunulduğu açıktır.

Mahkeme ifadesi sonrasında kendisinden haber alınamayan çocuğun, husumetli müşteki Fırat Develioğlu'nun Kazakistan'daki evinde yaşıyor olduğuna dair duyumlarımız mahkeme sorgusunda müştekilerden birinin beyanıyla da netleşmiştir:

MÜŞTEKİ ÜMİT KURUCA: Serra'yı iki kere Serpil EKŞİOĞLU'nun evinde gördüm, birkaç kere. Hem eşimin doğum günü olmuştu, hem nişanımız Serpil EKŞİOĞLU'nun evinde olmuştu orada gördüm. Yani iki üç kere gördüm Serpil EKŞİOĞLU'nun evinde.

MAHKEME BAŞKANI: Başka, onun haricinde.

MÜŞTEKİ ÜMİT KURUCA: KAZAKİSTAN'DA OLDUĞUNU BİLİYORUM.

Kazakistan'da yanında olduğu kişinin ise davanın husumetli müştekilerinden ve 3 seneye yakın bir süredir yargılananlar aleyhine sahte müşteki ve etkin pişmanlar devşirmeyi kendine vazife edinmiş Fırat Develioğlu isimli şahıs olduğu herkesçe bilinmektedir.

Kendisine yaşam güvencesi vaat edilen bu çocuğun ortaya çıkan Kazakistan Türk okulu formalı fotoğraflarıyla gerçekten de okula yazdırılmış olduğu ortaya çıkmıştır. Tekne, ev, vb. ortamlarda husumetli müştekilerle yemek yerken, eğlenirken çektirdiği fotoğraflardan da onların gözetiminde bir hayat sürmekte olduğu anlaşılmaktadır. Adı geçen çocuk, korkutularak ve vaatlerle izole edilmiş durumdadır

Şu anda bu çocuğa zorla söylettirilen yalanlar nedeniyle 14 kişi, 40'ar yıl hapis cezası hükmü almışlardır. 


Dilara Aktunç

Yine –bundan yaklaşık 20 yıl önce– yaşı küçükken sözde tacize uğradığını iddia eden, şu an 30 yaşında olan Dilara Aktunç, husumetli müşteki Fırat Develioğlu'nun kızıdır. Her verdiği ifadede yeni isnatlarda bulunması, yalanları çeşitlendirmesi ve dolayısıyla en nihayetinde birbiriyle tamamen çelişen ifadeler vermesi, kendisinin ‘küçük yaştaki kızların cinsel istismarı yalanında’ kullanılan kişilerden biri olduğunu ortaya koymaktadır. Sn. Adnan Oktar ve arkadaş camiasıyla tanışıklığı 20 yıl öncesine rast gelen bu kadın, sadece birkaç kere geldiği ortamlara, ifadelerinde hayali cinsel istismar detayları ekleyerek tümüyle masum insanlar için 40'ar yıllık hapis cezası kararı çıkmasına neden olmuştur. 

O yıllarda annesi ve babası ayrılmış olan bu çocuk, bu ayrılığın sorumluluğunu anlaşılmaz bir biçimde Sn. Adnan Oktar'a yüklemiştir. Babası husumetli müşteki Fırat Develioğlu'nun baskı ve yönlendirmesinin yanı sıra, Dilara Aktunç'un iftiralarının ardındaki motivasyon gerçekte bir taciz olayı değil, husumet duygularıdır. Çeşitli fiziki özelliklerinden kaynaklı kompleksli bir kişilik yapısına sahip olan bu kadın için en bilindik suçlama metodu ve kendisine babası ve husumetli ekibi tarafından tarif ve tembih edilen en kolay intikam yolu cinsel isnat iftirasına başvurmak olmuştur. 

Dedesi eski Vali Yardımcısı ve Sarıyer Belediye Başkanı, babaannesi ise bir Ağır Ceza hakimi olan Dilara Aktunç'un yıllarca susarak son derece etkili ve güçlü mevkilerdeki en yakınlarına dahi hiç bahsetmediği bu sözde taciz olayından her nedense 20-25 yıl sonra, herkesin toplu halde adeta düğmeye basılmış gibi devşirildiği bir zamanda bahsetmek aklına gelmesi ve her ifadesinde iftiralarını daha da genişletmesi de bu kumpasın en dikkat çekici yönlerindendir. 

Yine, herkesçe bilindiği üzere, cinsel taciz ve tecavüz mağduru hanımlarda hemen hemen istisnasız görülen en belirgin psikolojik sorunlardan biri "Travma Sonrası Stres Bozukluğu", en belirgin davranışları da travmayı hatırlatacak şeylerden uzak durmalarıdır. Buna karşın, sözde cinsel taciz mağduru olduğunu iddia eden DİLARA AKTUNÇ’un, duruşmada sanık müdafilerine yönelik olarak “TACİZ İLE İLGİLİ SORU YOK MU? POPO ELLEME, MEME ELLEME, BÖYLE SORULAR BEKLİYORUM.” şeklindeki alaycı, amiyane dille "fırlama" tabir edilen üslup ve ifadeleri, kendisinin cinsel istismar kaynaklı bir travmayla, dolayısıyla herhangi bir cinsel istismar yaşamış olmakla uzaktan yakından alakasının olmadığını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. 


