Sayın Abdurrahman Dilipak, 28 Mart 2021 tarihinde Yeni Akit gazetesinde yayınlanan, Covid-19’un bazı çevrelerin başlattığı biyolojik savaşın bir ajanı olduğunu iddia ettiği “Dersimiz 4 İşlemle Covid” başlıklı yazısında, bir kez daha 1999 yılında İstanbul Valiliği ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yürütülen "kan kampanyası"na atıfta bulunarak, bu kampanyadan, “Adnan Oktar’ın Babuna operasyonu” olarak söz etmiştir. 

Söz konusu kan kampanyası hakkındaki iddiaları defalarca belgeleriyle birlikte açıkladığımız halde, bu konuyu halen idrak edemeyen veya özellikle anlamazlıktan gelen bazı kişiler bulunmaktadır, Sayın Abdurrahman Dilipak da bu kişilerden biridir.

Söz konusu iddialar için bugüne kadar merhum Sağlık Bakanı Osman Durmuş dahil, hiç kimse bir delil veya belge getirmemiştir. İddialar, kimi zaman sadece varsayım ve aşırı şüphecilikle, kimi zaman ise kasıtlı bir art niyet ve algı oluşturma çabasıyla öne sürülmektedir.

OYSA, MÜSLÜMANLAR ARASINDA HÜSNÜ ZAN ESASTIR. SÖZ KONUSU KAN KAMPANYASINDA İSE, HÜSNÜ ZANDAN ÖTE, KAMPANYANIN KANUNLARA UYGUN İYİ NİYETLE DEVLET KURUMLARI TARAFINDAN YÜRÜTÜLDÜĞÜNE DAİR KESİN DELİLLER, EVRAKLAR BULUNMAKTADIR. 

Özetle; 1999 yılında yapılan ve Dr. Oktar Babuna’nın ismiyle anılan kan kampanyası, Sayın Adnan Oktar’ın veya camiamızın başlattığı veya yürüttüğü bir kampanya değildir. Bu kan kampanyası, en başından en sonuna kadar devletimizin farklı birimleri ve dönemin hükümeti tarafından yürütülmüştür. Her aşaması belgelidir. 

Halen anlamazlıktan gelenler için konuyu tekrar açıklamakta fayda görüyoruz:

1999 Yılının Mart ayında, Dr. Oktar Babuna’nın Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) hastalığı vesilesiyle Türkiye’de bir kemik iliği bankası eksikliği gündeme gelmiştir. Dr. Oktar Babuna’nın babası rahmetli Prof. Dr. Cevat Babuna’nın İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi olması hasebiyle, fakülte dekanının inisiyatif ve kararıyla, bir sosyal sorumluluk projesi olarak bir kampanya başlatılmış, Türkiye’de çok büyük ihtiyaç olan bu kampanya için en üst düzel devlet yetkilileri, siyasetçiler, bilim insanları, akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar ve halkımız yoğun ilgi ve alaka göstermişlerdir.

İstanbul Tıp Fakültesi’nin bünyesinde, Valilik izin ve desteğiyle yürütülen kan bağışı kampanyasının ardından, ülkemizde yeterli teknik imkan bulunmadığı için, yine DEVLET KURUMLARIMIZIN YÖNLENDİRMESİ, İZNİ VE ORGANİZASYONU İLE bağışlanan kanların bir kısmı analiz için yurt dışına gönderilmiştir.

Hiçbir devlet kurumu art niyetle veya risk olacağını bile bile Türk halkına ait kanları yurt dışına göndermez. Dolayısıyla bu kanların yurt dışına gönderilmesinde en küçük bir sakınca bulunmamaktadır. Kan kampanyasının gelişim aşamaları şöyle olmuştur:

 Beyin Cerrahı olan Dr. Oktar Babuna’nın Kronik Lenfosittik Lösemi (KLL) olması, uyumlu kemik iliği arama süreci ve babasının da İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi olması vesilesiyle, İstanbul Valiliği'nden de alınan izinle, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Dekanlığı tarafından ülke çapında “Ulusal Kemik İliği Bankası Kurulması Kampanyası” başlatılmış ve kampanyanın tamamı devlet makamlarınca yürütülmüştür.

