Günümüzde bilimsel deliller tam olarak aksini gösteriyor olsa da, canlılığın güya yaratılmadığını, doğa koşullarında tesadüfen ortaya çıktığını ve çeşitlendiğini ileri süren evrim teorisinin savunuculuğunu yapan birçok insan bulunmaktadır. Burada dikkat çekici husus ise, söz konusu teoriyi savunanlar arasında Allah’ın varlığına inanmayan kimselerin yanında Allah’a inandığını beyan eden bazı kimselerin de bulunmasıdır.

Allah’a iman ettiğini söyleyen söz konusu kişilerin evrim gibi bilime tamamen aykırı bir teoriyi savunmalarının ana nedeni teorinin geçersizliğini ortaya koyan bilimsel delilleri yeterince bilmemeleri veya çeşitli sebeplerle görmezden gelmeleridir. Bununla birlikte bir diğer önemli neden ise, savundukları evrim teorisinin toplumlara uygulanması durumunda yani  “Sosyal Darwinizm” hayata geçirildiğinde ne büyük tehlikelerin ortaya çıkacağının farkında olmamalarıdır. Zira dünyanın önde gelen evrimci biyologlarından olan Richard Dawkins bile Darwinist anlayışın hakim olduğu bir toplumda yaşamak istemediğini açıkça ifade etmiştir. 

Böyle bir toplumun çirkin, berbat, zenginin fakiri ezdiği, acımasız bir toplum olacağına dikkat çekmiş, herkesin yaşamaktan memnun olacağı Darwinist olmayan bir toplum düzeni kurmak gerektiğini belirtmiştir.

İnsanların sözde bir tür hayvan oldukları, hayvani güdülerini kontrol altına almalarının gelişmeye engel olacağı, sadece güçlü olanın ayakta kalması gerektiği inancı üzerine kurulu olan Sosyal Darwinist düzende,

Acımasızlık

Bencillik

Adaletsizlik

Eşitsizlik

Gaddarlık

Irkçılık

Mutsuzluk

Yalnızlık

Çatışmalar ve savaşlar hakim olacak,

Ruha hayat veren sevgi, dostluk, fedakarlık, iyilik, merhamet,  koruma, kollama gibi hiçbir güzelliğin olmadığı robotvari varlıklardan oluşacak bir toplum oluşacaktır.

Bu nedenle Deccaliyetin dünyada özellikle yaymak istediği Darwinist ideolojinin zararlarının ortaya koyulması gerekmektedir. Burada konunun daha net anlaşılması bakımından öncelikle evrim teorisinin ve Darwinizm’in dünyaya nasıl yayıldığına kısaca değinmek yerinde olacaktır.

 

1800’LERİN KÖHNE TEORİSİ EVRİM

Amatör bir biyolog ve araştırmacı olan Charles Darwin evrim teorisini 1859'da İngiltere'de yayınladığı “Türlerin Kökeni” adlı kitabında ortaya koymuştur. Kitabında, eski Sümer'den ve Yunan’dan beri gelen evrim efsanesini detaylandırmıştır. Hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde, tüm canlı türlerinin suyun içinden doğal süreçlerle tesadüfen doğan ortak bir atadan geldiklerini ve yine tesadüfen gerçekleşen küçük değişimlerle birbirlerinden farklılaştıklarını iddia etmiştir. Darwin'in bu safsatası dönemin bilim adamları arasında ilk başta yaygın bir kabul görmemiştir. Özellikle fosil bilimciler, Darwin'in iddiasının bir hayal ürününden başka bir şey olmadığını bilmekteydiler. Ancak buna rağmen Darwin'in teorisi farklı çevreler içinde giderek daha fazla destek bulmuştur. Çünkü Darwin bu teoriyle birlikte, 19. yüzyılın hakim güçlerine ve ateist materyalist ideologlarına bulunmaz bir temel sağlamıştır.

Darwin'in teorisinin en belirgin özelliği, Allah’ın varlığını inkar etmesidir. Evrim teorisine göre, canlılık cansız maddelerden, tesadüfler sonucunda, kendi kendine oluşmuştur. Dolayısıyla Darwinizmin bu iddiası, başta materyalist felsefe olmak üzere tüm ateist felsefelere sahte bir bilimsel destek, o zamana kadar aranıp da bulunamamış bir kaynak sağlamıştır. Çünkü 19. yüzyıla kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu, bilimi Allah'ın yarattıklarını öğrenmenin ve keşfetmenin bir yöntemi olarak görüyordu. Bu gerçeğe olan inancın yaygın olması nedeniyle, materyalist ve ateist felsefeler gelişmek için kendilerine uygun bir ortam bulamıyorlardı. Ancak evrim teorisinin, Allah’ın varlığını inkar ederek, ateist ve materyalist inanca göstermelik bilimsel bir destek oluşturması, bu inancı taşıyanlar için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Bu nedenle, Darwinizm'i hemen benimsemişler ve her biri bu teoriyi kendi ideolojisine uygulamışlardır.

Evrim teorisinin ateist düşünürler, yöneticiler ve bilim insanları tarafından kullanılan en önemli iddialarından bir diğeri de, canlıların gelişimini doğada var olan sözde "yaşam mücadelesi"ne dayandırmasıydı. Darwin'e göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve gelişme de güya bu sayede mümkün oluyordu. “Türlerin Kökeni” isimli kitabına koyduğu altbaşlık da, onun bu görüşünü özetliyordu: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla".

Darwin, özellikle Thomas Malthus isimli İngiliz ekonomistten etkilenerek ortaya attığı bu görüşü tüm doğaya uyguladı ve bahsini ettiği var olma savaşında güçlü olanların ve en iyi uyum sağlayanların galip geleceklerini öne sürdü. Darwin'in bu iddiası, insan da dahil tüm canlı dünyasını içine alıyordu. Dahası, söz konusu yaşam mücadelesinin doğanın meşru ve değişmez bir yasası olduğunu özellikle vurguluyordu. Bir yandan da yaratılışı inkar ederek insanları dini inançlarını terk etmeye davet ediyor ve böylece "yaşam mücadelesi"nin acımasızlığına engel olabilecek tüm ahlaki kıstasları hedef almış oluyordu.

İşte bu nedenlerle Darwin'in teorisi, duyulur hale geldiği andan itibaren önce İngiltere'deki sonra da tüm Batı'daki kurulu düzenin desteğini arkasında bulmuştur. Kurdukları siyasi ve sosyal düzeni "bilimsel" yönden meşru gibi gösterecek bir teoriyle karşılaşan komünistler, emperyalistler, kapitalistler ve tüm diğer materyalistler, bu teoriyi sahiplenmekte gecikmemişlerdir. Evrim teorisi kısa zamanda, sosyolojiden tarihe, psikolojiden siyasete kadar insan toplumlarını ilgilendiren her alanda tek kriter haline getirilmiştir. Her alanda "yaşam mücadelesi" ve "güçlü olan kazanır" yalanları temel slogan haline getirilmiş ve siyasi partiler, uluslar, yönetimler, ticari şirketler, fertler artık bu acımasız sloganlar ışığında yaşamaya başlamışlardır. Topluma hakim olan ideolojiler Darwinizmi benimsediği için, eğitimden sanata, siyasetten tarihe kadar her alanda Darwinizm propagandası yapılmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda insanlar Darwinizm'i bilmese bile, Darwinizm'in öngördüğü hayatı yaşayan toplum modelleri oluşmaya başlamıştır.

DARWINİST ANLAYIŞIN GEÇMİŞTE TOPLUMLARA GETİRDİĞİ FELAKETLERE BAZI ÖRNEKLER

İnsanları bir tür hayvan gibi görme yanılgısına kapılmış olan evrim teorisinin ortaya koyduğu yaşam modeli acımasızlık, sevgisizlik, bencillik, çıkarcılık üzerine kuruludur. Darwinizm, insanların doğada hayatta kalmaya çalışan hayvanlar gibi yaşadığı ve davrandığı bir dünya tasvir etmektedir.

Sosyal Darwinizmin temelini teşkil eden; güçlünün haklı sayılması, ırk veya etnik temelli ayrımcılık, zulüm, haksız rekabet ve çekişme, fakirlerin ezilmesi, güçlünün zayıf olanı sömürmesi anlayışı toplumların tarih boyunca yaşadığı kötülükler ve zorluklarda kendisini hep göstermiştir. Binlerce yıl öncesinde bile, örneğin Hz. Musa'nın döneminde yaşayan Firavun'un yönetiminde, Darwinizm adı altında olmasa bile tüm bunları görmek mümkündür. Nitekim Firavun, zenginliği ve güçlü ordusu nedeniyle, daima kendini üstün görmüştür. Kendi sisteminin çarpıklığını ortaya koyan, insanları Allah’a çağıran Hz. Musa ve Hz. Harun'u tüm gücüyle yalanlamış, hatta onları öldürmek istemiştir. Firavun ayrıca ayrılıkçı bir politika sürdürmüş, halkını sınıflara ayırmış, bazılarını "aşağı sınıf" olarak nitelendirmiş, tebasındaki İsrailoğulları'na türlü işkenceler yapmış, onların erkeklerini öldürüp, kadınlarını sağ bırakmıştır. Böylece İsrailoğulları'nın soyunun kesilmesini hedeflemiştir. Allah Kuran'da Firavun'un Darwinist görüşü andıran sapkın bakış açısını şöyle bildirir:

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)

Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir. (Zuhruf Suresi, 52)

Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler... (Zuhruf Suresi, 54)

Firavun’un öncesinde ve sonrasında binlerce yıl görülmüş bu bakış açısı ve uygulamalar 19. yüzyıla gelinmesiyle birlikte çok daha farklı bir boyut kazanmıştır. Çünkü 19. yüzyıla kadar zalimlik, saldırganlık, acımasızlık olarak nitelendirilen bu tür uygulama ve politikaların, bir anda sözde "doğanın gerçeklerine dayanan bilimsel uygulamalar" olduğu yalanı savunulmaya başlanmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Darwinizm, her türlü çıkar mücadelesini ve adaletsizliği bilim kisvesi altında meşru göstermiş, tüm bunların insanın doğasında olduğunu, insanın atalarından kalan vahşi ve saldırgan dürtüler taşıdığını, hayvanlar arasında nasıl en güçlü ve en saldırgan olan hayatta kalmayı başarıyorsa, aynı kanunların insanlar için de geçerli olduğunu söylemiştir. Bu düşüncenin benimsenmesiyle, savaşlar, acılar ve katliamlar dünyanın çok büyük bir bölümünü etkisi altına almıştır.

Sosyal Darwinizm kısa sürede vahşi kapitalizm adı altında haksız rekabeti en acımasız şekliyle uygulayanların; ırkçıların; emperyalistlerin; fakirleri ve yardıma muhtaçları koruma görevini yerine getirmeyen yöneticilerin kendilerini sözde savunma aracı haline gelmiştir. Sosyal Darwinistler, zayıfların, fakirlerin, sözde "aşağı" ırktan insanların ezilmelerini; özürlülerin sağlıklı insanlar, küçük işletmelerin ise büyük şirketler karşısında yok olmalarını doğanın bir kanunu ve insanlığın ilerlemesinin tek yolu gibi göstermeye çalışmışlardır. Vicdansızlık olduğu kabul edilmesine rağmen, insanlık tarihi boyunca süregelen bu haksızlıkları bir anda sözde bilimsellik kılıfı altında meşru göstermek istemişlerdir. Sosyal Darwinizm merhametsizliği, bir doğa kanunu ve insanlığın sözde evriminin en önemli yoluymuş gibi anlatılmıştır.

Sosyal Darwinizmin ortaya koyduğu bu çarpık mantık örgüsü, bu düşünceyi savunanları ahlaki ve manevi çöküntüye sürüklemektedir. Nitekim sosyal Darwinist William Graham Sumner 1879 yılında Darwinizmin topluma yönelik bakış açısını şöyle ifade etmiştir:

“Bu alternatifin dışına çıkamayacağımız artık anlaşılsın: eşitsizlik, en uygun olanın hayatta kalması; eşitlik, uygun olmayanın hayatta kalması. İlk sayılan özellikler bir toplumu ileriye götürürken, toplumun tüm en iyi üyelerinin lehindedir; sonrakiler ise toplumu geriye götürür ve tüm en kötü üyelerin lehindedir.” (http://www.allston.org/josh/socialdarwinismf99.htm)

Eşitlik anlayışını zararlı gören sosyal Darwinizmin en vahşi uygulayıcıları ise ırkçılar olmuştur. Darwinist ırkçılar arasında dünyaya en büyük zararı verenler de elbette Nazi ideologları ve hareketin lideri olan Adolf Hitler'dir. Naziler, Darwin'in teorisini kendilerine temel alarak, hem öjeni (Darwin'in kuzeni Francis Galton'un, kötü genlerin ayıklanmasıyla toplumun daha nitelikli bireylerden oluşturulabileceğine ilişkin iddiası) kanunlarını uygulamışlar, hem de soykırım cinayetlerini gerçekleştirmişlerdir. Naziler Darwinist bilim adamlarının da danışmanlığı ile, önce toplumdaki sakat, zeka özürlü veya kalıtsal hastalıkları olan insanları kısırlaştırmışlar; sonra bununla yetinmeyerek bu mazlum insanları eli, parmağı, bacağı olmadığı veya yaşlandığı gibi sebeplerle topluca öldürmeye başlamışlardır. Aşağı ırk saydıkları Musevileri, Çingeneleri, Doğu Avrupalıları soykırıma uğratmışlar; akıl hastalarını, özürlüleri, yaşlıları gaz odalarında katletmişlerdir. Tüm bu cinayetleri en acımasız yöntemlerle gerçekleştirmişlerdir. 20. yüzyılda, dünyanın gözü önünde sosyal Darwinizm adına milyonlarca cinayet işlenmiştir.

Geride bıraktığımız şiddet ve vahşet dolu yüzyılın insanlığa en çok zarar getiren ideolojilerden biri olan komünizm de Darwinizme dayalıdır. Nitekim komünizmin fikir babaları Karl Marx ve Friedrich Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıştılar. Diyalektik, evrendeki tüm gelişmenin, çatışma sayesinde elde edildiği varsayımıydı. Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya giriştiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu, mevcut çatışmanın işçiler ve kapitalistler arasında geçtiğini ve yakında işçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu. Bilindiği üzere Darwin de, canlıların "yaşam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatışma"yla ortaya çıktıklarını iddia etmişti. Dahası, yaratılışı inkar ederek dini inançları reddetmişti. Tüm bunlar, kendileri ateist olan ve toplumda dinin yok edilmesi gerektiğine inanan Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsat sağladılar. Bu nedenle de komünizmin sözde bilimsel temeli için Darwinizmi seçtiler.

Rusya’daki Bolşevik ihtilalini gerçekleştiren Lenin’den sonra iktidara gelen Stalin'in icraatleri Darwinizmin ve Darwinizm üzerine inşa edilen komünizmin toplumlara getireceği yıkımı tam olarak ortaya koymuştur. Nitekim Stalin’in ilk önemli icraatı, Rusya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak olmuştur. "Kollektivizasyon" adı verilen ve özel mülkiyeti yok etmeye yönelik bu politika gereği, Rus köylülerinin bütün mahsulü silahlı görevliler tarafından toplanmıştır. Bunun sonucunda, toplumda korkunç bir açlık gelişmiştir. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı açlıktan kıvranarak yaşamını yitirmiştir. Sadece Kafkasya'daki ölü sayısı 1 milyona ulaşmıştır. Stalin, bu politikasına direnmeye çalışan yüzbinlerce insanı ise, Sibirya'nın korkunç çalışma kamplarına yollamıştır. Tutsakların çok ağır şartlarda ölesiye çalıştırıldıkları bu kamplar, bu insanların çoğuna mezar olmuştur. Öte yandan on binlerce insan, Stalin'in gizli polisi tarafından idam edilmiştir. Aralarında Kırım ve Türkistan Türkleri'nin de bulunduğu milyonlar, Rusya'nın uzak köşelerine zorla göç ettirilmiştir. Stalin, tüm bu kanlı politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insanı katletmiştir. Stalin'i bu denli acımasız bir katil haline getiren etken, kişisel psikolojik durumunun yanısıra, inandığı materyalizmdir. Bu felsefenin en temel dayanağı ise, Stalin'in kendi yorumuyla, Darwin'in evrim teorisidir. Stalin, Darwin'in fikirlerine verdiği önemi şöyle açıklamıştır:

“Genç nesillere… üç şeyi öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini.” (Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html)

Burada Darwinizmin din ve dindarlar açısından tehdit olduğu konusunu biraz daha açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Darwinizm üzerine inşa edilen komünizmin din düşmanlığı, Bolşevik ihtilali ve sonrasında tüm şiddetiyle kendini göstermiştir. Darwinizm açısından din en büyük tehditlerden biri olarak belirlendiğinden ilk etapta kilise ve camiler hedef alınmıştır. 1936 yılına kadar camilerin % 65'i, kiliselerin % 70'i yakılıp yıkılmıştır. Toplumun büyük çoğunluğu dindar olmasına rağmen, insanların ibadetlerini yerine getirmeleri engellenmiştir. Hıristiyanların kiliseye gittikleri pazar gününü devreden çıkarmak için ortak tatil günü kavramı kaldırılmıştır. Bu uygulamaların ardından, 1928 ile 1930 yıllarında din adamlarının ödedikleri vergi on kat artırılmıştır, yiyecek karneleri ellerinden alınmıştır, tüm sağlık hizmetlerinden mahrum edilmeleri demek olan medeni haklarından yoksun bırakılmışlar, sık sık tutuklanmışlar, yerlerinden edilmişler, sürgüne gönderilmişlerdir. Özetle, Darwinizm dini hayatın her aşamasından çıkarmak isteyen, dindarları düşman gibi gören bir idelolojidir.

DARWİNİZMLE UZLAŞMA GİRİŞİMLERİ BÜYÜK BİR YANLIŞTIR

Yukarıdaki katliamlar, acımasızlıklar ve baskılar Darwinizmin dünyada yol açtığı sayısız felaketten sadece birkaçının en kısa şekilde anlatımından ibarettir. Burada Darwinizmin dünyada neden olduğu yıkımı daha geniş kapsamlı anlatmak istesek binlerce sayfa bile bunu anlatmaya yetmeyecektir. Ancak buna rağmen yukarıdaki birkaç örnek bile Darwinist bakış açısının geçmişte toplumlara ne gibi acılar yaşattığını anlatmaya yeterlidir.

Yaşanan bu olaylara rağmen Darwinizmin dünya çapındaki propagandası son sürat şekilde günümüzde de devam etmektedir. Ateizmin sözde bilimsel temelini teşkil eden evrim teorisi, dünyada Allah’ın ve dinin inkar edilmesi ve materyalist dünya düzenin ayakta kalması için özel olarak yayılmaktadır. Elbette bunun etkisi de birçok olayda hissedilmekte ve görülmektedir. Aşağıda yer vereceğimiz bazı örnekler ve anlatımlar, Darwinizmin insanlık için büyük bir tehdit olduğunun görmezden gelinmesinin, bazı kesimler tarafından itibar görmek için Darwinizmle uzlaşma yönünde adımlar atılmasının mutlaka geri dönülmesi gereken yanlışlar olduğunu göstermektedir.

1)     Koronavirüs Salgınında Sosyal Darwinist Yaklaşımlar:

Milyonlarca insanın ölümüne yol açan koronavirüs salgını 2 yıldır tüm dünyayı etkilemektedir. Bilindiği gibi salgının ortaya çıktığı ilk zamanlardan itibaren pek çok ülkede geniş çaplı tedbirler alınmıştır. Toplu olarak gerçekleştirilen kültür ve spor faaliyetleri durdurulmuş, kitlesel karantina uygulamaları ile sokağa çıkma yasakları gibi acil düzenlemeler yapılmıştır.

Ne var ki salgının başında İngiltere, bu tedbirleri uygulamak yerine “sürü bağışıklığı” ismi verilen bir yöntem izlemiştir. Yani İngiltere ilk etapta yurttaşlarını bu küresel salgından korumak için birçok ülke gibi ciddi tedbirler almamıştır. Hastalığı engellemek yerine, yayılabildiği kadar yayılmasını desteklemiştir. Sürü bağışıklığı yöntemiyle, COVID-19’un herkese bulaşmasını, salgından sağ çıkıp bağışıklık kazanmış olanlarla toplumun daha güçlü şekilde ayakta kalmasını öngörmüştür. Bu plan, elbette ki çok sayıda insanın hastalıkla boğuşması, bağışıklık sistemi zayıf, kronik hastalıkları bulunan ve yaşlı on binlerce insanın hayatını kaybetmesi anlamına geliyordu. İşte İngiliz Derin Devleti’nin etkisi altındaki İngiltere yönetimi, bu duruma göz yummuştur. Hükümet gelen eleştirilere rağmen salgınla ilgili Darwinist bakış açısını korumuştur. Darwinizmin “güçlü olan ayakta kalır, böylece tür gelişir” görüşü açıkça uygulamaya konulmuştur. Ta ki ölümlerin sayısı Avrupa ülkeleri arasında rekor bir seviyeye ulaşıp da büyük bir yanlış yaptıklarını anlayıncaya kadar…

Pandemi sürecinde salgın hastalıkları kontrol modelleri hazırlamak konusunda İngiliz hükümetiyle birlikte çalışan Prof. Dr. Graham Medley, BBC Newsnight’da sürü bağışıklığında izlenmesini tavsiye ettiği dehşet verici yolu şöyle açıklamıştır:

“Bu virüs uzun bir süre bizimle olacak. Bir epidemik (salgın hastalık) yaşayacağız. Bu, zamanla endemik (salgın olmayan hastalık) haline gelecek. Daha önce ortaya çıkmış ve hep var olan ama farkında olmadığımız koronavirüs çeşitlerine bu da katılacak. Burada “sürü bağışıklığı” dediğimiz durumu yaratmamız gerekiyor. Bu, nüfusun büyük bir çoğunluğunun enfeksiyona bağışıklık geliştirmesi demek. Aşının yokluğunda bunu yaratabilmenin tek yolu, nüfusun çoğunluğunun hastalığa yakalanmasıdır.

Aslında elimden gelse, ideal olan, hastalık karşısında daha zayıf olan yaşlı ve hastaları İskoçya’nın en kuzeyine gönderir, kalanları da en güneyde toplarım. Şöyle esaslı bir epidemik (salgın) yaşarız. Böylece herkes bağışıklık kazanmış olur ve hayat normale dönebilir.” (https://inews.co.uk/news/health/coronavirus-will-be-remembered-like-the-blitz-says-government-adviser-and-academic-2450136)

Görüldüğü gibi Medley, hastalıkla mücadelenin vereceği ekonomik hasarı 2. Dünya Savaşı’na benzetirken, tedbirsizlikten dolayı hastalıkla boğuşacak ve canını kaybedecek olan insanları hiç önemli görmemiş ve hatta toplumdaki hasta ve yaşlılardan kurtulmak için bunu bir “fırsat” olarak tanımlamıştır. Bu çarpık düşünce elbette Medley’in şahsi fikri olarak açıklanamaz. Ortaya attığı bu düşünce gerçekte geçmişte ve günümüzde geniş kitleleri etkisi altına almış olan ve birçok katliamın alt yapısını oluşturan Darwinizm safsatasının insanlara aşıladığı bencilliğin ve acımasızlığın net bir göstergesidir.

Pandemi sürecinde Türkiye’nin önde gelen evrim teorisi savunucularından Prof. Dr. Ali Demirsoy da Darwinist bakış açısının örneklerinden birini sunmuştur. Katıldığı bir televizyon programında “salgını engellemek için ilk vakaları öldürürdüm” diyerek Darwinizmin acımasızlığının ve akıl dışılığının bir örneğini sunmuştur.  “Prof. Dr. Ali Demirsoy’dan canlı yayında şok sözler… Tepki topladı” başlığı ile verilen haberde şunlar söylenmiştir:

Halk TV ekranlarında yayınlanan “Şimdiki Zaman Siyaset” programında koronavirüs salgınına karşı açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Ali Demirsoy, canlı yayında izleyenlerin ağzını açık bırakacak şok ifadeler kullandı. Canlı yayında “50 kişiyi katlederek virüsü önleyebilirdik” şeklinde konuşan Prof. Dr. Demirsoy, “Buna bilim denir” dedi. (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/prof-dr-ali-demirsoydan-canli-yayinda-sok-sozler-tepki-topladi-274509h.htm)

2)     Sosyal Darwinizmin Tam Hakim Olduğu Bir Toplumda Neler Yaşanır:

İnsanlık tarihindeki geçmiş tecrübeler ve günümüzde yaşanan bazı acı ve zorlu olaylar işaret etmektedir ki, Darwinistler tarafından yönetilen ve halkın genelinin de Darwinizmi benimsediği bir toplumda;

