Oda TV yazarlarından Hikmet Çiçek geçtiğimiz günlerde, hem bir gazeteci arkadaşının kitabının tanıtımını yapmak hem de kendince kamuoyu oluşturmak amacıyla Hüseyin Mutlu Cemaate Silah Dağıttı” başlıklı arkadaş camiamızı hedef alan provakatif bir yazı kaleme almıştır. 

Hikmet Çiçek yazısında geçen itham ve iddialarının tamamını gazeteci arkadaşının kitabına dayandırmış, ancak söz konusu kitap herhangi bir bilgi, belge veya delile dayanmayan, uydurma senaryo ve hikayelerden derlenmiş olduğundan, Sayın Çiçek'in yazısı da gerçeklik değeri olmayan bir hayal mahsulünden öteye gidememiştir. 

Hiçbir belge veya delile dayanmamasına rağmen, sırf okuyucuyu yanıltarak kamuoyu oluşturmak amacıyla derlendiği izlenimi veren Hikmet Çiçek'in yazısındaki gerçek dışı ithamlara cevap vermeyi ve bu vesileyle kendisine önemli bazı hatırlatmalarda bulunmayı da gerekli görmekteyiz. 

Birincisi

Öncelikle kendisi de bizim gibi iftiraya uğramış ve “Ergenekon Davası” kumpasıyla tutuklanarak, haksız yere uzun yıllar hapis yatmış bir büyüğümüzün, şimdi bizim hakkımızda hiçbir belge veya delile dayanmayan, gerçek dışı itham ve iddialardan oluşan böyle bir yazı kaleme almış olmasını son derece yadırgadığımızı belirtmek isteriz. 

Sayın Hikmet Çiçek ve diğer ODA TV çalışanları sık sık adaletsizlikten, yargıdaki sorunlardan, delilsiz olarak tutuklanan arkadaşlarının yaşadıklarından şikayette bulunan insanlardır. Dolayısıyla hukuk sistemindeki aksaklıkları, komplolarla neler yapılabildiğini yakinen tecrübe etmektedirler. Hukuksuzluk kendi başlarına geldiği zaman veryansın edenlerin benzer hukuksuzlukları, iftiraları, komploları diğerleri yaşadığında buna katkıda bulunmaları aslında ibretlik bir durumdur. Benzer şeyleri defalarca yaşayan ODA TV çalışanları kanaatimizce bizlerin de büyük bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzu, dosyada en ufak bir delil de suç unsuru da olmadığını adları gibi iyi bilmektedirler. Buna rağmen sırf arkadaşlarının yazdığı bir kitap çok satabilsin diye bu tarz haberler yapmayı vicdanlarından geçiriyor olmaları kendilerine yakışmamaktadır. 

ODA TV’nin yapması gereken sansasyon içeren başlıklarla kumpaslara destek vermek değil, hukuktan adaletten eşitlikten yana olarak her türlü delilsiz belgesiz karalamanın karşısında olmaktır. 

İkincisi

Arkadaş gurubumuz ne bir tarikat veya cemaat ne de bir örgüttür. Sayın Adnan Oktar'ı ve birbirini çok seven ve aralarında uzun yıllara dayalı bir dostluk ve arkadaşlık bağı bulunan dindar insanları; sırf bir arada bulunmaktan mutluluk duymaları ve birbirleriyle yardımlaşıp, dayanışmaları sebebiyle bir cemaat veya örgüt olarak nitelendirmek son derece yanlış bir tutumdur. 

Ayrıca Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamız için yazıda geçen “Nurcuların bir kolu şeklindeki nitelendirme de doğru veya gerçeklerle bağdaşan bir değerlendirme değildir. Gerek Sayın Adnan Oktar gerekse arkadaşlarımız, değerli İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'ye büyük bir sevgi ve muhabbet duymakta ve çeşitli yazı ve konuşmalarında kendisinin hikmetli sözleri ile eserlerinden alıntılar yapmakta oldukları doğrudur. Gerçek Nur Talebelerinden olarak bilinmekte de hiçbir mahsur yoktur. 

Ancak, “Nurcuların bir kolu” şeklindeki bu nitelemenin ne tarihi ne de temel hiçbir dayanağı olmayıp, kanaatimizce;

  • arkadaş gurubumuzu bir cemaat veya tarikat gibi gösterebilmek,
  • FETÖ'cüler de Nurcu'ydu şeklinde zorlama bir yaklaşımla, güya FETÖ ile arada bir bağ varmış iması yaratabilmek,

amacıyla söylenmiş maksatlı bir benzetmedir. Nitekim yazıda geçen bu nitelemenin hemen arkasından, FETÖ konulu başka bir iftiraya yer verilmesi de, yazıda niçin bu zorlama nitelemeye ihtiyaç duyulduğunu da açıklamaktadır. 

Üçüncüsü

Yazıda geçen güya FETÖ'ye “teknik destek” sağlandığı iddiası ile güya fuhuş ve şantaj amacıyla izleme, dinleme, sesli ve görüntülü kayıtlar çıkartıldığı iddiaları da yine hiç bir bilgi, belge veya delile dayanmayan, düzmece bir senaryonun parçaları olan, açık bir iftiradan başka bir şey değildir. 

Çünkü ne Temmuz 2018 tarihinde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yaşadıkları 100'ün üzerindeki ev ve işyerine düzenlenen polis operasyonundaki baskın ve aramalarda, ne de bu operasyonun yaklaşık 2 yıl öncesinde (2016 senesinde) emniyet istihbarat yetkilileri tarafından hakkımızda başlatılan ve gizli olarak yürütülen yoğun izleme, dinleme ve takip çalışmalarında, TEK BİR SUÇ veya SUÇ UNSURUNA RASTLANMAMIŞTIR. Çünkü ortada NE BİR SUÇ, NEDE BİR SUÇLU BULUNMAMAKTADIR.

Oysa, yazıda iddia edildiği gibi ortada bir fuhuş çetesi veya şantaj amacıyla izleme, dinleme, sesli ve görüntülü kayıtlar yapan bir örgüt olsa, bu iddialara ilişkin olarak da zorla alıkonulup fuhuş yaptırılan kız veya kadınlar ile şantaja yönelik yüzlerce kaset veya kayıtların da olması gerektiği açıktır. Ancak yukarıda detaylarını belirttiğimiz şekilde emniyet istihbarat yetkileri tarafından yaklaşık 4,5 yıl boyunca hakkımızda gizli olarak yürütülen olağanüstü teknik takip ile bir gece yarısı ansızın ve eş zamanlı şekilde Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yaşadıkları 100'den fazla adrese düzenlenen polis operasyonunda;

  • Baskın yapılan evlerin hiç birisinde cinsel ilişki halinde veya uygunsuz vaziyette tek bir kimse dahi bulunmamış, 
  • Kilitlenmiş, eli kolu bağlanmış veya zorla alıkonulan hiç kimseye rastlanmamış,
  • Aynı şekilde darp edilmiş, işkence veya eziyet görmüş veya vücudunda bunlara ilişkin izler taşıyan kimselere de bulunmamış,
  • Ne bir şantaj kasetine, ne bir gizli kameraya veya gizli kayıda, ne de bunları yapıp hazırlayacak bir teknik ekip veya ekipmana da rastlanmamış,
  • Haberlere “kamyon kamyon şantaj kasedi ele geçirildi” şeklinde yansıtılan kaset ve kayıtların tamamının ise, A9 Televizyonunun RTÜK mevzuatı gereğince arşiv olarak tutmak zorunda olduğu günlük TV yayınları olduğu anlaşılmıştır.

Dolayısıyla Sayın Hikmet Çiçek'in tüm bu gerçekleri bizzat kendisi de çok iyi bilmesine rağmen, aleyhimizde kamuoyu ve şaibe oluşturmak amacıyla hiçbir delile dayanmayan gerçekdışı iddia ve olmadık iftiralara yazısında yer vermesi kendisine hiç yakışmamaktadır. 

Dördüncüsü

Yazıda geçen ve güya “operasyonun yarım saat öncesinde haber alındığı” ile sözüm ona “Adnan Bey'in bulunduğu villadan bu sayede kaçtığı” şeklindeki gerçekdışı iddia ise, daha önce çeşitli medya kuruluşu tarafından da dile getirilen yalan haberlerden bir diğeridir. Gerçekte ise;

  • Sayın Adnan Oktar, OPERASYON GECESİ BAZI KESİMLERİN ŞOV YAPMA HEVESLERİNİ KURSAKLARINDA BIRAKMAK İÇİN, BULUNDUĞU EVDEN AYRILMA, POLİSE KENDİSİ DIŞARIDA TESLİM OLMA KARARI ALMIŞ ve yanında birkaç arkadaşıyla birlikte evin sahil yoluna açılan, misafirlerin de ev sahibinin de sıkça kullandığı alt kapısından çıkış yapmıştır. Çıkış yapılan bu kapı da kapıya inen yol da gizli, saklı, özel bir yol yada tünel vs değildir.
  • Polis operasyonu olduğunu haber aldığında evden Vatan’daki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gitmek üzere yola çıkan Sayın Adnan Oktar, araçta ön koltukta oturmuş, yolda birçok kişiyle göz göze gelmiş, selamlaşmıştır, arabanın içinde saklanma ihtiyacı hissetmemiştir. Araçta ön koltukta oturarak, insanlarla iletişim kurarak, selamlaşarak bir kaçma, gizlenme, saklanma olmayacağı açıktır.
  • Adnan Bey, arabaya bindikleri andan polisle karşılaştıkları ana kadar çok sayıda telefon görüşmesi yapmış, hatta yolda Ahmet Hakan gibi birçok gazeteciyi arayarak operasyon konusunda basını bilgilendirmiştir. Kuşkusuz kaçan, saklanma niyetinde olan birisinin ilk iş, önce telefonunu kapatacağı ve araba içinde de gizlenmeyi düşüneceği malumdur. Ancak Adnan Bey hiçbir şekilde gizlenmediği gibi telefonunu da kapatmamıştır, yani evden ayrılmasındaki amaç, evin dışında bir yerde veya emniyette polise teslim olmaktır. 
  • Ayrıca, o gün Adnan Bey'in yanında olan arkadaşı, Didem Ürer Hanım üzerini değiştirmek istediği için önce ablasının Maslak’taki evine gitmişler, burada sitenin girişteki güvenlik görevlileriyle selamlaşıp konuşmuşlardır. Yine görüldüğü gibi bir saklanma, gizlenme veya kaçma durumu bulunmamaktadır.

Beşincisi

Hikmet Çiçek'in kendince infial oluşturmak ve kamuoyunu yönlendirmek amacıyla yazısında yer verdiği asılsız iddialardan birisi de, Adnan Bey'in kendisini güya MEHDİ olarak gördüğü ve sözüm ona kendisine itaat edilmesi gerektiği şeklindeki gerçekdışı iddiadır.

Bu iddianın ortaya atılmasındaki ana sebep ise, Sayın Adnan Oktar’ın güya Mehdiliğini ilan edip ülkenin yönetimini ele geçirmeyi hedefleyen bir insanmış gibi görülmesini sağlamaktır. Amaç, Sayın Adnan Oktar’ı güya aynı FETÖ gibi devlete, hükümete ve millete karşı bir tehditmiş gibi göstermek ve devletin kurumlarını bu tehdidi ortadan kaldırmak için hamle yapmaya yöneltmektir. 

Gerçekte ise Sayın Adnan Oktar, HAYATININ HİÇBİR DÖNEMİNDE MEHDİLİK İDDİA ETMEMİŞ, BÖYLE BİR İDDİADA BULUNMAYACAĞINI HEP BELİRTMİŞ VE MEHDİ OLMADIĞINI DEFALARCA AÇIKLAMIŞTIR.

Sayın Adnan Oktar bugüne kadar yüzlerce kez Mehdi olmadığını, geçmişte Mehdilik iddia etmediği gibi ve gelecekte de asla etmeyeceğini kamuoyu önünde defalarca -yemin de ederek- beyan etmiştir.

Adnan Bey'in A9 Televizyonu'nda yayınlanan aşağıda yer verdiğimiz bazı konuşmaları kendisinin asla böyle bir iddiası olmadığını açıkça ortaya koymaktadır:

"Kardeşim bir kere bu Kur'an'la çelişir. Ben böyle bir şey söylemem çünkü ben imtihan olan bir insanım. Bir de bunun için vahiy gerekir. Vahiy de gelmeyeceğine göre, yani yeni bir kitap gerekir. Böyle bir şey de olmayacağına göre benim Mehdilik iddia etmem gibi bir konu olmaz. Dolayısıyla dedim ki, yine söylüyorum: Allah’ın, meleklerin, bütün insanların laneti üzerime olsun ki ömrüm boyunca, ölünceye kadar hiçbir şekilde Mehdilik iddia etmeyeceğim. Bu açık, kaç defa söyledim…" (Adnan Oktar-10.04.2010)

"Yani bütün kardeşlerime, bütün sevdiklerime, bütün milletime bunu açıkça söylüyorum. Ben Mehdi değilim ve Mehdilik iddiam da yok ve hiçbir zaman için de olmaz. Mehdilik iddia etmeyeceğime de yemin ediyorum. Allah adına, ömrüm boyunca öyle bir iddiam olmaz benim. Yani ben Mehdiyim demem. Yani öyle bir iddiam olmaz. Yeminle söylüyorum. Gönülleri rahat olsun, öyle bir şey yok." (Adnan Oktar-01.02.2014)

"Bir insan kendisini Mehdi ilan ederse, dinle, İslam'la alakası kalmaz. Küfre girmiş olur. Kur'an'ın hükmüne göre Cenab-ı Allah bize ne diyor? Ümit ve korku içinde olun ve oradan da Mehdilik iddia edene ne diyor? Ben günahsızım, cennetliğim. Benim imtihan olmama gerek yok diyor. O zaman küfre girer. yani hiçbir insan ben Mehdiyim diyemez… Alim değilim. Müceddid, müçtehid değilim. Nerede Mehdi oluyorum ben. Ama insanlar sevdiklerine hüsnü zan ederler… Hatta ben defalarca da yemin ettim: hiçbir zaman için benim bir Mehdilik iddiam olmayacak, Allah adına yemin ediyorum. Olmaz, öyle bir şey olmaz." (Adnan Oktar-03.10.2015)

"Şimdi tabii Mehdi’yi anlatınca, hocam sen kendini mi ima ediyorsun? diyorlar. Ama ben Mehdilik iddia etsem, bir kere niye gidip 33. dereceden mason olayım? Bi de meşrika- azam-üstad mason. Yani kardeşim bir nur talebesi, yani gelenekçi Ortodoks bir dindarın en zıt olduğu konulardan birisi de masonluktur. Yani girip çıksan bile adam affetmez. Yani kapısına girdim çıktım desen affetmezler. Ben televizyon kanalında, bütün milletin gözü önünde masonik törenle Meşrika Azam oldum ve madalya aldım, mason madalyası aldım. Ve tapınak şövalyeleri de tapınak şövalyesi olduğuma dair diploma verdiler… Mehdilik iddia eden adam bunu niye yapsın?" (Adnan Oktar-07.06.2013)

"Ben neyim, sıradan bir insanım. Alemciyim, yani insanlardaki Mehdi imajıyla benim uzaktan yakından alakam yok. Masonluk var, Yahudilerle iç içeyim. Hahamlarla ahbabım. Yani bir kere tam anlamıyla haham ve Yahudi karşıtı olması gerekir Mehdinin. Mehdinin anti mason olmazı lazım. Şiddetle masonluğa karşı olması lazım. Eğlence, dans asla yapmaz. Kaşıkla oynamayla hiç olmaz. Mini etkeli kızlarla falan böyle beraber olacak, eğlenecek, alem olacak, mümkün değil. Ben zaten baştan Mehdiliği kaybetmiş vaziyetteyim. O yüzden benden ümidi kesin. Benim dışımda kimde arıyorsanız arayın. Bende olacak iş değil yani… Cahillik bende, yani böyle Mehdi olmaz kardeşim. En başından olay bitmiş, kilitlenmiş. Onun için bitmiş bir meselenin yeniden araştırması olmaz." (Adnan Oktar-22.03.2018)

"Yüzlerce defa söyledim, Mehdilik iddiasında bulunursam Allah'ın, meleklerin, insanların laneti üzerime olsun dedim. Ben hoca da değilim. Bu program da din programı değil. Ben Allah'ı çok seviyorum, her yerde, her ortamda Allah'ı anarım." (Adnan Oktar-09.03.2017)

Görüldüğü üzere, bizzat Sayın Adnan Oktar'ın yıllardır yapmış olduğu bu açıklamalar, kendisinin Mehdiyet iddiası olduğu veya olacağına ilişkin asılsız iddiaları ve söylentileri açık ve net bir şekilde yalanlamaktadır. Ancak buna rağmen Hikmet Çiçek'in yazısında olduğu gibi, ısrarla Adnan Bey'in güya Mehdiyet iddiası olduğuna ilişkin haber yapmanın samimi bir yaklaşım olmadığı da ortadadır. 

Altıncısı

Hikmet Çiçek'in yazısında geçen aleni bir diğer iftira ise; Sayın Adnan Oktar'ın 1986 senesinde kaleme almış olduğu “Yahudilik ve Masonluk” isimli kitabının çok ses getirmiş olmasından rahatsızlık duyan dönemin derin devlet yapılanmasının düzenlediği bir komplo sonucu önce tutuklanıp, sonra 9 Ay boyunca Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde azılı akıl hastalarının arasında tutulduğu döneme ilişkindir. 

Hikmet Çiçek Sayın Adnan Oktar'ın 1987 senesinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tutulmaktayken, güya kendisini Zaman Gazetesinden bazı muhabirlerin ziyaret ettiğini öne sürerek kendince Adnan Bey ile FETÖ arasında sanki bir ilişki varmış izlenimi oluşturmayı amaçladığı ortadadır. 

Ancak, her şeyden önce FETÖ kelimesinin dahi henüz daha icat olmadığı, 2013 öncesinde devletin tüm kademelerinin Fethullah Gülen’in bizzat şahsı ve Gülen cemaati ile konuşup görüştüklerini, birlikte okullar açıp, ortak faaliyetler yürüttüklerini görmezden gelip, bundan yaklaşık 30 sene öncesine -ta 1987 senesinde- bir atıfta bulunarak, buradan suni bir FETÖ bağlantısı oluşturmaya çabalamanın ne derece komik olduğu tartışmasızdır. 

Yedincisi

Hikmet Çiçek, yazısında bazı arkadaşlarımızın sahip oldukları tamamı resmi ve ruhsatlı olan silahlar konusuyla ilgili olarak da bazı gerçekdışı itham ve iddialarda bulunmuş, daha doğrusu gazeteci bir arkadaşının dosyanın husumetli müştekilerinin uydurduğu düzmece senaryolardan derlediği ve hiçbir belge veya delile dayanmayan hikaye kitabındaki iftiraları olduğu gibi yazısına taşımıştır. 

Yazıda öncelikle 2010 - 2014 yılları arasında İstanbul Valiliği yapmış ve 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında tutuklanarak yargılanmış ve FETÖ üyesi olmak suçundan dolayı bir süre hapis de yatmış Hüseyin Avni Mutlu'dan ve Mutlu'nun FETÖ bağlantılarının anlatıldığı iddianamesinden uzun uzadıya bahsedilmiştir. Sonrasında ise yine hiçbir belge veya delili olmaksızın Hüseyin Avni Mutlu'nun İstanbul Valiliği görevi esnasında güya TBAV camiası mensubu bir arkadaşımızla görüştüğü ve arkadaşlarımıza ait silah ruhsatlarının güya Vali Mutlu tarafından dağıtıldığı iftirasında bulunulmaktadır. 

Bunun açık bir iftira olduğunun en önemli delili ise; arkadaşlarımızın yıllar içerisinde “Ateşli Silahlar Kanun ve Yönetmeliği” kapsamında edindikleri silah ve ruhsatların, sadece 2 veya 3 tanesinin İstanbul Valilisi Hüseyin Avni Mutlu imzasıyla alınmış olmasıdır. 

Çünkü ilgili kanun ve yönetmelikler gereğince Valiler, sivil vatandaşlar açısından sadece “Can Güvenliği” gerekçesi söz konusu olduğunda silah ruhsatı verebilmekte, can güvenliği tehlikede olduğu için silah ruhsatı başvurusu yapmak durumunda kalan ve “Can Güvenliği” gerekçesiyle silah ruhsatı alan ise, sadece 2 veya 3 arkadaşımız bulunmaktadır. 

Dolayısıyla, Hikmet Çiçek'in yazısında geçen hayali Hüseyin Avni Mutlu bağlantısı ile Hüseyin Avni Mutlu'nun güya arkadaşlarımıza silah dağıttığı iddialarının tamamı büyük bir yalandan ibarettir. 

Bununla birlikte, camiamıza mensup bazı arkadaşlarımızın ruhsatlı silah edinmiş olmaları ile ilgili bazı önemli hususları da yeri gelmişken burada belirtmek isteriz. 

Öncelikle bir kişinin silah taşıması veya bulundurması son derece sıkı ve titiz yürütülen devletin resmi inceleme ve prosedürleri sonucunda gerçekleşir. Bu prosedürler dikkate alındığında, arkadaşlarımıza ait olan ve 11.07.2018 tarihli polis operasyonuyla el konularak Adli Emanet'e gönderilen TAMAMI RUHSATLI VE HİÇBİR SUÇA YA DA OLAYA KARIŞMAMIŞ SİLAHLARIN, camiamızın hiçbir şekilde suç örgütü olamayacağının en kesin delillerinden biri olduğunu bazı açık ve net gerçekler ışığında inceleyelim:

1. Polis operasyonunda toplamda 23 tüfek ve 70 tabancaya el konulmuştur. Söz konusu silahların çok büyük bir kısmı –özellikle 23 adet yivsiz av tüfekleri– 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında alınmıştır. Geri kalan silahların bir kısmı ise camiamıza karşı yapılan 1999 tarihli polis operasyonu kapsamında el koyulan ve 2015-2016 yılları ve sonrasında adli emanetten geri verilen silahlardır. 

2. Polis tarafından el konulan silahların tamamının sicili tertemizdir. BU SİLAHLARIN HİÇBİRİ KULLANILMAMIŞ OLUP EN UFAK BİR ADİ SUÇA YA DA ADLİ BİR VAKAYA DAHİ KARIŞMAMIŞTIR. 

3. Silahların tamamı, yasal müracaatlar sonucunda verilen yasal ruhsatlarla alınmıştır.

4. BU SİLAHLARIN RUHSATLARINI ALAN KİŞİLERİN TAMAMI ADLİ VE İDARİ BİRİMLERCE YAPILAN SIKI TAHKİKATLARDAN GEÇMİŞLER VE NETİCESİNDE SİLAH KULLANMAYA EHİL VE GÜVENİLİR OLDUKLARI TESPİT EDİLDİĞİ İÇİN RUHSAT ALABİLMİŞLERDİR. Sadece bu husus bile mensuplarımızın adli, idari, hukuki, ruhsal, fiziksel ve muhasebesel açıdan tahkikattan geçmiş ve her bakımdan ruhsatlı silah taşımaya uygun kişiler olarak görüldüğünü göstermektedir.

5. Bilindiği üzere, alt sınırı 1 yıl veya üzeri olan herhangi bir suçtan dolayı ceza almış veya hakkında derdest bir soruşturma/dava bulunan bir kişiye silah ruhsatı verilmemektedir. Silah ruhsatına sahip arkadaşlarımızın geçmiş adli kaydı ve hali hazırdaki hukuki durumu uygun görüldüğü için devlet tarafından kendilerine silah ruhsatı verilmiştir. İLGİLİ MENSUPLARIMIZIN HEPSİ AYRI AYRI ADLİ OLARAK İNCELENMİŞ VE HAKLARINDA SİLAH RUHSATI ALMALARINA MANİ OLACAK NİTELİKTE BİR CEZA KARARI VEYA SUÇ İSNADI OLMAMASINDAN DOLAYI RUHSAT ALABİLMİŞLERDİR.

6. Bahse konu mensuplarımızın bir kısmı ruhsatlarının geçerlilik süresi olan 5 yıl bittiği için yenileyip yeniden ruhsat almışlardır. Yani bu kişiler için bu tahkikatların tamamı birkaç kez yapılmış ve her defasında silah kullanmaya ehil görülmüşlerdir.

7. Ayrıca, ele geçirilen silahların bir kısmı sadece bulundurma ruhsatlı silahlardır. Yani ruhsatta belirtilen dışında bir yerde bulundurulması ve kişinin yanında gezdirmesi kesinlikle yasaktır. Bulundurma ruhsatına sahip kişiler bu duruma riayet etmişlerdir. Suç işlemek amacıyla silah temin edecek bir kişinin bulundurma ruhsatlı bir silah almak için uğraşmayacağı aşikârdır. 

8. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız PKK, DAEŞ ve El-Kaide gibi terör örgütlerinin suikast listesinde yer almaktadır. Büyük tehlike arz eden bu durum üzerine Valilik makamı, Sayın Adnan Oktar’a polis koruması tahsis etmiştir.

9. Özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında devlet yetkilileri, kişilerin gerektiğinde kendilerini ve devletlerini savunabilmeleri bakımından bireysel ve yasal yollarla silahlanmalarını teşvik etmişlerdir. Camia mensuplarımızın bir bölümü gönüllü olarak bu teşviğe uygun olarak silahlanmışlardır.

10. Yasal ruhsat alımı nispeten daha kolay ve ekonomik olduğu için 15 Temmuz sonrasında yivsiz av tüfek satışlarında ciddi bir patlama olmuş, ruhsat başvurularında ciddi kuyruklar oluşmuştur. Polis operasyonunda ele geçirilen tüfeklerin neredeyse tamamı da bu süreçte alınmış silahlardır. 

11. Ruhsatsız silah sahibi olan hiçbir arkadaşımız yoktur. Camiamıza, 11 Temmuz 2018 tarihinde habersiz, ani ve eş zamanlı yapılan baskınlar şeklinde düzenlenen polis operasyonu neticesinde tek bir ruhsatsız, illegal ya da herhangi bir suça karışmış silaha rastlanmamıştır.

12. Söz konusu operasyon öncesinde camiamıza yönelik emniyet birimleri tarafından gizli olarak sürdürülen teknik takiplerde hiçbir suç unsuruna rastlanmadığı gibi, illegal, ruhsatsız, suça karışmış herhangi bir silah ya da silah kullanımına dair de tek bir somut vakayla karşılaşılmamıştır.

13. Silahlı bir suç örgütünün varlığından söz edilebilmesi için bu silahların "amaç suç" işlenirken ya da herhangi bir suç eylemi sırasında kullanılmış olması gerekmektedir. Ancak, camiamızla ilgili iddianamede herhangi bir "amaç suç"tan bahsedilmediği gibi söz konusu ruhsatlı silahlar da, ne bir suç işlemede ne de harhangi bir nedenle hiçbir suretle kullanılmamıştır.

14. HEPSİNDEN ÖTESİ, DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE HERHANGİ BİR SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜNÜN MENSUPLARININ SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA, KENDİ ADLARINA, TÜM BALİSTİK BİLGİLERİ RESMİ MAKAMLARDA KAYITLI OLAN RUHSATLI SİLAHLAR EDİNDİKLERİ GÖRÜLMÜŞ, DUYULMUŞ BİR ŞEY DEĞİLDİR.

15. Çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir başka husus da şudur: DOSYADAKİ SÖZDE MAĞDUR VE MÜŞTEKİLER BEYANLARINDA BU SİLAHLARIN KULLANILDIĞINA, BU SİLAHLARLA SÖZDE BİR SUÇ İŞLENDİĞİNE DAİR TEK BİR KELİME DAHİ ETMEMİŞLERDİR.

16. Ayrıca, el koyulan silahların çok büyük bir kısmı ÖZELLİKLE TÜFEKLER KENDİ ORİJİNAL KUTULARINDA, DEMONTE OLARAK HİÇ KURULMAMIŞ VE HİÇ KULLANILMAMIŞ BİR HALDE BULUNMUŞTUR. Bugün çat kapı gidilecek bir evin/şirketin herhangi bir odasında veya çekmecesinde dahi hazır halde bir tüfek veya tabanca bulmak mümkünken, arkadaşlarımıza ait el koyulan silahların kullanıma dahi hazır olmaması, suçlamaların yersizliğini gözler önüne sermektedir.

17. Başvuruda bulunan camiamız mensuplarının mali durumları, ticari sicilleri de incelenmiş, herhangi bir hukuka aykırılık, devlete herhangi bir vergi veya idari borçları olmadığı tespit edilmiş, kendilerine bunun neticesinde silah ruhsatı verilmiştir.

18. Camiamız mensuplarının sabit yerleşik ikamet adresleri olduğu, bu adreslerden kendilerine ulaşılabildiği ve gerektiğinde tebligat yapılabildiği hem MERNİS kayıtlarından hem de emniyet tarafından yapılan tahkikatlar neticesinde anlaşılmış ve bunların neticesinde silah ruhsatı verilmiştir.

19. Silah ruhsatı alan camiamız mensuplarının tamamının, gerek sosyal medyadan gerek A9 TV'de katıldıkları programlardan gerekse herkesin gözleri önündeki günlük sosyal yaşamlarından, uzun yıllardan beri Sayın Adnan Oktar'ın arkadaş çevresine mensup oldukları gayet iyi bilinmektedir. Devletimizin resmi makamlarının ve özellikle de istihbarat birimlerinin bu gerçeği çok daha iyi bildikleri kuşkusuzdur. 

Dolayısıyla, EĞER SAYIN ADNAN OKTAR'IN ARKADAŞ ÇEVRESİNE MENSUP OLMAK BUGÜN MESNETSİZ OLARAK İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ SÖZDE BİR "SUÇ ÖRGÜTÜ MENSUBİYETİ" ANLAMINA GELSEYDİ, RESMİ MAKAMLARIMIZ BU KONUDA EN KÜÇÜK BİR ŞÜPHE BİLE HİSSETSELERDİ, CAMİAMIZ MENSUPLARINA TEK BİR SİLAH RUHSATI ALMA ONAYI VERMELERİ ASLA MÜMKÜN OLMAZDI. 

Hem de operasyonun hemen öncesinde camiamız üzerinde teknik takibin sürdürüldüğü 2 yıllık süreç içerisinde... 

Ancak, üst düzey resmi makamlarımızın arkadaşlarımıza silah ruhsatı izni ve onayı vermekte dahi hiçbir sakınca görmemeleri, camiamızı aklayan en önemli kanıtlardan biridir.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski