Adnan Oktar Davası dosyasında Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını FETÖ ile ilişkiliymiş gibi gösterebilmek için son derece mantıksız, zorlama ve hukuka aykırı iddialar ortaya atılmıştır. Böyle bir yola başvurulmasının sebebi ise çok açıktır. Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu ile FETÖ arasında fiziki veya manevi hiçbir bağ bulunmamaktadır. Bağ olmadığından, bağ olduğunu ileri sürenlerin elinde bu iddialarını doğrulayacak hiçbir somut delil yoktur. Dolayısıyla komplocular sahte deliller ve çarpıtmalarla böyle bir bağın olduğu kanaatini oluşturmaya çalışmışlardır.

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ’ye yardım etmeleri gibi bir durum hiçbir zaman yaşanmamıştır. Bu gerçek en açık olarak, Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun FETÖ’ye yardım suçlamasından dolayı mahkum edilmesinde kullanılan sözde delillerin hukuka aykırılığından ve çürüklüğünden anlaşılmaktadır. Aynı şekilde bu gerçek Sayın Adnan Oktar’ın, “Yüzyılın Davası: Adnan Oktar Silahlı Suç Örgütü” isimli kitapta, bir kısım medya veya komplocular tarafından hiç dile getirilmeyen, İddia Makamı ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından görmezden gelinen FETÖ aleyhtarı konuşmalarından da anlaşılmaktadır. Öyle ki Sayın Adnan Oktar herkesin FETÖ’yü övdüğü 2010 yılında dahi söz konusu yapılanmayı eleştirmiş bir şahıstır. Ayrıca FETÖ’nün geçmişte Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına karşı kumpaslar düzenlemiş olması da iki taraf arasında yardımlaşma değil husumet olduğuna açıkça işaret etmektedir.

Sayın Adnan Oktar’ın FETÖ lideri Fethullah Gülen hakkındaki müspet görünümlü bazı konuşmaları yargı sürecinde çokça dile getirildiği gibi Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitapta da önemsenmiştir. Bu nedenle Sayın Adnan Oktar’ın mahkeme ifadeleri sırasında, heyetin kendisine geçmişte FETÖ hakkında yaptığı bazı konuşmalarla ilgili sorduğu sorulara verdiği cevaplardan sıkça alıntılar yapılmıştır. Bu konuşmalardan biri komplocular tarafından her fırsatta gündeme getirilen A9 TV’deki 1 Ocak 2013 tarihli şu konuşmadır:



Mahkeme başkanı bu konuşmayı, FETÖ ile Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu arasında yakınlık olduğu yönündeki iddiaların bir delili olarak Sayın Adnan Oktar’a sormuştur. Sayın Adnan Oktar ise bu konuşmasının yanlış yorumlandığını, neden böyle bir konuşma yaptığını 17.09.2019 tarihli mahkeme ifadesinde şöyle açıklamıştır:



Sayın Adnan Oktar’ın FETÖ lideri Fethullah Gülen’i kızdırmak amacıyla böyle konuştuğunu ortaya koyan somut deliller bulunmaktadır. Bu deliller de söz konusu konuşmaya çok yakın zamanlarda yaptığı başka konuşmalardır. NİTEKİM SAYIN ADNAN OKTAR’IN 1 OCAK 2013 TARİHLİ KONUŞMASINDAN SADECE 2 HAFTA ÖNCE FETÖ LİDERİNİ AĞIR ŞEKİLDE ELEŞTİRDİĞİ BİR KONUŞMASI ŞÖYLEDİR:

Ben Fethullah Hoca’nın bir tek ‘Allah bir’ demesine inanırım. Helaller, haramlar, cennet, cehennem, bunların hepsine inanırım ama onun dışındaki sözlerine inanmıyorum ben… Bediüzzaman kandırdı sizi, İsa Mesih konusunda demesi çok vahim bir şey. Çünkü Bediüzzaman'ı sahtekâr ilan etmiş oluyor. "Yalancı" diyor Bediüzzaman için. "Sizi aldattı." diyor. "Dedikodudan çekindiği için" diyor, "Dedikodu olur çünkü bu tip şeyler, onun için İsa inecek dedi" diyor. "Ama biliyor aslında inmeyeceğini" diyor. Olur mu böyle şey? De ki: "Ben kendim inanmıyorum" desin Fethullah Hoca. "Ben inanmıyorum İsa'nın ineceğine" desin. "Aklım almıyor" desin. Ama "Bediüzzaman yalan söyledi" demesi, ancak canı tehlikedeyse söyleyebilir bunu. Eğer canı tehlikede değil de bunu söylediyse, Fethullah Hoca diye bir hoca yok o zaman. Yani çok vahim. Demek ki Risale-i Nurlara, Bediüzzaman'a karşı muazzam tavır almış, çok riskli bir yapılanma var demektir o zaman.”

(https://www.youtube.com/watch?v=rKxpB7tbRgc)

SAYIN ADNAN OKTAR, KİTAPTA YER VERİLEN KONUŞMASINDAN SADECE BİRKAÇ AY SONRA İSE, FETÖ YAPILANMASINI ŞU ŞEKİLDE ELEŞTİRMİŞTİR:

“Bir masonik yapı var Fethullah Hoca cemaatinde. Devlet içine de sarkmış bunlar. Devlet içinde de Fethullah Hoca'nın talebesi olduğunu iddia eden birçok devlet görevlisi var. Garip bir masonik yapılanmayla kendi aralarında bağlantı kurmuşlar. Hükümetin de anlayabileceği gibi değil, garip bir yapılanma. Yani tarif edilemiyor, sistemi de çözemiyorlar. Enaniyetli, gururlu, öfkeli insanlardan oluşuyor birçoğu. Tayyip Hocam'ı da Mehdi karşıtı gibi görüyorlar Allahualem. Yani Fethullah Hoca'nın Mehdiliğini engelleyen bir Mehdi adayı gibi gördükleri için, onu da bir an önce kenara çekmek istiyorlar. Zaman Gazetesi'nden çıldırmış gibi, bazı kişiler, akıl almaz bir hırsla, o yapılanma içerisinde, garip bir yapılanmaları var, masonik bir yapılanmaları var, adeta onu andırıyor, alabildiğine Tayyip Hocam'ın aleyhine bir faaliyet içindeler. Bir an önce ekarte etmek peşindeler.” (https://youtu.be/wGuAsgkSAIM)

Sayın Adnan Oktar’ın örnek olarak verdiğimiz bu konuşmaları 1 Ocak 2013 tarihli konuşmasını Fethullah Gülen’i kızdırmak amacıyla yaptığını göstermektedir. Zira bir kimsenin sadece “Allah birdir, helaller ve haramlar” konulu konuşmalarına inandığı, diğer konuşmalarını ise kabul etmediği, kendisini yok saydığı bir insanı, bu söylemlerinden 2 hafta sonra sevdiğini söylemesi mümkün değildir.

Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitapta, dava dosyasında da bulunan bu tür konuşmaların hiçbirine yer verilmemiştir. Çünkü çok iyi bilinmektedir ki, bu konuşmalarına yer verildiği takdirde FETÖ ile Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu arasında yakın bir ilişki olduğunun iddia edilmesi mümkün değildir. Konunun bir diğer çarpıcı yönü ise, mahkeme heyetinin de bu eleştirel konuşmaların hiçbirini dikkate almaması, bunları görmezden gelmiş olması, duruşmalar boyunca sadece komplocuların işine gelen konuşmaları ön plana çıkarmasıdır.

Burada FETÖ’ye yardım suçlamaları açısından hem bu konuşmanın hem de ileride anlatılacak konuların hukuka uygun değerlendirilebilmesi için önemli bir hususa dikkat çekmemiz gerekmektedir:



FETÖ'nün bir terör örgütü olarak kabul edildiği ilk tarih 20.07.2016 tarihli MGK kararıdır. Bunun öncesi tarihlerde yargılamalar başlamış ancak mahkemelerce verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Bu nedenle FETÖ davaları için milat alınması gereken tarih 20.07.2016'dır.

Ayrıca yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, 19.12.2014 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan bir yargılamada Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı verilmiştir. Ancak tarih itibariyle dava derdest olduğundan dolayı terör örgütünün varlığı hukuken kanıtlanmış durumda değildir. Ne var ki dosya kapsamında Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına "yardım etme" fiili kapsamında isnat olunan eylemlerin tamamı bu iki tarihin de öncesine dayanmaktadır. Bu yüzden de, Anayasamızın 38. maddesiyle güvence altına alınan, "Hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz." şeklinde tanımlanan "kanunilik ilkesi" gereği geçmiş tarihteki eylemler nedeniyle Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının cezalandırılmaları mümkün değildir.

·         SAYIN ADNAN OKTAR’IN JONATHAN SCHANZER İSİMLİ KİŞİYLE GÖRÜŞEREK FETÖ’YE YARDIM ETTİĞİ İDDİASI ASILSIDIR

Adnan Oktar Davası’nda, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını bir şekilde FETÖ’nün suç eylemleriyle ilişkilendirmek isteyen, ancak söz konusu ilişki hiçbir zaman yaşanmadığı için bu yönde delil bulamayan husumetli müştekiler yalan ve çarpıtmalarla hayali bir ilişki ağı kurmuşlar, iddia makamı ve yerel mahkeme de söz konusu hayali ilişki ağına tüm çarpıklığına rağmen itibar etmiştir.

Söz konusu hayali ilişki ağında kullanılan şahıslardan biri, merkezi Amerika’da bulunan Demokrasileri Savunma Vakfı’nın (FDD) başkan yardımcılığını yapan Jonathan Schanzer olmuştur. Burada da doğal olarak, bazı müştekilerin ve yargı sürecinde korkutularak etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya zorlanan bazı sanıkların asılsız ifadelerinden yararlanılmıştır.

C. (Ö.) K.’nın emniyetteki asılsız iddialarına göre, 17-25 Aralık darbe girişiminin birkaç ay öncesinde (28.08.2013) güya Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz isimli şahıslar Türkiye’ye Sayın Adnan Oktar’ın talimatıyla getirilip ağırlanmışlar, ilk etapta güya Sayın Adnan Oktar ile görüşmüşler, sonrasında güya yine onun talimatı neticesinde harekete geçen Aylin Atmaca ve Burak Abacı isimli arkadaşlarının aracılığıyla AK Partili ve CHP’li bazı milletvekilleriyle görüşüp İran’la yapılan altın ticaretinin detaylarını araştırmışlardır. İşte Jonathan Schanzer’in bu iddialardan 4 sene sonra Amerika’daki Halkbank Davası’na bilirkişi olarak atanması da gerçekleşince, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ ile ilişkisi olduğu ileri sürülmüştür.

Aşağıda da görüleceği üzere, bu iddiaların asılsız oldukları yargı sürecinde ortaya çıkmıştır. Ancak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları zaten sembolik olarak yargılandıklarından, bu konudaki suçsuzluklarının ortaya çıkmasının da bir anlamı olmamış, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi hukuka aykırı hükmüne bu suçlamaları da dayanak kılmıştır.

İşte Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitapta bu hayali iddiaların başlangıcını teşkil eden Jonathan Schanzer ziyaretinden bahsedilmiş, bu konuyla ilgili bazı asılsız ifadelerden ve düzmece dijital notlardan alıntılar yapılmış ve okuyucuların yukarıda kısaca özetlediğimiz hayali ilişki ağına inanmaları istenmiştir. Halbuki dosyaya giren delillere göre;

  • İddialarda ismi geçen Mark Dubowitz Türkiye’ye en son 2009 yılında gelmiştir. C. (Ö.) K.’nın 21.01.2018 tarihli ifadesinde belirtilenin aksine 2013 yılında Türkiye’ye gelmemiştir:

İddia Makamı C. (Ö.) K.’nın bu iddiasının asılsız çıkması üzerine, esas hakkındaki mütalaasında ifadeden alıntı yaparken bu çelişkiyi gizleyerek ceza talebinde bulunmuştur:



  • Dosyaya giren HTS kayıtlarında Aylin Atmaca’nın iddialara konu olay sırasında İstanbul’da değil Ankara’da olduğu ortaya çıkmıştır. Yani Jonathan Schanzer’in İstanbul’da yaptığı görüşmeler sırasında Aylin Atmaca’nın bu görüşmelerde yer alması mümkün değildir. Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan Burak Abacı da ifadelerinde, Jonathan Schanzer ile politikacıların bir araya geldiği herhangi bir görüşmenin varlığından bahsetmemiştir. Bu durum Sayın Adnan Oktar’ın Aylin Atmaca ve Burak Abacı’ya konuyla ilgili talimat verdiği iddiasını çürütmekte ve C. (Ö.) K.’nın gerçekleri söylemediğine işaret etmektedir.
  • Sayın Adnan Oktar’ın Jonathan Schanzer’in Türkiye’ye geldiğinden haberi olmuştur. Jonathan Schanzer’in Türkiye ziyareti sırasında, Amerika ve Jonathan Schanzer hakkında A9 TV’de konuşma da yapmıştır. Ancak Sayın Adnan Oktar Jonathan Schanzer ile hiç tanışmamıştır. Bu gerçek Aylin Atmaca’nın dosyadaki tüm ifadelerinde ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan E. (K.) U.’nin 21.09.2018 tarihli etkin pişmanlık ifadesinde geçmektedir. Konuyla ilişkilendirilen diğer kişi B. A. ise Sayın Adnan Oktar ile Jonathan Schanzer’in tanıştığına dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Tüm bunlar, C. (Ö.) K.’nın gerçekleri dile getirmediğine birer delildir.
  • C. (Ö.) K. ifadesinde Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz’in İstanbul’daki Pera Palace Oteli’nde kaldıklarını iddia etmiştir. Dosyaya giren evraklarda ise Jonathan Schanzer’in The Marmara Oteli’nde konakladığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca Jonathan Schanzer’in ziyaret masrafları Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu tarafından değil mensubu olduğu FDD tarafından karşılanmıştır. Bu olaylar C. (Ö.) K.’nın detayını bilmediği olaylar hakkında bilgi sahibiymiş gibi konuştuğunu göstermektedir.
  • Jonathan Schanzer’in Halkbank Eski Genel Müdür Yardımcısı Sayın Hakan Atilla hakkında ABD’de açılan davada bilirkişi seçilmesi, Adnan Oktar Davası dosyasındaki FETÖ’ye yardım suçlamasının desteklenmesi için kasıtlı olarak çarpıtılan ve kullanılan bir olaydır.

Aşağıdaki şema, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır:


Öncelikle belirtmeliyiz ki, Jonathan Schanzer Türkiye’ye geldiği 2013 yılında herhangi bir konuda suçlanan veya suç işlediği tespit edilmiş olan bir insan değildir. Dolayısıyla isminin A9 TV’de anılmasının veya bu kişinin Türkiye’de herhangi bir görüşmede bulunmasının kanunlara veya vicdanlara aykırı hiçbir yönü yoktur. Ayrıca 2013 yılında Hakan Atilla Davası’nın henüz var olmadığı gerçeğini bir yana bırakırsak, bu davanın ileride açılacağı yönünde herhangi bir öngörüde bulunmak da mümkün değildir. Dolayısıyla 2017 yılında Jonathan Schanzer’in bu davada bilirkişi olarak atanacak olması, bundan 4 yıl önce kimse tarafından bilinmemektedir. Kaldı ki Jonathan Schanzer’in Hakan Atilla Davası’nda bilirkişi atanmış olması, onun FETÖ ile ilişkisi olduğuna dair kesin bir kanıt da değildir. Mahkemelere bilirkişi atamaları Türkiye’de olduğu gibi Amerika’da da son derece rutin ve teknik işlemlerdir. Başka bir deyişle onu direkt olarak karanlık bir kişi konumuna getirmemektedir.

Tüm bunlara rağmen iddia makamı, ortada Jonathan Schanzer’in FETÖ ile ilişkisi bulunduğu hakkında tek bir soruşturma dosyası veya mahkeme kararı olmamasına rağmen önce bu kişiyi FETÖ ile bağlantılı kabul etmiş, ardından dosyada asılsız olduğu anlaşılan suçlamalara dayanarak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının Jonathan Schanzer ile birlikte hareket ettiğini varsaymış, sonrasında ise Türkiye’de FETÖ’nün varlığının devletimiz tarafından dahi henüz kabul edilmediği 2013 yılındaki hayali görüşme ve toplantıları suç saymıştır. Yerel mahkeme de iddia makamının tüm bu görüşlerini hukuka uygun görerek Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ’ye yardım ettiğine hükmetmiştir. Yaşanan bu olaylarda büyük bir çarpıtma ve hukuksuzluk olduğu açıktır.

·         SAYIN ADNAN OKTAR’IN ARKADAŞI AYLİN ATMACA’NIN FETÖ’NÜN ÜST DÜZEY YÖNETİCİLERİYLE YOĞUN TELEFON TRAFİGİ İÇİNDE OLDUĞU İDDİASI ASILSIZDIR

Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitabın 109. sayfasında şöyle bir iddiaya yer verilmiştir:


Bu iddia asılsızdır. Dosyada, Aylin Atmaca’nın FETÖ’nün üst düzey istihbarat ve emniyet görevlileri ile yoğun bir telefon trafiği içinde olduğunu ortaya koyan hiçbir belge yoktur.

Kitapta, güya telefon trafiği yaşandığı iddia edilen kişi firari FETÖ’cü Şerif Ali Tekalan’dır. Nitekim dosyada Aylin Atmaca’ya ait HTS kayıtlarında, FETÖ firarisi Şerif Ali Tekalan ile yapılmış bazı mesajlaşmalar ve telefon konuşmalarına rastlanılmıştır. Aşağıda söz konusu mesajlaşmaların ve telefon konuşmalarının tarihsel dağılımlarının da görülebildiği bir şema yer almaktadır:


Şemada da görüldüğü üzere, Aylin Atmaca ve FETÖ’cü Şerif Ali Tekalan arasında 2012, 2013 ve 2014 yılları boyunca sadece 7 mesajlaşma ve 2 telefon görüşmesi gerçekleşmiştir. Telefon görüşmelerinin sonuncusunun tarihi 06.02.2014’tür. Yani söz konusu iki kişi arasında son derece seyrek biçimde gerçekleşmiş olan mesajlaşma ve telefon konuşmaları komplocular tarafından yoğun bir telefon trafiği olarak kamuoyuna aktarılmıştır. Ayrıca mesajlaşmaların tümünün, aşağıda tarihlerine işaret ettiğimiz gibi dini bayramlarda gerçekleştiği tespit edilmiştir. Buradan anlaşılan şudur ki, Aylin Atmaca dini bayramlarda herkese gönderdiği klasik kutlama mesajlarını Şerif Ali Tekalan’a da göndermiştir. Bu durum mesajlaşmalarda özel konuların geçmediğine bir delildir.



Diğer taraftan Türkiye’de paralel yapılanma tabiri MGK kararı ile ilk kez 30.10.2014 tarihinde kullanılmıştır. Bu tarih Aylin Atmaca’nın Şerif Ali Tekalan ile son telefon iletişiminden aylar sonrasına denk gelmektedir. MGK kararıyla FETÖ’nün Kırmızı Kitap’a dahil edilmesi ise 2016 yılının Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Bu gelişme ise, söz konusu telefon görüşmelerinin üzerinden yaklaşık 2,5 yıl geçtikten sonra yaşanmıştır. Dolayısıyla bu görüşmelerin ve mesajlaşmaların yapıldıkları tarihlerde Şerif Ali Tekalan veya dosyada adı geçen diğer FETÖ mensubu kişilerle ilgili herhangi bir suçlama yoktur. Bu kişilerle o yıllarda mesajlaşmak veya telefon konuşması yapmak kanunen suç değildir. Zira Karlov Suikastı dosyasına giren HTS kayıtlarında, Şerif Ali Tekalan’ın aynı tarihlerde AK Partili milletvekilleri de dahil olmak üzere birçok önde gelen isimle iletişim halinde olduğu görülmektedir. Ortada suç teşkil edecek bir durum olsa, o tarihlerde Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Sayın Abdülkadir Aksu’nun ve Sayın Hüseyin Çelik’in de aralarında bulunduğu devlet büyüklerimizin Şerif Ali Tekalan ile hiçbir şekilde irtibatta olmayacakları aşikardır.

·         KOMPLOCULARIN 2007 YILINDAKİ ÖRGÜT DOSYASIYLA İLGİLİ YALAN VE ÇARPITMALARI HAKKINDA BİLGİLENDİRME

Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitapta, Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun özellikle 2007 yılında soruşturması yürütülen, bazı ailelerin şikayetçi olduğu, bazı kişilerin gizli tanık olarak ifade verdiği, tam olarak 2015 yılında kapanan örgüt dosyasıyla güya FETÖ’nün kontrolüne girdiği iddia edilmiştir. 2007 yılından sonra Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının faaliyetlerinde ciddi değişim ve dönüşümler yaşandığı ileri sürülmüş, güya bunun en büyük nedeninin de söz konusu dosyayı koz olarak kullanan FETÖ’nün yönlendirmeleri olduğuna işaret edilmiştir.

Komplocuların 2007 örgüt dosyası (diğer bir adıyla Üsküdar soruşturması) üzerinden hayali iddialar ortaya atmalarının önemli sebepleri bulunmaktadır. Aşağıda bu konuyla ilgili açıklamalarımız yer almaktadır.

Açıklamalara geçmeden belirtmeliyiz ki, normal şartlarda söz konusu dosyayla ilgili süreçte yaşananların özellikle hukuken çok detaylı anlatılması gerekmektedir. Ancak burada konunun uzamaması bakımından sadece önemli bazı noktaları vurgulayarak komplocuların gerçek amaçlarına dikkat çekeceğiz.

·         Komplocular uzun yıllar boyunca, Üsküdar soruşturmasını kapatan kişinin FETÖ’cü Fikret Seçen olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen komplocuların iddialarına konu dosyada görevsizlik kararı vermiş bir savcıdır. Yani dosyanın İstanbul C. Başsavcılığı’nın CMK 250. madde ile yetkili birimince değil, TCK 220. maddesi kapsamında Üsküdar C. Başsavcılığı’nca yürütülmesi gerektiğine karar vermiştir. Zaten söz konusu soruşturma sürecinin ilgili döneminde Üsküdar C. Başsavcılığı ile İstanbul C. Başsavcılığı arasında karşılıklı olarak verilmiş başka görevsizlik ve yetkisizlik kararları da vardır. Yaşanan olay, Savcılıklar arasında her zaman meydana gelebilen klasik görev yeri anlaşmazlığından başka bir şey değildir.

 

·         Komplocuların iddiasıyla ilişkili esas takipsizlik kararları ise, Üsküdar C. Başsavcılığı’nda görevli Savcı Sayın Bekir Rayif Aldemir tarafından 20.05.2008 ve 05.03.2009 tarihlerinde verilmiştir. Yani dosya FETÖ’cü Fikret Seçen tarafından kapanmamış, görevli ve yetkili Savcılık konusunda yaşanan anlaşmazlığın ardından soruşturmayı yürütme görevi Üsküdar C. Başsavcılığı’na verilmiştir. Daha da önemlisi bugüne kadar Sayın Bekir Rayif Aldemir aleyhinde açılmış bir FETÖ dosyası olmamasıdır. Aşağıda sebeplerini anlatacağımız üzere, artlarından uzun yıllar süren hukuki bir mücadelenin başladığı takipsizlik kararları FETÖ’cü bir savcıya ait değildir.

 

·         Komplocular bu gerçekleri, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları FETÖ’nün 2007 örgüt dosyasındaki komplo girişimlerini delilleriyle ortaya koyuncaya kadar çarpıtmışlardır. Her defasında FETÖ’cü Fikret Seçen’in dosyayı kapattığını ileri sürmüşlerdir. Ne zamanki FETÖ’cülerin soruşturmanın emniyet ayağındaki rolleri açıkça ortaya çıkmıştır, o zaman komplocular da taktiklerini değiştirmişlerdir. Bu kez de Adnan Oktar Davası hakkında yazılan Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitaptaki gibi, FETÖ’cülerin söz konusu örgüt soruşturmasını bir koz olarak kullandıklarını, böylelikle bu dosya aracılığıyla güya Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını kontrolleri altına aldıklarını iddia etmeye başlamışlardır.

 

·         Kitapta bahsi geçen 2007 örgüt dosyasının emniyet ayağında görev almış, dosyada verilen kararlara direkt etkisi bulunmuş memurların birçoğu FETÖ dosyalarının şüphelisi veya sanığıdır. Bu durumdaki birkaç isim şöyledir: Organize Suçlar Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı), Organize Suçlar Şube Müdürü Hüseyin Işıldak (FETÖ/PDY davası sanığı), Organize Suçlar Sube Müdürü Nazmi Ardıç (FETÖ/PDY “Mülkiye” yapılanması davası tutuklu sanığı), Mali Suçlar Şube Müdürü Yakup Saygılı (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı), Baş komiser Seyfi Erdoğan (FETÖ/PDY Şike kumpası davası tutuklu sanığı), polis memuru Yalçın Çilbiroğlu (FETÖ/PDY Şike kumpası davası tutuklu sanığı),  Teknik Takip Büro Amiri Mustafa Kılıçaslan (FETÖ/PDY Tahşiyecilere Kumpas davası tutuklu sanığı), polis memuru Ahmet Davulcu (FETÖ/PDY davası firari sanığı), İstanbul Polis Kriminal Labaratuvarı Müdürlüğünde uzman olarak görev yapan Ahmet Mesut Mudu (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı). Bu isimlerden de anlaşıldığı gibi, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları haksız yere 2007 örgüt dosyasının şüphelileri yapılmışlar ve FETÖ tarafından mağdur edilmişlerdir.

 

·         Dosyada Sayın Savcı Bekir Rayif Aldemir tarafından verilen hukuka uygun takipsizlik kararı, kanunlara göre örgüt suçundan dosyaya müdahil olma hakkı olmayan gerçek kişilerce hukuka aykırı şekilde temyiz edilmiştir. Ortada açık bir hukuksuzluk olmasına rağmen Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi takipsizlik kararını kaldırmış, bunun üzerine dava açılmış, ancak savunma tarafından Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı için kanun yararına bozma başvurusu yapılmıştır. Bundan sonraki süreç ise Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları açısından yıllarca süren büyük bir hukuki mücadele verilmesini gerektirmiş, kanun yararına bozma başvurusu 2011 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından haklı bulununca Sayın Bekir Rayif Aldemir’in takipsizlik kararı kesinleşmiş, böylece açılan dava 2013 yılında düşmüştür. Söz konusu düşme kararı da sözde mağdurlardan birinin temyizi nedeniyle Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gitmiş, yani dosya Fikret Seçen’in görevsizlik kararından tam 8 sene sonra, 2015 yılında gelen onamayla sonlanmıştır. Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu, FETÖ’den destek alıp kolaylıkla kurtulduğu ileri sürülen bu dosyada aklanabilmek için tam 8 sene büyük çaba harcamıştır. Söz konusu 8 senelik zorlu hukuki mücadelenin varlığı, Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun FETÖ’nün yardımıyla söz konusu dosyadan kurtulduğunu iddia edemeyeceği kadar güçlü bir delildir.

 

·         Tüm bu süreçte komplocuların iddiaları arasında geçen bir diğer husus olan, gizli tanıkların isimlerinin deşifre edilmesi hususu da gerçeklere aykırıdır. Nitekim komplocular, dosyada ifade veren gizli tanıkların isimlerinin FETÖ’cüler tarafından sözde biatlarının bir karşılığı olarak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına verildiğini iddia etmektedirler. Gizli tanıkların sözde deşifre olmalarının da güya dosyanın kapatılmasında büyük bir etken olduğunu belirtmektedirler.

Ancak burada da karşımıza komplocuların büyük bir çarpıtması çıkmaktadır. Çünkü Bekir Rayif Aldemir’in takipsizlik kararını verdiği soruşturma dosyası gizli olarak yürütülmüştür. Dosyada takipsizlik kararı verilene kadar da gizli tanıklarla ilgili hiçbir konu geçmemiştir. Zaten gizlilik kararı olduğu için geçmesi de mümkün değildir. Bunu komplocular da gayet iyi bilmektedirler. Ancak ne zaman ki Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla takipsizlik kararı kalkmış ve dava açılmıştır, o zaman dosyadaki gizlilik kararı da ortadan kalkmıştır. Böylelikle dosyadaki tüm belgeler savunma tarafından görülebilir hale gelmiştir. Savunma tarafı da söz konusu belgeler üzerinde yaptığı incelemelerde gizli tanıkların bir bölümünün kimliği hakkında tahminlerde bulunmuş ve bu kişilerin sahte gizli tanıklar olduğunu gösteren delillerini dosyaya sunmuştur. Bu savunma yönteminde de elbette ki hiçbir hukuksuzluk yoktur. Yani tüm bu olaylar takipsizlik kararından sonra gerçekleşmiştir. Gizli tanıkların kimlikleriyle ilgili konuların, takipsizlik kararı verilmesinde ve davanın düşmesinde hiçbir etkileri olmamıştır. Kanun yararına bozma başvurusunda incelenen örgüt davasına müdahillik konusuyla, gizli tanıkların kimler oldukları konusu arasında hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. Komplocuların burada tek yaptıkları, FETÖ ile Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunu ilişkilendirebilmek için gizli tanıklar konusunu kullanmak ve yaşananlara hiçbir etkisi olmayan gerçek dışı mantıklar üretmek olmuştur.

Burada komplocuların yukarıdaki mantıklarını çürüten önemli bir delilimizi daha ortaya koymamız gerekmektedir. Zira komplocular, 2007 örgüt dosyasını koz olarak kullanan FETÖ’cülerin Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına her istediklerini yaptırdıklarını ileri sürmektedirler. Bu iddianın asılsız olduğunu en açık şekilde gösteren delillerden biri, Sayın Adnan Oktar’ın 2007 örgüt dosyasının açık olduğu süre boyunca, 2010 ve 2015 yılları arasında FETÖ hakkında yaptığı eleştirilerdir. Bu eleştiriler, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ tarafından yönlendirilmediklerini açıkça göstermektedir. Zira örgüt dosyası nedeniyle FETÖ’ye biat ettiği ileri sürülen bir insanın böyle eleştiriler yapması mümkün değildir. Zira bu eleştirilerde, kamuoyu önünde FETÖ tehlikesine açıkça dikkat çekilmiştir. Aşağıda bir bölümüne yer verdiğimiz konuşmaların, FETÖ’nün yönlendirdiği bir kimse tarafından yapılamayacağı aşikardır:

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2010 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: “Önce entel dantel takılmaya başladılar. E dedik olabilir yani. Sonra baktım Bediüzzaman’dan bahsetmemeye başladılar. Bak bunca yıllık mürşitlerini bir kalemde kendilerince harcamaya kalktılar. Ama hoşuma giden de yıllarca Mehdi‘ye muazzam zemin hazırlamış olmaları. Mehdi (as), tek başına yapamazdı Allahualem. Ama bin pişmanlar, bin pişmanlar. Acayip kavruluyorlar yani yaptıklarına yapacaklarına pişmanlar yani. O zaman biz Mehdi’yi inkâr edelim toptan, neye dönelim, sosyal faaliyetlere dönelim dediler böyle. Ilık adam oldular ılık. Toz pembe oldular yani böyle. Bambaşka bir şekle girdiler.

Çoluk çocuğa şarkı, türkü öğretecekler. Öyle mutlu bir şekilde yaşayacaklar. Bediüzzaman bunu mu anlattı bize? Peygamberimiz (sav) bunu mu anlattı bize? Nereden çıkıyor bu?

Bu sefer Bediüzzaman’a cephe aldılar. Bir de baktık ki adamlar, Mehdi ile başları belada. Mehdi’ye kafaları takılmış. Mehdi’yi istemiyorlar. Baktılar mürşitleri pek Mehdi’ye benzemiyor. Tutturamadılar adamlar. Uçuyor, kaçıyor, başka dallara konuyor. Mesela burada çocukları bırakıyor, hanımları bırakıyor değil mi, yaşlıları bırakıyor herkesi bırakıyor. Kendi canını kurtarmanın derdinde oluyor. Yiğitsen, delikanlıysan burada kalsana, burada mücadele versene, değil mi? Pırr uçuyorsun, hem de ben diyorsun Müslümanım, mücahidim, yiğidim, delikanlıyım. E Müslüman şehit olmayı da istiyor, gazi olmayı da istiyor. Hapsi de göze alır, hepsini göze alır değil mi? Sen nasıl delikanlısın? Nasıl Müslümansın? … Böyle havadan nem kapıyorlar değil mi? Yani tahmin edilmedik şeylerden çok şiddetli korkuyorlar. O yüzden de hizmeti de bırakıyorlar, İslam’ı anlatmayı da bırakıyorlar, davayı da bırakıyorlar… (https://youtu.be/dQIYPI-G8Sg)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2010 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: “Ne demeye başladı? "Mehdi şahs-ı manevidir, Mehdi diye bir şey yoktur. Nostradamus gibi oturup gaipten haber vermeye kalkmayın. Sapıttınız mı siz?" demeye başladılar. Peygamberi Nostradamus'a benzetmeye kalkıyor. Bediüzzaman'ın dediklerinin bütün hepsi doğru çıkınca şok oldular.  Bediüzzaman bunlara evlenmelerini sağlayacak, hastaneler kuracaklar, okullar açacaklar, eğlenecekler. Bediüzzaman hapislerde yatacak ama. Talebeleri de hapislerde yatacaklar. Perişan olacaklar. Ama bunlar böyle steyşın arabaya çocukları dolduracaklar, arabanın arka tarafına. Filenin içerisine marul, bilmem ne, ıspanak falan onları dolduracak. Mutlu bir şekilde ailecek toplantının yapılacağı yere gidecekler. Elinde kürdan, lokantadan çıktığında dişini karıştıracak.

İşte küresel güçler, sosyolojik bilmem neler falan bıraksınlar bunları, böyle bir şey yok. Mehdi'ye de hazırlık yaptılar, 20 sene, 30 sene, 40 sene. Bazı kişiler hocalarını Mehdi zannettiler. Bak ayette de diyor: "Bütün yapıp ettikleri boşa gitmiştir" diyor Allah, ayette. Onu ihlaslı yapacaklardı, samimi yapacaklardı. Kendilerini büyük zannettikleri için, büyük gördükleri için bütün yapıp ettikleri boşa gitti ve son anda ani bir çarkla ne demeye başladılar? "Mehdi şahs-ı manevidir. Mehdi diye de bir şey yoktur".

Bakın Zaman Gazetesi'ne bunu söyletebiliyorsa adamlar, acayip yol almışlar. Zaman Gazetesi federatif sistemi savunuyor konuma gelirse, vahşet bu, felaket. Zaman Gazetesi'nde İttihad-ı İslam'dan bahsetmeyip, Türk İslam Birliği'nden bahsetmeyip, Mehdiyetten, Hz. İsa Mesih'in inişinden bahsetmeyip, bundan çekinip de federatif sistemi göğsünü gere gere anlatması, anlatılması zulüm olur.” (https://youtu.be/RnGuMaHSe70)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2010 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: “Şimdi yani Müslümanım der de bir insan Türkiye’yi bölenlerle ittifak etmeye kalkarsa bak dünyayı dar ederim söyleyeyim. Rezil rüsva ederim. Benim bütün şiddetli deliliğim ortaya çıkar. Kanunla hukukla yani bana bir deli enerjisi gelir yerle bir ederim. Yani neye uğradıklarını şaşırırlar. Hiç kimseye, hiçbir yere güvenmesinler. Yani Türkiye’yi böyle it kopuk takımına, PKK’ya peşkeş çekmeye kalkan birisi olursa, babam olsa affetmem söyleyeyim. Kim olursa olsun affetmem. Yani en yakınım olsa affetmem. Yani herkes ayağını denk alacak. Yani çok dikkatli, titiz izliyorum. Yani açıkça böyle halk tabiriyle söyleyeyim, zımbalarım. Yani anında yakalarım. Sakın böyle bir dangalaklık yapmaya kalkmasınlar. Yani PKK’ya verdin mi sen her şeyini verirsin, artık namussuzsun. PKK’ya vatanını veren bir adam her şeyini verir ve tam bir namussuzdur. Yani aklına gelen her türlü ahlaksızlığı yapar.” (https://youtu.be/igHJNR8HKWM)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2011 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: “Mehdiyeti bırakıyor, İttihad-ı İslam'ı bırakıyor. Diyor ki mesela: "İttihad-ı İslam asrımızda bir hedef değildir" diyor. "Müslümanların böyle bir hedefi yoktur" diyor. Yani "İttihad-ı İslam diye bir hedefi yoktur" diyor. Bunu deyince CIA ne yapar? Bir rahat nefes aldırır, yani bir parça, yakasını bir parça bırakmış oluyor. "Mehdi gelip geçmiştir" diyor yahut "Şahs-ı manevidir veyahut hiç yoktur" diyor. Oradan da bir yakasını bırakıyorlar. Yani rahat hareket edebilmek için yapıyor ya. Ama tazyik arttıkça, onlar da elindekini bırakmaya başladılar. Bırakıyor, bırakıyor, bırakıyor. Ama bırakma bir dereceye kadar olur. Artık bir derecede, Allah esirgesin, öyle tehlikeli bir dereceye gelir ki, namazı da bıraktırırlar adama.” (https://youtu.be/3wL30AaUheA)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2012 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: Fethullah Hoca cemaati siyasete girerse, sıfır netice alır. Siyasetle ilgili iddiası olmaması lazım, Fethullah Hoca cemaatinin. Siyaseti siyasetçilere bırakacak. Hükümet içinde hükümet olmaya kalkmak, özellikle bazı akıldaneler öyle ortaya çıkıyorlar, bir de üstelik çok korkak, zayıf, sığ akıllı, dar düşünen, teşhis yeteneği olmayan, kendini çok beğenen, enaniyetli bir kısım zevat, ne oldum havasına girdiler. Bir şey olduğunuz yok, garibanın tekisiniz. Üfledin mi kaçacak delik arıyorsunuz. Korkak, ürkek, zayıf insanlarsınız. Fikre tahammülünüz yok, düşünceye tahammülünüz yok. Hatta benim gördüğüm despot bir yapıya eğilimlisiniz. Kendinden olmayan adamı harcama kafasında oluyorsunuz.” (https://youtu.be/p0araNRLbU8)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2012 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: “İttihad-ı İslam'ın en büyük farz olduğunu Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Risale-i Nur'da sayfalarca anlatıyor ayetle, hadisle. Hoca ne diyor: "Nereden çıkardınız ya bunu?" diyor "İslam Birliği'ni, İttihad-ı İslam'ı" diyor. "Böyle birleşmeler tehlikelidir" diyor. Kardeşim Akdeniz Birliği oluyor, Akdeniz Birliği de var. Yakın zamana kadar Varşova Paktı da vardı. NATO ayrı, Birleşmiş Milletler var, onu makul görüyorsunuz. Avrupa Birliği'ne katılmak için gayret ediyorsunuz. Müslümanların birlik olmasından daha doğal ne olabilir? Paramparça olsun istiyorsunuz Müslümanları. Bunu size kim öğretiyor? Bunu da öğrenmek zor. Yani bu ifadeye nerden vardılar? Bu cesareti nerden aldılar, ben anlamıyorum. Bir Müslümanın hiç konuşmaması gereken bir söz bu. Müslümanların birlik olmasında ne mahsur var? Bu ekip İttihad-ı İslam'ı durdurmak için var güçleriyle gayret ediyorlar. Ama güneydoğuda da özerklik, işte Abdullah Öcalan'a da ev hapsi olsun. Hiç olmayacak şeyleri de olacak gibi göstertiyorlar. Kardeşim güneydoğuda komünist devlet kurmak istiyorlar. Sen özerklikten bahsediyorsun, Abdullah Öcalan'a da "ev hapsi" diyorsun. En hapsi demek, tahliye demektir. Yani "git, istediğini yap" anlamına geliyor. Özerklik demek, bölünme demektir zaten. Bunu makul görüyorsunuz. Gece-gündüz bunun propagandasını yapıyorsunuz, teşvik ediyorsunuz. Bir tek İttihad-ı İslam'ın olmayacağını gece-gündüz haykırıyorlar. (https://youtu.be/1oS8Ky_ZaNo)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2013 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: "Bize niye kurs açtırmıyorsun? Kardeşim sen kürekle para topluyorsun. Gıcık bir hareket bu. Kızdırıyor tabii bu, insanları. Amacın Allah'ın rızası olsun, İslam'ı tebliğ amaçlı olsun, biz sana greyderle para getirelim, mesele değil. Ama dini bıraktın, dünyaya daldın, enaniyet geldi üstüne. Müslümanları adam yerine koymuyorsun, haşa. Ekâbir bir üslup, bazılarında. Bu vaziyette hükümet ne yapsın, ne desin? "Toplayın paraları" mı desin, ne desin yani? Biz ne bilelim kardeşim bu çizgiye geleceğini. Buyurun, sonuç bu hale geldi. Zaman Gazetesi de bu hale geldi. Ne çabuk unuttunuz zavallı günlerinizi ya. Ayağınız yere bassın. Bu kadar pervasızlık inanılır gibi değil. Ne oluyorsunuz ya? Tayyip Hocam yıllardan beri İslam'a, Kuran'a hizmet için uğraşıyor, taa çocukluğundan beri. Çektiği acıları, çileleri herkes setretti, gördü. Gösterttiği şu insan üstü gayrete bakın yani, değil mi? Tedirgin oluyor, vatan, millet, bayrak için tedirgin oluyor, var gücüyle gayret ediyor. Sık sık halkın önüne çıkıyor, yaptığı hizmetleri anlatıyor. Allah güç, enerji de veriyor maşallah. Başkası olsa bitap düşer. Oradan oraya gidiyor, oradan oraya gidiyor. Yazık, günah üstüne gitmek, çok ayıp yani. (https://youtu.be/088L7WDEBkw)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2013 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: Şimdi adam düşünüyor; Güneydoğu’da okulları var, Irak'ta okulları var, her yerde okulları var, kursları var. Şimdi düşünür: “Güneydoğuda nasıl okul açalım, kurs açalım?" Türkçe eğitim yapsa, Allah'tan, dinden bahsetse, Kuran'dan bahsetse, PKK'nın müsaade etmeyeceğini düşünüyor. O zaman kendilerince cazip gördükleri bir teklif getiriyorlar. Diyor ki: "Biz Kürtçe eğitim yapalım size. PKK'nın da aleyhinde konuşmayalım veyahut hiçbir şey söylemeyelim, dinden de bahsetmeyelim. Siz de bizi idare edin, biz de sizi idare edelim" gibi bir mantıkla yaklaşıyorlar anladığım kadarıyla. Bak, hemen bunlar atlamışlar üstüne olayın. "A ne kadar güzel" diyor; "Ne kadar insancıl" diyor. Halbuki insancıllıkla alakası yok. Son derece egoistçe, son derece sevgiden uzak, son derece ayrıştırıcı, son derece sevgiyi ve merhameti bozan bir stil bu. (https://youtu.be/FDg7DbLCsxE)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2013 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI:

DİDEM ÜRER: “Hocam, Zaman Gazetesinde köşe yazarları ana dilde eğitimde destek veren yazılar yazmaya başladılar. Bülent Korucu bugün Fethullah Hocamızın “gerekirse el de öpülebilir etek de” sözünü hatırlatarak, ana dilde eğitimin adil olmanın gereği olduğunu söylemiş.”

ADNAN OKTAR: “Kardeşim şimdi kafa bulandırmaya gerek yok. Bu adamlar İttihad-ı İslam’dan bahsetmiyor, Türk-İslam Birliğinden bahsetmiyor. Müslümanlara muhabbetten bahsetmiyor. Ha bire Kürt Kürt Kürt Kürt Kürt. Çünkü orada çıkarları var. Okul açacak, para kazanacak. Kurs açacak, para kazanacak. Şirketler var Irak’ta orada burada falan. Zarar görmesin gibisinden bir üslup içindeler. Biz onlara Kuran’ı öğretelim, İslam’ı öğretelim, Komünizmin geçersizliğini anlatalım, Darwinizm’in-Materyalizmin geçersizliğini anlatalım demiyor adam. Kürtçe öğretelim diyor. Bilmişlik yapmasınlar. Allah yanlarına bırakmaz hatalı bir hareket yaparlarsa. Samimi olsunlar. Biz İslam’ı, Kuran’ı anlatacağız demiyor ki adamlar. İman hakikatleri anlatacağız demiyor. Kürtçe öğreteceğiz diyor. Kürt sorunu var diyor. Kardeşim İttihad-ı İslam sorunu var. Sen diyorsun ki İttihad-ı İslam’la ilgili bizim bir konumuz yok diyorsun. Samimiyetsizlik yapmayın. Ticari ilişkileri sekteye uğrayacak diye bir üslup geliştiriyorsunuz. Amerika dürttü diye bu şekilde bir tavır ayıp. Para kazanacağız diye bu tip bir tavır ayıp. Allah’tan korkun.” (https://youtu.be/bB3ND-nQpQA)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN 2013 YILINDAKİ BİR KONUŞMASI: “Bak Fethullah Hoca cemaatinde de muazzam bir enaniyet var, muazzam bir enaniyet. Acayip ekabirler. Halka tepeden bakıyorlar. Enaniyet yaptıkça Allah aşağılıyor bu sefer. Ya kardeşim sevgi dolu olsana, vahşiliğe ne gerek. Vahşi. Kimseyle konuşmuyor, muhatap olmuyor. Bir de sinsice, alttan alttan işler çeviriyor. Böyle tipleri devletin mühim mevkilerine getirmek de çok tehlikeli. Enaniyetten kafayı çizmiş adam. Mantık, şu, bu, merhamet, vefa, sadakat kaybolmuş. Olmaz. O esrarengizliğin, Fethullah Hoca'nın talebelerinin bir kısmının esrarengizliğinin, mesafeli olmalarının, insanlara üstten bakmalarının bereketsizliği bu. Bir de ne var bu kadar büyüklenecek, enaniyet yapacak ve bu kadar kibirli bir üsluba ne gerek var? Ayette diyor ya hani: "Kibirli bir yükselişle yükseleceksiniz" diyor ayette. İşari manasında ona da bakıyor. Kibri bıraksınlar, sevecen olsunlar, herkese sahip çıksınlar. Bu kadar mesafeye, bu kadar uzak olmaya ne gerek var ya? Bu kadar esrarengizliğe ne gerek var? İnsan o zaman şüpheleniyor. Her şeyin altında onları arıyor. Nitekim de hakikaten çok yerden çıkmaya başladılar.” (https://youtu.be/7--y4ZyM08s)

·         KOMPLOCULARIN KLASİK MANTIKSIZLIKLARINA VE SAPTIRMALARINA BİR ÖRNEK:

Av. Eser Çömlekçioğlu imzalı kitapta komplocular tarafından, okuyucuları aldatmak ve yönlendirmek için birçok saptırma ve mantık dışı iddiaya başvurulmuştur. Bunlardan biri de FETÖ suçlamalarıyla ilgili olan aşağıdaki açıklamada yer almaktadır:




Kitabın 121 ve 122. sayfalarında yer alan bu iddiaya göre, Sayın Adnan Oktar A9 TV’deki yayınlarda Cumhurbaşkanını övüp FETÖ karşıtı gibi gözükürken, arkadaşları aracılığıyla yapılan resmi görüşmeler sırasında FETÖ’yü güya milli bir yapı gibi anlatmakta ve her nasılsa bu yöntemle güya kendisini kamufle etmiş olmaktadır. Bu iddiada hem mantıksızlık hem de gerçeklere aykırılık vardır.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, kitapta bahsi geçen büyükelçilik ziyaretleri Sayın Cumhurbaşkanımızın emri dahilinde yapılmıştır. Konuyla ilgili gerçekler Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşı Ferhunde Eda Babuna’nın mahkeme ifadesinde şöyle dile getirilmiştir:


İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nden bu ifadelerin doğruluğunu teyit etmesi için adı geçen devlet büyüklerimizden Süleyman SOYLU ve Yalçın AKDĞAN’ın tanıklığına başvurulması talep edilmiş, ancak bu talepler dikkate bile alınmamıştır. Ayrıca söz konusu büyükelçilik ziyaretlerinin, kitapta iddia edildiğinin aksine FETÖ operasyonlarının yapıldığı dönemle hiçbir ilişkisi yoktur. Büyükelçilik ziyaretleri 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra değil, 17-25 Aralık yargısal darbe girişiminden sonra gerçekleşmiştir. Yani komplocular ziyaretlerin içeriğini saptırdıkları gibi, tarihlerini de saptırmışlardır. Sonrasında da Sayın Adnan Oktar’ın kamuoyu önünde ayrı arka planda ayrı hareket ettiği, böylelikle gerçek niyetlerini ve hedeflerini gizlediği yalanını uydurmuşlardır.

Burada komplocuların ortaya attıkları bu yalanın mantığının da çürük olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşlarının büyükelçilik ziyaretlerinde FETÖ’yü milli bir yapı olarak anlatmaları halinde, A9 TV’de FETÖ’ye eleştiriler yapılmasının veya Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a övgüler düzülmesinin sözde örgüte kamufle sağlayamayacağı açıktır. Çünkü böyle bir durumda devletimiz elbette ki esas olarak Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun büyükelçilik ziyaretlerinde ortaya koyduğu görüşleri dikkate alacaktır. Eğer bu görüşlerin kendi varlığı açısından bir tehdit oluşturduğunu düşünüyorsa, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını da FETÖ gibi hedef haline getirecektir. Çünkü soruşturmayı yürütecek ve operasyonu yapacak olanlar yayınların muhatabı olan halk değil, resmi ziyaretlerin tarafı olan devletin yetkili kurumlarıdır.

İşte Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, komplocular tarafından kitapta bahsedilen stratejiyi yürürlüğe soktuklarında kaçınılmaz olarak karşılarına çıkacak olan bu bariz tehlikeyi göze almış olmaları her şeyden önce mantıken mümkün değildir. Art niyetli olsalar, büyükelçilik ziyaretlerinde FETÖ’yü övmenin kamuoyu önünde ise yermenin hiçbir fayda sağlamayacağını önceden göreceklerinden, kendilerine kamufle sağlamak istiyorlarsa böyle bir stratejiye asla başvurmayacaklardır. FETÖ konusunda komplocular tarafından ortaya atılmış olan tüm bu asılsız iddialar, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını karalamak için her türlü yalana başvurulduğunu açıkça göstermektedir.

Daha yeni Daha eski