Güçlü ve sağlam sevgi, şefkat ve güven bağları üzerine kurulu, uzun yıllara dayanan dostluk bağlarımızı parçalayarak bizleri birbirimizden ayırmak, böylelikle de tüm dünyaya Allah’ı, Yaratılış gerçeğini ve İslam’ı anlattığımız ilmi, imani ve kültürel faaliyetlerimizi durdurmak isteyen İngiliz derin devletinin ve bazı yerli uzantılarının düzenlediği bir kumpas sonucunda camiamız mensuplarının büyük bölümü tutuklanarak cezaevlerine gönderilmişlerdir.

Camiamıza karşı husumetli bazı kişileri kontrolleri altına alan İngiliz derin devletinin elemanlarının hukuk dışı müdahaleleri, tehdit, baskı ve psikolojik algı operasyonları nedeniyle, gerek soruşturma gerekse dava sürecinde kanuni haklarımız ya tamamen gasp edilmiş ya da belli ölçülerde kısıtlanmıştır. Tüm bunların sonucunda da hukuka aykırı bir mahkumiyet kararı verilmiştir. 

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, 3 yılı aşkın süredir çok büyük haksızlık ve hukuksuzluklarla mücadele etmektedir. Maruz kaldığımız bu yüzlerce hukuksuzluktan, sadece fikir vermesi açısından birkaçını sayacak olursak:

➤ Bir kısım medya, hakkımızdaki yargı süreci devam ederken, daha polis operasyonun ilk gününden itibaren camiamızın mensuplarını resimlerini de yayınlanmak suretiyle daha yargılamaları bile yapılmadan suçlu ilan etmiştir. Evrensel bir insani hak olan "Masumiyet Karinesi" ayaklar altına alınmıştır. Hakaret ve iftira içerikli başlıklarla son derece çirkin ve seviyesiz karalama faaliyetleri yürütülmüştür. 

➤ TMSF tarafından Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin imhası talep edilmiş, tüm dünyaya yaratılış delillerini, Kuran ahlakını, İslam Birliği’ni, materyalist ideolojilerin çöküşünü, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü anlattığımız internet sitelerimiz mahkeme kararıyla alelacele ve kanunlara aykırı şekilde erişime kapatılmıştır. 

➤ Tüm mallarımız ve şirketlerimiz elimizden alınmış, ilerleyen süreçte ceket, ayakkabı gibi kişisel eşyalarımız bile açık arttırma usulü satılmıştır. 

➤ Tutuklanan arkadaşlarımız ceplerindeki paralara el konularak cezaevine gönderilmişlerdir. 

➤ Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmayı seçmeleri, yani dostlarına iftira atmaları için en zorlu cezaevi koşullarında tutulmuşlar, fiziki ve  psikolojik baskılara maruz bırakılmışlardır. 

➤ Yaşanan bu zulüm ve hukuksuzluklarla ilgili başvurularımızın büyük çoğunluğu hiçbir şekilde dikkate alınmamıştır. 

Tüm bunlar camiamıza saldıran odakların vatansever Müslümanları dağıtmayı ve etkisiz hale getirmeyi amaçlayan, hukuk tanımaz, sevgi ve şefkatten mahrum, hiçbir zulüm ve haksızlığa başvurmaktan çekinmeyen, İslam, vatan, devlet ve millet karşıtı güçler olduğunun açık birer göstergesidir.

Camiamız, karşılaştığı bu hukuksuz saldırıların benzerlerini geçmiş yıllarda da yaşamıştır. İngiliz derin devleti geçmişte ateist masonlar, komünist derin devleti çeteleri, FETÖ gibi unsurları devreye sokarak günümüzde kurguladığı iftiraların benzerleriyle bizlere birçok kez saldırmıştır. 

Camiamıza geçmiş yıllarda kurulan komplolar arasından ön plana çıkanlar şunlardır: 

1986-1987: Sayın Adnan Oktar’ın cezaevinde ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tutulması.

1991: Sayın Adnan Oktar’a emniyette kurulan kokain komplosu.

1999: Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın daha sonra polislikten ihraç edilen Adil Serdar Saçan yönetimindeki İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde işkence görmeleri, tutuklanmaları ve ardından yıllarca sürdürülen örgüt davası.

2006-2008: Sahte gizli tanıkların ifadeleriyle ve bazı ailelerin şikayetiyle açılan örgüt soruşturması.

1– AKIL HASTANESİ KOMPLOSU

Camiamıza kurulan komploların neredeyse tamamında aynı yöntemlere başvurulmuştur. Önce komplonun güya hukuki bir görünüme bürünmesi için sahte delillerle, düzmece şikayetçilerle vb. yöntemlerle soruşturma dosyaları açılmış, ardından emniyetteki bazı uzantılar devreye sokularak gözaltına alınan mensuplarımıza karşı hukuksuz eylemlere başvurulmuş, tüm bunlar yaşanırken komplocuların medyadaki uzantıları aracılığıyla hakkımızda karalama kampanyaları yürütülmüş ve nihayetinde camiamızın mensuplarını yıldırma amaçlı davalar açılmıştır.

Sayın Adnan Oktar’ın kültürel faaliyetlerinin başlarında karşılaştığı ilk büyük komplo “Yahudilik ve Masonluk” isimli eserini yayınlamasından sonra gerçekleşmiştir. Bulvar Gazetesi, 1986 yılında bu kitapla tüm Türkiye’de büyük yankı uyandıran, özellikle gençlerin ilgiyle takip edip tanışmak istedikleri Sayın Adnan Oktar hakkında bir yazı dizisi hazırlamıştır. O dönemin derin devlet yapılanması, “Adnan Hoca ve Müritleri ile Gençler Tartıştı, Adnan Hoca’ya Niye İnandık?” başlıklı yazı dizisinin 30.06.1986 tarihli bölümündeki “Hz. İbrahim milletinden, Türk kavmindeniz” ifadesini öne sürerek – hiçbir hukuki dayanağı da olmadığı halde-  Sayın Adnan Oktar hakkında soruşturma başlatılmasını sağlamıştır. Günümüzde Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından gururla dile getirilen[1] “Türklerin İbrahim milletinden gelmeleri” konusu o dönemdeki komplo gereğince suç görünümüne sokulmuştur. Sayın Adnan Oktar söz konusu ifadenin hukuka aykırı bir şekilde yorumlanmasıyla, bir anda ümmetçilik propagandası yapmakla suçlanmıştır. Bu yüzden 03.07.1986’da önce Bayrampaşa Cezaevi’ne, sonrasında ise düzmece olduğu resmi sağlık raporlarıyla çürütülen bir akıl sağlığı raporuyla 03.03.1987 tarihinde -en saldırgan akıl hastalarının arasında kalacağı- Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gönderilmiştir. 

  

    


Sayın Adnan Oktar’ın o dönemde tutulduğu 14 A koğuşu, en ileri derecede akıl hastalarının tutulduğu, Adnan Bey’in orada kaldığı süre boyunca hastaların birbirine saldırması sebebiyle 7 kişinin hayatını kaybettiği, birkaç demir kapıdan geçilerek girilen bir koğuştu. Koğuşta kalan hastalar kendi ihtiyaçlarını bilmeyen, ihtiyaçlarını koğuşun ortasında gideren, kendilerine ve diğer hastalara sürekli zarar veren, son derece tehlikeli vakalardı. Doktorların ve hemşirelerin dahi girmekten imtina ettiği, koğuşa ilk defa giren doktor ve hemşirelerin endişeden baygınlık geçirdiği bu koğuşa girildiğinde hastalar ihtiyaçlarını koğuşun ortasında giderdiği ve sonrasında gerekli temizlik yapılmadığı için önce kesif bir kötü koku duyuluyordu. Hijyen başta olmak üzere hiçbir insani koşulun bulunmadığı bu ortamda hastalara verilen yemekler de normal bir insanın yemesinin mümkün olmadığı nitelikteydi.

(14 A koğuşunun insanlık dışı halini detaylı okumak için bkz. https://psikolojiksavasyontemleri.wordpress.com/tag/yildirim-aktuna/)

Sayın Adnan Okta bu koşullarda yaklaşık 10 ay boyunca haksız ve hukuka aykırı olarak, üstelik bir dönem de ayağı yatağa zincirli şekilde, yani sık sık birbirlerine saldıran akıl hastalarının olası saldırılarına karşı kendisini tam savunamayacak biçimde tutuldu. Ailesi ve avukatı dışında ziyaretçilerle ve doktorlarla görüşmesi, hatta avluya çıkması bile yasaklandı. Çünkü fikirleriyle insanları etkilemesinden, insanların doğruları öğrenmesinden korkulmuştu:

Sayın Adnan Oktar’ın fikirleri dolayısıyla komploya uğradığı gerçeğine, o dönemde söz konusu hastanede Adli Servislerin Sorumlu Hekimi sıfatıyla görev yapan, Sayın Adnan Oktar’ı gözetmekle sorumlu kılınan Prof. Dr. Sefa Saygılı’nın Uçan Kuş TV’de yayınlanan 28.12.2020 tarihli “Gece Kuşu” isimli programında bahsettiği şu olay da işaret etmektedir:

“…EVET. ŞİMDİ MİLLİ İSTİHBARAT’TAN İKİ ARKADAŞ GELDİ O ZAMAN. DEDİLER Kİ BU İRTİCAİ FAALİYETTEN YATIYOR, BU HASTALAR ARASINDA DA İRTİCAYI YAYMASIN. ACABA BURADA FAALİYETİ DEVAM EDİYOR MU? DEDİLER BANA. Ama Adnan’ın yattığı o zaman koğuş suç işleyen akıl hastalarının yattığı koğuştu yani hırsızlıktan, yağmadan, gasptan buna benzer suçlardan gelen hastaların olduğu bir kısımdı. Bunlar hem mahkumlar hem hastalar yani tehlikeli boyutta insanlar. Orada kapalı bir servis, girişin çıkışın olmadığı bir servis…”

Görüldüğü gibi, Sayın Adnan Oktar’ın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gönderilme sebebi hiçbir şekilde herhangi bir akli ya da psikiyatrik rahatsızlık değil, fikirleri ve bunları insanlara, özellikle de toplumun önde gelen ailelerin çocuklarına ulaştırıyor olmasıdır. Daha da önemlisi anlattıklarındaki samimiyetin kitleleri etkilemeye başlaması ve toplumun en önde gelen çevresi içinde Kuran ahlakının, İslam’ın güzelliklerinin yayılmasıdır.

Nitekim yukarıda belgesi görüldüğü gibi Sayın Adnan Oktar’ın hastanede tutulduğu süre boyunca kimseyle görüştürülmemesi yönünde karar alınmasının sebebi de budur.  Eğer bir insanın gerçekten “paranoid şizofren” olduğuna inanılıyor olsa, ziyaretçilerle görüşmesinden hiçbir rahatsızlık duyulmayacağı gibi bir süre sonra hemşire ve doktorlarla görüşmesine dahi sınırlama getirilmez. Böyle ciddi bir psikiyatrik rahatsızlığı olan bir kişinin kendisiyle konuşan insanları etkilemesinden şüphe edilmez. Özellikle de tıp eğitimi görmüş, eğitimli insanların bir “hasta” ile görüşmesinden hiçbir endişe duyulmaz. Ancak Sayın Adnan Oktar hiçbir akli ve psikiyatrik rahatsızlığı olmadığı halde kültürel çalışmalarından rahatsız olan odakların komplosuyla akıl hastanesine gönderildiğinden, fikirlerini orada çalışan doktorlara ve hastaneyi ziyaret eden stajyerlere anlatmamasına özel olarak dikkat edilmiştir. Hatta öyle ki istihbarat kurumlarının Adnan Oktar’ı takibi orada da devam etmiş, Sefa Saygılı’nın da anlatımıyla doğrulandığı üzere, milli istihbarat kurumu dahi fikri etkisinin devam etmemesi için tedbirler alınması gerektiğini söylemiştir. Bir ülkenin istihbarat kurumunun bir akıl hastasının fikirlerini yaymasından endişe etmesi mümkün değildir. Açıktır ki ortada bir akıl hastalığı vakası değil aklı, samimiyeti ve vicdanıyla insanları etkileyen dürüst bir insanın çok etkili ve hikmetli bir tebliğ çalışması vardır. Nitekim bu sebeple de orada tutulduğu sürede kendisine “kitap çalışmalarını durdur bugün buradan çıkaralım” teklifleri gelmiştir.

Sayın Oktar hapishanede ve akıl hastanesinde toplam 19 ay tutuldu ve sonra kendisine tutuklama talebinde bulunan aynı savcılığın, “ifadelerinde suç unsuru bulunmadığını” belirtmesiyle beraat etti ve mahkemece serbest bırakıldı.

Sayın Adnan Oktar Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’nden tahliye edilirken zorla dönemin başhekiminin eli öptürülmüştü. Ancak fotoğrafta görüldüğü şekilde sakalının yanıyla, ayakta, el yukarı kaldırılıp zorla yüze doğru uzatılarak el öptürme belki de tarihte ilk defa görülen bir tarzdı.  Bunun gerçek anlamda bir el öpme olmadığı çok açıktı. 

Dönemin derin devlet uzantıları bu görüntü ile kamuoyuna güya Sayın Adnan Oktar hizaya getirildi imajını vermeye çalışmışlardı. Bu şekilde “Bundan sonra daha dikkatli davran, ayağını denk al. Ayağını denk almazsan neler olacağını, başına neler geleceğini tahmin edersin” şeklinde bir mesaj verilmişti.

Sayın Adnan Oktar’a Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından verilen akıl sağlığının yerinde olduğunu belirten “SAĞLAM” raporu ise basında hiçbir yerde duyurulmadı. Sayın Adnan Oktar yıllar boyunca akıl hastası iftirasıyla olarak kamuoyuna tanıtıldıktan sonra akıl sağlığının yerinde olduğu Askeri Hastane raporuyla ortaya konuldu. 

 

2) KOKAİN KOMPLOSU:

İlk büyük komplolarında istedikleri sonuçları elde edemeyen, Sayın Adnan Oktar’ı yolundan döndüremeyen odaklar yaklaşık yeni bir komplonun hazırlıklarına başlamışlardır. Bu kez sahte şikayetçiler ve deliller üretme yoluna başvurmuşlar, hatta karanlık girişimlerine emniyetteki uzantılarını da dahil etmişlerdir.

Önce Şubat 1991 tarihinde, daha önceden Sayın Adnan Oktar’la bir süre arkadaşlığı olmuş bazı sahte tanıkların güya Sayın Adnan Oktar’ın 18 yaşından küçük genç kızları bazı erkekler ile kendi evinde bir araya getirerek fuhşa teşvik ettiğini ileri sürmelerinin ardından soruşturma başlatılmıştır. Günümüzde de benzerleri kullanılan bu iftiranın kamuoyuna yayıldığı haberlerden birinde, Sabah Gazetesi’nde, Sayın Adnan Oktar’ın kokain kullandığı hakkındaki asılsız bir iddiaya da yer verilmiştir. Bu gelişmelerin ardından Sayın Adnan Oktar kendisine karşı bir kez daha komplo düzenlenmekte olduğunu fark etmiş, öncelikle o dönemde belli aralıklarla kaldığı annesinin evini anne ve komşusuna temizletmiş ve basına birçok faks göndererek komplo şüphesinden bahsetmiştir.

Ancak komplocu odaklar geri adım atmamış 08.07.1991 tarihinde, Sayın Adnan Oktar İzmir’de bulunduğu Altınyunus Turistik Tesisleri’nde gözaltında alınmıştır. 10.07.1991 tarihinde ise, Sayın Adnan Oktar’ın, annesi Mediha Oktar’a ait olan Ortaköy Dereboyu Caddesi’ndeki ikamet adresine polis baskını düzenlenmiştir. Toplamda 70m2 civarındaki küçük bir eve tam 16 polis aynı anda girmiştir. İşlemler sırasında, son derece kalabalık olan ortamdaki polis memurlarından biri oturma salonunda bulunan, duvardan duvara uzanan içinde yüzlerce kitap bulunan deve kitaplıkta arama yapmaya başladıktan bir iki dakika sonra seçtiği 3. kitabın içinden 3 adet sigara jelâtinine sarılı beyaz toz madde çıkarmıştır. Söz konusu jelatinlerin bu kadar kolay bulunması ortamdaki bazı polislerde bile şaşkınlığa yol açmıştır. Daha da şaşırtıcı olarak, polisler söz konusu jelatinlerin bulunmasında sonra evin başka hiçbir yerini aramadan hızla evi terk etmişlerdir. Normalde gerçek bir narkotik aramada en ufak bir narkotik madde bulunması durumunda evin her noktasının didik didik aranması gerektiği açıktır. Ancak komplo için gerekli koşul hasıl olduğundan ve ortada kokain veya herhangi bir uyuşturucu madde kullanımı olmadığını herkes çok iyi bildiğinden evde detaylı arama yapılmasına gerek kalmamıştır.

11.07.1991 tarihinde, o sırada gözaltında bulunan Sayın Adnan Oktar emniyetten tahlile gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı aynı gün içinde verdiği raporda; İdrarda kokainin varlığını gösterir kokain metaboliti BENZOİLEKGONİN bulunduğunu; bulunan BENZOİLEKGONİN miktarının 5 mikrogram/milimetre’den büyük olduğunu, buna göre şahsın KOKAİN almış olduğunu..” ifadelerine yer vermiştir. 12.07.1991 tarihinde ise, yani operasyondan hemen 2 gün sonra alelacele bir iddianame düzenlenmiş ve İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 1991/1130 Esas sayılı dava açılmıştır. Yaşanan bu olaylarla birlikte komplocular, medyadaki uzantıları üzerinden yıllardır sürdürdükleri kara propagandanın şiddetini de git gide arttırmışlardır.




Sayın Adnan Oktar 12.07.1991 tarihinde verdiği ilk ifadesinde, evinde bulunmuş gibi gösterilen ve tahlilinde çıkan kokaini kullanmadığını beyan etmiştir. Çünkü hayatında sigara bile içmemiş biri olarak elbette ki kokain de hiçbir zaman kullanmamıştır. Dolayısıyla emniyetteyken kendisine verilen yemekten şüphelendiğini, bu yemeğe kokain katılmış olabileceğini söylemiştir.

Emniyetteki ifadesinin ardından mahkemeye çıkartılan Sayın Adnan Oktar’ın ve evde arama yapan polislerden bir kısmının ifadelerini dinleyen hakim olaydaki polislerin komploya işaret eden anormal tavırlarını fark etmiştir. Sayın Adnan Oktar’ın beyanlarını samimi bularak tutuksuz yargılama kararı vermiştir.

İlerleyen süreçte Sayın Adnan Oktar’ın suçsuz olduğunun ispatlanması için büyük bir hukuki mücadelenin verilmesi gerekmiştir. Bu mücadele sırasında 21.10.1993 tarihinde Adli Tıp Genel Kurulu’ndan alınan raporda,  tek doz kokain almış kişilerde alımdan 62 saat sonra idrarda 5 mikrogram/ml’den yüksek benzoilekgonin miktarının bulunmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.


Sayın Adnan Oktar’ın İzmir’de 8 Temmuz 1991 günü saat 24:00 sularında gözaltına alınmasından 11 Temmuz 1991 günü saat 14.10’da tahlile gönderilmesine kadar geçen süre 62 saattir. Sayın Oktar bu 62 saat boyunca sürekli gözaltında tutulmuştur. 62 saatlik gözaltı süresi sonunda yapılan tahlilde ise kokain metaboliti olan benzoilekgonin tespit edilmiştir. Mahkeme tarafından alınan adli tıp raporları ile yurtdışındaki ve yurtiçindeki önde gelen kurumlar tarafından verilen raporlara göre, idrarında 5 mikrogram/ml benzoilekgonin bulunan biri en fazla 24-48 saat önce kokain almış olmalıdır. Bu insanın 62 saat önce aldığı kokain nedeniyle idrarında 5 mikrogram/ml benzoilekgonin çıkması tıbben mümkün değildir.

Tüm bunlar neticesinde 22.02.1994 tarihinde İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesi 1991/1130 Esas, 1994/136 Karar sayılı kararı ile Sayın Adnan Oktar hakkında BERAAT KARARI vermiş ve yapılan komployu tescillemiştir.


 

Sayın Adnan Oktar'ın evinden kokain paketi çıkartılması. Bunun için çok sayıda polisin 3-4 dakikalık ev araması sonucu, ilk girdikleri odada 6 katlı L biçimindeki kütüphanenin hemen yöneldikleri orta rafının sol başındaki 3. kitaptan kokainin çıkarılması ve evin başka hiçbir yerinde arama yapılmaması,

Gözaltına alınan Sayın Adnan Oktar'ın yiyecek ve içeceğine kokain karıştırılarak kanında kokain çıkmasının sağlanması,

Ortada hiçbir "kokain bulgusu" yok iken Sabah Gazetesi'nin önceden kokain ile ilgili haber yapması (ilgili haber çıktığında Sayın Adnan Oktar gözaltındaydı ve 48 saat sonra komplo uygulamaya konuldu), derin devlet uzantılarının sahte delil oluşturma, bir kişinin sağlığını tehlikeye atacak derecede zehirli maddeye maruz bırakma gibi uygulamalarla, bir komployu nereye kadar vardırabileceklerini göstermişlerdir.

Nitekim CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal da yaptığı bir açıklamada Sayın Adnan Oktar'a yapılan kokain komplosunu teyit eden sözler söylemiştir:

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, geçen günkü konuşmasında çok çarpıcı bir açıklamada bulunmuş ve "GEÇMİŞTE BİRİLERİNİ YAKALADILAR MI, CEBİNE ESRAR KOYARLARDI, SONRA DA YAKALARLARDI..." demiştir. http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=388927)

(O dönemde görevini kötüye kullanan bazı polis memurlarının aynı şekilde başka insanlara da tuzaklar kurduklarına dair belge ve bilgileri  https://iddialaracevap.blogspot.com/2021/11/sayin-adnan-oktara-da-kokain-komplosu.html linkinden okuyabilirsiniz)

Görüldüğü üzere daha 1990’lı yılların başındayken, Sayın Adnan Oktar’a bazı polislerin de devreye sokulduğu bir komplo kurulmuştur. İnsanların en güvende hissetmeleri gereken yerlerden biri olan emniyet binasında, Sayın Adnan Oktar’a verilen yemeğin içine kokain karıştırılmıştır. Bu olayda, Sayın Adnan Oktar’ın kültürel faaliyetlerinin durdurulması için her türlü illegal yöntemin hiç çekinmeden kullanılabildiği açıkça görülmüştür.  Üstelik, Sayın Adnan Oktar'a yapılan tüm bu komplolar, herkesin gözleri önünde gerçekleşmiştir. Mahkeme kayıtlarıyla da yapılmış olan tüm tuzaklar belgelenmiştir. Tüm bunlara rağmen tarihi bir oyun olan kokain komplosu neticesinde, evde yapılan aramada bulunan kokaini oraya kimin yerleştirdiği, Sayın Adnan Oktar'ın kanında çıkması sağlanan kokaini kimlerin yiyecek ve içeceğine karıştırdığı ve bu kişileri kimlerin yönlendirdiği konularında hiçbir araştırma yapılmamıştır.

 

 

3)    BİLİM ARAŞTIRMA VAKFI OPERASYONU:

Kokain komplosunun yapıldığı dönemde ve sonrasında Sayın Adnan Oktar kitap çalışmalarına daha da ağırlık vermiştir. Nitekim Sayın Adnan Oktar’ın sadece 1990’lı yıllarda Kuran ahlakı, bilimsel yaratılış delilleri, Darwinist ideolojinin çöküşü gibi konular hakkında yazdığı onlarca kitap vardır. Ayrıca bu süreçte yine büyük yankı uyandıran Global Masonluk isimli kitabın ilk cildi de yayınlanmıştır. Bunlara ilaveten 1990 yılında kurulan, ilk olarak gerçek Atatürkçülüğü anlatan faaliyetleriyle gündeme gelen ve Sayın Adnan Oktar’ın fahri başkanlığını üstlendiği Bilim Araştırma Vakfı özellikle evrim teorisinin çöküşü hakkında Türkiye çapında konferanslar düzenlemiştir. Yabancı ve yaratılışçı bilim insanlarının da konuşmacı olarak davet edildiği bu konferanslar Türkiye’de büyük ses getirmiştir. Söz konusu konferanslara paralel olarak, yine tüm Türkiye’de Sayın Adnan Oktar’ın yazdığı “Evrim Aldatmacası” isimli kitapçık dağıtılmaya başlanmıştır. Camiamızın mensupları köy köy, şehir şehir dolaşarak milyonlarca vatandaşımıza hayatın doğal koşullarda tesadüfen oluşmadığını, Allah tarafından imtihan amaçlı olarak yaratıldığını bilimsel delilleriyle anlatan bu kitapçığı ücretsiz olarak ulaştırmışlardır. Türkiye’de özellikle bu eser vesilesiyle büyük bir imani uyanış gerçekleşmiş, AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelişinin ideolojik zemini oluşmaya başlamıştır.

Tüm bu gelişmeler İngiliz derin devletini ve uzantılarını bir kez daha rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık yeni bir komplonun doğmasına yol açmıştır. İşte 12.11.1999 tarihinde yapılan Bilim Araştırma Vakfı Operasyonu da camiamızın faaliyetlerini durdurma amaçlı komplolardan biridir. Aynı günümüzde olduğu gibi, suç örgütü kurmak, şantaj ve tehdit gibi asılsız suçlamalar üzerine inşa edilen, hayali şantaj kasetlerinden ve gerçek dışı cinsel ilişkilerden bahsedilen soruşturma dosyasındaki iddiaları kabul etmeleri için Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına emniyette ağır işkence uygulanmıştır. Söz konusu işkencenin varlığını gizlemek amacıyla da Sayın Adnan Oktar’ın ve bazı arkadaşlarının emniyetteki ifadeleri sırasında çekilen video kayıtları ana haber bültenleri aracılığıyla kamuoyuna sunulmuştur. Bu videoların çekiminden önce yapılan tehditler, ağır darp, elektrik verme, suyla ıslatma gibi uygulanan işkence yöntemleri, neredeyse kelime kelime kamera önünde nelerin anlatılacağının dikte edilmesi gizlenmeye çalışılmıştır.

Ekran görüntülerine yer verdiğimiz ifade videoları, emniyette ezberletilmiş düzmece metinler söylenirken kaydedilmiştir. Kısa bir bölümü kamuoyuna sunulan görüntülere de yansıyan ve işkenceyle imzalatılan ifade tutanakları, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının beyanlarını değil, onlara komplo kuran ve dosyada söz konusu ifade tutanaklarıyla kendilerince delil oluşturmak isteyen komplocuların hayali suçlamalarını içermektedir. Yukarıdaki mizansen ifade görüntüleri, kamuoyunda, camiamızın mensuplarının emniyette rahat ve özgür bir ortamda ifade verildikleri yönünde bir kanaat oluşması için çekilmiştir. Ancak dönemin İstanbul Organize Suçlar Şubesi’nde işkenceye maruz kalan sadece arkadaş camiamız değildir. Çok sayıda gazeteci, iş adamı, bürokrat ve siyasetçi de bu işkencelerden geçmiş, dönemin derin devleti tarafından bir nevi ikna merkezi olarak kullanılan söz konusu şubede neler yaşandığına bizzat tanıklık etmiştir.

Camiamızın mensupları 7 gün boyunca son derece zorlu şartlar altında İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde tutulurlarken, komplocuların medyadaki uzantıları ve medyada camiamıza ideolojik karşıtlık besleyen odaklar bir kez daha karalama faaliyetlerine başlamışlardır:




Ortada tek bir şantaj kasedi olmadığı, yapılan operasyon sırasında bir tane bile suç unsuruna rastlanmadığı, bu sebeple de köşe yazılarıyla müşteki arayışına çıkıldığı, çocuklarını kurtarabilmek için zorla ailelerin müşteki yapıldığı bu dosya kapsamında Sayın Adnan Oktar birkaç arkadaşımızla birlikte tutuklandıktan yaklaşık 10 ay sonra, 2000 yılının Ağustos ayında tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmiştir. Ancak camiamız bu komploda atılan iftiralardan aklanabilmek için yaklaşık 15 yıl süren büyük bir hukuki mücadele vermek zorunda kalmıştır.

Sonrasında ise mahkeme kararıyla ortada bir suç örgütü olmadığı Mahkeme kararıyla tescil edilmiş, masumluğun ispatı olan bu kararlar ise -karalama kampanyasını devam ettirebilmek adına- basına hiçbir zaman yansımamıştır.



4)    2006-2008 ÜSKÜDAR ÖRGÜT SORUŞTURMASI:

Maruz kaldığımız büyük komplolara rağmen, camiamızın kültürel faaliyetleri 2000’li yıllarla birlikte daha da etkili ve çeşitli hale gelmiştir. Haksız, hukuksuz ve acımasız saldırılar şevkimizi, gücümüzü azaltmamış, tam tersine arttırmıştır. Normal şartlarda neredeyse hiç görülmeyen bu durum medyanın da dikkatini çekmiştir:


Bazı arkadaşlarımız tarafından 2003-2004 yıllarında Türkiye’deki büyük şehirlerin önemli meydanlarında açılan stantlarda Sayın Adnan Oktar’ın kitapları ve bu kitapların içeriğinden oluşturulan belgesel filmleri halkımızla buluşmuştur. İmanlı, milliyetçi, modern, kaliteli ve bilinçli bir toplumun oluşması için en hayati konulara yer verilen kitap ve belgeseller AK Parti iktidarının felsefi zemininin kuvvetlenmesinde önemli rol oynamıştır.

2006 yılına gelindiğinde ise, camiamıza mensup biyolog ve koleksiyoner arkadaşlarımız Türkiye çapında fosil sergileri düzenlemeye başlamışlardır. Milyonlarca yıllık gerçek fosillere yer verilen bu sergiler tüm halkımıza evrim teorisinin bir safsatadan ibaret olduğunu en açık şekilde göstermiştir. İnsanlar gittikleri alışveriş merkezlerinde, restoranlarda, çay bahçelerinde, kültür merkezlerinde, kafelerde, istasyonlarda, halka açık meydanlarda bu fosillerle karşılaşmışlar ve canlılığı yaratanın Allah olduğunu net bir biçimde anlamışlardır. Sergilere ek olarak, Sayın Adnan Oktar söz konusu fosillerin yakın plan fotoğraflarına yer verdiği “Yaratılış Atlası” isimli eserinin ilk cildini yayınlamış, eser Türkiye’deki ve dünyanın farklı ülkelerindeki söz sahibi birçok insana ulaştırılmıştır.

Ayrıca yine bu dönemde valiliklerden ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınan izinlerle ülkemizdeki birçok eğitim kurumunda gençlerimizi bilinçlendirici konferanslar verilmiştir.

Camiamızın kültürel faaliyetlerini yoğunlaştırmasından dolayı, daha önceki komplolarda olduğu gibi aleyhimizdeki propaganda faaliyetleri de karşılık olarak hemen arttırılmıştır. Nitekim BAV Davası’nda verilen zamanaşımı kararının hemen bozulması sağlanmış, dava yeniden görülür hale getirilmiştir. Tüm bu hamleler, detayları aşağıda yer alan ve arka planda yürütülen yeni komployu daha etkin kılmak için gerekli görülmüştür.




Camiamıza kendilerince zarar vermek, faaliyetlerimizi durdurmak için yürürlüğe konulan bu komplonun da merkezi İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi olmuştur. Ancak bu kez komplonun hedeflendiği gibi sonuçlanabilmesi için emniyetteki FETÖ mensuplarından destek alınmıştır. 2006-2007 yılında açılan Üsküdar örgüt soruşturmasının emniyet ayağında görev almış, dosyada verilen kararlara direkt etkisi bulunmuş memurların birçoğu FETÖ dosyalarının şüphelisi veya sanığıdır. Bu durumdaki birkaç isim şöyledir:

Organize Suçlar Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu (FETÖ/PDY davası firari sanığı),

Organize Suçlar Şube Müdürü Hüseyin Işıldak (FETÖ/PDY davası sanığı),

Organize Suçlar Sube Müdürü Nazmi Ardıç (FETÖ/PDY “Mülkiye” yapılanması davası tutuklu sanığı),

Mali Suçlar Şube Müdürü Yakup Saygılı (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı)

Baş komiser Seyfi Erdoğan (FETÖ/PDY Şike kumpası davası tutuklu sanığı),

Polis memuru Yalçın Çilbiroğlu (FETÖ/PDY Şike kumpası davası tutuklu sanığı),

Teknik Takip Büro Amiri Mustafa Kılıçaslan (FETÖ/PDY Tahşiyecilere Kumpas davası tutuklu sanığı),

Polis memuru Ahmet Davulcu (FETÖ/PDY davası firari sanığı),

İstanbul Polis Kriminal Labaratuvarı Müdürlüğünde uzman olarak görev yapan Ahmet Mesut Mudu (FETÖ/PDY davası tutuklu sanığı)

Nasıl günümüzdeki komploda birçok genç kız korkutularak ve tehdit edilerek dosyamızda zorla şikayetçi yapılmış ve hayali cinsel suçlamalarda bulunmak zorunda bırakılmışsa, Üsküdar C. Başsavcılığı tarafından yürütülen örgüt soruşturmasında da sahte gizli tanıklar ayarlanmış ve onlar aracılığıyla hayali cinsel saldırı olayları dosyaya sokulmuştur. Ancak işler komplocuların bekledikleri gibi gitmemiş, dosya savcısı suçlamaların hiçbir delile dayanmadığını tespit ederek 20.05.2008 tarihinde takipsizlik kararı vermiştir.

Bunun üzerine komplocular tarafından yeni bir adım atılmış, örgüt suçlaması üzerine verilen takipsizlik kararı, kanunlara göre örgüt suçundan dosyaya müdahil olma hakkı olmayan gerçek kişilerce hukuka aykırı şekilde temyiz edilmiştir. Ortada açık bir hukuksuzluk olmasına rağmen Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi takipsizlik kararını kaldırmış, bunun üzerine dava açılmış, ancak tarafımızca Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hukuksuz kararı için kanun yararına bozma başvurusu yapılmıştır. Bundan sonraki süreç ise, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız açısından yine yıllarca süren büyük bir hukuki mücadele verilmesini gerektirmiştir.

Bu hukuki mücadele neticesinde kanun yararına bozma başvurumuz 2011 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından haklı bulunmuş, savcılığın verdiği takipsizlik kararı kesinleşmiş, böylece açılan dava da 2013 yılında düşmüştür. Söz konusu düşme kararı da sözde mağdurlardan biri tarafından temyiz edilince dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gitmiş, ancak camiamızın uğradığı hukuksuzluk bariz olduğundan 2015 yılında verilen onama kararıyla hukuki süreç sonlanmıştır.  

 

Böylelikle hukuki olarak bir kez daha ortada;

Herhangi bir suç örgütü olmadığı

Suça dair hiçbir eylem olmadığı

Cinsel suç isnatlarının hepsinin iftira olduğu

Hiç kimsenin zorla tutulmadığı

Hiç kimseye baskı yapılmadığı

Şantaj iddialarının bir şehir efsanesinden ibaret olduğu

Kanunlara aykırı hiçbir faaliyet olmadığı

Türk Yargısı tarafından tescil edilmiştir.

 

SONUÇ OLARAK;

Tüm bu olaylar göstermektedir ki, İngiliz derin devleti ve uzantıları camiamızı dağıtmak, mensuplarımızı hapiste tutmak için uzun yıllardır büyük gayret sarf etmektedirler. Bu amaçlarla her türlü hukuksuzluğa ve komploya başvurmaktadırlar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere camiamız mensupları bugüne kadar inandıklarından ve faaliyetlerinden asla vazgeçmemişler, her türlü zorluktan güçlenerek çıkmışlardır. Çünkü yaptıkları her çalışma vatan ve millet yararına, Devletin bekasını korumaya yönelik, iyilik ve güzelliğin dünyaya hakim olması içindir.

Bugün de karşı karşıya kaldığımız dev kumpas geçmişteki komplolar gibi ta kaderin en başında bozulmuş olarak yaratılmıştır.

Müminlere tuzak kurarak başarıya ulaşacaklarını sananlar ise, çalışmış, çabalamış anacak boşuna yorulmuşlardır. İstemeden de olsa müminlerin hem dünyasına hem de ahiretine katkıda bulunmuşlardır. Günümüzde yaşananlar da bundan başkası değildir. Müminler bugün kendilerine yapılan saldırılarla hem dünyada hem de ahirette daha iyi makamlara doğru ilerlemektedirler. Allah vaadi doğrultusunda müminlere yardımcı olacak, daha güzel bir ahlak nasip edecek, onları iftiralardan temize çıkaracak, müminler için seçip beğendiği dini yeryüzünde hakim kılacaktır. İngiliz derin devleti ve uzantıları da ağır bir yenilgi alacak, çok yakında tüm dünya tarafından gerçek yüzleriyle ve tarih boyunca işledikleri suçlarıyla birlikte tanınacaklardır. Kimse de bunları engelleyemeyecektir. Çünkü Allah’ın Kuran’daki vaadi böyledir:

“Allah, onlardan öncekilere yaptığı gibi, sizden inanıp iyi amellerde bulunanları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacağını, kendileri için seçtiği dini yerleştireceğini ve korkularından sonra onları güvene kavuşturacağını vaad etmiştir. “Onlar bana kulluk eder ve hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar yoldan çıkmışlardır.” (Nur Suresi, 55)

Kamuoyunu bilgisine saygılarımızla sunarız.


Daha yeni Daha eski