Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik olarak 11.07.2018 tarihinde gerçekleştirilen polis operasyonuyla birlikte aynı geçmişteki komplolarda da olduğu gibi özellikle basın aracılığıyla tüm Türkiye’de büyük ve kapsamlı bir karalama kampanyasına başlandı. Medya kuruluşlarımızın neredeyse tamamı güya her koşulda gözettiklerini ileri sürdükleri masumiyet karinesini ve kişilik haklarını tamamen göz ardı eden bir algı operasyonu yaptılar ve yapmaya devam etmektedirler. Kamuoyunun da malumu olduğu üzere operasyonun ilk gününden itibaren basın, yargısız infazlarına başladı. Operasyondan önce hazırlandığı ve bekletildiği her halinden anlaşılan haberler ardı ardına kamuoyuna hızla sunuldu. Bununla birlikte kitap operasyonun hemen akabinde, operasyondan önce hazırlandığı ve bekletildiği bilinen, içeriği tamamen boş hayali iddialarla çeşitlendirilmiş 2 ayrı kitap operasyonun hemen akabinde yayılandı.

İlk günlerdeki haberlere ve bazı köşe yazılarına bakıldığında devlet sözde büyük bir suç örgütünü güya kıskıvrak ele geçirmişti. Haberlere göre, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın güya işlemedikleri suç yok gibiydi.  Soruşturma dosyası bu kez güya tıka basa suç deliliyle doluydu ve operasyonlarla birlikte bunların üzerine güya yenileri ekleniyordu. Geçmiş dönemde camiamızla ilişkisi bulunan, dosyadaki asılsız ifadelerin sahibi olan komplocu kişilerden bazıları farklı kanallara çıkartılıyor ve iftiralarını bir kez daha dillendirmelerine olanak sağlanıyordu. Ortada, husumetli kişi ve çevrelerce “bu kez yendik” tarzında bir zafer sarhoşluğu hakimdi.

Polis operasyonundan sonraki günlerde ve aylarda dosyadaki gizlilik kararına rağmen sızdırılan belgeler üzerinden hayali iddialara dayalı birçok asılsız haber yapıldı. Bu asılsız haberlerde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız güya devlet yönetimini ele geçirmeye çalışan silahlı bir suç örgütü olarak tanıtıldı. Yine bu iftiraya destek sağlamak amacıyla güya FETÖ ile bağlantı içinde olduğumuz, casusluk faaliyetlerinde bulunduğumuz, tarihi eser kaçakçılığı yaptığımız, şüpheli cinayetlere karıştığımız, şantaj arşivleri tutup insanları bunlarla tehdit ettiğimiz, milyarlarca dolara hükmettiğimiz, sözde örgütün hayali kuralları nedeniyle askere gidemediğimiz, oy atamadığımız, 7 yaşındaki çocuklara dahi cinsel istismarda bulunduğumuz, kadınlara eziyet ederek zorla alıkoyduğumuz, çevremizdekilerin eğitim hakkına engel olduğumuz, kara para akladığımız… gibi yalanlarla kamuoyuna karşı büyük bir algı operasyonu yürütüldü. Hiçbir kimsenin veya topluluğun vakit, imkan ve fıtrat olarak dahi hepsini işlemeye güç yetiremeyeceği neredeyse tüm TCK’nın tamamının isnat edildiği suçlamalarla, biri olmazsa düğer tutar düşüncesiyle (yargılama makamlarını yanıltmak suretiyle) camiamız hukuken zararlandırılmaya çalışıldı. Bu haberleri çürüten binlerce sayfalık delillerimiz birçok kurum ve kuruluşa defalarca gönderilmesine rağmen 2-3 haber dışında hiçbir yerde yayınlanmadı. Başta Sabah Gazetesi ve Akit TV olmak üzere birçok basın kuruluşu kara propaganda niteliğindeki haberlerine devam etti.