  • İnsanlara öldükleri zaman yok olup gidecekleri, bu dünyada yaptıklarının bir karşılığı olmadığı, okullarda,  televizyon yayınlarıyla ve kitaplarla yoğun şekilde empoze edilecektir. Din eğitimi tamamen sonlandırılacaktır. Yazılı ve görsel basında Allah’tan ve dinden bahsetmek mümkün olmayacaktır.
  • Allah korkusu, ahiret hayatı, Allah rızası gibi dinin esası olan konular inkâr edildiği için toplumda sevgisizlik ve acımasızlık daha da yaygınlaşacaktır.
  • Camiler, kiliseler, sinagoglar ibadete kapanacak, depo, müze veya barınak gibi başka amaçlar için kullanılacaktır. Namaz kılmak, cuma namazına gitmek, kurban kesmek gibi ibadetleri açıktan ve toplu olarak yerine getirmek mümkün olmayacaktır.
  • Kutsal kitaplar ve dini eserler dışlanacak, yasaklanacak, hata gerektiğinde imha edilecektir.
  • Allah korkusu yok edildiği ve toplum yalnızca materyalist sistemin yaptırımlarıyla korkutulduğu için, insanlar sistemin görmediği ya da cezalandırmadığı durumlarda suç işlemeye daha meyilli olacaklardır. Bu da doğal olarak suç oranlarını arttıracaktır.
  • Darwinist toplum düzeninde sürdürülen hayat mücadelesinde herkes rakip görüldüğünden insanlar çevrelerindeki kişilere asla tam manasıyla güvenemeyeceklerdir. Dolayısıyla topluma huzursuz ve güvensiz bir hava hakim olacaktır.
  • İnsanı Allah’ın ruhunu taşıyan, bu yönüyle sevilmesi ve korunması gereken bir varlık olarak değil de, tesadüfen oluşmuş, sadece kendi menfaati için yaşayan bir canlı olarak gören toplum bireyleri arasında sevgi, dostluk ve kardeşlik bağlarının eksiksiz kurulması mümkün olmayacaktır. Çünkü rekabet, kin, alay, güvensizlik, düşmanlık gibi hisler sevgiye, dostluğa ve kardeşliğe sürekli baskın çıkacaktır.
  • Salgın hastalıklarda yönetim      “toplumun, devletin menfaati” adı altında kitlelerin ölümüne göz yumacaktır. Zayıf ve hasta insanları ülkenin kalkınması açısından yük olarak gördüğünden, onların sözde hayat mücadelesinde elenmesi için gerekli şartları kendi eliyle oluşturacaktır.
  • Darwinist esaslara dayalı bir toplumda insanlar kendilerini kontrol eden, kaderlerini tayin eden Yüce bir Yaratıcının varlığına inanmadıklarından, zorluklar karşısında kendi içlerinde derin bir ümitsizlik, korku ve yılgınlık yaşayacaklardır. Olaylarda Allah’a değil kendileri gibi aciz yaratılmışlara, maddelere dayanacaklardır. Bu da gerçek bir çözüm sağlamayacağından psikolojik hastalıklar, intiharlar, isyanlar git gide artacaktır.
  • İş dünyasında bencillik, vahşi rekabet ve vicdansızlık daha da artacaktır. İnsanlar; ahlakı, niyeti, ruh hali dikkate alınmadan yalnızca topluluğa sağladığı güç ve imkânlarıyla değerlendirilecektir. Hayat, esas olarak kesintisiz üretim esasına dayanacaktır. Toplumdaki herkes çalışmak, bir şeyler üretmek zorunda olacaktır. Çalışamayan ve sakat olanlar Darwinist topluma hizmet edemediğinden işe yaramaz olarak görülecektir. Bu zihniyet, toplumda yer alan sakat, yaşlı, hasta olan insanların acımasızca gözden çıkarılmasına neden olacaktır.
  • Toplumu hayvan sürüsü olarak gören Darwinist yönetim, estetikten uzak, monoton bir hayat tarzını insanlara dayatacaktır. Toplumun hayatını daha kaliteli ve hoş bir hale getirmek için özel bir kalkınma politikası izlemeyecektir. Halk da sanat yapamaz, sanattan zevk alamaz hale gelecek, estetik ve kalite arayışı içinde olmayacaktır.
  • Allah korkusu yok edileceği için güvenlik ve asayişi sağlamanın tek yolu yönetimin salacağı korku olacaktır. Darwinist sisteminin devamlılığı için özel birimler kurulacak bunlar aracılığı ile toplum sürekli gözetlenip denetlenecektir. Yönetimin kontrolündeki bu birimler toplumsal hareketleri bastırma için gerekirse dehşet saçacaktır. Yönetim kendi iktidarını sürdürebilmek, öngördüğü vahşi mücadelede ayakta kalabilmek için insanlara, düşman gördüğü yapılara savunma hakkı vermeden onları ezebilecek güçte olacaktır.
  • Din ahlakı terk edildiğinden, cinsi sapkınlıklar daha çok yaşanmaya başlanacak, bunlar toplum genelinde makul karşılanacaktır.
  • Yönetim her ne kadar tüm etnik kökenlere eşit mesafede olduğunu söylese de ülkede ırkçılık yayılacaktır. Darwinizm ırkçılığı besleyecektir. Darwinist yönetimin “evrimini tamamlayamamış etnik gruplar” olarak gördüğü kitlelere açıkça zorluklar çıkarılacak, hatta katliam uygulanacaktır.
  • Yönetim, Darwinist anlayış doğrultusunda, tüm dünyayı bir çatışma ortamı olarak gördüğü için diğer ülkeler ile sürekli gerginlik içinde olacaktır. Bu yüzden de ekonomik kaynakların büyük kısmı, korku ve şüphe içindeki yönetimin her an arttırdığı savunma harcamalarının karşılanması için kullanılacaktır. Bu da ülkenin savunma sanayi dışındaki alanlarda gelişmesine mani olacaktır.
  • Darwinizmi benimsemiş halk kitleleri devletine bağlı değil isyankar bir yapıda olacaktır. Yönetim ile halk arasında hep gerginlik hakim olacak, bu da iç savaşlara ve darbelere uygun bir zemin oluşturacaktır.
  • Toplumun bireyleri arasında zorluklar karşısında yardımlaşma kültürü ortadan kalkacaktır. Zordaki insanlara yardım etmek yardım eden açısından zararlı ve akılsız bir eylem olarak görülecektir.
  • Ülkede fikir özgürlüğü olmayacaktır. Hiç kimse mevcut düzene muhalefet edemeyecek, yöneticileri eleştiremeyecektir. Eleştiri, toplumun gerilemesini arzulamak gibi görülecektir. Eleştirenler ya hapse atılacak ya da elimine edilecektir.
  • Lider ve ona tabi yönetici kadro halka güçlerini hissettirmek için baskının da ötesinde kasıtlı olarak acı çektirecektir. Halkı en temel ihtiyaçlarından ve haklarından mahrum bırakacakları politikaları bilinçli şekilde devreye sokacaklardır. Çünkü Darwinist anlayışta insan toplulukları bir yolla mutlaka kontrol altında tutulması gereken hayvan türü olarak görülmektedir.

Sonuç olarak Darwinizm, birçok insanın sandığı gibi sadece canlılığın kökenine dair kendince bir açıklama getirmek ile uğraşan ve sadece bilimin ilgi alanına giren bir teori değildir. Darwinizm, bilimsel olarak geçersizliği kesin olarak ispatlanmış olmasına rağmen bazı ideolojilerin taraftarlarınca hala körü körüne savunulan bir dogmadır.

Günümüzde birçok bilim adamı, siyasetçi, sanatçı, hatta Allah’a iman ettiğini, dininin gereklerini yerine getirdiğini ifade eden İslam düşünürleri Darwinizmin karanlık yüzünü bilerek veya bilmeyerek bu dogmanın savunuculuğunu yapmaktadırlar. Daha da vahimi farkında olmadan bu dogmaya dayanılarak gerçekleştirilen katliamları, adaletsizlikleri desteklemiş olmaktadırlar. Dolayısıyla zalim diktatörlere, acımasız, çıkarcı zihniyetlere ve fikir akımlarına kaynaklık eden bu teorinin bilimsel olarak geçersizliğinin tüm insanlarca bilinmesi, Darwinizmden destek alan faşizm ve komünizm gibi ideolojilerin sonu olacaktır. Aynı zamanda evrim teorisiyle dini uzlaştırmaya çalışanların, bu ideolojilere ve yol açtıkları felaketlere farkında olmadan verdikleri desteğin de sonunu getirecektir. Darwinizm çöktüğünde kötülüğü düzenleyenler ve yapanlar artık "çatışma doğanın bir kanunudur" diyerek kendilerini savunamayacaklardır. Ellerinde, kan dökücü, bencil ve acımasız dünya görüşlerini dayandırabilecekleri sözde bilimsel bir teorileri  kalmayacaktır.

Darwinizmin fikren çökertilmesi ile, ortada sadece tüm kainatı Allah'ın yarattığı gerçeği kalacaktır. Bunu anlayan insanlar, uyulması gereken yolun O'nun indirdiği hak kitapta yazılı olduğunu da kavrayacaklardır. İnsanların büyük bir çoğunluğu bu gerçeği kavradığında, yeryüzündeki acılar, sıkıntılar, katliamlar, belalar, adaletsizlikler, yoksulluklar son bulacak, aydınlık, ferahlık, zenginlik, bolluk, sağlık, bereket gelecektir. Dostluk, barış ve sevgi tüm dünyaya hakim olacaktır. Dolayısıyla batıl olan, insanlığa zarar getiren her fikrin bilimsel yollarla çürütülmesi ve mağlup edilmesi gerekir. Benciliği ve zalimliği savunanlarla fikren uzlaşmaya çalışmak, şiddeti şiddetle bastırmak, sadece kendi menfaatlerini gözetmek, kötülüğün yaygın ve güçlü olmasından korkmak yanlıştır ve çözüme ulaştırmaz. Çözüm, kötülük saçan fikirlerle uzlaşmaya çalışmak değil, dünyada hakim olması gereken tek doğruyu, İslam ahlakını, Kuran’da tarif edildiği şekliyle, sabırla, korkusuzca ve güzellikle anlatmaktır. Kuran’da şöyle buyrulmaktadır:

Bundan dolayı sen Allah'a davet et! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Onların arzularına uyma ve şöyle de: "Allah'ın indirdiği kitaba inandım. Aranızda adeletli davranmakla emrolundum. Allah bizim de sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir. Aramızda tartışmaya gerek yoktur. Allah hepimizi bir araya getirecektir. Dönüş yalnız O'nadır." (Şura Suresi, 15)


 

 

 

Daha yeni Daha eski