Yargı ve Adalete Olan Güven Cumhuriyet Tarihimizin En Düşük Seviyesine Gerilemiş Olup, 128 Ülke Arasında Yapılan “Hukukun Üstünlüğü Endeksinde” ülkemiz Meksika ve Mali Gibi Ülkelerin Gerisinde 107. Sırada Yer Almaktadır

 Adalet Bakanı Sayın Abdülhamid Gül'den yüksek yargı organlarının başkan ve üyelerine, siyasi parti liderlerinden baro başkanlarına, duayen ceza ve hukuk profesörlerinden köşe yazarlarına ve sokaktaki vatandaşa kadar hemen herkes tarafından ittifak edildiği üzere ülkece, YARGI ve ADALETE OLAN GÜVENİN CUMHURİYET TARİHİMİZİN EN DÜŞÜK SEVİYESİNE GERİLEDİĞİ, HUKUKUN ADETA RAFA KALDIRILDIĞI bir dönemden geçmekteyiz. 

Öyle bir dönem ki,

  • Bizzat konunun en yetkili kişisi olan Adalet Bakanının dahi konuşmalarında bu durumdan dolayı son derece müteessir olduğunu belirttiği,
  • Üzerlerindeki YOĞUN BASKILAR SEBEBİYLE mahkemelerin bağımsız ve tarafsız hareket edemez oldukları,
  • Adeta GÖRÜNMEZ BİR EL TARAFINDAN neredeyse tüm mahkemelere müdahale edilip mahkemelerin ve kararlarının kontrol altına alındığı iddialarının çok yoğun olduğu,
  • Sayın Cumhurbaşkanımızın yargının bağımsızlığı için attığı tüm adımlara rağmen bu acı gerçeklerin yaşandığı,
  • Hatta bu görünmez elin istemediği kararlar çıktığında, kararı veren mahkemenin başkan ve üyelerinin FETÖ'cü olmakla veya benzer suçlamalarla itham edildikleri, hakkında adli ve idari soruşturmaların açıldığı, çeşitli medya organları tarafından hedef gösterilerek karalayıcı haberlerin yapıldığı, 

HUKUK ve ADALET adına karanlık bir dönem...

Nitekim hukukun üstünlüğünü dünya çapında ilerletmek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum örgütü olan “World Justice Project” isimli uluslararası bir organizasyon tarafından her yıl yapılan ve sonuncusu Mart 2020 tarihinde açıklanan, 128 ülkenin değerlendirmeye alındığı “Hukukun Üstünlüğü Endeksinde” Türkiye; maalesef ki Meksika ve Mali gibi ülkelerin bile gerisinde kalmış, İran, Nijerya ve Angola ile aynı puanı alarak listenin 107. SIRASINDA yer almış bulunmaktadır. 



Ayrıca, ülkemizde yapılan çeşitli kamuoyu araştırmaları da karşımıza hep aynı acı gerçeği, vatandaşların yargıya artık güvenlerinin kalmadığını gözler önüne sermektedir. 

Kamuoyu araştırma şirketi ORC'nin bu kapsamda, 9-12 Kasım 2019 tarihleri arasında 42 ilde, toplamda 4 bin 156 kişi ile yüz yüze görüşme yöntemiyle yaptığı anketin sonuçları da oldukça çarpıcı olup. Buna göre ankete katılan kişilere sorulan “Yargıya güveniyor musunuz?” sorusuna;

KATILIMCILARIN %11,7'si      Güveniyorum 

KATILIMCILARIN %20,3'ü      Kısmen güveniyorum

KATILIMCILARIN %68'i           Kesinlikle güvenmiyorum

cevabını vermişlerdir.

Yani ne yazıktır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan HER 100 KİŞİDEN 68’İ YARGIYA KESİNLİKLE GÜVENMEZKEN, HER 100 KİŞİDEN 88’İ İSE TÜMÜYLE ya da KISMEN YARGIYA GÜVENMEMEKTEDİR. Bu çalışma Türkiye Cumhuriyeti yargı erkinin içinde bulunduğu acıklı durumu ortaya koyması bakımından oldukça önem arz etmektedir. 

Bunun dışında, 294 Sivil toplum örgütünün oluşturduğu “Denge ve Denetleme Ağı” da yargının durumunu mercek altına alan ve yargıdaki sorunlara ilişkin tespitlere yer verdiği bir rapor hazırlamış ve raporda, YARGIYA GÜVENİN PARTİLER ÜSTÜ BİR SORUN HALİNE GELDİĞİ ve yargı reform paketlerinin yargıdaki temel sorunlara çözüm olmadığını belirterek, yargının en sorunlu alanlarının ise;

  • Hukukun Üstünlüğü, 
  • Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı, 
  • Yargıda Liyakat ve Etkinlik, 
  • Temel Haklar ve Özgürlükler Açısından Tutukluluk Süreleri, 
  • Adil Yargılanma Hakkı ve Savunma, 
  • Yargıya Güven

olduğunu tespit ederek raporlamıştır. Dikkat edilirse raporda sayılan bu sorunlu maddeler Yargı Sistemi'nin temel taşları ve en hayati unsurlarıdır. Dolayısıyla, bu tablo, an itibariyle Yargıda sorunlu olmayan hiçbir kritik alan YOK anlamına gelmektedir.

Nitekim, Denge ve Denetleme Ağı tarafından hazırlanan raporda yer alan “Yargının Sorunları Hakkındaki” tespit ve değerlendirmelerin son derece isabetli ve doğru oldukları, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın İddia Makamı ile Mahkeme heyeti tarafından maruz bırakıldıkları haksız ve hukuksuz uygulamalar vesilesiyle tarafımızca bizzat yaşanarak müşahede edilmiş bulunmaktadır. 

Tüm bunlara rağmen, Yüce Türk Adaletine güvenimiz tamdır ve Türk Mahkemelerinin kararlarına saygımız sonsuzdur.

Yargıdaki Sorunlar ile Hukuka Güvenin Kalmadığına İlişkin Siyasi Parti Liderleri ile Siyasetçiler, Milletvekilleri ve Adalet Bakanı Sayın Abdülhamid Gül ile Yargıtay Başkanı Sayın İsmail Rüştü Cirit Tarafından Yapılan Çeşitli Açıklamalar Mevcut Durumun Vahametini Ortaya Koymaktadır

En başta, yargıdaki haksız ve hatalı uygulamalar ve bunun sonucunda toplumdaki adalete olan güven sarsılmasından son derece müteessir olan Adalet Bakanımız Sayın Abdülhamid Gül, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde yargıya olan güvenin %20'nin altına düştüğü şeklindeki açıklamalarıyla gündeme gelmiş, son dönemde Ankara'da katılmış olduğu 5. yılında İstinaf Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmasında ise yargıya olan güven azalmasına ilişkin duyduğu rahatsızlığını “Kaynar kazanı döküyor serbest kalıyor, süt kazanına giriyor tutuklanıyor” ve “Yargıda eksik, yanlış, hatalı kararlar yok mu?” şeklindeki açıklamalarıyla bizzat dile getirmiştir. 



Sayın Gül, 10 Haziran 2020 tarihinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Metin Feyzioğlu ile bir araya geldiği ziyareti sırasında yapmış olduğu açıklamalarında ise Adalet Bakanı olarak ilk önceliklerinin “Türkiye’de yargıya olan güvenin ve itibarın artırılması olduğunu” dile getirmişlerdir.

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ise 28.10.2020 tarihinde yapmış olduğu bir basın açıklamasında, vatandaşlarımızın adalete olan özlemini bir susuzluk olarak değerlendirmiş ve “Ülkemizde adalete olan susuzluğu Cumhuriyetimizin kuruluşundaki gibi geniş bir mutabakat ile gidereceğiz.” açıklamasında bulunmuşlardır.



İyi Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener de 06.10.2020 tarihinde TBMM'de gerçekleştirdiği yeni yasama yılının ilk grup toplantısında yapmış olduğu konuşmasına, “Türkiye'de yargı bağımsızlığı ile medya özgürlüğünün yok edildiğini, bu sebeple adalete ve ekonomiye güvenin de kalmadığı” açıklamalarında bulunmuştur. 