Hanife Akalın 

17 yaşından 18 yaşına girene kadar geçen 4 ay boyunca güya onlarca kişinin tecavüzüne uğradığını iddia eden Hanife Akalın vakası ise, bu davanın en şaşırtıcı ve inanılması güç vakalarındandır. Hanife Akalın, emniyet ifadesinde bu 4 ay içinde 40 kişi ile beraber olduğunu iddia etmiş, arkadaş camiamızdan bu kişileri "alfabetik sırayla" virgül aralarında saymış ancak isnatlarıyla ilgili hiçbir detay vermemiştir. Aynı kişi, sonra verdiği tüm ifadeler sırasında bu sayıyı gitgide artırmış ve en nihayetinde 18 yaşın altında olduğu bu 4 ay içinde 70 kişiyle birlikte olduğunu iddia etmiştir. Bir başka deyişle davada üzerine küçük yaştaki kızın cinsel istismarı suçu atılması planlanan her kim varsa, virgül arasına bu isimleri eklemiştir. 

Hepsinin ötesinde Hanife Akalın, hayali hikaye anlatmada adeta boyut atlayarak, aynı gün güya arka arkaya 4 erkeğin anal tecavüzüne maruz kaldığını ve devamında (hiçbir şey olmamış gibi) okul arkadaşlarının yanına giderek 4-5 saatlik bir otobüs yolculuğu ile güle oynaya Çanakkale’ye okul gezisine gittiğini bile iddia edebilmektedir.

O 4 ay içinde, cinsel saldırı ile suçladığı 4 kişi yurt dışında olduğunu, 2 kişi de o sırada ağır kemoterapi tedavisi gördüğünü, dolayısıyla da bu suçlamaların gerçekleşmesinin asla mümkün olamayacağını belgeleriyle, pasaport kayıtlarıyla, hastane kayıtlarıyla açıkça ispat etmiştir. 

Fakat iftiraya uğrayan yargılananların sundukları bu kanıtlar da, diğer hepsi gibi mahkeme heyeti tarafından görmezden gelinmiş, Hanife Akalın'ın virgül arasında saydığı isimler şeksiz, şüphesiz ve delilsiz atılan bu mesnetsiz suçu işlemiş kabul edilmiştir. 


Mervenur Gözcü

Annesi veya babası değil de husumetli müşteki Özkan Mamati tarafından emniyete getirilen ve sorgusu bitiminde yine annesi veya babasına değil de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ü.B.'nin talimatıyla, anlaşılmaz bir biçimde, hiçbir akrabalığı olmayan ve Özkan Mamati'nin yardımcılığını yapan başka bir husumetli müşteki Serpil Ekşioğlu'na teslim edilen, ardından emniyetten onlarla hep birlikte ayrılan, bir diğer 18 yaş altı şikayetçi de Mervenur Gözcü'dür. 

Polis ifadesi ve istemediği iç beden muayenesi konularında çok sayıda şaibeli durumların ve usulsüzlüklerin yer aldığı süreç içinde husumetli müşteki Özkan Mamati kendisini bir saniye bile yalnız bırakmamıştır. 

Mervenur Gözcü, Mali Şube'de alınan ifadesi sırasında avukatı N.H.M.'nin “Eğer iç beden muayenesini kabul ederse, bu olayı 10 yıl sonra bile hatırlayıp acı çekeceği” tavsiyesi üzerine İÇ BEDEN MUAYENESİ YAPTIRMAK İSTEMEDİĞİNİ beyan etmiştir. İfade süreci o kadar şaibeli ve karanlık olaylarla doludur ki ifade sonunda avukatı N.H.M. sorumluluk altına girmek istemediği için ifade tutanağının altını imzalamaktan imtina ederek sorguyu terk etmiştir. Bu da ifade tutanaklarına geçmiştir.

Yine aynı gün, Mervenur Gözcü'nün iç beden muayenesi yaptırılmasına rıza göstermemesi üzerine, bir başka Cumhuriyet Savcısı Ö. M. jet hızıyla "mağdurun iç beden muayenesinin yaptırılmasına rıza göstermemesi nedeniyle MAĞDURA İÇ BEDEN MUAYENESİNİN YAPTIRILMASI İÇİN GEREKLİMAHKEME KARARI TALEP EDİLMESİ" talimatını vermiştir. 

Ne var ki bundan birkaç saat sonra Mervenur Gözcü her nasılsa, Özkan Mamati tarafından kendisine tahsis edilen YENİ AVUKATI NUR DEMİRTAŞ TARAFINDAN "İKNA EDİLDİĞİ İÇİN" (!) "KENDİ İSTEĞİYLE" (!) ADLİ TIP MUAYENESİNE GİTMEYİ KABUL ETTİĞİNİ beyan etmiştir. Oysa bu süreçte gelişen olaylara bakıldığında bu genç kızın bütün bunlara mecbur bırakıldığı açıkça anlaşılmaktadır. 