Tüm bu sürecin ardından bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde iddianame düzenlendi ve yerel mahkemece kabul edildi. İşte iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte dosyadaki gizlilik kararı da kalkınca gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. İddianameye bakıldığında hiçbir delile dayanmayan iddialardan başka bir şey olmadığı görüldü. İddianamenin tam tabiriyle “bomboş” olduğu anlaşıldı. Nitekim Sayın Savcılığın delil diye ortaya koyduğu belgelerde suç kabul edilecek, suçun varlığını gösterecek hiçbir unsur olmadığı görüldü. İddianame bizlere ne yazık ki Sayın Savcılığın tarafsızlığını yitirdiğini, tamamıyla komplocuların yalan ve iftiralarının etkisinde kaldığını ve bu bakış açısıyla bir iddianame düzenlediğini gösterdi.

Bu gerçeklerle ilgili kısa açıklamalarımız şöyledir:

DEVLET SUÇ ÖRGÜTÜNE SİLAH VERMEZ. ARKADAŞLARIMIZA VERİLEN RUHSATLI SİLAHLAR SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞIMIZIN DELİLİDİR!

  • Arkadaşlarımıza ait tabanca ve av tüfeklerinin tümü ruhsatlıdır.
  • Soruşturmada bu silahların hiçbir eylemde kullanılmadıkları tespit edilmiştir.
  • Arkadaşlarımıza ait ruhsatlı silahların birçoğu, toplumda da örneği çokça görüldüğü gibi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yapılan başvuruların neticesinde alınmıştır.
  • Kamuoyunun malumu olan dava ise darbe girişiminin ardından gerçekleşen ve klasik FETÖ taktiği olan 12.08.2016 tarihli bir e-mail ihbarına dayanmaktadır.
  • Devletin yetkili kurumları FETÖ ile bağlantı, kara para aklama, casusluk gibi birçok suçlamayı içeren soruşturma devam ederken arkadaşlarımızın silah ruhsatı başvurularını kapsamlı araştırma ve tetkikler yaptıktan sonra onaylamıştır. Bu durum devletimizin suç örgütü olduğumuza inanmadığını gösteren bir delildir.
  • Komplocular bu açık gerçeklere rağmen, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın ellerindeki birkaç silahla 2019 yılında güya Mehdilik ilan ederek devlet yönetimini ele geçirecekleri gibi komik bir iddia ortaya atmışlar, güya söz konusu silahların bazı şantaj eylemlerinde kullandıklarını ileri sürmüşler ve iddianamenin silahlı suç örgütü iddiasıyla düzenlenmesini sağlamışlardır. Sayın Savcılık maalesef komplocuların hiçbir delili olmayan, hayali ve mantıkdışı iddialarının tümünü kabul etmiştir.
  • Böylelikle kanuna aykırı hiçbir yönü olmayan tabanca ve av tüfekleri üzerinden herkesin gözü önünde hayali silahlı suç örgütü senaryosu yazılmıştır.

 

TELEFON DİNLEME KAYITLARI “SUÇ ÖRGÜTÜ YOK, ARKADAŞ GURUBU VAR” DİYOR

  • Komplocular Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızı suç örgütü gibi gösterebilmek için hayali örgüt hiyerarşileri oluşturmuşlardır.
  • Komploculardan birinin “örgüt yöneticisi” olarak gösterdiği arkadaşımız başka bir komplocuya göre sözde örgütün düz üyesidir. Komplocuların birbirleriyle çelişen hiyerarşi şemaları ortada bir suç örgütü olmadığının önemli delillerinden biridir.
  • Dosyadaki suç örgütü iddialarını çürüten en önemli delillerden biri de telefon dinleme kayıtlarıdır. Telefon dinlenmelerinden elde edilen tape kayıtlarına baktığımızda, örgüt yöneticisi olmakla suçlanan arkadaşlarımızın bile ilgili konularda son derece saygılı bir şekilde diğer arkadaşlarımızla istişare ettikleri, ortaklaşa alınan karar neyse hiçbir itirazda bulunmadan onu uyguladıkları görülmüştür. Konuşmaların hiçbirinde iddia edilen emir-komuta zincirinin varlığına işaret eden bir ifadeye rastlanılmamıştır.
  • Tape kayıtlarında Sayın Adnan Oktar’ın herhangi bir arkadaşımıza talimat verdiğini veya ilettirdiğini gösteren hiçbir delili yoktur.
  • Basında yer alan haberlerde geçen “örgüt yöneticisi”, “imam”, “sağ kol”, “halife” gibi ifadeler tamamıyla komplocuların hayali iddialarından ibarettir.

 

İDDİANAMEDE TECAVÜZ-TACİZ İDDİASI VAR, AMA DELİLLERİ ORTADA YOK!

  • Sayın Savcılık Sayın Adnan Oktar ve bazı arkadaşlarımız hakkındaki cinsel suçlamalara yönelik iddianame düzenlerken sadece müştekilerin soyut ifadelerine dayanmıştır.
  • Adli Tıp Raporları dosyadaki tecavüz suçlamalarını desteklememiştir.
  • Tecavüz suçlamasında bulunan şikayetçilerin elinde iddialarını doğrulayacak tek bir sağlık raporu yoktur. Bilakis iddiaları tamamen yalanlayan, arkadaşlarımızın lehine olan adli tıp raporları vardır.
  • Tecavüze uğradığını söyleyen kadınların ifadelerine bakıldığında, sözde tecavüzlerin devam ettiği yıllarda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızla görüşmeye devam ettikleri, camiamızla ilişkilerini kestikten hayatlarını hiçbir sorun yaşamadan sürdürdükleri, ancak yıllar sonra bir anda tecavüz suçlamalarıyla ortaya çıktıkları görülmektedir. Bunlar gerçek tecavüz vakalarında asla yaşanmayan olaylardır.
  • Yıllar boyunca Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızla kendi özgür iradeleriyle yakınlık kuran, kurdukları yakınlıktan dolayı büyük memnuniyet duyan, yaşadıkları dostluktan aldıkları keyif birçok fotoğrafa ve telefon konuşmasına yansıyan, bulundukları platformlarda Sayın Adnan Oktar’ı ve arkadaşlarımızı sürekli öven ve onlarla birlikte birçok kültürel etkinlikte bulunan bu kişilerin günün birinde tecavüz suçlamalarıyla ortaya çıkmalarındaki ana sebeplerden biri, komplocuların bu kişilere şikayetçi olmaları yönünde tehdit ve baskıda bulunmuş olmasıdır.
  • Hayali tecavüz ve taciz suçlamalarının bir sebebi de, bu suçlamalarda bulunan kadınların geçmişte ilişki kurdukları arkadaşlarımızdan umdukları maddi menfaatleri elde edememiş olmalarıdır. Evlilik de gerçekleşmediğinden husumet doğmuştur. Bu durum onların komplocuların tarafına geçmelerini kolaylaştırmıştır.

 

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI: CASUSLUK İDDİASINA KONU YAZIŞMALARDA DEVLET SIRRI NİTELİĞİNDE BİLGİ YOK

SAVCILIK: DELİL YOK AMA CASUSLUK YAPTIKLARINA İNANIYORUM

  • Dışişleri Bakanlığı dosyada casusluk iddiasına sözde delil teşkil eden yazışmalarla ilgili olarak görüşüne başvurulduğunda, iddiaya konu yazışmalarda devlet sırrı niteliğinde bilgi olmadığını belirtmiştir. Bunun anlamı şudur: Ortada devlet sırrı yoksa, casusluk faaliyetinin gerçekleşmesi de mümkün değildir.
  • Sayın Savcılık ise Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen cevaba rağmen, ortada geçerli hiçbir sebep yokken, tamamen taraflı bakış açısıyla Sayın Adnan Oktar ve bazı arkadaşlarının casusluk faaliyetine kalkıştıklarını ileri sürmüştür.

SAVCILIK, FETÖ İLE BENZERLİK VE İLİŞKİ OLDUĞUNA DAİR İDDİALARINA GEÇERLİ HİÇBİR DELİL SUNAMAMIŞTIR

Sayın Savcılık dosyada yetkisizlik sorunu çıkmaması için tek yolun Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızı FETÖ ile bağlantılı göstermekten geçtiğini bildiğinden çarpıtmalara başvurarak bu bağlantıyı kurmaya çalışmıştır.  Ancak aşağıda da görüleceği üzere bu yöndeki çabası sırasında ortaya geçerli hiçbir delil koyamamıştır:

  • Savcılık Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarıyla FETÖ arasında benzerlik kurmaya çalışırken çaresizlikten dosya için hiçbir önem arz etmeyen hususlara yönelmiştir. Bunlardan biri Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinde müstear isim kullanmasıdır. Fethullah Gülen’in de çalışmalarında (bir dönem) müstear isim kullandığına işaret eden Savcılık bu durumu 2 yapı arasındaki benzerlik gibi göstermiştir. Eğer Savcılık 2 yapı arasında bu husustan hareketle benzerlik kurma yoluna gittiyse, belirtmek isteriz ki Türkiye’de bu tür bir bakış açısıyla hareket edilirse tüm kurum, kuruluş veya kişiler FETÖ ile benzer yapıda çıkacaktır.

 

  • Savcılık Sayın Adnan Oktar’ın Mavi Marmara baskınına yönelik yaklaşımıyla FETÖ lideri Fetullah Gülen’in aynı olaya olan yaklaşımları arasında da benzerlik kurmaya çalışmıştır. Ancak söz konusu 2 yaklaşım arasında gerçekte hiçbir benzerlik olmadığı için konuyu tamamen çarpıtmak zorunda kalmıştır. Nitekim o dönemde Fetullah Gülen Mavi Marmara’nın İsrail’in izni olmadan harekete geçmesini “otoriteye başkaldırı” olarak nitelendirirken, Sayın Adnan Oktar ise İsrail’e tazminat ödettirmek ve özür diletmek için girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimler fayda vermiş, Sayın Adnan Oktar’ın söylediği gibi olaylar yaşanmış, İsrail özür dilemeyi ve tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Bu durum Fetullah Gülen’in hükümeti suçlayıcı tavrından tamamen farklıdır. Üstelik bu tazminat ve özür hamlesi hükümet tarafından son derece olumlu karşılanmış ve karşılıklı olarak anlaşmaya varılmıştır. Hükümetin, devletin memnun kaldığı bir sonuçtan sebebini anlayamadığımız bir şekilde savcılık memnun kalmamış, bilakis hükümetin son derece memnun kaldığı bu teşebbüsü, sonucu Fethullah Gülen’in tepkisiyle paralel gibi lanse etmiştir.

 

  • Sayın Savcılık Sayın Adnan Oktar’ın geçmişteki bazı konuşmalarını çarpıtıp FETÖ övgüsü gibi gösterirken, o konuşmalardan önceki yıllarda gerçekleşen ve tam olarak FETÖ eleştirisi olan konuşmalarından ise hiç bahsetmemiştir. Soruşturma dosyasına, devletin en üst kademesindeki kişilerin dahi defalarca kere övdüğü dönemlerde Sayın Adnan Oktar’ın korkusuzca FETÖ’yü eleştirdiğini gösterebilmek için sayfalarca sunulan konuşma örnekleri Sayın Savcılık tarafından tamamen görmezden gelinmiştir. Sayın Savcılık 2013 yılından önce birçok eleştirel konuşması varken, Sayın Adnan Oktar’ın FETÖ lideri Fetullah Gülen için söylediği “Kahtani” ifadesini tekrar gündeme getirip FETÖ övgüsü gibi göstermeye çalışmıştır. Sayın Adnan Oktar’ın söz konusu ifadeyi “kan dökücü, bela getiren” olarak kullandığını bilmesine rağmen elinde delil olmaması sebebiyle bu yolu izlemiştir.

 

  • FETÖ yabancı istihbarat servisleriyle iç içe bir yapıdır. Sayın Savcılık bu nedenle Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızı da sanki yabancı istihbarat servisleriyle bağlantılılarmış gibi göstermeye çalışmıştır. Bu girişimi sırasında da FDD (Foundation For Defence Democracies) isimli düşünce kuruluşunu ön plana çıkarmıştır. Bu kuruluştan Jonathan Schanzer isimli şahıs ile Sayın Adnan Oktar arasında kurulmaya çalışılan ama gerçekleştirilemeyen röportaj bağlantısını, yüz yüze bir görüşme de olmamasına rağmen delil gibi gösterip arkadaşlarımızın güya yabancı istihbarat servisleri ile bağlantısı olduğunu ileri sürmüştür. Açıkça bir gönderme yapmadan dolaylı bir yolla FDD’yi yabancı istihbarat servisi gibi göstermiştir. Buradan hareketle de tamamen mantık çelişkileriyle dolu bir senaryo yazmış ve Reza Zarrab davası ile Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızı ilişkilendirmeye çalışmıştır. Tüm bunlar dosyada somut bir delilin olmaması nedeniyle başvurulan delil üretme çabalarının bir sonucudur.

SAVCILIK SAYIN ADNAN OKTAR’I EĞİTİM, DEMOKRASİ VE ASKERLİK KARŞITI BİR İNSAN GÖRÜNÜMÜNDE LANSE EDİP İDDİANAMEYİ GÜÇLENDİRMEYE ÇALIŞMIŞTIR:

  • Tüm Türkiye özellikle A9 TV’deki canlı yayınlar vesilesiyle Sayın Adnan Oktar’ın Türk Silahlı Kuvvetler teşkilatını ve askerlerimizi ne kadar yoğun şekilde desteklediğine yakından şahittir. Ayrıca Türkiye’de şehitlik makamını en çok yücelten yazarlardan biri tartışmasız şekilde Sayın Adnan Oktar’dır. Bunlara rağmen Savcılık iddianamesinde Sayın Adnan Oktar’ı arkadaşlarımızı askerlikten soğutan bir kişi olduğunu ileri sürmüştür. Sayın Savcılık dosyada adı geçen arkadaşlarımız arasında, büyük çoğunluğu eğitim sebebiyle olmak üzere sadece 15 arkadaşımız askerliğini yapmamışken, sanki birçoğumuz askerlik yapmamış gibi bir hava oluşturmuş ve bunu da Sayın Adnan Oktar’ın güya askerliğe karşı olmasına bağlamıştır. Erkek arkadaşlarımızın %90’ı er, yedek subay ve bedelli olarak askerliğini tamamlamış olmasına rağmen gerçekleri çarpıtmıştır.

 

  • Savcılık aynı taktiğini eğitim konusunda da uygulamıştır. Arkadaşlarımızın %95’i Türkiye’nin en iyi kolej ve üniversitelerinden mezun olmuşken, Sayın Adnan Oktar’ın bizleri güya öğrenim hayatımıza devam etmekten alıkoyduğunu ileri sürmüştür. Tüm Türkiye Sayın Adnan Oktar’ın eğitime ne kadar önem verdiğini eserlerinden ve konuşmalarından dolayı yakinen bilirken, Sayın Savcılığın böyle bir çarpıtmaya başvurması dosyada somut hiçbir delilin olmayışındandır.

 

  • Sayın Adnan Oktar demokrasiyi savunan bir insandır. Bununla birlikte Sayın Cumhurbaşkanımıza da kesintisiz olarak 25 yıldır destek vermektedir. Kendisini sevenleri de Sayın Cumhurbaşkanımıza her koşulda kayıtsız şartsız destek vermeye davet etmektedir. Bu çağrıyı da tüm seçimler öncesinde yapmaktadır.

 

Tüm bu gerçeklere rağmen iddianamede Sayın Adnan Oktar’ın güya arkadaşlarımıza oy vermeyi yasakladığı gibi komik bir iddia ortaya atılmıştır. Sayın Savcılık seçmen listelerinde arkadaşlarımızın büyük çoğunluğunun istikrarlı şekilde oy verdiğinin gözükmesine rağmen, bazı arkadaşlarımızın zaman zaman hastalık veya güvenlik gibi gerekçelerle oy vermeye gitmemesinden faydalanarak husumetli müştekilerin bahsini ettiğimiz hayali oy atma yasağı iddialarını desteklemiştir.

 

Sayın Adnan Oktar da güvenlik gerekçesiyle oy atmamayı tercih eden birisidir. Ancak 82 milyon insanımızı Sayın Cumhurbaşkanımıza oy vermeye davet ederek kendisi hakkında ortaya atılan asılsız iddiaların tümünü çürütmektedir. Nitekim verdiği desteğin etkisi tutuklanmanın akabinde oy oranlarında yaşanan ciddi boyuttaki düşüşten de net olarak anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere Sayın Adnan Oktar Belediye Başkanlığı döneminden beri Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemektedir. On yılı aşkın süredir devam eden bu destek neticesinde her yıl açık ara oy farkıyla tüm seçimlerde galibiyet elde eden hükümetimiz, müvekkilin tutuklanmasıyla oy oranlarında göz ardı edilemeyecek boyutta hızla oy oranlarında düşüş yaşamıştır ve özellikle sahil kesim ve büyük şehirlerde hızla oy kaybetmeye başlamıştır.

 

Sahil kesimiyle hükümetin arasını bulmaya yönelik, modern, yerli, milli ve muhafazakar bir politika benimseyen camiamız her zaman hükümete olağanüstü bir destek sağlamıştır. Bugün ise iddianamede Sayın Savcılık ilginç bir şekilde dosyada suç da olmaması sebebiyle açık bulma mantığı benimseyerek birkaç kişinin suç teşkil etmeyen oy kullanmama durumunu sanki hükümete karşı bir duruşları varmış gibi lanse etmiştir. Halbuki başta da belirttiğimiz gibi arkadaşlarımızdan çeşitli dönemlerde oy kullanmayanlar farklı seçimlerde şahsi sebeplerinden ötürü kendi istek ve rızalarıyla oy kullanmamayı tercih etmişlerdir.

 

Oy kullanıp kullanmama konusunda Sayın Adnan Oktar’dan talimat aldığımız iddiası da tamamen hayali uydurulmuş bir iddiadır. Çok ilginçtir ki savcılık bu hayali talimat ile ilgili elinde reddedilemez bir delil varmışçasına kendinden son derece emin bir şekilde ifadeler kullanmış, suç olmayan bir eylemi suçmuş gibi lanse etmiştir. Talimatla oy kullanmama halinde beklenen toplu olarak seçimlerde oy kullanma veya kullanmama durumudur ki bir topluluk bu hususta toplu bir karar alabilme özgürlüğüne de sahiptir, bu hususta bir hukuka aykırılık yoktur. Kaldı ki bizim aramızda ne böyle bir karar alınmış ne de bizler Sayın Adnan Oktar veya bir başka kişiden oy kullanmamız konusunda herhangi bir talimat alınmış değildir. Her seçimde farklı kişiler farklı sebeplerden ötürü oy kullanmamış veya kullanamamışlardır.

 

Bugün Ak Parti tabanının ciddi sayıdaki bir bölümü her seçimde çeşitli sebeplerle oy kullanmaktan imtina edebilmekteyken birkaç arkadaşımızın birkaç seçimde oy kullanmamasının iddianamede yer alması, iddianamenin ne kadar boş olduğunu, suç ve suç delili olmayışı sebebiyle artık bu gibi konulardan çaresizce medet umulduğunu ortaya koymaktadır. Sayın Savcılığın bu gerçekleri dile getirmeden, dosyada her konuda olduğu gibi oy kullanma hakkı konusunu da çarpıtması taraflı bakış açısının bir sonucudur.

 

Yukarıda bahsettiğimiz hususlar camiamız hakkında hazırlanan iddianamenin içeriğinde hiçbir suç delili olmadığının yüzlerce delilinden sadece bir kaçı olduğunu önemle hatırlatmak isteriz.

Camiamız hakkında yürütülen dosyanın tamamen boş olduğunu, hiçbir suç ve suç delili olmadığını Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

                                                                                    TEKNİK VE BİLİM ARAŞTIRMA VAKFI

Daha yeni Daha eski