Muhterem Cumhurbaşkanımız;

Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı camiası olarak, Zat-ı Alinizi çok seven ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkan adaylığınızdan bu yana katılmış olduğunuz her seçim ve referandumda sizi destekleyip 27 yıldır kesintisiz bir şekilde size oy veren gönül takipçilerinizdeniz.

Bilindiği üzere Sayın Adnan Oktar ile birlikte camiamıza mensup çok sayıda arkadaşımız, 3 yıla yakın bir süredir İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmekte olan ve kamuoyunda Adnan Oktar Davası olarak bilinen dava kapsamında yargılanmaktadırlar. 

Devam eden yargılamamız sürecinde, hem yargı kurumu içerisine çöreklenen karanlık bir yapılanmanın varlığını hem de bu yapılanmanın kurmuş olduğu anormal düzeni, bizzat görüp şahit olarak ve büyük mağduriyetler yaşayarak fark etmiş bulunmaktayız.

Bilginiz dahilinde olsa asla müsaade etmeyeceğiniz ancak bir şekilde Zat-ı Alinizden titizlikle gizlenen bu hukuk ve insanlık dışı dehşet sistemi, hem hukuk ve adalet hem de eşitlik ve insan hakları açısından ülkemiz adına büyük bir endişe ve utanç kaynağıdır. Ancak açıkça deşifre edilip gün ışığına çıkarılmadığından dolayı son derece rahat, sinsi ve pervasız bir şekilde işlemeye devam etmektedir. 

TBAV camiası olarak yargılandığımız dava kapsamında gördüklerimiz, duyduklarımız ve yaşadıklarımız sebebiyle, bu karanlık sistemin hukuksuz uygulamalarının ve kanun tanımaz girişimlerinin en yakın şahitleri arasında bulunmaktayız. Şöyle ki;

11 Temmuz 2018 tarihinde gerçekleştirilen polis operasyonunun hemen ardından, daha arkadaşlarımızın yargılanmaları bile başlamamışken hem bizlere söylenilen hem de bazı medya ve basın kuruluşlarındaki çeşitli haber ve yazılarda açık açık dile getirilen;

➢ Hakkımızda “ÖZEL BİR YARGILAMA” YAPILACAĞI ve arkadaş grubumuzun parçalanıp darmadağın edilmeye çalışılacağı,

➢ GEREK DAVA SAVCISININ GEREKSE MAHKEME HEYETİ ve BAŞKANININ BU AMAÇLA ÖZEL OLARAK SEÇİLDİKLERİ,

➢ KARARIN DAHA EN BAŞTAN BELLİ OLUP, davanın mutlak surette büyük cezalar verilerek sonuçlandırılacağı

şeklindeki hukuka ve yasalara alenen aykırı olan iddiaların tümü, DEVAM EDEN YARGILAMA SÜRECİNDE TEK TEK VE İSTİSNASIZ ŞEKİLDE GERÇEKLEŞMİŞ VE MAALESEF Kİ BİZZAT YAŞANARAK DOĞRULANMIŞ BULUNMAKTADIR.


DAVA DOSYAMIZIN SAVCISI 

SAYIN SERDAR AKAN HAKKINDA

Dava dosyamıza bakan Savcı Serdar Akan'ın bazı husumetli müştekiler ile yaptığı iddia edilen bir konuşmasında söylediği “Herkes Çekildi, Benim Kucağıma Attılar Dosyayı” ve “Eğer Onlar (Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları) Çıkarsa, O Zaman Biz Gireriz İçeri” şeklindeki sözleri, Adliye çevrelerindeki duyumları ve medyada çıkan yazı ve haberleri doğrular niteliktedir. 

Ayrıca, camiamıza mensup arkadaşlarımızla ilgili her konu ve şikayetin anlaşılmaz bir şekilde mutlak surette Savcı Serdar Akan'ın önüne götürülmesi de oldukça şaşırtıcı ve dikkat çekici bir durumdur.

Savcı Serdar Akan'ın, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında kendisine gelen her konu ve şikayette her defasında Adnan Bey ve arkadaşlarımız aleyhinde kararlar verip davalar açarken, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yaptıkları şikayet veya başvuruların tamamını ise istisnasız reddetmesi artık dikkat çekici veya şaşırtıcı nitelemelerini de aşmış bulunmakta, ortada aleni bir şüphe ve şaibe olduğunu gözler önüne sermektedir. 

Nitekim, yargılama sürecindeki hal, tavır, üslup ve konuşmalarının yanı sıra Adliye çevrelerinde kendisi hakkında söylenenlerden, Serdar Akan'ın Maocu derin devlet yapılanmasıyla bağı olduğunu fark etmiş ve bu konunun araştırılıp açıklığa kavuşturulması için de kendisi hakkında resmi makamlara gerekli başvurularda bulunmuştuk. Ancak sonrasında, bu konu araştırılmadığı gibi, örtbas edilmeye çalışılarak resmi başvurularımız teamüllere aykırı bir şekilde cevaplanmadı ve neticelendirilmedi. 


İSTANBUL 30. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANI 

SAYIN GALİP MEHMET PERK HAKKINDA

Tıpkı, dosyaya bakmayı istememesine rağmen özel olarak seçilen ve mecburen dava savcılığını üstlenmek durumunda kaldığını ifade eden Savcı Serdar Akan örneğinde olduğu gibi, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Sayın Galip Mehmet Perk'in de özel olarak seçilip görevlendirildiği, bizzat kendisinin “Bu davayı hiç almak istemediğini, ancak buna mecbur bırakıldığını” söylediği adliye çevrelerinde sıkça dillendirilen duyumlar arasındadır. Hatta, Savcı Serdar Akan da dosyanın etkin pişman sanıkları ve müştekileriyle yaptığı bir görüşmede, “Başka hakim bulamadılar dosyayı buna (Sayın Galip Mehmet Perk’e) verdiler.” şeklinde konuyu özetlemiştir. 

Ayrıca, Mahkeme Başkanı Sayın Galip Mehmet Perk de tıpkı dosyanın savcısı Sayın Serdar Akan gibi yargılanan arkadaşlarımız aleyhinde sayısız haksız ve hukuksuz uygulamaya imza atmış, yargılama süresi boyunca;

➢ Sadece ifade alınmasından ibaret duruşmalar yürütmüş, DAVANIN ESASINA DAİR HİÇBİR İŞ VEYA İŞLEM YAPMAMIŞTIR,

➢ Müştekiler tarafından yapılan tüm talepleri tam ve istisnasız olarak değerlendirip her defasında kabul ederken, YARGILANAN ARKADAŞLARIMIZ veya AVUKATLARI TARAFINDAN YAPILAN TALEPLERİN TAMAMINI GÖZ ARDI ETMİŞ YA DA REDDETMİŞTİR. 

➢ Yargılanan arkadaşlarımız ve avukatlarına karşı çok sert, kaba ve agresif bir tutum sergilemiş, kimi zaman alaycı üsluplarla kimi zaman ise bağırarak, kızarak sözlerini kesmiş, özgürce konuşup kendilerini savunmalarına müsaade etmemiş, çeşitli el, kol hareketleri ve yüz mimikleri ile arkadaşlarımız üzerinde psikolojik baskılar kurmuştur.

➢ HANIM ARKADAŞLARIMIZ DA DAHİL OLMAK ÜZERE, YARGILANAN ARKADAŞLARIMIZIN -GÖZLERİNİN İÇİNE BAKA BAKA GÜLEREK- SİNKAFLI KELİMELER KULLANMAKTAN ÇEKİNMEMİŞ, DEVLET TERBİYESİ OLAN BİR HAKİMİN ASLA OKUMAYACAĞI ALENEN KÜFÜR, ARGO VE MÜSTEHCENLİK İÇEREN CÜMLELERİ GARİP BİR ŞEVKLE, HER DEFASINDA UZUN UZUN OKUMUŞTUR.

Mektubumuzun başında da belirttiğimiz gibi davanın savcısı Serdar Akan ile Mahkeme Heyeti Başkanı Sayın Galip Mehmet Perk'in, yargılamanın başından sonuna kadar arkadaşlarımıza yönelik takınmış oldukları hal, tavır ve tutumlarından, vermiş oldukları gayr-ı hukuki ve gayr-ı kanuni sayısız karar ve uygulamalardan bu kişilerin;

✓ Yargı kurumunu adeta ele geçirmiş vaziyetteki dehşetli bir derin yapının müdahalesi ve baskısı sonucunda özel olarak seçilmiş kişiler olduklarına,

✓ Usul ve yasalara aykırı sayısız karar ve uygulamaya imza atmaları sebebiyle, bu kişilerin hukukla uzak-yakın herhangi bir ilişkilerinin bulunmadığına,

✓ Gerçekten de yargılama öncesinde söylendiği ve yazıldığı gibi, tek amaçlarının her türlü kanun ve hukuku hiçe sayma pahasına arkadaş grubumuzu parçalayıp dağıtmak olduğuna

dair son derece haklı ve güçlü şüphelerimiz oluşmuştur. 

Ancak, bu durumun kamuoyu tarafından da açıkça görülüp anlaşılabilmesi amacıyla Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, Savcı Serdar Akan ile Mahkeme Heyeti Başkanı Galip Mehmet Perk tarafından maruz bırakıldıkları sayısız haksız ve hukuksuz uygulamaya karşın seslerini çıkartmamış, kendilerini reddetmemiş, yapabilecekleri ne varsa yapmalarını, yani halk tabiriyle “eteklerindeki tüm taşları dökmelerini” beklemişlerdir.

Netice itibariyle, dava savcısı ve mahkeme heyeti, imza atmış oldukları yüzlerce haksız ve hukuksuz uygulamanın yanı sıra, benzeri görülmemiş 10 binlerce yıllık anormal mahkumiyet kararlarıyla da tarihe geçmişlerdir. 

Mahkemenin kararına elbette saygılıyız ancak;

✓ Dava dosyasının hukuken bomboş olması,

✓ Aleyhe tek bir delil dahi olmadığı gibi lehe yüzlerce somut delilin bulunması,

✓ Yürütülen yargılama esnasında usul ve esasa ilişkin yüzlerce hatalı karar ve uygulamaya imza atılmış olması

sebebiyle, verilen bu haksız mahkumiyet kararlarının temyiz aşamalarından bozularak döneceğine olan inancımız da tamdır. 

Ancak, yargıyı adeta ele geçirmiş olan bu karanlık sistem ile her türlü usul, hukuk ve teamülü ayaklar altına alarak “istedikleri dosyaya istedikleri savcıları ve istedikleri hakimleri atayabilen, istedikleri kararları rahatlıkla çıkartabilen” söz konusu derin ve sinsi yapılanmanın araştırılması da adil yargılamanın tesisi ve Devletimizin bekası açısından son derece elzem bir konudur.

Dolayısıyla, dosyamızla ilgili olarak gerek Savcı Serdar Akan'ın davanın savcısı yapılması gerekse Galip Mehmet Perk'in davaya bakacak mahkeme heyeti başkanı yapılmasının araştırılması, akıllarda oluşan soru işaretlerinin giderilmesi ve bahsettiğimiz sistemin deşifresi edilmesi için önemli bir adım olacaktır.


10 BİNLERCE YILLIK MAHKUMİYET KARARLARINA RAĞMEN ARKADAŞ CAMİAMIZI AYIRIP DAĞITMA PLANI BAŞARISIZ OLMUŞTUR

Kıymetli Cumhurbaşkanımız,

Hakkımızdaki kumpas davasını planlayıp kurgulayanlar, ana hedefleri olan arkadaş camiamızı parçalayıp dağıtma konusunda -mahkeme heyeti tarafından verilen 10 binlerce yıllık haksız ve hukuksuz mahkumiyet kararlarına rağmen- bir türlü başarılı olamayınca, adeta kendilerini kaybedip çileden çıkmışlar ve bu kez yeni yeni kumpas arayışlarına girmişlerdir.

Her hareket ve atakları İngiliz derin devletinin kontrolünde gerçekleşen kumpas çetesi, bu amaçla şimdilerde gözleri dönmüş bir şekilde

➢ Tutuksuz arkadaşlarımızın üzerine giderek baskı altına almaya çalışmakta,

➢ Türlü iftira, yalan ve tehditlerde bulunmakta,

➢ Güya yargılamayı “SUÇ ÖRGÜTÜNDEN TERÖR ÖRGÜTÜNE ÇEVİRECEKLERİ”, böylelikle ilave 10 yıllık yeni mahkumiyet kararları çıkartıp arkadaşlarımızı tekrardan cezaevlerine geri gönderecekleri yalanıyla korkutup tehdit etmektedirler.

Masum ve suçsuz olduklarını bile bile insanları tekrardan tutuklayıp cezaevine attırmakla korkutmanın amacı, aleyhimizde tek bir somut delil olmayan bu dosyada etkin pişman sanıklar çıkarıp sansasyon oluşturmak bir yandan da birkaç kişiyi bile olsa bu camiadan koparabilmektir. 

Eğer bu dosyada gerçekten bir suç ve suça dair gerçek ve somut deliller olmuş olsaydı o  deliller ortaya konur, etkin pişman çıkarmak için de 3 yıldır akla hayale gelmedik tehditler, baskılar ve hukuksuz yöntemler uygulanmaz, sahte iftiracılar devşirilmeye çalışılmazdı. 


Bu kumpası kuranların arkadaşlarımızı çaresizliğe iterek;

  • Bazılarının sözde "etkin pişman" adı altında kendi kendilerine dahi iftira atarak işlemedikleri suçları üstlenmek zorunda bırakılmalarının,
  • 30-40 yıllık can ciğer arkadaşlarına, dostlarına iftira atacak derecede dehşetli bir hapis ve gelecek korkusu yaşatılmalarının

bir dönemin utanç tablolarından biri olarak tarihe geçeceği konusunda hiçbir şüphemiz bulunmamaktadır. 

Bu korkunç tehditler dosyamızın bazı yargılananlarını, geçmişte 17 ay boyunca tutuldukları cezaevlerinde türlü türlü zulümlere uğrayan, cinayetten, insan ticaretinden, fuhuştan hüküm giymiş, gaspçı, hapçı ve hırsız hükümlüler tarafından sürekli rahatsız, hatta darp edildikleri küflü, kirli, bitli, böcekli korkunç hapis ortamına tekrar, hem de uzun yıllar geri dönecekleri dehşet ve paniğine düşürmüştür. 

Bunun son örneği ise Müge Öğütçü isimli hanım arkadaşımızın, geçmiş 17 ay boyunca cezaevinde yaşadığı şiddet, zulüm ve travmaları tekrardan ve çok daha uzun yıllar yaşamak korkusuyla sözde etkin pişman hükümlerinden faydalanıp husumetli müştekilerin her zamanki matbu uydurma hikayelerini, klişe yalan ve iftiralarını imzalamak mecburiyetinde kalmış olmasıdır.

11 Temmuz 2018 operasyonu sonrasında;

– Bu ve benzeri tehdit, şantaj ve karalamalar sonucunda suçsuz yere kendilerine ve arkadaşlarına akla hayale gelmeyecek iftiralar atarak etkin pişman olmak zorunda bırakılan kişiler, içine sürüklendikleri vicdani çöküntü sonucunda öz güven ve öz saygılarını yitirerek namazı dahi terk edip haşa dini inkar edecek bir manevi travma içine girmişlerdir. 

– Diğer yandan;

  • Yapılan operasyon sebebiyle tutuklanan arkadaşlarımız arasından, ailesi hasta ve yaşlı olup bakımlarıyla bizzat ilgilenen çocukları aniden cezaevine konulduğu için bakımları aksayan,
  • Tüm malvarlıklarının yanında bütün bakım paralarına, hatta emekli maşlarına dahi el konulan

12 ARKADAŞIMIZIN ANNE-BABA VEYA ABLASI VEFAT ETMİŞTİR.

Devam eden yargılama sürecinde ise AİLESİNİ KAYBEDEN ARKADAŞLARIMIZIN SAYISI 27'YE ÇIKMIŞ, BİRÇOK AİLE BU ŞEKİLDE PERİŞAN EDİLMİŞ, SAĞ, SAĞLAM YA DA SAĞLIKLI AİLE NEREDEYSE HİÇ KALMAMIŞTIR. 


DÖNEMİN İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRÜ MUSTAFA ÇALIŞKAN’IN TEK “BAŞARISI”, ÜZÜNTÜDEN VEFAT EDEN ONLARCA AİLENİN VE DARWINİST-ATEİST-MATERYALİST PROPAGANDANIN TARİHİ BOYUTLARA VARMASININ MÜSEBBİBİ OLMASIDIR

Temmuz 2018 tarihinden bugüne;

﹅ Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiası mensubu arkadaşlarımızın maruz bırakıldıkları haksız ve hukuksuz uygulamalar ile insan hakları ihlallerinin fitilini ateşleyen,

﹅ 27 arkadaşımızın ailesinin vefat etmesinin,

﹅ Allah’ın varlığını ve birliğini anlatan kitaplar için imha kararı alınmasının,

﹅ Ateizm ve deizmin çığ gibi büyümesinin önünü açan

kişi ise, şüphesiz ki dönemin İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRÜ MUSTAFA ÇALIŞKAN olmuştur.

Mustafa Çalışkan, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik gerçekleştirilen polis operasyonunun hemen ardından yapmış olduğu “Analara babalara iyilik olsun diye yaptım, çok hoşuma gitti” şeklindeki dehşet verici açıklamalarıyla masumiyet karinesini adeta ayaklar altına almış, henüz haklarında bir dava dosyası bile oluşmamış arkadaşlarımızı daha ilk günden kamuoyuna sanki suçlularmış gibi afişe etmiştir.

Mustafa Çalışkan’ın “hoşuma gitti” dediği şey, kendisinin lanse ettiği gibi ailelere iyilik yapmak değildir. Nitekim, AİLELER İYİLİK DEĞİL AKIL ALMAZ BİR ZULÜMLE KARŞILAŞMIŞLAR, PERİŞAN OLMUŞLAR, HER BİRİ CİDDİ HASTALIKLARA YAKALANMIŞLARDIR. 27 ARKADAŞIMIZIN ANNESİ, BABASI YA DA ABLASI ZULMÜN ŞİDDETİNE DAYANAMAYARAK VEFAT ETMİŞTİR. 

Bu yaşanılanlarda kendisinin payı ve sorumluluğu çok büyük olmasına rağmen nedense Mustafa Çalışkan, anlaşılmaz bir şekilde kendisinde bir sorumluluk görmemekte, bir de aksine tüm bu masum insanlara yaşatılan acıları, dağılan aileleri, vefat eden insanları, cezaevlerine doldurulan vatansever milliyetçi masum gençlerin yaşadıklarını sanki bir başarıymış gibi iftiharla anlatabilmektedir.

Gerçekte ise Mustafa Çalışkan’ın kendince başarı (!) addettiği olayları sıralarsak bunlar:

  • Allah’ın varlığını ve birliğini bilimsel olarak ortaya koyan internet sitelerinin kapatılmasıdır.
  • Darwinist, materyalist, bölücü ideolojileri tam susturan çalışmaların durdurulmasıdır. 
  • Kuran Mucizelerini, Peygamberimiz (sav)’in hayatını anlatan kitapların imha edilmesidir.
  • İslam’ın modern, aydınlık, sevgi dolu ruhunun tebliğ edilmesinin durdurulmasıdır.
  • Bunların neticesinde ateizm ve deizmin çığ gibi büyümesidir.
  • Sağ iktidarın fikri zemininin ortadan kaldırılmasıdır.
  • İdeolojik olarak zayıflayan sağın oylarının %28’lere kadar düşmesidir.
  • Gençlerin, Hükümetimize en büyük desteği veren “Adnan Oktar ve arkadaşlarına bile bunlar yapılıyorsa bizlere kim bilir neler yapılır” diye dehşete kapılıp akın akın ülkeyi terk etmesi, büyük bir beyin göçü yaşanmasıdır.
  • İngiliz derin devletinin adeta at koşturduğu bir ortam oluşturulmasıdır.
  • Milliyetçi, vatansever, dindar gençlerin cezaevlerine doldurulmasıdır.
  • Türkiye’nin en seçkin ailelerinin çocuklarının yaşadıkları zulme dayanamayıp perişan olmaları, hastalanmaları, vefat etmeleridir.
  • Masum ve mazlum insanların emekli maaşlarına dahi el konularak, yaşamlarını devam ettiremeyecek hale getirilmeleridir.

Mustafa Çalışkan’ın, yaşanan bu zulüm ve hukuksuzluklarda kendisinin çok büyük payı ve sorumluluğu olmasına rağmen bu tavır ve konuşmalarının nasıl bir akıl tutulması ve vicdani çöküntünün sonucu olabileceği milletimizin takdiridir. Adaletin mutlak surette tecelli edeceğine tüm kalbimizle inanıyoruz. 

Çok Değerli Cumhurbaşkanımız;

Mektubumuzun başında da belirttiğimiz gibi, sizin bilgileriniz dışında, yargı kurumu içerisinde odaklanmış bu derin ve karanlık yapılanmanın ve kurduğu kanunsuz ve hukuksuz dehşet düzeninin ÜZERİNE GİDİLEREK ARAŞTIRILMASININ ve ADİL YARGILANMANIN TESİSİNİN ülkemizin bekası açısından son derece önemli ve aciliyetli bir konu olduğu hususunda Zat-ı Alinizin de hem fikir olacağınıza ve gereğinin yapılacağına dair şahsınızın vicdanına, imanına, basiretine ve adalet hislerine olan inancımız ve güvenimiz tamdır. 

Saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.

Daha yeni Daha eski