Tüm bu olaylar esnasında, davamızda sürekli olarak devrede olan 326730 sicil numaralı şaibeli polis memuru, kendi birimi olmayan Çocuk Şube'de bile Özkan Mamati'nin talimatıyla hazır bulunmaktadır.

Mervenur Gözcü'nün sorgusu sırasında söylemesi gereken şeyler de husumetli müşteki Özkan Mamati tarafından kendisine öğretilmiştir. Buna bir örnek şöyledir: 

 Mervenur Gözcü: Ben sonradan öğrendim hani o yemekten şüpheleniyordum ya ben o yemeğin içinde meğersem lityum hapı varmış.

 PM KADIN: Bunu nasıl öğrendin ya da bu ne işe yarar?

 MERVENUR GÖZCÜ: Sonra Özkan abiden öğrendim beni getiren adam. Dedi ki yemekte zaten lityum hapı vardı.

Söz konusu yemekle hiçbir bağlantısı olmayan Özkan Mamati gibi birisinin özellikle sorgu sırasında bir kız çocuğuna lityum hapından bahsettirmeye çalışması müşteki kızlara ezberlettirilen iftiraların kaynağını da ortaya koymaktadır. 

Yine başka bir ifadede Mervenur Gözcü'nün, "…ilişki sırasında krem tarzı bir şey vardı HERHALDE SÖYLEMEK GEREKİYORMUŞ" şeklindeki beyanı da ifadelerinin ezberletildiğini belgelemektedir. 


Sonuç

Yukarıda fikir vermesi açısından sadece birkaçını verdiğimiz örnekler göstermektedir ki korkutarak, tehdit ederek, gelecek vaat ederek veya mevcut husumetin intikamı adına devreye özel olarak sokulan tüm "sahte" müşteki kızlar gibi yaşı küçük zavallı kızlar da, gitgide ifadeleri geliştirilerek, daha fazla iftira atmaya zorlanarak bu kurgunun en fazla sömürülen piyonları haline getirilmişlerdir. Bu kumpas için açıkça kullanılmışlar, sadece sanıklara değil, kendilerine yönelik de ağıza alınmayacak iftiralar atmak zorunda kalmışlardır. 

Eğer gerçekten bu çocukların anlattıkları cinsel isnatlar doğru olsaydı, bu konuda devletimizin asla sessiz kalmayacağı, Aile Bakanlığı'nın acilen bu davaya müdahil olacağı, duruşmaları yakından takip edeceği, çocukları korumaya alacağı aşikardır. Ancak müştekiler tarafından yapılan sayısız çağrıya rağmen, AİLE BAKANLIĞI BU DAVAYA MÜDAHİL OLMAYI DAHİ REDDETMİŞTİR. 

Yine, yukarıda anlatılan uydurma iddialarda, iftiralarda geçen olayların binde birine dahi olağanüstü hassas olan kamuoyu nezdinde de hiçbir etki uyanmamış, kimse bu anlatılan safsataları ciddiye almamıştır. Eğer halkımız bunlara gerçekten inanmış olsaydı, müthiş bir galeyan oluşacağı, yerin yerinden oynayacağı açıktır. Zaten bir kısım basında yoğun olarak hakkımızda karalama kampanyası yapılmasının ve söz konusu çocukların iftira niteliğindeki yüz kızartıcı ifadelerinin acımasızca yayınlanmasının ana amacı da bu galeyanı oluşturabilmektir. Ancak beklenen olmamıştır. Çünkü bu galiz yalanlara tek bir kişinin bile inanması mümkün değildir. 

Karara saygı duymakla birlikte yargılandığımız mahkeme, ne acıdır ki hiçbir delile bakmamış, şikayetçilerin anlatım ve iddialarındaki hiçbir çelişkiyi dikkate almamış, onların iddialarını çürüten somut delilleri tümüyle görmezden gelmiş ve haklılığımızı kanıtlayan sayısız bilirkişi raporu ve uzman mütalaasını hiçbir şekilde dikkate almamış olan bir mahkemedir. İddianamede sehven olduğuna şüphe ile baktığımız, açıkça kasıtlı yapılmış teknik hatalar bile, heyet nezdinde cezalandırma sebebi olarak değerlendirilmiştir. Aleyhte hiçbir delil bulunmayan, hatta ORGANİZE BİR KUMPAS ÇALIŞMASININ PARÇASI OLDUĞU AÇIKÇA DELİLLENDİRİLMİŞ olan böyle bir davada, TÜRK HUKUKUNA GÖRE CEZA ALMAMIZ İMKANSIZKEN, en üst sınırdan ceza veren söz konusu heyet, küçük yaş müştekilerin bu birbirinden alakasız ve tamamen tutarsız ifadelerini de doğru sayarak tarihte benzerine RASTLANMAYACAK hukuksuz bir cezalandırma kararının altına imza atmıştır. 

Bizim başta Allah'a sonra devletimize güvenimiz tamdır. Bu yalanların ortaya çıkacağına da inancımız kesindir. Ancak kamuoyunun bilgilenmesi, hem bizim nezdimizde hem de bu tip kumpaslara karşı tetikte olmak adına son derece önemlidir. 

Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski