İftira, bazı yalancı, ahlaksız ve vicdansız insanların birine ya da bir çevreye karşı düşmanlık, kin ve hınç beslediği, onlarla rekabet içinde, karşıt görüşlerde olduğu ya da maddi çıkarları öyle gerektirdiği için, o kişi veya kişilere zarar vermek, mağdur etmek ve itibarsızlaştırmak amacıyla başvurdukları çirkin yöntemlerden biridir.
İftiranın, geniş çaplı düzenler kurularak atılanından, sıradan insanların günlük konuşmalarının arasına sıkıştırdıkları dedikodu tarzı olanına kadar pek çok çeşidi vardır.
İftira mekanizması Kuran ahlakından uzak, Allah'ın emrettiği güzel ahlakı yaşamayan, hayatlarını dünyevi çıkarlar ve kaygılar üzerine kurmuş birey ve toplumlarda, farklı görüş ve düşüncedeki insanlara zarar verme, karalama, sindirme, etkisizleştirme amacıyla başvurulan çirkin yöntemlerin başında gelir.
İftira aynı zamanda şeytanın, Müslümanı Müslümana, kardeşi kardeşe düşürüp düşman etmekte kullandığı en kolay ve etkili silahıdır. Allah korkusu, dini bilgi ve hassasiyeti zayıf, Kuran'ın çok önemli hükümlerini gözardı eden bir kısım Müslümanlar da ne yazık ki şeytanın bu sinsi tuzağına kolayca düşebilmektedir. Bu nedenle Müslümanların şeytanın “iftira silahı”na karşı her zaman dikkatli ve uyanık olması şarttır.
Tarih boyunca tüm peygamberlere, kendini Allah'ın varlığını, birliğini ve Kuran'ı tebliğ edip anlatmaya adayan, Allah yolunda mücadele edip çaba sarf eden pek çok Müslümana sayısız iftiralar atılmıştır. Müslümanların önde gelenleri kendilerine atılan iftiralarla yıldırılmaya ve etkisizleştirilmeye çalışılmıştır. Hatta tutuklanıp hapsedilerek ya da sürgün edilerek toplum nazarında (kendi düşük akıllarınca) itibarsızlaştırılmaya ve değersizleştirilmeye çalışılmışlardır.
Merhum Erbakan Hocamız, Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahanlı, Necip Fazıl Kısakürek... gibi kıymetli şahıslar ve daha pek çokları bu şerefli yollardan ve imtihanlardan geçmişlerdir.
Olayların gerçek yüzünden habersiz, ince ve derin düşünebilme, değerlendirme yapabilme vasfı olmayan çok sayıdaki sıradan insanın yanı sıra kendini dindar Müslüman olarak tanımlayan bazı insanlar da ne yazık ki
➢ Ya bu iftiralara aldanarak bunları yaygınlaştırmış ve doğrudan şeytanın fitnesine düşmüşler,
➢ Ya da iftiraya uğrayan Müslümanlara destek olmak yerine, kendilerini geri çekerek onlardan uzaklaşıp kaçmışlar ve şeytanın Müslümanları ayırıp dağıtma tuzağına düşmüşlerdir.
Allah Kuran'da, şeytanın aldatmacasına kapılarak Müslümanlar hakkındaki iftiralara inanan ve bunu yaygınlaştırarak fitneye düşenleri şöyle uyarmaktadır:
Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: 'BU, AÇIKÇA UYDURULMUŞ İFTİRA BİR SÖZDÜR' DEMELERİ GEREKMEZ MİYDİ? Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir. Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azap dokunurdu. O durumda SİZ ONU (İFTİRAYI) DİLLERİNİZLE AKTARDINIZ VE HAKKINDA BİLGİNİZ OLMAYAN ŞEYİ AĞIZLARINIZLA SÖYLEDİNİZ VE BUNU KOLAY SANDINIZ; OYSA O ALLAH KATINDA ÇOK BÜYÜK (BİR SUÇ)TÜR. Onu işittiğiniz zaman: BU KONUDA SÖZ SÖYLEMEK BİZE YAKIŞMAZ. (ALLAH'IM) SEN YÜCESİN; BU, BÜYÜK BİR İFTİRADIR' DEMENİZ GEREKMEZ MİYDİ? (Nur Suresi, Ayet: 12-16) |
Allah, Müslümanları ayırıp dağıtarak yalnızlaştırmaya ve güçsüzleştirmeye çalışan şeytanın oyununa gelerek, iftiraya uğrayan Müslümanlara destek olup yardım etmek yerine onlardan kaçıp uzaklaşanların samimiyetsizliğini ve kişiliksizliğini de Kuran'da şöyle tarif etmektedir:
Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: 'Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım' der. (Nisa Suresi, 72. Ayet)
Şeytanın iftira silahını kullanarak Müslümanları birbirine düşürüp aralarını açma hilesine Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de:
“Bizim düşmanlarımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır (Müslümanların ayrılığa düşmesi).” (Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbî Örfî)
sözleriyle dikkat çekmiş; çözümün ise “ittifakta” yani Müslümanların tam bir uyum içerisindeki birlik, bağlılık ve beraberliğinde olduğunu dile getirmiştir.
İftiralara İtibar Edip Müslümanlardan Yüz Çevirmek Kuran'a Uygun Bir Tavır Olmadığı gibi, Bunun Sünni İnanca Olan Hassasiyetten Kaynaklandığı İddiası da Gerçek Dışıdır
Günümüzde insanları korkutup kışkırtmak medya ve basının
gücü ile sosyal medyanın etkisi sayesinde artık son derece kolay bir hal almıştır.
Şeytan da türlü vesveselerle insanları dünyevi çıkar ve beklentilerini
kaybetmekle korkutmaktadır. Konulara bilerek veya bilmeyerek şeytani bakış
açısıyla bakanlar da “sen onlarla görüşüyorsun ama onlar için şöyle şöyle
diyorlar, bir polis operasyonu olur bak seni de alırlar, seni de mahvederler, onu
evine ya da davetine hiç gidilir mi? Onu evinde ya da iş yerine davet etme sakın.
Fotoğrafların çekilir, dosyaya koyarlar, sen de mimlenirsin, işinden gücünden,
mevkiinden olursun, bir daha da yükselemezsin, hayatın kayar” gibi tamamen
aldatmaca, yönlendirme ve korkutma içeren asılsız sözlerle insanları kolayca
provoke edebilmektedir.
Ancak hiçbir delile dayanmayan kulaktan
dolma dedikodu mahiyetindeki iftiralara itibar ederek Müslümanlardan uzak
durmak veya kendi “başının da yanacağı” korkusuyla onlarla birlikte görünmekten
çekinip masum Müslümanlardan yüz çevirmek Kuran'a uygun olan bir davranış
biçimi olmadığı gibi Müslümana yakışan bir tavır da değildir. Şu açık bir
gerçektir ki asıl bereket, bolluk ve güzel gelecek Kuran’a uygun davranıp
iftiradan ve iftiracılardan yılmamakla gelir. İftiracıların telkinlerinden
etkilenip gelecek korkusuna kapılanlar ise asıl kaybı bu korkuya teslim oldukları
anda yaşarlar. Cesur ve dürüst davrananlar zahiren olumsuz gibi görünen
durumlardan dahi hiç etkilenmezken, olur olmaz korkulara kapılanlar sırf bu
korkuları nedeniyle Müslümanlardan uzak duranlar hiç beklemedikleri yerlerden
sürekli kayba uğrarlar.
Gerçekte kendi başının da yanacağı veya dünyevi
çıkar ya da beklentilerinin olumsuz etkileneceğinden korktuğu için iftiraya
uğrayan Müslümanlardan uzak durmaya özen gösterenlerin bunu tevil etmek için “sünni
inanca olan hassasiyetleri sebebiyle” böyle davrandıklarını öne sürmeleri de
samimi bir açıklama değildir. Çünkü gerçekten samimi olsalar, bu kişilerin o
zaman “İçki, Kumar, Fuhuş ve Zina gibi
büyük haramlar” ile devletin bunları alelade sıradan sektörler gibi görüp
bunlardan vergi geliri elde etmesi konusuna da ciddi bir hassasiyet
gösterilmeleri gerekirdi.
Bu sözlerinde doğru olsa özellikle bu konuların
üzerine giderek, Müslüman Türk Toplumun kanayan yarası olan bu
illetlerin sonlandırılması konusunda da açıklamalarda bulunmaları gerekmez miydi?
Ancak nedense dindar-muhafazakar camiadan birçok
kimse bu konuda tek bir kelime dahi söyleyememekte, hatta bazıları dinimizce
kesin bir haram olan fuhşu ve alenen fuhuş yaptırılan genelevleri sözüm ona;
Ø “Maddi gerekçelerle veya evliliği
yürütemeyeceğini düşünüp evlenmeyen insanların seks ihtiyaçlarını devletin bir
şekilde karşılamak zorunda olduğu” şeklindeki ahlaksız mantıklarla
savunmaktadırlar.
Türlü imkansızlıklar yüzünden zor ve baskısı altında
kalarak, korku ve çaresizlik içinde fuhuş batağına itilip bu hayatı yaşamaya
mecbur bırakılan zavallı kadınları;
Ø
“Zaten kötü bir iş yapacaklardı, devlet
onları bu şekilde izole etmiş oldu. Oradan alınan vergi de bu sebeple meşrudur.” gibi son derece vicdansız bir bakış
açısıyla değerlendirmektedirler.
Hal böyleyken, bu vahim felaketi görmezden gelerek
İslam'a ve Kuran'a alenen aykırı haram fiilleri savunmaya yeltenen ve kendini
Müslüman olarak tanımlayan bazı kişilerin, camiamız hakkında ortaya atılan
cinsellik konulu çirkin iftiralara güya gerçekmiş gibi gözü kapalı inanmaları
ve bu iftiraları yaygınlaştırmaları, bunlar üzerinden de ahlak ve namus dersi
vermeye kalkmaları son derece çelişkili ve düşündürücü bir durumdur.
Ancak unutulmamalıdır ki dünya hayatı geçicidir ve hızla
geçip gitmektedir. İnsanlar nasıl olduğunu bile anlamadan adeta göz açıp
kapayıncaya kadar yaşlılık çağına erişmekte, hatta pek çok insan yaşlılık
dönemine bile gelemeden hastalık, kaza ve benzeri sebeplerle daha genç yaşlarda
hayata veda edebilmektedir. Bu sebeple
dünya hayatının geçici nimet ve metalarına aldanarak, dünyevi çıkar ve
beklentilerini kaybetmek korkusuyla davranan bazı Müslümanların, buna hiç değmeyecek
çok yanlış bir tutum içinde olduklarını unutmamaları gerekir
Yakın Tarihimizde Müslümanlara Atılan Benzer
İftiralar
Şeytan, Müslümanları birbirine düşürmek, aralarını
bozmak, onları yılgınlaştırıp güçsüzleştirmek ve ayırıp dağıtmak için tıpkı bugün
olduğu gibi yakın geçmişte de iftira tuzağını sıklıkla kullanmıştır.
Bugün Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamıza yönelik
düzenlenen kumpas davasında ileri sürülen çok sayıdaki mesnetsiz, delilsiz ve
son derece çirkin itham ve iftiraların benzerleri, yakın geçmişte başka
Müslümanın başına da gelmiştir. Bediüzzaman
Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi Müslüman alimler ile birlikte Necmettin
Erbakan gibi çok değerli siyasetçiler de benzer iftiralara ve sayısız karalamalara
maruz kalmışlardır.
Merhum
Sayın Erbakan'ın Maruz Kaldığı İtham ve İftiralar
Ülkemizin yetiştirdiği ender dehalardan, kalbi insan
sevgisiyle dolu, tüm dünyadaki Müslümanları koruyup kollayan ve onlara sahip
çıkan, son derece müşfik, herkese karşı müthiş şefkatli ve merhametli nur gibi
tertemiz bir Müslüman olan merhum Sayın Erbakan bile geçmişte pek çok asılsız
iftira ve karalamaya maruz kalmıştır.
Kendisi hakkında hiçbir delile dayanmayan çok sayıda
itham ve iftira ortaya atılmış, gerçekdışı birçok suçlama sebebiyle
mahkemelerde yargılanmıştır. Merhum Sayın Erbakan'ın suçsuzluğunu alenen ortaya
koyan belge ve deliller görmezden gelinmiş, buna karşın asılsız iftiralara
itibar edilerek yürütülen haksız ve hukuksuz bir yargılamada kendisi hakkında
mahkumiyet kararı dahi verilmiştir.
Merhum Sayın Erbakan hakkında ortaya
atılan gerçekdışı itham ve iftiralar, uyuşturucu kaçakçılığından zimmete para
geçirmeye, vergi kaçakçılığından rüşvet ve yolsuzluğa, hatta özel hayatına
ilişkin alkol kullandığından eşinin vefatınının ardından imam nikahı ile yeniden
evlendiğine kadar oldukça geniş kapsamlıdır. Bu itham ve iftiraların hepsi de
Sayın Erbakan'ı (kendi akıllarınca) itibarsızlaştırıp, güçsüzleştirmek ve
yılgınlaştırmak, Müslümanların kendisine olan sevgi ve bağlılıklarını kırmak
amacıyla ortaya atılmış son derece çirkin ama bilindik itham ve iftiralardır.
Dönemin gazete kupürlerinden derlediğimiz aşağıdaki fotoğrafların,
merhum Sayın Erbakan'a yöneltilen itham ve iftiraların boyutunu göstermesi
bakımından önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bediüzzaman
Said Nursi Hazretleri'nin Maruz Kaldığı İtham ve İftiralar
Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri de hayatları
boyunca pek çok gerçekdışı itham ve iftiraya maruz kalmışlar, bunlar sebebiyle
türlü çileler çekmişler, sürgün edilmişler, tutuklanarak Eskişehir, Denizli ve
Afyon Cezaevlerinde tutulmuşlar, bazı memurlar tarafından baskı ve işkencelere maruz
bırakılmışlardır.
Bediüzzaman’ın eserlerinin yazılması ve
dağıtılmasının yasaklanması nedeniyle Risaleleri toplatılmış ve bu zorlu süreç
boyunca hem kendisi hem de talebeleri dini siyasete alet etmekten, gizli
cemiyet kurmaya, gizli neşriyat bulundurmaktan devletin güvenliğini tehlikeye
atacak hareketlerden bulunmaya, geceleri evine içki ve kadın sokulduğundan bazı
gizli görüşmeler yapmaya ve Mehdiyet iddiasına kadar sayısız itham ve iftiraya
maruz kalmışlardır. Ayrıca haklarında basında da çok sayıda asılsız ve yalan
haber yapılmıştır.
Bunlardan bazılarından kısaca bahsedersek, Bediüzzaman Said Nursi;
Ø 1908 senesinde
dönemin mevcut eğitim sistemine yönelik eğitim reformları ve talepleri ile
mevcut politikaları tenkit eden fikir ve açıklamaları sebebiyle olsa olsa delidir denilerek iftiraya
uğramış ve akıl hastanesine sevk edilmiştir.
Ø “31 Mart
Vakası" olarak
geçen büyük bir isyanda ve bu isyan sonucunda II. Abdülhamit’ın tahtan
indirilme sürecinde, gazetede yazdığı
yatıştırıcı yazılarla ve bizzat Harbiye Nezareti'nde askerlere hitap
ederek, isyanın bitmesine vesile olmasına rağmen,
olaylara karıştığı iddiası ile
tutuklanmıştır. 3 hafta kadar hapiste kaldıktan sonra, Sıkıyönetim
Mahkemesinin huzuruna çıkarılarak, beraat etmiştir.
Ø 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal eden İngilizlerin halk üzerindeki etkisini
kırmak, propagandalarını etkisiz hale getirmek ve gerçek maksatlarını ortaya
koymak için kaleme aldığı "Hutuvat-ı Site" adlı eserinin ardından, İngiliz
İşgal Kuvvetleri Komutanı tarafından kendisi hakkında "ölü
veya diri olarak yakalama" emri
verilmiştir.
Ø Daha sonraki yıllarda, Doğu’da
meydana gelen Şeyh Said isyanında yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, zorunlu ikamete
tabi tutulmak üzere Burdur'a sürgüne göndermiştir.
Ø
1935 senesinde “gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını
yıkıyor” gibi uydurma ve aldatıcı itham ve iftiralarla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi
heyeti on bir ay sonra, son kez Bediüzzaman ve talebelerini muhakeme ederek, Bediüzzaman'a
on bir ay hapis cezası ile Kastamonu'da mecburi ikamet ve on beş talebesine de
altışar ay hapis cezası verilmiştir
Ø 11 ay sonra da, 1936 Mart'ında tahliye
edilerek, Kastamonu'ya gönderilmiştir. Yedi buçuk yıl sürecek olan
Kastamonu'daki mecburi ikamet hayatına 59 yaşındayken başlayan
Bediüzzaman'ın ilk 3 ayı polis karakolunda misafir olarak geçmiştir. Kastamonu'da bu dönemde Bediüzzaman ve
talebelerine çok ağır baskılar yapılmıştır.
Ø 1943'de, Bediüzzaman'ı tehlikeli görenlerin
tahrikleri üzerine, tarikat kurmak, siyasi bir
cemiyet oluşturmak, inkılaplara muhalefet etmek, dini duyguları istismar etmek
ve dini siyasete alet etmek iftirasıyla evi
tekrar basılmış ve gözaltına alınmıştır. Bir aya yakın karakolda tutulan
Bediüzzaman, 27 Eylül 1943’ de alınıp, Ankara'ya, oradan da
Isparta'ya, burada da bir ay nezarette tutulduktan sonra, civar illerden
tutuklanarak getirilen talebelerinin de olduğu Denizli
Hapishanesine konulmuştur. Yargılama sürecinde
mahkeme heyeti tarafından belirlenen bilirkişi heyetince tüm risaleler
incelenmiş, hazırlanan raporda; Risalelerin %90’nın iman hakikatlerinin ilmi izahı
olduğu ve Bediüzzaman'ın siyasi bir faaliyeti ve hedefi olmadığı ifade
edilmiştir. Bunun üzerine dava beraatle sonuçlanmıştır.
Ø 1948 yılına gelindiğinde ise,
devlet yetkililerini yalan yanlış bilgilerle tekrar tahrik edilerek Bediüzzaman
ve talebelerinin üzerine daha sert bir baskı kurulmaya başlanılmıştır. Hatta önce zamanın Cumhurbaşkanı Afyon'a gelip, incelemeler yapmış,
ardından İçişleri Bakanı, Afyon Valisi ile Emniyet Müdürü'nü gece vakti
Bediüzzaman'ın evini basmak için Emirdağ'ına göndermiştir. Evinin kapısını
kırarak içeri girilmiş, ama Kuran ve bazı Risalelerden başka bir şey bulamamışlardır.
Eş zamanlı olarak, civar illerdeki
bütün Nur talebelerinin evleri didik didik aranmış ve bazıları da gözaltına
alınmıştır. Bir taraftan, Vali ile Emniyet Müdürü sürekli Emirdağ'a gelip
giderken, beş tane uçak da Emirdağ üzerinde uçuşlar yaparak, halka ve Nur
talebelerine gözdağı vermişlerdir.
Ø Komplonun bir parçası olarak, üç tane sivil Emirdağ'ına gönderilmiş, bir kağıdın üzerine "Said Nursi, talebelerine bakkaldan içki aldırttı." yazılarak,
oradaki bazı vatandaşlara imzalatmaya çalışılmıştır. 23 Ocak 1948'de Bediüzzaman Said Nursi, civar illerde
bulunan çok sayıda talebesi ile birlikte tutuklanarak Afyon Cezaevine konulmuştur. İlk derece yargılaması
mahkumiyetle neticelendirilmiş ancak karar daha sonra temyiz aşamasında Yargıtay
tarafından bozulmuştur. Bu karar
üzerine Bediüzzaman ve talebelerinin derhal serbest bırakılması gerekirken, Afyon
Mahkemesi ve Savcısı, oyalama süreci başlatarak Bediüzzaman'ın yirmi ay hapiste
kalması tamamlandıktan sonra serbest bırakmıştır.
Ø Bu arada mahkemeler açılmaya devam edilmiş, 1952'de İstanbul'da Gençlik
Rehberi adlı kitap hakkında bir dava açılmıştır ve Bediüzzaman
22 Ocak 1952 tarihinde mahkeme binasında duruşmaya katılmıştır. İki kez
ertelenen mahkeme, nihayet 5 Mart 1952'de yapılan son duruşmada, dava konusu
kitabın 1943'teki Denizli Mahkemesi'nde beraat
kararı aldığı ve bu kararın Yargıtayca onaylandığı dikkate alınarak "meni
muhakeme kararı" verilmiş ve dava kapatılmıştır.
Tüm bu itham ve iftiralar aynı zamanda basın yolu
ile de yaygınlaştırılarak insanların Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinden
dehşetle korkmaları, böylelikle de onlardan çekinip uzak durmaları sağlanmaya;
Müslümanlar korkutularak yalnızlaştırılmaya ve güçsüzleştirilmeye
çalışılmıştır.
Dönemin gazete kupürlerinden derlediğimiz aşağıdaki
fotoğrafların, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine ve Nur talebelerine yöneltilen
itham ve iftiraların boyutunu göstermesi bakımından önemli olduğunu
düşünüyoruz.
- “İrtica Hazırlayan Bir Şebeke Tutuldu”
- “Sanığın üzerinde 43.000 lira bulundu..”,
- “..elden ele dolaştırılan ve içinde “Milli
Bütünlüğü bozacak” ibareler görülen bir mektup ele geçirildi…”
- “İrtica Şebekesi – Antalya’da Dört Kişi
Yakalanarak, Isparta’ya Gönderildi”
- “İrtica Tahkikatı – İçişleri Bakanı
Ankara’da, İki Kişi Daha Yakalandı”
- “Milas’ta Sekiz Tarikatçı Tevkif Olundu”
“Nurcular Cemiyeti Hakkında
da Savcılıkça Takibata Başlandı”
- “Nurculardan Beşi Dün
Tevkif Edildi”
- “S. Nursi, Milli Müdafaaya 10 Kitap Yolladı”
Süleyman
Himi Tunahan Hazretleri'nin Maruz Kaldığı İtham ve İftiralar
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ve talebeleri de hayatları
boyunca, tıpkı geçmişte Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ve talebelerinin,
günümüzde ise Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamızın maruz bırakıldığı
gerçekdışı itham ve iftiraların benzerlerine maruz kalmışlar, bunlar sebebiyle
türlü çileler çekmişlerdir.
Kuran aşığı dünya iyisi mübarek bir insan olan Sayın
Süleyman Hilmi Tunahan 1924 senesinde medreselerin kapatılması üzerine bir çok
insanın aksine, neme lazım dememiş ve Kuran ilminin tedrisi (okutulması) için
tüm imkanlarını zorlamış ve yasal çerçevedeki her çareye istisnasız
başvurmuştur.
Ancak buna karşın kendisi ve ailesi her daim kontrol
altında tutulmuş, hatta kendisine selam ve veren veya kendisinin selam verdiği
herkes de tutulup sorgulanmıştır. Yahudi ve Siyonistlere yardım etmek ile
masonlarla ilişki kurmaktan, define avcılığı yapmaya, fesatla devletten
ihaleler almaktan vakıflardaki yetkili memurları suistimal etmeye, hatta emek
sömürü yapmaya, hemşerilerini ve bazı vatandaşları
kandırıp dolandırmaya kadar sayısız itham ve iftiraya maruz bırakılmıştır. Çeşitli
idari ve adli soruşturmalar yapılarak aleyhinde çok sayıda davalar açılmıştır.
1956'da senesinde, Cezayir halkının Fransız
sömürgecilere karşı verdiği özgürlük mücadelesine manevi destek vermek için bir
vaazında "Cezayirli Müslüman kardeşlerimize dua edelim" dediği için,
defalarca karakola çağırılıp ifadesi alınmış; 1957’de bazı kişilerin Bursa Ulu
Camii’nde düzenlendiği “sahte mehdilik” organizasyonu sebebiyle iftiraya
uğrayarak haksız şekilde tutuklanmıştır. Kütahya Hapishanesi'nde 69 yaşında 59
gün tutuklu kalmış, idam talebiyle yargılanmış ancak mahkeme tarafından suçsuz
bulunarak beraat etmiştir.
ÖZETLE
Tarih boyunca tüm peygamberlere olduğu gibi
peygamberimiz Hz. Muhammed'e (sav) ve o dönemden günümüze kendisini Allah'a
adayıp Allah yolunda mücadele eden Müslümanların önde gelenlerine sayısız
iftiralar atılmıştır.
Şeytanın en büyük taktiği olan bu itham ve
iftiralara, sıradan vatandaşlarının büyük çoğunluğu kanıp aldanmış, ancak
bunların yanında maalesef ki kendilerini Müslüman olarak tanımlayan bazı
insanlar da aynı fitneden etkilenmişlerdir. Bu kimseler ya bu iftiralara
kanarak masum Müslümanlar hakkındaki iftiraları yaygınlaştırmışlar ya da
iftiraya uğrayan Müslümanlara yardım edip destek olmak yerine onlardan
uzaklaşıp kaçmışlardır.
Oysa ki delilsiz ithamlarla insanlara iftira
atılmasının günah olduğunu Allah Kuran'da açıklamış ve böyle iftiralar
karşısında samimi Müslümanların göstermesi gereken en güzel tavrı detaylı
şekilde şöyle tarif etmiştir:
- “Mümin erkeklere ve mümin kadınlara irtikab
etmedikleri (bir suç) sebebiyle
eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.
” (Azap Suresi, 58. Ayet)
- “Onu
işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına
hayırlı bir zanda bulunup: 'Bu, açıkça
uydurulmuş iftira bir sözdür' demeleri
gerekmez miydi?” (Nur Suresi, 12 Ayet)
- “Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez
miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların
ta kendileridir.” (Nur Suresi, 13. Ayet)
- “Onu
işittiğiniz zaman: Bu konuda söz
söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, büyük bir iftiradır' demeniz
gerekmez miydi?” (Nur Suresi, 16. Ayet)
Bugün Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın maruz
bırakıldıkları delilsiz itham ve iftiraların benzerlerine yakın geçmişte
Müslüman camianın önde gelen tanınmış pek çok ismi de maruz kalmışlar. Ancak
Allah, onları bu apaçık imtihan karşısında gösterdikleri güzel ahlak ve tevekkül
ile sınamış, neticesinde ise atılan tüm itham ve iftiralardan kendilerini temize
çıkartarak isimlerini yüceltmiştir.
Sayın Adnan
Oktar ile arkadaş camiamızın da devletimizin adaletine ve merhametine olan inancımız
sonsuz olup, hakkımızdaki asılsız itham ve iftiralardan yakın zamanda aklanıp
temize çıkacağımıza olan güvenimiz de tamdır.
Ancak burada önemli olan nokta, bu
asılsız iftiralar karşısında Müslümanların Kuran Ahlakına yakışan en güzel tavrı
sergilemeleri ve Müslümanlara atılan bu iftiralara kanıp aldanmamaları,
Allah'ın Kuran'da öğrettiği şekilde “Bu Apaçık Bir İftiradır” demeleri ve şeytanın
bu tuzağına düşmemeleridir.