Türkiye’de son yıllarda sevgisizliğin, çatışmaların, adaletsizliğin ve kutuplaşmanın tırmanışa geçtiği inkar edilemez bir gerçek halini almıştır. Toplumumuzun farklı inanç ve görüşe sahip kesimleri arasında geçmişte hiç karşılaşılmadığı kadar büyük bir uçurum meydana gelmiştir. 

İnsanların büyük çoğunluğu, olaylara kendisinden farklı bakan veya farklı çözümler getiren kişileri dinleyip anlamaya çalışmak bir yana, onlarla aynı ortamda bulunmaya bile katlanamamaktadır. Nitekim, bu katlanamama hali zaman zaman sözlü, hatta fiziki şiddete varan olaylara da yol açmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde gazeteci Sayın Levent Gültekin’in gündüz vakti Bakırköy Meydanı’nda herkesin ortasında 15-20 kişilik bir grubun saldırısına uğraması bu gerçeğin somut göstergelerinden biri olmuştur. Öncelikle Levent Gültekin’e geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve Türkiye’de bu ve benzeri meşum olayların bir daha hiç yaşanmamasını temenni ediyoruz. Bizler her fikrin özgürce konuşulduğu, her inançtan insanın birinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü, sevecenlikle ve şefkatle tüm sorunların çözüldüğü bir Türkiye için gayret eden insanlarız. 

Bu tür olaylar, önlem alınmadığı takdirde, farklı düşüncelere ve yaşam biçimlerine sahip kimselere bu ülkede özgürce yaşama hakkı tanımamaya kadar gidecek tehlikeli bir sürece girdiğimizin işaretleridir. Son zamanlarda Türkiye, toplumdaki inanç, din, mezhep, kültür, dünya görüşü, yaşam biçimi gibi farklılıklar üzerinden insanların şiddet ve karalamalara uğratıldığı veya cezaevlerine kapatıldığı bir ülke haline getirilmek istenmektedir. Ülkemizin birlik ve bütünlüğünü, huzur, istikrar ve güvenliğini hedef alan şer odakların bu girişimleri aynı zamanda geniş algı operasyonları eşliğinde yürütülmektedir.

İdeolojilerine, inançlarına, yaşam görüşlerine karşıtlık duyulan insanların hiçbir suç teşkil etmeyen insan hakları, fikir ve düşünce özgürlüğü kapsamındaki tümüyle meşru ve legal eylemleri, konuşmaları gerekçe gösterilerek bile ısrarla gözaltı ve tutuklama istemeleri de artık sıkça görülen bir tutum halini almıştır. Ne yazık ki halkımızın bir kısmı, geçmişte de hep kullanılmış bu tuzağa düşmekte, farklı kesimlere karşı adaletten uzak, sevgisiz ve hoşgörüsüz bakış açısından vazgeçmediği için istemeden de olsa Türkiye aleyhindeki planlara destekçi olmaktadır. İşte Sayın Levent Gültekin’e yönelik son fiziki saldırı eylemi de böyle sorunlu bir bakış açısının sonucudur. 

Sayın Levent Gültekin’in söz konusu saldırı hakkında Halk TV’deki “İki Yorum” isimli programında yaptığı konuşmasında şu ifadeler de yer almıştır:

“Bu Türkiye için çok tatsız bir durum. Gazetecilerin can güvenliği yok, siyasetçilerin can güvenliği yok. Ortada hakaret, küfür olsa onda bile yapamazlar. Burası mafya düzeni değil ki, bir hukuk düzeninin olması gerektiği, devletin olduğu bir ülke… Ben Türkiye'de kimse dışlanmasın, Türkiye bölünmesin, barış olsun, kavga olmasın diye uğraşıyorum. Bu ülkedeki gençlerin yüzde 60'ı başka bir ülkeye kapak atmak için can atıyor. Bundan utanıyoruz, bundan hepimiz utanalım… Bu çocuklar sonuçturlar. Asıl problem önüne gelene vatan haini demeyi, önüne geleni dışlamayı, önüne geleni aşağılamayı siyaset zanneden koca koca yaşlardaki ilkokul düzeyi siyasetçilerdir.” 

Sayın Levent Gültekin’in bu görüşlerine katılan elbette ki birçok insan bulunmaktadır. Bugüne kadar, konuşmada vurgulanan bu hususların benzerlerini savunmuş birçok gazeteci, siyasetçi, sanatçı, araştırmacı, sosyolog vb. bulunmaktadır. Ancak önemli olan insanların bu anlayışlı, saygılı, nezaketli ruhu nasıl kazanacaklarıdır. Bu konuda topluma örnek olması gereken birçok gazetecinin “bizden olmayana vursunlar” mantığıyla kendileriyle aynı dünya görüşünde olmayanların yaşadıkları hukuksuzlara göz yummaları, daha da vahimi bu hukuksuzlukları çoğu zaman desteklemeleri yangına körükle gitmek anlamına gelmektedir. Maalesef sayıda insan bir hukuksuzluk olduğunda hangi görüşten, hangi inançtan, hangi cenahtan olduğuna bakmadan buna karşı olan insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. 

Aydınların tutumu böyle olduğunda halkımızın da bir kısmı kendisiyle aynı dünya görüşünü savunan kimselere karşı hukuksuz bir eylem gerçekleştiğinde adeta ayaklanırken, farklı kesimlere yapılan hukuksuzluklara ses çıkarmamaktadır. Bu durum da ülkemizdeki hukuksuzlukların ve şiddetin bitmesine mani olmaktadır. 

Örneğin, bir toplumda 5 farklı grup olduğunu ve bunlardan birine karşı hukuksuzluk yapıldığını varsaysak, eğer kalan %80'lik kesim buna seyirci kalıyorsa, o topluma barışın, huzurun ve adaletin asla hakim olamayacağı açıktır. İşte Türkiye’de olan da budur. Farklı görüşleri savunan kesimler kendi taraftarlarına adaletli, şefkatli ve hoşgörülü yaklaşılmasını güçlü şekilde isterken, bu haklı talebi diğer kesimler açısından ya çok zayıf şekilde dile getirmekte ya da hiç getirmemektedirler. Bu hatalı anlayış da, yukarıda da belirttiğimiz gibi, en çok Türkiye’yi karıştırmak, bölmek ve ele geçirmek isteyenlerin işine gelmektedir.

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları bahsettiğimiz sorunu ve çözümünü yıllardır dile getirdikleri gibi, hayata da geçirmektedirler. Nitekim kendileri gibi düşünmeyen veya yaşamayan kesimlere karşı yapılan haksız ve hukuksuz saldırıları her platformda eleştirmişler, dünyanın neresinde olursa olsun zulme karşı seyirci kalmamışlardır. Güçleri yettiğinde sevgiyi, şefkati ve adaleti dile getirmişlerdir. Fitneleri yatıştırıcı yönde tavır almışlardır. Sayın Adnan Oktar’ın A9 TV’de her kesime sahip çıktığı konuşmaları bu gerçeklerin en açık delillerinden biridir.

Bu gerçeğe rağmen, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının maruz kaldıkları büyük komplo nedeniyle yaşadıkları mağduriyet ve hukuksuzluklara karşı toplumumuzun büyük kesimi sessiz kalmıştır. Hatta sessiz kalmakla da yetinmeyip, sözleriyle veya eylemleriyle bu hukuksuzlukların ve mağduriyetlerin şiddetlenmesine yol açanlar dahi olmuştur.

Halbuki Türkiye’de, Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun silahlı suç örgütü olmadığını, teröre destek vermediğini, kadınlara tecavüzde bulunmadığını, mevcut iddiaların aksine yaşam biçimleri ve kültürel faaliyetleri dolayısıyla cezalandırıldıklarını herkes bilmektedir. Buna rağmen Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının haksız yere tutuklanmaları, kanunların ve basın ilkelerinin açıkça ihlal edilmesi suretiyle kişilik haklarının çiğnenmesi ve delil olmadan on binlerce yıllık hapis cezaları almaları hakkında susmayan çok az insan olmuştur. Özellikle yapılan haberlerde, dava dosyasındaki iddiaların iftira olduğunu ortaya koyan deliller görmezden gelinmiş, hatta iftiralara dosyada bile olmayan yenileri eklenerek kamuoyu yanlış bilgilendirilmiştir. Toplumda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına karşı infial oluşmasına çaba harcanmıştır. Kendinden olmayanı ezme ve dışlatma politikası Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubuna yönelik olarak en şiddetli şekilde uygulanmıştır.

Bu politikanın yanlış olduğu, her kesime her şartta adaletli yaklaşılması gerektiği konusunda yaptığımız yoğun hatırlatmalara rağmen, toplumumuzu git gide kuşatan ve geçmişi uzun yıllara dayanan adaletsiz, şefkatsiz ve hoşgörüsüz bakış açısı iyice körüklenmiş, sonunda bu bakış açısı daha geniş kesimlere zarar verir hale gelmiştir. Artık sokaklarımızda gazetecilere meydan dayağı atılmaktadır. Konunun acı tarafı, bu tür şiddet eylemlerine ve hukuksuzluklara “Oh olsun!” diye bakan birçok insanın bulunmasıdır. Yani farklı düşünenlerin ve yaşayanların zulme uğramasından, sıkıntı çekmesinden zevk duyulan bir anlayış gelişmiştir. 

Tüm bunların bir yansıması olarak adalet mekanizması da kusurlu işlemektedir. Birçok soruşturma ve kovuşturma dosyasında karşılaştığımız hukuka aykırı kararlar bu gerçeğin en belirgin işaretleridir. Topluma git gide hakim olan ve adaletli hükmetmenin önüne geçen tarafgir bakış açısı maalesef bir kısım hakim ve savcılarımızda da görülmektedir. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Adnan Oktar Davası’nda verdiği hukuksuz karar ülkemizde herkes için adalete ne kadar ihtiyaç duyulduğunu gösteren birçok örnekten sadece biridir.

Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen doğru adımı atmak için hala geç kalınmış değildir. Toplumun her kesimine karşı adaletli ve şefkatli davranılması konusunda atılacak kararlı, istekli ve etkili adımlar Allah’ın izniyle çok çabuk sonuç verecektir. Burada önemli olan, üzerinde fikir birliğine varılan çözümün hiç kimseyi ayırt etmeden uygulanmasıdır. İnsanların kendi taraftarlarından olmayanı suçlu gibi gördüğü toplum yapısından, bir zenginlik ve imtihan unsuru olarak farklı görüşlerde yaratılmış insanların kardeşliğine dayanan, adaletli toplum yapısına geçilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, küçük bir zümre dışında herkesin adaletsizlikten ve şiddetten yakınacağı günlerin çok yaklaştığı aşikardır. Zulme, adaletsizliğe ve şiddete dayanan sisteme karşı birlikte mücadele verilmediği takdirde, bu sistem herkesi yutacaktır. Çünkü toplumları Allah’ın yolundan uzaklaştırıp birbirine düşürmeye çalışan şeytan sadece bazı insanların değil, her insanın azap çekmesini isteyen bir varlıktır.

Allah’ın ülkemizde görülen, nefretten güç bulan adaletsizlik anlayışı hakkındaki ayetinde yukarıda dile getirdiğimiz sorunların çözümü de açıkça yer almaktadır:

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışandır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir. (Maide Suresi, 8)

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski