Yaklaşık 3 yıldır devam eden Adnan Oktar davasında karar duruşması, baskı altında şikayetçi yapılan genç kızların "beni taciz etti" şeklindeki tek cümlesine 30'ar 40'ar yıllık cezaların yağdırıldığı bir duruşma oldu. SAVUNMANIN TÜM DELİLLERİNİN YOK SAYILDIĞI VE SAVUNMA YAPILMASINA İZİN DAHİ VERİLMEYEN bu mahkeme süreci, Türk hukuk tarihinde benzersiz bir HUKUKSUZLUK EMSALİ olarak yerini aldı. 

 Delilleri yok sayan, 

 Sanıkların savunma yapmalarına izin vermeyen, 

 Savunmanın hukuki kanıtlarını, uzman raporlarını, tanıklarını hiçe sayan, 

 Buna karşın usulsüz ve sahte her delili dikkate alan,

 Mahkeme sürecinde sanıkların lehine olan bütün süreçleri atlayan, 

 Müşteki ve müşteki vekillerine sınırsız konuşma, hatta açık ve aleni şekilde iftira atma, hakaretamiz konuşma hakkı tanırken sanıkların, hukuksuzlukları deşifre eden tek bir cümlesine bile tahammül edemeyen, 

 Sanık müdafilerini bile etiğe yakışmayacak şekilde susturan, 

 Aleyhimize sunulmuş sahte raporlar, sahte kayıtlar düzenleyen, kumpasın içine dahil olmuş bir kısım polis ve devlet memurlarını, tüm ispatlarımıza rağmen tümüyle görmezden gelen,

 Ve bunun sonucunda da bir satıra sığdırılan mesnetsiz yalanı kayıtsız şartsız doğru kabul edip yüzlerce yıllık cezalar yağdıran ...

bir mahkemenin tarihe geçeceği şüpheden varestedir. 

Ortada ne cinsel ne de başka hiçbir suç olmadığını Mahkeme Heyeti'nin gayet iyi bilmesine ve dava savcısının müştekilerle yaptığı özel bir görüşmede "DOSYAYI BENİM KUCAĞIMA ATTILAR" dedikten sonra "ÖRGÜTE SOKAMIYORUZ. FETÖ YOK. TECAVÜZ, ZORLAMA OLMADIĞI DA AÇIK. KÜÇÜK KIZ KONUSUNDAN DA BİR ŞEY ÇIKMAZ. ZATEN BİZ BURADA NE VERSEK YARGITAY'DAN DÖNER" sözlerine rağmen, camiamızı dehşetli bir cinsel sömürü topluluğu gibi gösterme çalışması gerçekleşmiştir. 


DEKOLTE GİYİM ÜZERİNDEN AHLAK BEKÇİLİĞİ

Türkiye'de bayanların büyük bir çoğunluğu dekolte giyinmeyi tercih ederken, bu konuda da son derece özgürlerken, camiamızda bazı bayanların kimi zaman giyimlerinde dekolteyi tercih ediyor olması dahi adeta bir öfke patlaması şeklinde karşılık görmüştür. Bu bayanlar, sadece camiamıza mensup oldukları için onları yüzlerce yıllık cezalara çarptırma gibi bir gözü dönmüşlük yaşanmıştır. 

Bu kumpasın kurgulayıcısı bir takım kişiler adeta ahlak bekçiliğine soyunmuş, camiamız üzerinde ahkam kesme görevi üstlenmiş ve bizleri bu yönde kendilerince karalayarak aferin almaya çalıştıkları marjinal bir kesim nezdinde itibar elde etme yarışına girmişlerdir. 

Oysa, bunları yapan kişiler, gerçekte dini ve ahlaki hiçbir değerle uzaktan yakından ilgisi olmayan, toplumun içinde gitgide körüklenen dejenerasyon ve cinsel sömürü sisteminden zerre kadar rahatsız olmayan, devletin doğrudan vergi aldığı 200 bin genelev kadınını kurtarmak adına hiçbir çabası ve telaşı bulunmayan, mevcut düzenden son derece memnun hatta bu düzenin rantını yiyen kişilerdir. 

Bu kurguyu yapanlar da bu kurguya inanıp camiamıza bu yönde öfke içinde olanlar da gerçekte kendi oğulları İsviçre'de, İtalya'da, Hollanda'da yaşayıp homoseksüellerle evlenen ya da bu homoseksüel eylemleri son derece makul gören şahıslardır. Bu tür sapkınlıkların yaygınlaşmasından en ufak bir rahatsızlık duymamaktadırlar. Ahlak kavramı ile hiçbir bağları olmadığı gibi AHLAK BEKÇİLİĞİ DE YAPACAK HİÇBİR VASIFLARI YOKTUR

Bu zihniyetteki kişiler, genellikle homoseksüellik gibi sapıklıkları meşru gören, fakat kadınlara şiddetli kin duyan bir bakış açısında olurlar. Homoseksüel eylemlerin tümünü destekler, sosyal hayatta, sinemada, televizyonda homoseksüelliğin ön planda olmasını savunur; ama bir kadının dekolte kıyafet giymesine tahammül edemezler. Kadın düşmanlığını her şekilde yaşar, bunu da her cihette gösterirler. 

Davamızın kumpasçıları da aynı kadın düşmanlığını iftiralarına yansıtmışlar, bunun için iftira atacak zavallı kadınları kullanmışlar, onları baskı altına alıp olmadık cinsel iftiralarla kendilerini aşağılamalarını sağlamışlar, sonra da bütün bu iftiraları basına vererek onları da küçük düşürmüşlerdir. Davamız, adeta kadının küçük düşürülüp yok edilmek istendiği, her fırsatta kadınların iftira amaçlı aşağılanıp kullanıldığı, tüm kadınların bir cinsel obje gibi gösterilmek istendiği ve yargılanan kadınların kişilik ve şahsiyetleri üzerinden ahkam kesildiği bir KADIN DÜŞMANLIĞI üzerine kurgulanmıştır. 

Bu konuda en dikkat çekici isim de, iddianameyi, baştan sona "kadını aşağılama" teması üzerinden senaryolaştıran Cumhuriyet Savcısı Serdar Akan'dır.

ŞU BİLİNMELİDİR Kİ, BİZLER KURAN'IN ESASLARINI HARFİYEN UYGULAMAYA RİAYET EDEN BİR ARKADAŞ GRUBUYUZ. İFFETİN NE OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİRİZ VE MÜTHİŞ BİR TİTİZLİKLE UYGULARIZ. DOLAYISIYLA, BİZLERE NAMUS VE İFFET DERSİ VERMEK KİMSENİN HADDİ DEĞİLDİR. 

Özellikle, genelevlerde fuhuş bataklığına sürüklenen yüzbinlerce kadının varlığını görmezden gelen, homoseksüellerin tüm eylemlerini candan destekleyen, toplumda artık rahatça uygulanan cinsel sömürü sistemlerini gayet makul gören zihniyetlerin camiamızı eleştirecek, hatta BİZLERE İFFET ÖĞRETECEK BİR KONUMDA OLMADIKLARI AÇIKTIR. 

Sadece "bana tacizde bulundu" demekle yetinen, isnadı ile ilgili yer, mekan, zaman dahi belirtemeyen genç kızların bu tek cümlelik suçlamalarına yüzlerce yıl ceza verilmesinin tek sebebi, CAMİAMIZA YÖNELİK İDEOLOJİK ÖFKE, FİKRİ HUSUMETTİR. 

Savunduğumuz Kuran ahlakına husumet duyan zihniyetlerin kadına da aynı öfke ile bakmaları son derece doğaldır. Amaçları namus bekçiliği yapmak değil, namus bekçisi görünümü altında fikrimizi yok etmek, bizleri de darmadağın etmektir. Namus bekçiliği, kamuoyu onayı almak için göstermelik, ikiyüzlü, sahte bir kılıftır. Ancak bu kılıf da sıyrılıp gitmiş, kumpasçıların sinsi hedefleri kamuoyu nezdinde de açık hale gelmiştir. 

Gözlerden kaçan çok önemli bir gerçek de şudur:

Yaklaşık 3 senedir bizlere atılan akla hayale gelmedik en abartılı ve çirkin iftiralara, bir kısım medyanın da bu iftiraları aralıksız yayınlamasına rağmen;

Şayet kamuoyu bu cinsel isnatların doğru olabileceğine sadece bir an için bile ihtimal verseydi, Türkiye'de yer yerinden oynar, halkımız bu hassas konuya tepkisini yeri göğü inleterek gösterirdi. Mahkeme salonumuz kadın dernekleri ile dolup taşar, kadın haklarını savunan sayısız avukat davaya ücretsiz dahil olurdu. Mağdur olduğu iddiasıyla iftira beyanlar veren kadınlar doğrudan devletin koruması altına alınır; Aile Bakanlığı derhal davaya müdahil olurdu. 

ANCAK, BUNLARIN HİÇBİRİ OLMAMIŞTIR. Ortada yalnızca, olan biten her şeyi gayet iyi görüp anlayan ancak "sesimi çıkarırsam yarın benim de başıma aynı şeyler gelir" dehşeti içinde yaşayan bir kitlenin ürkek bir sessizliği vardır.

1,5 yıllık yargılama boyunca mahkeme sıralarında TEK BİR KADIN DERNEĞİ, TEK BİR KADIN HAKLARI SAVUNUCUSU DAHİ YER ALMAMIŞTIR. Mağdur olduğunu iddia eden genç kızların AİLELERİ DAHİ DURUŞMALARA GELMEMİŞTİR. 

Her şeyin ötesinde, mahkememizin ve müştekilerin tüm çağrılarına rağmen AİLE BAKANLIĞI DAVAMIZA MÜDAHİL OLMAYI REDDETMİŞTİR. Yalnızca bu durum tek başına DEVLET NEZDİNDE DE KAMUOYU NEZDİNDE DE BU YALANLARA İNANILMADIĞINI BELGELEMEKTEDİR. 

Davamız üzerinden oynanan oyunları kamuoyuna bildirmeye devam edeceğiz. 

Saygılarımızla kamuoyunun dikkatine sunarız.

Daha yeni Daha eski