 Kampanya tamamen legal yollarla, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütülmüştür. Kampanyanın sahibi, para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı tespit edilmiştir. Vakfın o dönemki başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin tüm çalışmaların başında yer almıştır. 

 Dr. Oktar Babuna’nın bu konudaki tek rolü, hastalığı nedeniyle bu kampanyanın başlamasına ve kamuoyunun dikkatinin bu yöne çekilmesine vesile olmasıdır.

Kampanya ile ilgili o dönemde yapılan duyuru ve haberlerde de bu gerçek apaçık görülmektedir:



  • Kampanyanın en önemli destekçisi bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel olmuştur. Merhum Demirel 28 Mart 1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etmiştir: 

“ İlik Bankası’nın kurulmuş olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız. Bu hareketi başarıya ulaştıralım. “



  • Sayın Demirel’in desteği sadece beyanat vermekle sınırlı kalmamış, toplanan kanların tahlil için yurtdışına gönderilmesi ile ilgili gümrük işlemlerinin kaldırılması ve kanların Türk Hava Yolları uçakları ile ücretsiz taşınması gibi pek çok konuda kendisi bilfiil müdahale ederek yardımcı olmuştur.
  • Sayın Demirel 27 Mart 1999 tarihinde, Oktar Babuna'nın babası Prof. Dr Cevat Babuna ve amcası Prof. Dr. Cahit Babuna’yı Cumhurbaşkanlığı makamında kabul etmiş ve ilerlemelerle ilgili bilgi almıştır.
  • İstanbul’da düzenlenen ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşmiştir. Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu organizasyonu sahiplenmiştir. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda her şeyin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli defalar kamuoyuna açıklamışlardır. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştır.



  • Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, Bursa Valisi Orhan Taşanlar gibi devletin en üst kademelerinden isimler bizzat kampanyaya katılıp kan vermişlerdir.


  • Eski Başbakan ve dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller TGRT Televizyonu’na 15 Nisan 1999 tarihinde verdiği röportajda kan kampanyası için parti olarak nasıl seferber olduklarını anlatmıştır.
  • Dönemin İçişleri eski Bakanı Meral Akşener de, 26 Nisan 1999’da İzmit’te düzenlenen organizasyonda kan verirken, “biz Oktar Babuna’ ya bu manada çok şey borçluyuz, o bir rahatsızlığı gündeme getirdi” şeklinde konuşmuştur.



  • İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlenmiştir.
  • Genelkurmay Başkanlığı, tüm Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak için talimat yayınlamıştır. Hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen organizasyon için askeri spor salonu tahsis edilmiştir. Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da kampanyaya katılarak kan vermiştir.
  • Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15. Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile olmuştur.




  • Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, başta Almanya olmak üzere Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerdeki büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza talimat göndererek kampanyaya destek vermelerini talep etmiştir.
  • Toplanan kanlar Emniyet müdürleri talimatıyla polis eskortları eşliğinde havaalanına götürülmüş, ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla Almanya ve ABD’deki dünyanın en iyi ve ünlü laboratuvarlarına gönderilmiştir. Çünkü o dönemde, Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlar çok kısıtlıydı. Örneğin Çapa Tıp Fakültesi’nin laboratuvarı günde sadece 4 kan örneğini analiz edebiliyordu. Ankara’daki laboratuvar da benzeri kapasitedeydi. Bu da toplanan yüzbinlerce örneğin analizinin on yıllara yayılması demekti. Oysaki kan örneklerinin ömrü sadece 24 saattir, öyle günlerce, senelerce bekletmek bunları ziyan etmek anlamına gelecektir. Bu nedenle, kampanyanın karar mercii olan İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı kararıyla analizlerin yurt dışında yapılması planlandı. 

YANİ, "KANLARIN ABD'YE GÖNDERİLEREK ANALİZ ETTİRİLMESİ" KONUSUNA KARAR VEREN OKTAR BABUNA YA DA BİR BAŞKASI DEĞİL İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI'DIR.


  • Bu çapta büyük bir organizasyonun hiçbir aşamasının devletin bilgisi, kontrolü, izni olmadan yürütülemeyeceği açıktır. Nitekim yukarıda sunmuş olduğumuz belgeler de durumun tam olarak bu şekilde olduğunu, kampanyanın her aşamasının en üst düzey devlet makamlarının bilgisinde yürütüldüğünü ispatlamaktadır.
  • Kampanyanın ilerleyen aşamalarında lösemi hastalarından büyük kazançlar elde eden, bu nedenle kampanyadan maddi çıkarları zedelenen bazı çevrelerce çeşitli asılsız dedikodular çıkarılmıştır. Amaçları kampanyayı sabote edip gerçek dışı şaibeler yayarak eski rant sistemlerinin çarklarını döndürmektir. Bu sebeple, kampanya, kampanyanın düzenleyicileri ve para toplamaya yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve soruşturmalardan geçmiş, tüm bunlardan hep aklanarak çıkılmıştır. Yürütülen 3 ayrı soruşturmanın hepsi takipsizlik kararlarıyla sonuçlanmıştır. Bu kararlar kesinleşmiştir.
  • Kampanyanın yarıda bırakılmasından sonra dönemin Fazilet Partisi’ne mensup 20 milletvekili, bir Meclis Araştırması Önergesi ile gelmiştir. 22.07.1999 tarihli bu önerge metninden kısa bir alıntı şöyledir:

"Ulusal kemik iliği bankası kampanyası, devlet tarafından desteklenmiş olup, sivil insanlar tarafından da çok büyük bir ilgiyle karşılanmış bir kampanyadır. Bu kampanya ile ilk aşamada lösemi hastası Dr. Oktar Babuna’ya uygun bir kemik iliği vericisinin bulunması, daha sonraki aşamada ise, Türkiye’de ulusal kemik iliği bankasının kurulması hedeflenmekteydi. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi gibi, devleti temsil eden kişi ve kurumlar tarafından desteklenerek, 160000 doku tahliline ulaşan ve kemik iliği bankasının fiilen kurulmasını temin ederek, sayıları 8000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının ilik bulma ve yaşama şansını yüzde 70’lere çıkaran böyle bir kampanyanın, Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulması, halkımız arasında hayret ve şaşkınlık ile karşılanmıştır

Ülkemizde, lösemi hastalarına yardım etmek için yıllardır faaliyet gösteren Lösemili Çocuklar Vakfı’nın yakalayamadığı başarıyı, birkaç ay içinde yakalayarak, onu çok gerilerde bırakan böyle bir kampanyanın Türkiye’ye sağlayacağı imkânlar, kampanyanın durdurulmasıyla heba edilmiş ve sayıları 8000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının hayal kırıklığına sebep olmuştur, belki de onları ölüme mahkûm etmiştir.

Ülkemiz insanları için hayırlı ve onurlu bir hizmeti hedef alan bu kampanyaya engel olmak için eldeki delillerin daha tatminkâr ve açık olması gerekmez miydi?"

  • 1999 yılında toplanan kanların tahlillerini yapan Almanya’daki Stefan Morsch Vakfının kurucularından Susanne Morsch’un Temmuz 2018 tarihinde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik yapılan operasyonun hemen ardından, ortaya atılan iddiaların, komplo teorilerinin anlamsızlığına ışık tutan açıklamaları şunlardır. 

“Çok fazla kurum işin içindeydi. Çünkü örnekler o kadar çoktu ki tek bir laboratuvar başa çıkamadı. Biz gönderilen örnekleri test ettik, bu kadar. O dönem ödemeyle ilgili bir sorun çıktığını hatırlıyorum çünkü o kadar çok örnek vardı ki. Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul Üniversitesi'nin hastanesi ödeyebilmek için para toplamaya çalıştı. Kan örnekleri için izin formlarını da onlar toplamıştı.”

…Testten sonra örneklere ne oluyor?

Morsch “Belirli bir yasal süre var. O dönemin mevzuatına göre ne kadardı hatırlayamadım. Örnekleri tutmak zorundasınız. O süre geçtikten sonra örnekleri imha ettik" diyor…

Akıllardaki diğer sorular da test talebinin resmi olarak kimden geldiği, sonuçların kiminle paylaşıldığı…

Vakıf yetkilisi Morsch o dönem Sağlık Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi'nden yetkilililerle temasta olduklarını söyledi:

"İstanbul Üniversitesi'nden yetkililer izin formlarını kimden aldıklarını, sonuçlarla ne yaptıklarını size anlatabilirler, onlara sormalısınız. Hatırladığım kadarıyla, yaptığımız anlaşma uyarınca, bu İŞİN SORUMLUSU İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ'YDİ, BAKANLIĞIN DA BİLGİSİ VARDI.

"Sonucu paylaşamam, hasta gizliliği kapsamında" (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)

  • Daha önce, Dönemin Sağlık Bakanı tarafından da mesnetsizce ve hiçbir bilimsel temeli olmaksızın ortaya atılan "genetik haritamızın çalınacağı" şeklindeki gülünç komplo teorilerine ilişkin, Alman vakfın başkanı tarafından verilen cevap ise şu şekildedir;

"Bu nedenle kötüye kullanabileceğini düşünmüyorum… Bakın prosedüre göre bize gönderilen örnekler bir donör koduyla geliyor. Yani, laboratuvarlar örneklerin kime ait olduğunu bilmiyor. Bu bilgi sadece kampanyayı düzenleyen ve izin formlarını toplayan kişilerde var. Bizdeki uzmanlar sadece donörlerin hastayla uyumlu olup olmadığını tespit etti." (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)

  • Kan örneklerinin Türk halkı aleyhine bir şekilde kullanılacağı, gen haritamızın çıkarılacağı,  gibi iddiaların ne kadar akıl dışı olduğunu anlayabilmek için bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar var:

 T.C. Dış İşleri bakanlığının verilerine göre hali hazırda yurt dışında 6.5 milyon Türk vatandaşı yaşamaktadır ve bunların yaklaşık 5.5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa)

– Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın tamamı sağlık hizmetlerini bulundukları ülkelerde almaktadır ve tüm sağlık taramalarını, kan tahlillerini bu ülkelerin kuruluşlarında yapmaktadırlar.

– Yani yaklaşık 6.5 milyon Türk vatandaşına ait kan örnekleri ve diğer bilgiler zaten hali hazırda dışarıda yabancı ülkelerin sağlık kurumlarında mevcuttur.

Arkadaşımız Dr. Oktar Babuna, KLL hastalığı nedeniyle bu kampanyanın başlamasına sadece vesile olmuştur. Dr. Oktar Babuna daha sonra ilki Amerika’nın Teksas eyaletindeki MD Anderson Cancer Center’da, ikincisi yine Amerika’nın Washington Eyaleti’ndeki Seattle Cancer Care Alliance’da olmak üzere iki ayrı kez kemik iliği nakli geçirmiştir. Yıllar süren yoğun tedavilerinin ardından iyileşerek KLL ve Richter transformasyonu geçiren ve hayatta kalan ilk ve tek hasta olarak tıp literatürüne geçmiştir.

Özetle, söz konusu kan kampanyası, devletin en üst düzey yöneticileri dahil olmak üzere, devletin kurumları tarafından, tamamen kanunlara uygun olarak ve büyük bir iyi niyetle yürütülmüş bir kampanyadır. 

Son derece samimi bir çalışmanın altında kötülük aramak, komplo teorileri üretmek son derece yersiz ve haksızdır. 

Camiamızı karalamak için bu kampanyayı kullananlar aslında dönemin Cumhurbaşkanından Başbakanına, siyasetçilerine, bilim insanlarına, gazetecilerine kadar birçok kişi ve devlet kurumunu itham altında bırakmaktadırlar. 

Bu kadar açık delile ve şeffaf yürütülmüş bir kampanya olmasına rağmen, hala anlamazlıktan gelerek camiamızı söz konusu kampanya üzerinden komplo teorileriyle karalamaya çalışmak art niyetli bir görünüm vermektedir. 

Sayın Abdurrahman Dilipak’ın, bu açık gerçekleri kavrayacak birikim ve iyi niyete sahip olduğuna inanıyoruz. 

Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski