Günümüzde bilimsel deliller tam olarak aksini gösteriyor olsa
da, canlılığın güya yaratılmadığını, doğa koşullarında tesadüfen ortaya
çıktığını ve çeşitlendiğini ileri süren evrim teorisinin savunuculuğunu yapan
birçok insan bulunmaktadır. Burada dikkat çekici husus ise, söz konusu teoriyi
savunanlar arasında Allah’ın varlığına inanmayan kimselerin yanında Allah’a
inandığını beyan eden bazı kimselerin de bulunmasıdır.
Allah’a iman ettiğini söyleyen söz konusu kişilerin evrim gibi bilime tamamen aykırı bir teoriyi savunmalarının ana nedeni teorinin geçersizliğini ortaya koyan bilimsel delilleri yeterince bilmemeleri veya çeşitli sebeplerle görmezden gelmeleridir. Bununla birlikte bir diğer önemli neden ise, savundukları evrim teorisinin toplumlara uygulanması durumunda yani “Sosyal Darwinizm” hayata geçirildiğinde ne büyük tehlikelerin ortaya çıkacağının farkında olmamalarıdır. Zira dünyanın önde gelen evrimci biyologlarından olan Richard Dawkins bile Darwinist anlayışın hakim olduğu bir toplumda yaşamak istemediğini açıkça ifade etmiştir.
Böyle bir toplumun çirkin, berbat, zenginin
fakiri ezdiği, acımasız bir toplum olacağına dikkat çekmiş, herkesin yaşamaktan
memnun olacağı Darwinist olmayan bir toplum düzeni kurmak gerektiğini
belirtmiştir.
İnsanların sözde bir tür
hayvan oldukları, hayvani güdülerini kontrol altına almalarının gelişmeye engel
olacağı, sadece güçlü olanın ayakta kalması gerektiği inancı üzerine kurulu
olan Sosyal Darwinist düzende,
Acımasızlık
Bencillik
Adaletsizlik
Eşitsizlik
Gaddarlık
Irkçılık
Mutsuzluk
Yalnızlık
Çatışmalar ve savaşlar
hakim olacak,
Ruha hayat veren sevgi,
dostluk, fedakarlık, iyilik, merhamet, koruma,
kollama gibi hiçbir güzelliğin olmadığı robotvari varlıklardan oluşacak bir
toplum oluşacaktır.
Bu nedenle Deccaliyetin dünyada özellikle yaymak istediği
Darwinist ideolojinin zararlarının ortaya koyulması gerekmektedir. Burada konunun
daha net anlaşılması bakımından öncelikle evrim teorisinin ve Darwinizm’in
dünyaya nasıl yayıldığına kısaca değinmek yerinde olacaktır.
1800’LERİN KÖHNE TEORİSİ EVRİM
Amatör bir biyolog ve araştırmacı olan Charles Darwin evrim
teorisini 1859'da İngiltere'de yayınladığı “Türlerin Kökeni” adlı kitabında
ortaya koymuştur. Kitabında, eski Sümer'den ve Yunan’dan beri gelen evrim
efsanesini detaylandırmıştır. Hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde, tüm
canlı türlerinin suyun içinden doğal süreçlerle tesadüfen doğan ortak bir
atadan geldiklerini ve yine tesadüfen gerçekleşen küçük değişimlerle
birbirlerinden farklılaştıklarını iddia etmiştir. Darwin'in bu safsatası
dönemin bilim adamları arasında ilk başta yaygın bir kabul görmemiştir.
Özellikle fosil bilimciler, Darwin'in iddiasının bir hayal ürününden başka bir
şey olmadığını bilmekteydiler. Ancak buna rağmen Darwin'in teorisi farklı
çevreler içinde giderek daha fazla destek bulmuştur. Çünkü Darwin bu teoriyle
birlikte, 19. yüzyılın hakim güçlerine ve ateist materyalist ideologlarına
bulunmaz bir temel sağlamıştır.
Darwin'in teorisinin en belirgin özelliği, Allah’ın varlığını
inkar etmesidir. Evrim teorisine göre, canlılık cansız maddelerden, tesadüfler
sonucunda, kendi kendine oluşmuştur. Dolayısıyla Darwinizmin bu iddiası, başta
materyalist felsefe olmak üzere tüm ateist felsefelere sahte bir bilimsel
destek, o zamana kadar aranıp da bulunamamış bir kaynak sağlamıştır. Çünkü 19.
yüzyıla kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu, bilimi Allah'ın
yarattıklarını öğrenmenin ve keşfetmenin bir yöntemi olarak görüyordu. Bu
gerçeğe olan inancın yaygın olması nedeniyle, materyalist ve ateist felsefeler
gelişmek için kendilerine uygun bir ortam bulamıyorlardı. Ancak evrim
teorisinin, Allah’ın varlığını inkar ederek, ateist ve materyalist inanca
göstermelik bilimsel bir destek oluşturması, bu inancı taşıyanlar için bulunmaz
bir fırsat olmuştur. Bu nedenle, Darwinizm'i hemen benimsemişler ve her biri bu
teoriyi kendi ideolojisine uygulamışlardır.
Evrim teorisinin ateist
düşünürler, yöneticiler ve bilim insanları tarafından kullanılan en önemli
iddialarından bir diğeri de, canlıların gelişimini doğada var olan sözde "yaşam
mücadelesi"ne dayandırmasıydı. Darwin'e göre, doğada acımasız bir yaşam
mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor
ve gelişme de güya bu sayede mümkün oluyordu. “Türlerin Kökeni” isimli kitabına
koyduğu altbaşlık da, onun bu görüşünü özetliyordu: "Türlerin
Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması
Yoluyla".
Darwin, özellikle Thomas
Malthus isimli İngiliz ekonomistten etkilenerek ortaya attığı bu görüşü tüm
doğaya uyguladı ve bahsini ettiği var olma savaşında güçlü olanların ve en iyi
uyum sağlayanların galip geleceklerini öne sürdü. Darwin'in bu iddiası, insan
da dahil tüm canlı dünyasını içine alıyordu. Dahası, söz konusu yaşam
mücadelesinin doğanın meşru ve değişmez bir yasası olduğunu özellikle
vurguluyordu. Bir yandan da yaratılışı inkar ederek insanları dini inançlarını
terk etmeye davet ediyor ve böylece "yaşam mücadelesi"nin
acımasızlığına engel olabilecek tüm ahlaki kıstasları hedef almış oluyordu.
İşte bu nedenlerle Darwin'in
teorisi, duyulur hale geldiği andan itibaren önce İngiltere'deki sonra da tüm
Batı'daki kurulu düzenin desteğini arkasında bulmuştur. Kurdukları siyasi ve
sosyal düzeni "bilimsel" yönden meşru gibi gösterecek bir teoriyle
karşılaşan komünistler, emperyalistler, kapitalistler ve tüm diğer
materyalistler, bu teoriyi sahiplenmekte gecikmemişlerdir. Evrim teorisi kısa
zamanda, sosyolojiden tarihe, psikolojiden siyasete kadar insan toplumlarını
ilgilendiren her alanda tek kriter haline getirilmiştir. Her alanda "yaşam
mücadelesi" ve "güçlü olan kazanır" yalanları temel slogan
haline getirilmiş ve siyasi partiler, uluslar, yönetimler, ticari şirketler,
fertler artık bu acımasız sloganlar ışığında yaşamaya başlamışlardır. Topluma
hakim olan ideolojiler Darwinizmi benimsediği için, eğitimden sanata,
siyasetten tarihe kadar her alanda Darwinizm propagandası yapılmaya
başlanmıştır. Bunun sonucunda insanlar Darwinizm'i bilmese bile, Darwinizm'in
öngördüğü hayatı yaşayan toplum modelleri oluşmaya başlamıştır.
DARWINİST ANLAYIŞIN
GEÇMİŞTE TOPLUMLARA GETİRDİĞİ FELAKETLERE BAZI ÖRNEKLER
İnsanları bir tür hayvan gibi görme yanılgısına kapılmış olan
evrim teorisinin ortaya koyduğu yaşam modeli acımasızlık, sevgisizlik,
bencillik, çıkarcılık üzerine kuruludur. Darwinizm, insanların doğada hayatta
kalmaya çalışan hayvanlar gibi yaşadığı ve davrandığı bir dünya tasvir
etmektedir.
Sosyal Darwinizmin
temelini teşkil eden; güçlünün haklı sayılması, ırk veya etnik temelli
ayrımcılık, zulüm, haksız rekabet ve çekişme, fakirlerin ezilmesi, güçlünün
zayıf olanı sömürmesi anlayışı toplumların tarih boyunca yaşadığı kötülükler ve
zorluklarda kendisini hep göstermiştir. Binlerce yıl öncesinde bile, örneğin
Hz. Musa'nın döneminde yaşayan Firavun'un yönetiminde, Darwinizm adı altında
olmasa bile tüm bunları görmek mümkündür. Nitekim Firavun, zenginliği ve güçlü ordusu nedeniyle,
daima kendini üstün görmüştür. Kendi sisteminin çarpıklığını ortaya koyan,
insanları Allah’a çağıran Hz. Musa ve Hz. Harun'u tüm gücüyle yalanlamış, hatta
onları öldürmek istemiştir. Firavun ayrıca ayrılıkçı bir politika sürdürmüş,
halkını sınıflara ayırmış, bazılarını "aşağı sınıf" olarak
nitelendirmiş, tebasındaki İsrailoğulları'na türlü işkenceler yapmış, onların
erkeklerini öldürüp, kadınlarını sağ bırakmıştır. Böylece İsrailoğulları'nın
soyunun kesilmesini hedeflemiştir. Allah Kuran'da Firavun'un Darwinist görüşü
andıran sapkın bakış açısını şöyle bildirir:
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını
birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor,
erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o,
bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)
Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir
zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir. (Zuhruf Suresi,
52)
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler... (Zuhruf
Suresi, 54)
Firavun’un öncesinde ve sonrasında binlerce yıl görülmüş bu
bakış açısı ve uygulamalar 19. yüzyıla gelinmesiyle birlikte çok daha farklı
bir boyut kazanmıştır. Çünkü 19. yüzyıla kadar zalimlik, saldırganlık, acımasızlık
olarak nitelendirilen bu tür uygulama ve politikaların, bir anda sözde
"doğanın gerçeklerine dayanan bilimsel uygulamalar" olduğu yalanı
savunulmaya başlanmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Darwinizm, her türlü çıkar
mücadelesini ve adaletsizliği bilim kisvesi altında meşru göstermiş, tüm
bunların insanın doğasında olduğunu, insanın atalarından kalan vahşi ve
saldırgan dürtüler taşıdığını, hayvanlar arasında nasıl en güçlü ve en
saldırgan olan hayatta kalmayı başarıyorsa, aynı kanunların insanlar için de
geçerli olduğunu söylemiştir. Bu düşüncenin benimsenmesiyle, savaşlar, acılar
ve katliamlar dünyanın çok büyük bir bölümünü etkisi altına almıştır.
Sosyal Darwinizm kısa sürede vahşi
kapitalizm adı altında haksız rekabeti en acımasız şekliyle uygulayanların;
ırkçıların; emperyalistlerin; fakirleri ve yardıma muhtaçları koruma görevini
yerine getirmeyen yöneticilerin kendilerini sözde savunma aracı haline
gelmiştir. Sosyal Darwinistler, zayıfların, fakirlerin, sözde "aşağı"
ırktan insanların ezilmelerini; özürlülerin sağlıklı insanlar, küçük
işletmelerin ise büyük şirketler karşısında yok olmalarını doğanın bir kanunu
ve insanlığın ilerlemesinin tek yolu gibi göstermeye çalışmışlardır.
Vicdansızlık olduğu kabul edilmesine rağmen, insanlık tarihi boyunca süregelen
bu haksızlıkları bir anda sözde bilimsellik kılıfı altında meşru göstermek
istemişlerdir. Sosyal Darwinizm merhametsizliği, bir doğa kanunu ve insanlığın
sözde evriminin en önemli yoluymuş gibi anlatılmıştır.
Sosyal Darwinizmin ortaya koyduğu bu çarpık mantık örgüsü, bu
düşünceyi savunanları ahlaki ve manevi çöküntüye sürüklemektedir. Nitekim
sosyal Darwinist William Graham Sumner 1879 yılında Darwinizmin topluma yönelik
bakış açısını şöyle ifade etmiştir:
“Bu alternatifin dışına çıkamayacağımız artık anlaşılsın: eşitsizlik, en
uygun olanın hayatta kalması; eşitlik, uygun olmayanın hayatta kalması. İlk
sayılan özellikler bir toplumu ileriye götürürken, toplumun tüm en iyi
üyelerinin lehindedir; sonrakiler ise toplumu geriye götürür ve tüm en kötü
üyelerin lehindedir.” (http://www.allston.org/josh/socialdarwinismf99.htm)
Eşitlik anlayışını
zararlı gören sosyal Darwinizmin en vahşi uygulayıcıları ise ırkçılar olmuştur.
Darwinist ırkçılar arasında dünyaya en büyük zararı verenler de elbette Nazi
ideologları ve hareketin lideri olan Adolf Hitler'dir. Naziler,
Darwin'in teorisini kendilerine temel alarak, hem öjeni (Darwin'in kuzeni
Francis Galton'un, kötü genlerin ayıklanmasıyla toplumun daha nitelikli
bireylerden oluşturulabileceğine ilişkin iddiası) kanunlarını uygulamışlar, hem
de soykırım cinayetlerini gerçekleştirmişlerdir. Naziler Darwinist bilim
adamlarının da danışmanlığı ile, önce toplumdaki sakat, zeka özürlü veya
kalıtsal hastalıkları olan insanları kısırlaştırmışlar; sonra bununla
yetinmeyerek bu mazlum insanları eli, parmağı, bacağı olmadığı veya yaşlandığı
gibi sebeplerle topluca öldürmeye başlamışlardır. Aşağı ırk saydıkları Musevileri,
Çingeneleri, Doğu Avrupalıları soykırıma uğratmışlar; akıl hastalarını, özürlüleri,
yaşlıları gaz odalarında katletmişlerdir. Tüm bu cinayetleri en acımasız
yöntemlerle gerçekleştirmişlerdir. 20. yüzyılda, dünyanın gözü önünde sosyal
Darwinizm adına milyonlarca cinayet işlenmiştir.
Geride bıraktığımız şiddet ve
vahşet dolu yüzyılın insanlığa en çok zarar getiren ideolojilerden biri olan komünizm de Darwinizme dayalıdır. Nitekim komünizmin fikir babaları Karl
Marx ve Friedrich Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı
verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıştılar. Diyalektik, evrendeki tüm
gelişmenin, çatışma sayesinde elde edildiği varsayımıydı. Marx ve Engels, bu
varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya giriştiler. Marx, insanlık
tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu, mevcut çatışmanın işçiler ve
kapitalistler arasında geçtiğini ve yakında işçilerin ayaklanıp komünist bir
devrim yapacaklarını iddia ediyordu. Bilindiği üzere Darwin de, canlıların
"yaşam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir
çatışma"yla ortaya çıktıklarını iddia etmişti. Dahası, yaratılışı inkar
ederek dini inançları reddetmişti. Tüm bunlar, kendileri ateist olan ve toplumda
dinin yok edilmesi gerektiğine inanan Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsat
sağladılar. Bu nedenle de komünizmin sözde bilimsel temeli için Darwinizmi
seçtiler.
Rusya’daki Bolşevik ihtilalini gerçekleştiren Lenin’den sonra
iktidara gelen Stalin'in icraatleri Darwinizmin ve Darwinizm üzerine inşa
edilen komünizmin toplumlara getireceği yıkımı tam olarak ortaya koymuştur. Nitekim Stalin’in ilk önemli icraatı, Rusya
nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak
olmuştur. "Kollektivizasyon" adı verilen ve özel mülkiyeti yok etmeye
yönelik bu politika gereği, Rus köylülerinin bütün mahsulü silahlı görevliler
tarafından toplanmıştır. Bunun sonucunda, toplumda korkunç bir açlık
gelişmiştir. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı
açlıktan kıvranarak yaşamını yitirmiştir. Sadece Kafkasya'daki ölü sayısı 1
milyona ulaşmıştır. Stalin, bu politikasına direnmeye çalışan yüzbinlerce
insanı ise, Sibirya'nın korkunç çalışma kamplarına yollamıştır. Tutsakların çok
ağır şartlarda ölesiye çalıştırıldıkları bu kamplar, bu insanların çoğuna mezar
olmuştur. Öte yandan on binlerce insan, Stalin'in gizli polisi tarafından idam
edilmiştir. Aralarında Kırım ve Türkistan Türkleri'nin de bulunduğu milyonlar,
Rusya'nın uzak köşelerine zorla göç ettirilmiştir. Stalin, tüm bu kanlı
politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insanı katletmiştir. Stalin'i bu
denli acımasız bir katil haline getiren etken, kişisel psikolojik durumunun
yanısıra, inandığı materyalizmdir. Bu felsefenin en temel dayanağı ise,
Stalin'in kendi yorumuyla, Darwin'in evrim teorisidir. Stalin, Darwin'in
fikirlerine verdiği önemi şöyle açıklamıştır:
“Genç nesillere… üç şeyi öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik
orijinini ve Darwin'in öğretilerini.”
(Kent Hovind, The False Religion of Evolution,
http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html)
Burada Darwinizmin din ve dindarlar açısından tehdit olduğu
konusunu biraz daha açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Darwinizm üzerine inşa
edilen komünizmin din düşmanlığı, Bolşevik ihtilali ve sonrasında tüm şiddetiyle
kendini göstermiştir. Darwinizm açısından din en büyük tehditlerden biri olarak
belirlendiğinden ilk etapta kilise ve camiler hedef alınmıştır. 1936 yılına
kadar camilerin % 65'i, kiliselerin % 70'i yakılıp yıkılmıştır. Toplumun büyük
çoğunluğu dindar olmasına rağmen, insanların ibadetlerini yerine getirmeleri
engellenmiştir. Hıristiyanların kiliseye gittikleri pazar gününü devreden
çıkarmak için ortak tatil günü kavramı kaldırılmıştır. Bu uygulamaların
ardından, 1928 ile 1930 yıllarında din adamlarının ödedikleri vergi on kat
artırılmıştır, yiyecek karneleri ellerinden alınmıştır, tüm sağlık
hizmetlerinden mahrum edilmeleri demek olan medeni haklarından yoksun
bırakılmışlar, sık sık tutuklanmışlar, yerlerinden edilmişler, sürgüne
gönderilmişlerdir. Özetle, Darwinizm dini hayatın her aşamasından çıkarmak
isteyen, dindarları düşman gibi gören bir idelolojidir.
DARWİNİZMLE UZLAŞMA GİRİŞİMLERİ
BÜYÜK BİR YANLIŞTIR
Yukarıdaki katliamlar, acımasızlıklar ve baskılar Darwinizmin
dünyada yol açtığı sayısız felaketten sadece birkaçının en kısa şekilde
anlatımından ibarettir. Burada Darwinizmin dünyada neden olduğu yıkımı daha
geniş kapsamlı anlatmak istesek binlerce sayfa bile bunu anlatmaya
yetmeyecektir. Ancak buna rağmen yukarıdaki birkaç örnek bile Darwinist bakış
açısının geçmişte toplumlara ne gibi acılar yaşattığını anlatmaya yeterlidir.
Yaşanan bu olaylara rağmen Darwinizmin dünya çapındaki
propagandası son sürat şekilde günümüzde de devam etmektedir. Ateizmin sözde
bilimsel temelini teşkil eden evrim teorisi, dünyada Allah’ın ve dinin inkar
edilmesi ve materyalist dünya düzenin ayakta kalması için özel olarak
yayılmaktadır. Elbette bunun etkisi de birçok olayda hissedilmekte ve
görülmektedir. Aşağıda yer vereceğimiz bazı örnekler ve anlatımlar, Darwinizmin
insanlık için büyük bir tehdit olduğunun görmezden gelinmesinin, bazı kesimler
tarafından itibar görmek için Darwinizmle uzlaşma yönünde adımlar atılmasının
mutlaka geri dönülmesi gereken yanlışlar olduğunu göstermektedir.
1) Koronavirüs Salgınında Sosyal Darwinist Yaklaşımlar:
Milyonlarca insanın ölümüne yol açan koronavirüs salgını 2
yıldır tüm dünyayı etkilemektedir. Bilindiği gibi salgının ortaya çıktığı ilk
zamanlardan itibaren pek çok ülkede geniş çaplı tedbirler alınmıştır. Toplu
olarak gerçekleştirilen kültür ve spor faaliyetleri durdurulmuş, kitlesel
karantina uygulamaları ile sokağa çıkma yasakları gibi acil düzenlemeler
yapılmıştır.
Ne var ki salgının
başında İngiltere, bu tedbirleri uygulamak yerine “sürü bağışıklığı” ismi
verilen bir yöntem izlemiştir. Yani İngiltere ilk etapta yurttaşlarını bu küresel
salgından korumak için birçok ülke gibi ciddi tedbirler almamıştır. Hastalığı
engellemek yerine, yayılabildiği kadar yayılmasını desteklemiştir. Sürü
bağışıklığı yöntemiyle, COVID-19’un herkese bulaşmasını, salgından sağ çıkıp
bağışıklık kazanmış olanlarla toplumun daha güçlü şekilde ayakta kalmasını
öngörmüştür. Bu plan, elbette ki çok sayıda insanın hastalıkla boğuşması,
bağışıklık sistemi zayıf, kronik hastalıkları bulunan ve yaşlı on binlerce
insanın hayatını kaybetmesi anlamına geliyordu. İşte İngiliz Derin Devleti’nin
etkisi altındaki İngiltere yönetimi, bu duruma göz yummuştur. Hükümet gelen
eleştirilere rağmen salgınla ilgili Darwinist bakış açısını korumuştur. Darwinizmin
“güçlü olan ayakta kalır, böylece tür gelişir” görüşü açıkça uygulamaya
konulmuştur. Ta ki ölümlerin sayısı Avrupa ülkeleri arasında rekor bir seviyeye
ulaşıp da büyük bir yanlış yaptıklarını anlayıncaya kadar…
Pandemi sürecinde salgın hastalıkları kontrol modelleri
hazırlamak konusunda İngiliz hükümetiyle birlikte çalışan Prof. Dr. Graham
Medley, BBC Newsnight’da sürü bağışıklığında izlenmesini
tavsiye ettiği dehşet verici yolu şöyle açıklamıştır:
“Bu virüs uzun bir süre bizimle
olacak. Bir epidemik (salgın hastalık) yaşayacağız. Bu, zamanla endemik (salgın
olmayan hastalık) haline gelecek. Daha önce ortaya çıkmış ve hep var olan ama
farkında olmadığımız koronavirüs çeşitlerine bu da katılacak. Burada “sürü
bağışıklığı” dediğimiz durumu yaratmamız gerekiyor. Bu, nüfusun büyük bir
çoğunluğunun enfeksiyona bağışıklık geliştirmesi demek. Aşının yokluğunda bunu
yaratabilmenin tek yolu, nüfusun çoğunluğunun hastalığa yakalanmasıdır.
Aslında elimden gelse, ideal olan,
hastalık karşısında daha zayıf olan yaşlı ve hastaları İskoçya’nın en kuzeyine
gönderir, kalanları da en güneyde toplarım. Şöyle esaslı bir epidemik (salgın)
yaşarız. Böylece herkes bağışıklık kazanmış olur ve hayat normale
dönebilir.” (https://inews.co.uk/news/health/coronavirus-will-be-remembered-like-the-blitz-says-government-adviser-and-academic-2450136)
Görüldüğü gibi Medley,
hastalıkla mücadelenin vereceği ekonomik hasarı 2. Dünya Savaşı’na benzetirken,
tedbirsizlikten dolayı hastalıkla boğuşacak ve canını kaybedecek olan insanları
hiç önemli görmemiş ve hatta toplumdaki hasta ve yaşlılardan kurtulmak için
bunu bir “fırsat” olarak tanımlamıştır. Bu çarpık düşünce elbette Medley’in şahsi fikri olarak
açıklanamaz. Ortaya attığı bu düşünce gerçekte geçmişte ve günümüzde geniş
kitleleri etkisi altına almış olan ve birçok katliamın alt yapısını oluşturan
Darwinizm safsatasının insanlara aşıladığı bencilliğin ve acımasızlığın net bir
göstergesidir.
Pandemi sürecinde Türkiye’nin
önde gelen evrim teorisi savunucularından Prof. Dr. Ali Demirsoy da Darwinist
bakış açısının örneklerinden birini sunmuştur. Katıldığı bir televizyon
programında “salgını engellemek için ilk vakaları öldürürdüm” diyerek
Darwinizmin acımasızlığının ve akıl dışılığının bir örneğini sunmuştur. “Prof. Dr. Ali
Demirsoy’dan canlı yayında şok sözler… Tepki topladı” başlığı ile verilen
haberde şunlar söylenmiştir:
Halk TV ekranlarında yayınlanan
“Şimdiki Zaman Siyaset” programında koronavirüs salgınına karşı açıklamalarda
bulunan Prof. Dr. Ali Demirsoy, canlı yayında izleyenlerin ağzını açık bırakacak
şok ifadeler kullandı. Canlı yayında “50 kişiyi katlederek virüsü
önleyebilirdik” şeklinde konuşan Prof. Dr. Demirsoy, “Buna bilim
denir” dedi.
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/prof-dr-ali-demirsoydan-canli-yayinda-sok-sozler-tepki-topladi-274509h.htm)
2) Sosyal Darwinizmin Tam Hakim Olduğu Bir Toplumda Neler Yaşanır:
İnsanlık tarihindeki geçmiş tecrübeler ve günümüzde yaşanan
bazı acı ve zorlu olaylar işaret etmektedir ki, Darwinistler tarafından
yönetilen ve halkın genelinin de Darwinizmi benimsediği bir toplumda;
- İnsanlara
öldükleri zaman yok olup gidecekleri, bu dünyada yaptıklarının bir
karşılığı olmadığı, okullarda, televizyon yayınlarıyla ve kitaplarla
yoğun şekilde empoze edilecektir. Din eğitimi tamamen
sonlandırılacaktır. Yazılı ve görsel basında Allah’tan ve dinden bahsetmek
mümkün olmayacaktır.
- Allah
korkusu, ahiret hayatı, Allah rızası gibi dinin esası olan konular inkâr
edildiği için toplumda sevgisizlik ve acımasızlık daha da
yaygınlaşacaktır.
- Camiler,
kiliseler, sinagoglar ibadete kapanacak, depo, müze veya barınak gibi
başka amaçlar için kullanılacaktır. Namaz kılmak, cuma namazına gitmek, kurban
kesmek gibi ibadetleri açıktan ve toplu olarak yerine getirmek mümkün
olmayacaktır.
- Kutsal
kitaplar ve dini eserler dışlanacak, yasaklanacak, hata gerektiğinde imha
edilecektir.
- Allah
korkusu yok edildiği ve toplum yalnızca materyalist sistemin
yaptırımlarıyla korkutulduğu için, insanlar sistemin görmediği ya da
cezalandırmadığı durumlarda suç işlemeye daha meyilli olacaklardır. Bu da
doğal olarak suç oranlarını arttıracaktır.
- Darwinist
toplum düzeninde sürdürülen hayat mücadelesinde herkes rakip görüldüğünden
insanlar çevrelerindeki kişilere asla tam manasıyla güvenemeyeceklerdir. Dolayısıyla
topluma huzursuz ve güvensiz bir hava hakim olacaktır.
- İnsanı
Allah’ın ruhunu taşıyan, bu yönüyle sevilmesi ve korunması gereken bir
varlık olarak değil de, tesadüfen oluşmuş, sadece kendi menfaati için
yaşayan bir canlı olarak gören toplum bireyleri arasında sevgi, dostluk ve
kardeşlik bağlarının eksiksiz kurulması mümkün olmayacaktır. Çünkü
rekabet, kin, alay, güvensizlik, düşmanlık gibi hisler sevgiye, dostluğa
ve kardeşliğe sürekli baskın çıkacaktır.
- Salgın
hastalıklarda yönetim “toplumun,
devletin menfaati” adı altında kitlelerin ölümüne göz yumacaktır. Zayıf
ve hasta insanları ülkenin kalkınması açısından yük olarak gördüğünden,
onların sözde hayat mücadelesinde elenmesi için gerekli şartları kendi
eliyle oluşturacaktır.
- Darwinist
esaslara dayalı bir toplumda insanlar kendilerini kontrol eden,
kaderlerini tayin eden Yüce bir Yaratıcının varlığına inanmadıklarından,
zorluklar karşısında kendi içlerinde derin bir ümitsizlik, korku ve
yılgınlık yaşayacaklardır. Olaylarda Allah’a değil kendileri gibi aciz
yaratılmışlara, maddelere dayanacaklardır. Bu da gerçek bir çözüm
sağlamayacağından psikolojik hastalıklar, intiharlar, isyanlar git gide
artacaktır.
- İş
dünyasında bencillik, vahşi rekabet ve vicdansızlık daha da artacaktır.
İnsanlar; ahlakı, niyeti, ruh hali dikkate alınmadan yalnızca topluluğa
sağladığı güç ve imkânlarıyla değerlendirilecektir. Hayat, esas olarak
kesintisiz üretim esasına dayanacaktır. Toplumdaki herkes çalışmak, bir
şeyler üretmek zorunda olacaktır. Çalışamayan ve sakat olanlar Darwinist
topluma hizmet edemediğinden işe yaramaz olarak görülecektir. Bu zihniyet,
toplumda yer alan sakat, yaşlı, hasta olan insanların acımasızca gözden
çıkarılmasına neden olacaktır.
- Toplumu
hayvan sürüsü olarak gören Darwinist yönetim, estetikten uzak, monoton
bir hayat tarzını insanlara dayatacaktır. Toplumun hayatını daha
kaliteli ve hoş bir hale getirmek için özel bir kalkınma politikası
izlemeyecektir. Halk da sanat yapamaz, sanattan zevk alamaz hale gelecek,
estetik ve kalite arayışı içinde olmayacaktır.
- Allah
korkusu yok edileceği için güvenlik ve asayişi sağlamanın tek yolu
yönetimin salacağı korku olacaktır. Darwinist sisteminin devamlılığı için
özel birimler kurulacak bunlar aracılığı ile toplum sürekli gözetlenip
denetlenecektir. Yönetimin kontrolündeki bu birimler toplumsal
hareketleri bastırma için gerekirse dehşet saçacaktır. Yönetim kendi
iktidarını sürdürebilmek, öngördüğü vahşi mücadelede ayakta kalabilmek
için insanlara, düşman gördüğü yapılara savunma hakkı vermeden onları
ezebilecek güçte olacaktır.
- Din
ahlakı terk edildiğinden, cinsi sapkınlıklar daha çok yaşanmaya başlanacak,
bunlar toplum genelinde makul karşılanacaktır.
- Yönetim
her ne kadar tüm etnik kökenlere eşit mesafede olduğunu söylese de ülkede
ırkçılık yayılacaktır. Darwinizm ırkçılığı besleyecektir. Darwinist
yönetimin “evrimini tamamlayamamış etnik gruplar” olarak gördüğü kitlelere
açıkça zorluklar çıkarılacak, hatta katliam uygulanacaktır.
- Yönetim,
Darwinist anlayış doğrultusunda, tüm dünyayı bir çatışma ortamı olarak
gördüğü için diğer ülkeler ile sürekli gerginlik içinde olacaktır. Bu
yüzden de ekonomik kaynakların büyük kısmı, korku ve şüphe içindeki
yönetimin her an arttırdığı savunma harcamalarının karşılanması için
kullanılacaktır. Bu da ülkenin savunma sanayi dışındaki alanlarda
gelişmesine mani olacaktır.
- Darwinizmi
benimsemiş halk kitleleri devletine bağlı değil isyankar bir yapıda
olacaktır. Yönetim ile halk arasında hep gerginlik hakim olacak, bu da iç
savaşlara ve darbelere uygun bir zemin oluşturacaktır.
- Toplumun
bireyleri arasında zorluklar karşısında yardımlaşma kültürü ortadan
kalkacaktır. Zordaki insanlara yardım etmek yardım eden açısından zararlı
ve akılsız bir eylem olarak görülecektir.
- Ülkede
fikir özgürlüğü olmayacaktır. Hiç kimse mevcut düzene muhalefet
edemeyecek, yöneticileri eleştiremeyecektir. Eleştiri, toplumun
gerilemesini arzulamak gibi görülecektir. Eleştirenler ya hapse atılacak
ya da elimine edilecektir.
- Lider
ve ona tabi yönetici kadro halka güçlerini hissettirmek için baskının da
ötesinde kasıtlı olarak acı çektirecektir. Halkı en temel ihtiyaçlarından
ve haklarından mahrum bırakacakları politikaları bilinçli şekilde devreye
sokacaklardır. Çünkü Darwinist anlayışta insan toplulukları bir yolla
mutlaka kontrol altında tutulması gereken hayvan türü olarak
görülmektedir.
Sonuç olarak Darwinizm, birçok insanın sandığı gibi sadece
canlılığın kökenine dair kendince bir açıklama getirmek ile uğraşan ve sadece
bilimin ilgi alanına giren bir teori değildir. Darwinizm, bilimsel olarak
geçersizliği kesin olarak ispatlanmış olmasına rağmen bazı ideolojilerin
taraftarlarınca hala körü körüne savunulan bir dogmadır.
Günümüzde birçok bilim adamı, siyasetçi, sanatçı, hatta
Allah’a iman ettiğini, dininin gereklerini yerine getirdiğini ifade eden İslam
düşünürleri Darwinizmin karanlık yüzünü bilerek veya bilmeyerek bu dogmanın
savunuculuğunu yapmaktadırlar. Daha da vahimi farkında olmadan bu dogmaya
dayanılarak gerçekleştirilen katliamları, adaletsizlikleri desteklemiş
olmaktadırlar. Dolayısıyla zalim diktatörlere, acımasız, çıkarcı zihniyetlere
ve fikir akımlarına kaynaklık eden bu teorinin bilimsel olarak geçersizliğinin
tüm insanlarca bilinmesi, Darwinizmden destek alan faşizm ve komünizm gibi
ideolojilerin sonu olacaktır. Aynı zamanda evrim teorisiyle dini uzlaştırmaya
çalışanların, bu ideolojilere ve yol açtıkları felaketlere farkında olmadan
verdikleri desteğin de sonunu getirecektir. Darwinizm çöktüğünde kötülüğü
düzenleyenler ve yapanlar artık "çatışma doğanın bir kanunudur"
diyerek kendilerini savunamayacaklardır. Ellerinde, kan dökücü, bencil ve
acımasız dünya görüşlerini dayandırabilecekleri sözde bilimsel bir teorileri kalmayacaktır.
Darwinizmin fikren çökertilmesi ile, ortada sadece tüm
kainatı Allah'ın yarattığı gerçeği kalacaktır. Bunu anlayan insanlar, uyulması
gereken yolun O'nun indirdiği hak kitapta yazılı olduğunu da kavrayacaklardır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu bu gerçeği kavradığında, yeryüzündeki acılar,
sıkıntılar, katliamlar, belalar, adaletsizlikler, yoksulluklar son bulacak,
aydınlık, ferahlık, zenginlik, bolluk, sağlık, bereket gelecektir. Dostluk,
barış ve sevgi tüm dünyaya hakim olacaktır. Dolayısıyla batıl olan, insanlığa
zarar getiren her fikrin bilimsel yollarla çürütülmesi ve mağlup edilmesi
gerekir. Benciliği ve zalimliği savunanlarla fikren uzlaşmaya çalışmak, şiddeti
şiddetle bastırmak, sadece kendi menfaatlerini gözetmek, kötülüğün yaygın ve
güçlü olmasından korkmak yanlıştır ve çözüme ulaştırmaz. Çözüm, kötülük saçan
fikirlerle uzlaşmaya çalışmak değil, dünyada hakim olması gereken tek doğruyu,
İslam ahlakını, Kuran’da tarif edildiği şekliyle, sabırla, korkusuzca ve
güzellikle anlatmaktır. Kuran’da şöyle buyrulmaktadır:
Bundan dolayı sen Allah'a davet et! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Onların arzularına uyma ve şöyle de: "Allah'ın indirdiği kitaba inandım. Aranızda adeletli davranmakla emrolundum. Allah bizim de sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir. Aramızda tartışmaya gerek yoktur. Allah hepimizi bir araya getirecektir. Dönüş yalnız O'nadır." (Şura Suresi, 15)