Bunun dışında Sayın Kılıçdaroğlu ile Sayın Akşener 25.11.2020 tarihinde Ankara'da yapmış oldukları ortak basın toplantısında da gazetecilerin sorularını yanıtlamışlar ve Sayın Akşener “Adalet yok, hukukun üstünlüğü yok, Demokrasi yok”, Sayın Kılıçdaroğlu ise “Türkiye’nin acilen demokratikleşmesi lazım. Türkiye’de hukukun ve adaletin olması lazım. Hukukun üstünlüğü kavramının artık dokularımıza işlemesi lazım.” açıklamalarında bulunmuşlardır.



Toplumda yargıya ve adalete inancın kalmadığı tartışmalarına İyi Parti Grup Başkan Vekili ve İzmir Milletvekili Sayın Müsavat Dervişoğlu da katılmış ve mecliste yapmış olduğu konuşmasında, “Türkiye'nin hukuk düzeninin adeta 1940'lı yılların Almanya'sını akla getirdiğini” dile getirmiş, yine İyi Parti Grup Başkan Vekili Lütfü Türkkan ise meclisteki konuşmasında “Mahkemelerin verdikleri kararlara bakıldığında, Türkiye'nin artık bir hukuk devleti gibi değil, aşiret yönetimi gibi algılandığını” söylemişlerdir. 

23.01.2021 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ne bir demeç veren CHP Genel Başkan Baş Danışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak ise, “Yargıtay Başkanı'nın bile yüzde 30’a düştüğünü söylediği yargıya güven sıfırlandı. Yine de yılmak yok; hak, hukuk, adalet” açıklamalarında bulunarak, yargı tarafından verilen kararların artık vatandaşlar nezdinde değerinin yok hükmünde olduğunu anlatmışlardır. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi 17. Başkanı ve bir dönem vekaleten Cumhurbaşkanlığı görevlerinde de bulunmuş olan yılların siyasetçisi ve aynı zamanda hukukçu da olan Sayın Hüsamettin Cindoruk da yargıdaki problemleri “Yargıçların göze girmek için yarıştığı bir dönem yaşayan Türkiye adına üzülüyorum. Bugün Kenan Evren döneminden farksız bir dönem Türkiye’de yaşanıyor.” sözleriyle değerlendirmiş ve meslek hayatında daha önce böyle bir yargı direnci ile hiç karşılaşmadığını belirterek “69 yıldır ben bu işin içindeyim böyle bir yargı direnci ile karşılaşmadım. yargı birliği kaybolmuş, içtihatlar ortadan kalkmış ve hegemonyanın emrine girmiştir.” açıklamalarında bulunmuştur. 



Son olarak Mart 2020 tarihinde yaş haddinden emekli olan bir önceki Yargıtay Başkanı Sayın İsmail Rüştü Cirit de bir çalıştay açılışında yapmış olduğu basın toplantısında, toplumun yargıya olan güvendeki azalmadan dolayı duyduğu rahatsızlığı; “Toplumun yargıya güven duymadığı bir hukuk sisteminde, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamaz.” şeklindeki konuşması ile dile getirmiş, Sayın Cirit'in bu açıklamaları medyada “Yargıtay Başkanı da Yargıdan Şikayetçi” manşetleri ile duyurulmuştur. 



Sayın Adnan Oktar ve Arkadaşları Hakkındaki Yargılama, Yargıya ve Adalete Olan Güvenin Kalmadığı Bu Dönemde Gerçekleşmiş, Yargılama Sürecindeki Haksız ve Hukuksuz Uygulamalar, Buraya Kadar Anlattığımız Acı Gerçeklerin Örnek Bir Uygulaması Hükmünde Olmuştur

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen yargılamaları, işte tam da vatandaşlarımızın adalete olan güvenlerinin sıfırlandığı, Adalet Bakanından siyasi parti liderlerine, ceza ve hukuk profesörleri ile yazarlar, akademisyenler ve hatta yüksek yargı organları başkanlarına kadar hemen herkesin ittifak halinde yargı üzerindeki ağır baskılardan ve mahkemeler tarafından verilen haksız ve hukuksuz kararlardan yakınıp şikayetçi oldukları böyle bir dönemde gerçekleşmiştir.

Nitekim;

  • Daha en baştan gerek dava dosyasının hukuken bomboş olması, gerekse mahkemelere yapılan baskılar sebebiyle hiçbir Mahkeme heyetinin bu dosyaya bakmak istemeyip kabul etmedikleri,
  • Mahkeme Başkanı'nın Yargı çevresinde “Bu davayı almak istemediğini” söylediğinin iddia edildiği,
  • Dava savcısının ise müştekilerle yaptığı öne sürülen bir görüşmede "DOSYAYI BENİM KUCAĞIMA ATTILAR, HİÇBİR SUÇA SOKAMIYORUZ, OLAY BENİM BAŞIMA KALDI, EĞER ONLAR ÇIKARSA, BİZ GİRERİZ İÇERİ" diyerek, mecburen bu dosyaya bakmak ve davayı kaçınılmaz olarak cezayla sonuçlandırmak mecburiyetinde bırakıldıklarını da alenen ortaya koymaktadır.

Ortada ne cinsel ne de başka hiçbir suçun olmadığı bizzat iddia makamı ve Mahkeme heyeti tarafından da bilinmesine rağmen,

  • Heyet üzerindeki ağır baskılar sebebiyle, mahkeme tarafından adil bir yargılama yürütülmemiştir.
  • Yargılama süresince Mahkeme heyeti tarafından sayısı yüzlerle ifade edilecek kadar çok sayıda haksız ve hukuksuz uygulama ile anormalliğe imza atılmış, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın kendilerini özgürce savunmalarına ise asla müsaade edilmemiştir.
  • Heyet Başkanı tarafından sürekli olarak söz kesme ve bağırıp çağırma şeklindeki müdahalelerle muazzam bir yıldırma yöntemi uygulamıştır.

Tüm bunların yanı sıra 1,5 yıl boyunca devam eden yargılama sürecinde,
Mahkeme heyeti;

 Yargılananların savunmaya yönelik taleplerinin TEK BİR TANESİNİ DAHİ KABUL ETMEMİŞ, HİÇBİR SAVUNMA DELİLİNİ İNCELEMEMİŞ, sayısız TEKNİK DELİLİ ise YOK SAYMIŞTIR,

 Savunmanın tanık dinlenmesi taleplerinin tümünü reddetmiş, hiçbir SAVUNMA TANIĞINI DİNLEMEMİŞTİR, 

 İfade verme işlemleri sırasında yargılanan arkadaşlarımız ile savunma avukatlarına yönelik baskı ve yıldırma taktikleri uygulamış, birçok arkadaşımız ile avukatlarının yapmış oldukları savunmalar, bağırıp çağırma ve türlü azarlamalarla kesintiye uğratılmıştır.

 Yargılananların kendilerini özgürce savunmalarına müsaade etmemiş, hatta bazı arkadaşlarımızın sözlerini keserek yerlerine göndermiş, bazı avukatları ise salondan zorla dışarı çıkartmışlardır.

 Mahkemelerin en önemli aşaması olan DELİLLERİN TARTIŞILMASI SÜRECİNİ, savunma avukatlarının sayısız talebine rağmen, GÜYA “YARGILAMAYA ETKİ ETMEYECEĞİ” GEREKÇESİYLE ES GEÇMİŞTİR,

 Savunma avukatları tarafından mahkemeye sunulan 35 adet teknik ve BİLİMSEL UZMAN MÜTALAASINI DEĞERLENDİRMEYE ALMAMIŞ, YOK SAYMIŞTIR,

 İddia edilen suçların gerçekleşmediğini gösteren, ülkemizin en tanınmış CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ ile YARGITAY ONURSAL BAŞKAN ve Üyelerince hazırlanan bilimsel UZMAN MÜTALAALARINI GÖRMEZDEN GELİP, müştekilerin dedikodu mahiyetindeki delilsiz itham ve İFTİRALARINI ESAS ALMIŞTIR. 

 Yargılanan arkadaşlarımız ve avukatları tarafından sunulan 30 BİN SAYFAYA YAKIN SAVUNMA DİLEKÇELERİNİN TEK BİR SAYFASINI DAHİ OKUMAMIŞ ve DEĞERLENDİRMEYE ALMAMIŞTIR,

 CMK'nın 134. maddesine aykırı yol ve metotlarla adli imajları olay yerinde ve savunma avukatları huzurunda alınmayan, dolayısıyla arkadaşlarımıza ait olmayıp, nerede ve ne zaman elde edildikleri dahi belli olmayan, bu sebeple de HUKUKEN HİÇBİR GEÇERLİLİKLERİ BULUNMAYAN KİMİ DİJİTAL MATERYALLERİ, KANUNA ve HUKUKA AYKIRI OLARAK GÜYA YARGILANANLARA AİTMİŞ gibi kabul etmişlerdir,

 Askeri Casusluk suçlaması için DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN VE MİT'İN "BURADA SUÇ YOKTUR" tebligatını GEÇERLİ SAYMAMIŞ, onun yerine BİR ETKİN PİŞMANIN TEK CÜMLELİK YALAN BEYANI üzerinden ceza vermişlerdir, 

 Dava dosyasına KUMPASLA, BELGEDE TAHRİFAT VE SAHTECİLİK YAPILARAK EKLENDİĞİ bilirkişi raporuyla alenen ispat edilmiş SAHTE BİR E-MAIL MESAJI dayanak alınmış ve kumpası belgeleyen bu sahte eklenti e-mail üzerinden yargılananlara FETÖ'YE YARDIM CEZASI vermişlerdir, 

 Yargılanan arkadaşlarımızın masumiyetlerinin en net kanıtlarından biri hükmünde olan, arkadaşlarımız ile kendilerine taciz veya tecavüzde bulunulduğunu iddia eden sözde mağdur ve müşteki kadınların aslında bir araya dahi gelmemiş olduklarını gösteren 4 BİN sayfaya yakın cep telefonları HTS ÇAKIŞMA ve BAZ İSTASYONU RAPORLARINI İNCELEMEMİŞ, DEĞERLENDİRMEYE ALMAMIŞ ve GÖRMEZDEN GELMİŞLERDİR,

 Haklarında cinsel taciz ve tecavüzde bulundukları iddia edilen bazı arkadaşlarımız, belirtilen tarihlerde yurt dışında olduklarını resmi pasaport kayıtlarıyla belgelemelerine rağmen, arkadaşlarımızın SUNDUKLARI BELGE ve EVRAKLARI GÖRMEZDEN GELMİŞLER ve haklarında 30 - 40 YILLIK CEZALAR VERMİŞLEDİR.

Üzerindeki baskılar sebebiyle yargılama sürecinde savunmanın sunduğu tek bir delili dahi dikkate almayan, tek bir savunma talebini dahi kabul etmeyen Mahkeme heyetinin bu süreçte dikkate aldığı tek şey ise, baskı ve tehditle devşirilmiş müşteki ve etkin pişmanlara zorla anlattırılan ancak hiçbir belge, delil veya adli rapora dayanmayan uydurma hikaye, yalan ve dedikodular olmuştur.

Kısacası, 

MAHKEMENİN HİÇBİR DELİL GÖZETMEDEN GENCECİK KADIN ve KIZLARA DAHİ 10 BİNER YILLIK CEZALAR VERMESİ İÇİN SADECE DEDİKODULAR YETERLİ OLMUŞ, ASLEN KARAR DAHA EN BAŞTAN ALINMIŞ OLDUĞUNDAN DOLAYI, MAHKEME TARAFINDAN YARGILAMA YAPMAYA GEREK BİLE DUYULMADIĞI KANAATİ OLUŞMUŞTUR. 

Yani, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde HUKUKİ ve ADİL diye tabir edilebilecek bir YARGILAMANIN YAPILMADIĞINI, mahkemenin dosyayı bir an evvel, deyim yerindeyse başından atarak, esas yargılama ve kararı üst mahkemelere bırakmış olduğu görülmektedir.

Açıkçası 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen bu 10 bin yıllık ceza kararlarında BÜYÜK BİR ANORMALLİK OLDUĞU, ülke tarihinde bu güne kadar verilmiş böyle bir kararın olmaması, normal bir mahkemenin ve hakimin de ASLA BÖYLE BİR HUKUKSUZLUĞA MÜSAADE ETMEYİP, BÖYLE ANORMAL BİR KARARA İMZA ATMAYACAĞI, ancak Mahkeme heyetinin muazzam bir baskı altında kalarak bu ANORMAL KARARA İMZA ATMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDIKLARI da ortada olup, durumun anormalliği tüm Türkiye tarafından açıkça anlaşılmıştır. 

Elbet bir gün ülkemizdeki yargıya baskı ve müdahaleler son bulup, hukuk sistem ve uygulamaları normale dönecek, adalet yeniden tahsis edilip vatandaşların yargı ile adalete olan güvenleri tekrar sağlanacaktır. Bu dönem geldiğinde bugün hiçbir suçu olmayan, masum genç kızlar hakkında bile verilen 10 bin yıllık cezaların, o gün asla tekrar edilmeyeceği ortadadır. 

Dolayısıyla, adalet yeniden tahsis edildiğinde asla böyle bir kararın bir daha verilmeyeceğini biliyor olmak, bugün 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen bu ceza kararlarının ne derece anormal olduğu ile Mahkeme heyetinin böylesine anormal bir karara imza atmak için nasıl muazzam bir baskıya maruz bırakılmış olduğunu da gözler önüne sermektedir. 

30. Ağır Ceza Mahkemesi En Üst Sınırdan Vermiş Olduğu Ceza Kararları ve İçerisinde Tek Bir Gerekçe Dahi Bulunmayan 11 Bin Sayfalık Gerekçeli Kararı ile Gerçekte Kendisine Baskı Yapanlara Net Bir Mesaj ve Cevap Vermiştir

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandıkları davada, benzeri tarihte görülmemiş şekilde verilen 10 bin senelik haksız ve hukuksuz cezalara ilişkin İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hazırlanan, ancak sadece husumetli müştekilerin delilsiz uydurma hikayelerinin iddianameden kopyalanarak alıntılandığı, buna karşın içerisinde TEK BİR DELİL, HUKUKİ DAYANAK veya GEREKÇEYE yer verilemeyen 11 bin sayfalık “SÖZDE GEREKÇELİ KARAR” yakın zaman önce açıklanmış bulunuyor. 

Mahkemenin hazırladığı 11 bin sayfalık gerekçeli kararda TEK BİR HUKUKİ DAYANAĞIN veya GEREKÇENİN GÖSTERİLEMEMİŞ OLMASI; Mahkeme heyetinin yargılama esnasında baskı altına alınıp, kin ve nefret dolu bu 10 bin yıllık cezaları MECBUREN VERMEK ZORUNDA BIRAKILDIĞININ da bir delili hükmündedir. 

Nitekim, 30. Ağır Ceza Mahkemesi kendisine yapılan ağır baskıdan kurtulabilmenin tek çıkış yolunu, “Biz kendimizi niye yakalım, bırakalım esas yargılamayı ve kararı üst mahkemeler (İstinaf ve Yargıya) versin” mantığıyla, olabilecek en üst cezaları vererek dosyayı elden çıkartmakta bulmuştur. Kendisine baskı yapanlara yönelik bir cevap olarak ise içerisinde tek bir yasal gerekçenin dahi bulunmadığı 11 bin sayfalık bir SÖZDE gerekçeli karar yazarak, “Alın hadi, gerekçeyi siz bulun” şeklinde açık ve net bir mesaj vermiştir. 

Sn. Adnan Oktar ve Arkadaşlarımızın Yargılama Süresince Maruz Bırakıldıkları Haksız ve Hukuksuz Uygulamalara Karşı En Doğal Haklarını Kullanarak İlgililer Hakkında Yasal Şikayet Haklarını Kullanmalarının Yadırganıp Eleştirilmesi de Şaşırtıcı Bir Durumdur

Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yargılama esnasında maruz bırakıldıkları haksız ve hukuksuz uygulamalar sadece İddia Makamı ile Mahkeme heyetinin vermiş oldukları kararlar ile de sınırlı kalmamıştır. İddia Makamı ile Mahkeme heyeti üzerinde baskı oluşturan gizli el aynı zamanda, Mahkeme tarafından atanan bilirkişilere de uzanmış, bilirkişiler baskı altına alınarak, hazırlayacakları raporlardaki resmi rakamlarda oynama yapmaları ve mahkemeyi yanıltıcı hatalı raporlar hazırlamaları sağlanmıştır.

Bu yanıltıcı raporların en bariz örneklerinden birisi ise basında da yer bulan, Mahkeme heyetinin Sayın Adnan Oktar'ın kitaplarının satış ve dağıtıcısı olan Global Yayıncılık şirketinin banka hesaplarını incelemesi için atadığı bilirkişi MEHTAP GÜRCÜ ile vergi müfettişi BEKİR GÜNEŞ'in hazırlamış oldukları, içeriğindeki belgelerin alenen tahrif edildiği sahte ve yanıltıcı bilirkişi raporlarıdır



(Üstte) Sahte bilirkişi raporu düzenleyenlerden Mali Müşavir MEHTAP GÜRCÜ


Mahkeme tarafından bilirkişi olarak atanan Mali Müşavir MEHTAP GÜRCÜ, ile Vergi Müfettişi BEKİR GÜNEŞ, Global Yayıncılık şirketinin 2004 yılı banka hesap hareketlerine ilişkin hazırladıkları raporlarında, 

HEM ŞİRKET HESAPLARINA GERÇEKTE OLMAYAN BAZI PARA TRANSFERLERİ EKLEMİŞLER HEM DE TL'DEN 6 SIFIR ATILDIĞI DÖNEMLERE İLİŞKİN 5TL, 6TL GİBİ BAZI KÜÇÜK HESAP HAREKETLERİNİ, HAZIRLADIKLARI RAPORA SIFIRLARI KALDIRMADAN KASTEN 5 MİLYON TL, 6 MİLYON TL OLARAK AKTARMIŞLARDIR.



(Üstte) Sahte bilirkişi raporu düzenleyenlerden Vergi Müfettişi BEKİR GÜNEŞ


Nitekim, aşağıdaki tablo üzerinde kolaylıkla görüleceği üzere 2004 senesinde Yalçın Özarslan isimli kişinin Global Yayıncılıktan almış olduğu CD, kitap, dergi ve sair ürünler karşılığında farklı tarihlerde Global Yayıncılık hesaplarına göndermiş olduğu 2,5 TL, 5 TL, 6 TL gibi ufak meblağlar görünmekteyken, bilirkişi Mehtap Gürcü ile vergi müfettişi Bekir Güneş bu transferlerden 6 TL olan bir tanesini kasıtlı şekilde tabloya ve rapora 6 Milyon TL olarak aktarmışlardır. Alenen resmi belgede tahrifat ve sahtecilik yaparak görevlerini kötüye kullanmışlar, Mahkeme Heyeti'ne sahte ve yanıltıcı bilgi sunmuşlardır.



Mehtap Gürcü ile Bekir Güneş'in Global Yayıncılık’ın banka hesap hareketlerini rapora geçirirken kasten yapmış oldukları bu ve benzeri birkaç oynama sayesinde şirket hesaplarında gerçekte var olmayan 14 Milyon TL civarında bir para girişi oluşturmuşlar ve bunu da güya ŞİRKETTE KARA PARA AKLANDIĞI şeklindeki  iddiasıyla raporlarına geçirmişlerdir. 

Mehtap Gürcü ile Bekir Güneş'in hazırlamış oldukları bilirkişi raporlarındaki bu anormal durum, Global Yayıncılık şirketinin ortakları tarafından hemen fark edilmiş ve ilgili ortaklar devam eden yargılama nedeniyle tutuklu olmalarından dolayı bulundukları cezaevi savcılığı aracılığı ile bu kişileri, şirket hesapları üzerinde oynama yapmaları ile resmi bilirkişilik görevlerini kötüye kullanmaları sebebiyle ilgili makamlara şikayet etmişlerdir. 

Ne var ki medya tarafından, mahkemece tayin edilen ve görevleri gereği tarafsız olmaları gereken bilirkişiler Mehtap Gürcü ile Bekir Güneş'in, Global Yayıncılık hesapları üzerinde yaptıkları kasıtlı değişiklikleri ile bu değişikliklerden dolayı şirket ortağı arkadaşlarımızın kara para aklama suçlamasıyla yargılanıyor olmaları görmezden gelinmektedir.

Hatta bununla da yetinilmeyip, arkadaşlarımızın en doğal yasal haklarını kullanıp bu kişileri ilgili makamlara şikayet etmiş olmaları da haberlerde güya devletin adamlarına saldırmak şeklinde yansıtılmaktadır. Bu yönüyle yapılan haberlerin insaf sınırlarını ne derece aşmakta olduğunu da takdirlerinize bırakıyoruz. 

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski