📘 Oktar Babuna Kan Kampanyası kitabını indirmek için tıklayın.
Kitleleri galeyana
getirmeye müsait ama aslen hiçbir bilimsel dayanağı ve mantığı olmayan
“Türklerin kanları çalınıyor”, “Türklerin gen haritası çıkarılıyor” gibi hamasi
söylemlerle hayırlı bir işi durdurdular. Bununla da yetinmeyip Oktar Babuna
başta olmak üzere camiamıza karşı akıl almaz bir iftira ve karalama kampanyası
düzenlediler. Lösemi hastalarından büyük kazançlar elde eden, bu nedenle
kampanyadan maddi çıkarları zedelenen bazı çevrelerce çeşitli asılsız
dedikodular yaydılar. Amaçları kampanyayı sabote edip gerçek dışı şaibeler
yayarak eski rant sistemlerinin çarklarını döndürebilmekti. Bu sebeple kamuoyunda
infial oluşturmaya çalıştılar. Tüm bu gayretleri her zaman olduğu gibi Türk
Yargısının duvarına çarptı. Kampanyanın düzenleyicisi ve para toplamaya
yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve
soruşturmalardan geçti, tüm bunlardan hep aklanarak çıktı. Yürütülen 3 ayrı
soruşturmanın hepsi takipsizlik kararlarıyla sonuçlandı. Bu kararlar
kesinleşti.
Bununla birlikte ortaya
atılan iddiaların hepsine ilk günden itibaren gerekli tüm cevaplar verilmiş,
tüm detaylarıyla ve belgeleriyle gerçekler ortaya konulmuş olmasına rağmen
ısrarla, hatta takıntıyla, 20 yıldır aynı mantık dışı, aynı gayri ciddi ve
bilim karşıtı yaygaralar devam etmektedir. Bunca yıl boyunca en kavrayışı zayıf
insanın dahi anlamasının mümkün olduğu hakikatlerin bir kısım insanlar
tarafından bir türlü anlaşılamamasının sebebi kanaatimizce konuyu hiç araştırıp
okumamalarıdır. Konuyla ilgili bir kere dahi araştırma yapmış olsa, bir
kez daha kendi yazdığı ya da kurduğu cümlelerin anlamı üzerinde düşünse öne
sürdüğü iddiaların mantıksızlığını hemen kavrayabilecek insanlar hayret verici
bir şekilde oradan buradan duyduğu kalıpları tekrarlamakta ısrar etmektedirler.
Kendini aydın olarak tanımlayan, hür düşünceye inanan, demokrat ve fikre açık
olarak bilinen bir kısım yazar, gazeteci, akademisyen, TV programcısı ve
diğerlerinin -bu kez konuyu kavrayacaklarını umarak- bir kez daha Oktar Babuna
Kan Kampanyası olarak anılan olayın gerçeklerini kamuoyunun dikkatine
sunuyoruz.
1. KAN KAMPANYASINI DÜZENLEYEN OKTAR
BABUNA VEYA ARKADAŞLARI DEĞİL DEVLETTİR
A) HESAPLARI AÇAN, BAĞIŞLARI TOPLAYAN DEVLETİN İLGİLİ
KURUMLARIDIR, OKTAR BABUNA VE ARKADAŞLARININ KAMPANYANIN MALİ YÖNÜYLE HİBÇİR
İLGİLERİ YOKTUR
B) KAMPANYA İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖNCÜLÜĞÜNDE
BAŞLATILMIŞ TÜM DEVLET KURUMLARI DESTEK OLMUŞTUR
C)
"KANLARIN ABD'YE GÖNDERİLEREK ANALİZ ETTİRİLMESİ" KONUSUNA
KARAR VEREN OKTAR BABUNA YA DA BİR BAŞKASI DEĞİL İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ
VAKFI'DIR.
2. KANLAR YURT DIŞINA DEVLET TARAFINDAN KAYIT
ALTINDA GÖNDERİLMİŞTİR
3. BU KAMPANYA NETİCESİNDE TÜRKİYE’NİN
İLK İLİK BANKASI KURULMUŞTUR
4. KANLARIMIZI GERİ VERSİNLER SÖYLEMİ
DEHŞETLİ BİR CEHALETİN ÜRÜNÜDÜR
5. MİLLETİMİZİN GEN HARİTASININ ÇIKARILMASI İÇİN BÖYLE BİR KAMPANYAYA İHTİYAÇ YOKTUR
Özet:
Dr. Oktar Babuna 1999
yılında Kronik Lenfositik Lösemi teşhisiyle tedavi görmeye başlamış ve bir süre
sonra kemik iliği nakli olması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu ilik nakli
gerçekleşmediği takdirde en fazla 3 ay gibi bir süre yaşayabileceğinin
belirtilmesi üzerine uygun kemik iliği donörü bulunabilmesi için bir arayış
başlamıştır.
Beyin Cerrahı olan Dr.
Oktar Babuna vesilesiyle gündeme gelen ülkede kemik iliği bankasının
bulunmaması gerçeği kamuoyunun büyük ilgisini çekmiştir. Bunun
üzerine İstanbul Valiliği'nden alınan izinle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp
Fakültesi Dekanlığı tarafından ülke çapında “Ulusal Kemik İliği Bankası
Kurulması Kampanyası” başlatılmış ve kampanyanın tamamı devlet makamlarınca
yürütülmüştür.
Ulusal Kemik İliği
Bankası oluşturma kampanyası kısa zamanda yardımsever Türk halkının büyük
desteğiyle olağanüstü bir sivil hareket haline dönüşmüştür. Kampanya dönemin
hükümetinden gazetecilerine, bakanlarından il sağlık müdürlerine neredeyse Türk
halkının tamamının yoğun desteğiyle yürütülmüştür. 3 ay gibi kısa bir sürede
yaklaşık 150.000 kişi kan taramasından geçirilmiştir.
Dr. Oktar Babuna daha
sonra ilki Amerika’nın Teksas eyaletindeki MD Anderson Cancer Center’da,
ikincisi yine Amerika’nın Washington Eyaleti’ndeki Seattle Cancer Care
Alliance’da olmak üzere iki ayrı kez kemik iliği nakli geçirmiştir. Yıllar
süren yoğun tedavilerinin ardından iyileşerek KLL ve Richter transformasyonu
geçiren ve hayatta kalan ilk ve tek hasta olarak tıp literatürüne geçmiştir.
Kampanya İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı tarafından başlatılmış, tamamen legal
yollarla, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütülmüştür. Kampanyanın sahibi,
para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Vakfı olmuştur. Vakfın o dönemki Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin tüm çalışmaların başında yer
almıştır. Dr. Oktar Babuna ise yalnızca, hastalığı nedeniyle bu kampanyanın
başlamasına ve kamuoyunun dikkatinin bu yöne çekilmesine vesile olmuş bir
kişidir.
1. KAN KAMPANYASINI DÜZENLEYEN OKTAR BABUNA VEYA ARKADAŞLARI DEĞİL DEVLETTİR
1 A) HESAPLARI AÇAN, BAĞIŞLARI
TOPLAYAN DEVLETİN İLGİLİ KURUMLARIDIR, OKTAR BABUNA VE ARKADAŞLARININ
KAMPANYANIN MALİ YÖNÜYLE HİBÇİR İLGİLERİ YOKTUR
Dr. Oktar Babuna’nın
hastalığının kamuoyu tarafından duyulması, ailesinin kendisine ilik bulunması
için çalışmalar başlatmasının ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Vakfı’nın aldığı kararla tüm milletimizin katkıda bulunduğu kampanyayı
başlatmıştır. Milletimizin bağışta bulunabilmesi için hesaplar açılması, bu
hesapların açılması için Valilik başvurularının yapılması ve dönemin Tıp
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Faruk Zengin’in tüm bu çalışmalarda yetkili olması
için vakıf kararı alınmıştır. Bu karara göre kampanyanın mali kısmı, yani
harcamalar üzerindeki tüm yetkili Prof. Dr. Faruk Zengin’dir. Görüldüğü gibi
konunun Dr. Oktar Babuna veya arkadaşlarıyla fiili bir bağlantısı
bulunmamaktadır.
İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı’nın İlik Bankası Kampanyası İçin Hesap Açılması Ve Bu Hesap Üzerinde Prof. Dr. Faruk Zengin’in Yetkili Olması İçin Aldığı Karar:
Bununla birlikte İstanbul Valiliği tarafından dönemin Valisi Erol Çakır’ın yayınladığı genelge ile Ziraat Bankası’nda maddi destekte bulunmak isteyen vatandaşlar için yardım hesabı açılmıştır. Bu hesapla Prof. Dr. Faruk Erzengin’in kontrolünde Dr. Mehmet Ufuk Taştan, Dr. Yahya Onatakın ve Dr. Sedat Altınışık’tan oluşan sorumlu kurulca para toplanmasına yetki verilmiştir.
İstanbul Valiliği
Tarafından Ziraat Bankasında Açılan Yardım Hesabıyla İlgili Genelge:
İstanbul Valiliği Ziraat Bankasında yardım hesabı açmakla yetinmemiş, halkın gösterdiği büyük ilgiyi karşılayabilmek için Alışveriş Merkezlerinde ve insanların toplu olarak bulunduğu yerlerde yardım kutuları yerleştirilmesi için de genelge yayınlamıştır:
İstanbul Valiliği bu
girişimlerinin ardından Büyükşehir Belediyesi’nin gösterdiği yerlerde kulübeler
kurulması suretiyle de maddi destek toplanmasına, toplanan paranın gerekli
yönetmeliklere uygun olarak denetlenmesine dair talimat yayınlamıştır:
Bu kulübelerde toplanan yardımların denetimi için Fatih Kaymakamlığı ve İstanbul Defterdarlığı görevlendirilmiştir.
İstanbul Valiliği
tarafından Ziraat Bankasında açılan hesabın denetimi ise yine Vilayet Makamı
tarafından oluşturulan komisyonca yapılmıştır. Bu komisyonun başkanı Necmi Üner
denetime dair raporlarını ilgili makamlara düzenli olarak sunmuştur:
Komisyon Denetleme
Başkanı Necmi Üner, 21 Haziran 1999 tarihinde Atv gece haberlerine katılarak
valilik hesabında toplana bağışların ve yapılan harcamaların komisyonun bilgisi
dahilinde olduğunu şöyle açıklamıştır: “Bizler Güvenlik Şube Müdürlüğünde
iki polis arkadaşla ben bu hesap açıldığı tarihten yani 13 Mart’tan itibaren
bütün burada yapılan alımları, bütün para hareketlerini kontrol etmekteyiz. Ve
şu ana kadar göze batacak veya herhangi bir şey olmuş bir olay vuku bulmadı. Biz
bu mal alışlarıyla ilgili bütün belgeleri bir dosya halinde zaten oluşturup
kendimizde tutuyoruz ve ilgili yerler istediği zaman bir rapor halinde
hazırlayıp veriyoruz. Hesabın bütün kontrolü bizim elimizde. Bizden başka şu an
bu işle ilgili üç tane doktor arkadaş var ve kurul üyeleri ve 6 kişinin sürekli
kontrolünde. Bunun dışında takip edenler de yok. Takip etme yetkileri de yok.”
Belgeleriyle
görüldüğü üzere;
Kampanyayı
İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı organize etmiş,
Hesaplar
Valilik tarafından açılmış,
Hesaplar
üzerindeki yetkili olması için Prof. Dr. Faruk Erzengin başkanlığında bir
doktor heyeti oluşturulmuş,
Ve
bu hesaplardaki tüm işlemler Kaymakamlık, Defterdarlık ve Denetleme Komisyonu
tarafından denetlenmiştir.
Denetleme
Komisyonu Başkanı’nın ifadesiyle de “bu kişiler dışında -yani devletin
görevlendirdikleri dışında- kimsenin bu hesaplar üzerinde bir yetkisi
olmamıştır.”
1 B) KAMPANYA İSTANBUL
ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖNCÜLÜĞÜNDE BAŞLATILMIŞ TÜM DEVLET KURUMLARI DESTEK
OLMUŞTUR
Söz konusu kampanya
devletin kurum ve yöneticileri tarafından el birliği ile yürütülmüş ve
denetlenmiştir.
Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel,
Genelkurmay Başkanlığı,
Başbakanlık,
Sağlık Bakanlığı,
Dışişleri Bakanlığı,
Eski Başbakan Mesut
Yılmaz,
Eşi Berna Yılmaz,
Muhalefet partilerinin
liderleri,
Diyanet İşleri
Başkanlığı,
Valiler,
Emniyet Teşkilatı,
Türk Silahlı
Kuvvetleri kampanyayı bizzat desteklemişlerdir.
Ulusal Kemik İliği
Bankası Kampanyası Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel Himayesinde
Gerçekleşmiştir
Kampanyanın en önemli destekçisi bizzat
dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel olmuştur. Merhum Demirel 28 Mart
1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etmiştir: “İlik Bankası’nın kurulmuş
olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği
veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli
dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü
desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız.
Bu hareketi başarıya ulaştıralım.”
Sayın Demirel’in desteği
sadece beyanat vermekle sınırlı kalmamış, toplanan kanların tahlil için yurtdışına
gönderilmesi ile ilgili gümrük işlemlerinin kaldırılması ve kanların Türk Hava
Yolları uçakları ile ücretsiz taşınması gibi pek çok konuda kendisi bilfiil
müdahale ederek yardımcı olmuştur.
Sayın Demirel 27 Mart 1999 tarihinde, Oktar Babuna'nın babası Prof. Dr Cevat Babuna ve amcası Prof. Dr. Cahit Babuna’yı Cumhurbaşkanlığı makamında kabul etmiş ve ilerlemelerle ilgili bilgi almıştır.
İstanbul Abdi İpekçi
Spor Salonu’nda Düzenlenen Kan Alma Organizasyonunu Sayın Berna Yılmaz ve Anavatan
Partisi Organize Etmiştir
İstanbul’da düzenlenen
ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşmiştir. Eski
Başbakan Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu
organizasyonu sahiplenmiştir. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP
Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda her
şeyin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli
defalar kamuoyuna açıklamışlardır. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik
izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştır.
Türk Silahlı
Kuvvetleri Tüm Birliklerle Kampanyaya Destek Vermiştir
Genelkurmay Başkanlığı, tüm
Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak
için talimat yayınlamıştır. Hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen
organizasyon için askeri spor salonu tahsis edilmiştir. Karadeniz Bölge
Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da kampanyaya katılarak kan vermiştir.
Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15.
Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak
binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile olmuştur.
Genelkurmay Başkanlığı’nın Kampanyayı Desteklemeleri İçin Tüm Kuvvet Komutanlıklarına Gönderdiği 20/2081 Sayılı Talimatı
Ege Ordu Komutanlığı’nın Kampanyayı Desteklemek İçin İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı İle Yazışması
Tüm bunların yanı sıra;
Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır,
Bursa Valisi Orhan Taşanlar gibi devletin en üst kademelerinden isimler bizzat kampanyaya
katılıp kan vermişlerdir.
Eski Başbakan ve dönemin DYP
Genel Başkanı Tansu Çiller TGRT Televizyonu’na 15 Nisan 1999 tarihinde
verdiği röportajda kan kampanyası için parti olarak nasıl seferber olduklarını
anlatmıştır. Dönemin İçişleri eski Bakanı Meral Akşener de, 26 Nisan
1999’da İzmit’te düzenlenen organizasyonda kan verirken, “Biz Oktar Babuna’ ya
bu manada çok şey borçluyuz, o bir rahatsızlığı gündeme getirdi” şeklinde
konuşmuştur. İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin
izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlenmiştir.
Dönemin Dışişleri
Bakanı İsmail Cem de,
başta Almanya olmak üzere Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerdeki
büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza talimat göndererek kampanyaya
destek vermelerini talep etmiştir.
1 C) "KANLARIN ABD'YE GÖNDERİLEREK ANALİZ ETTİRİLMESİ" KONUSUNA KARAR VEREN OKTAR BABUNA YA DA BİR BAŞKASI DEĞİL İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI'DIR.
Toplanan kanlar Emniyet müdürleri talimatıyla polis eskortları eşliğinde havaalanına götürülmüş, ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla Almanya ve ABD’deki dünyanın en iyi ve ünlü laboratuvarlarına gönderilmiştir. Çünkü o dönemde, Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlar çok kısıtlıydı. Örneğin Çapa Tıp Fakültesi’nin laboratuvarı günde sadece 4 kan örneğini analiz edebiliyordu. Ankara’daki laboratuvar da benzeri kapasitedeydi. Bu da toplanan yüzbinlerce örneğin analizinin on yıllara yayılması demekti. Oysaki kan örneklerinin ömrü sadece 24 saattir, öyle günlerce, senelerce bekletmek bunları ziyan etmek anlamına gelecektir. BU NEDENLE, KAMPANYANIN KARAR MERCİİ OLAN İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI KARARIYLA ANALİZLERİN YURT DIŞINDA YAPILMASI PLANLANDI. YANİ, "KANLARIN ABD'YE GÖNDERİLEREK ANALİZ ETTİRİLMESİ" KONUSUNA KARAR VEREN OKTAR BABUNA YA DA BİR BAŞKASI DEĞİL İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI'DIR.
Yurt dışındaki laboratuvarlara tahlil için gönderilen kan örneklerinin tamamı dönemin İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Faruk Erzengin’in bilgisi ve denetiminde gönderilmiştir. Sayın Dekan’ın bilgisi ve onayı dahilinde fakülte bünyesinde görev yapan yetkili doktorların imzasıyla kan örnekleri yurt dışına gönderilmiştir. Buna ait yazışmalardan biri aşağıda yer almaktadır.
YURT DIŞINA
GÖNDERİLEN KAN ÖRNEKLERİ İÇİN GEREKLİ LABORATUVAR GİDERLERİNİN ÖDEMESİ DE
DÖNEMİN İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ DEKANI TARAFINDAN YAPILMIŞTIR
Kan örneklerinin yurt
dışına gönderilmesi kararı gibi, yurt dışındaki laboratuvarlardaki çalışmalar
için gerekli ödemeler de İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı ve Vakıf Başkanı Prof.
Dr. Faruk Erzengin’in bilgisi ve yetkisinde gerçekleşmiştir. Kampanya
kapsamında toplanan yardımlar doğrudan devletini üniversitesinin vakfına
gitmiş, yapılacak ödemeler de bu vakıf tarafından organize edilmiştir.
Görüldüğü gibi ne kan örneklerinin yurt dışına gönderilmesinde ne de ilgili
laboratuvarlara ödeme yapılmasında Oktar Babuna ve arkadaşlarının bir dahli
yoktur.
Prof. Dr. Faruk
Erzengin Onayıyla Yurt Dışındaki Laboratuvarlara Yapılan Ödemelerin
Makbuzlarından Bazı Örnekler
2. KANLAR YURT DIŞINA DEVLET TARAFINDAN KAYIT ALTINDA GÖNDERİLMİŞTİR
Yukarıda belgeleriyle
ortaya koyduğumuz üzere kan örneklerinin yurt dışına gönderilmesi kararı
İstanbul Tıp Fakültesi Vakfına aittir. Bu kararın alınmasındaki sebep ise o
dönemde Türkiye’deki laboratuvarların yetersiz kalmasıdır. Bu kararın alınmasının
ardından kanların yurt dışına taşınmasının her aşaması da Devletin bilgisi ve
onayı dahilinde olmuştur. Yani;
Ø Devletin Üniversitesi kan
örneklerinin yurt dışına gönderilmesi kararı almış ve ödemesini toplanan
yardımlardan gerçekleştirmiş,
Ø Dönemin Cumhurbaşkanı kan
örneklerinin yurt dışına taşınması için THY’nın gerekli düzenlemeleri yapması
talimatını vermiş,
Ø Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz
kanların yurt dışına götürülmesi için uçağını tahsis etmiş,
Ø Kan örnekleri uçaklara Türk Polisi
tarafından taşınmıştır.
Aşağıda Sağdaki Fotoğraflarda Türk Polisi Tarafından Kan Örneklerinin Uçaklara Taşınması Görülmektedir.
Kan örneklerinin yurt
dışına gönderilmesi organizasyonunun baştan sona devletin bilgisi dahilinde
gerçekleştiğini gösteren bir diğer belge de dönemin New York Başkonsolosu Fuat
Tanlay’ın Türk Hükümeti adına çalışmayı yapan ABD’li laboratuvar ile yaptığı
yazışmadır:
1999 yılında toplanan kanların tahlillerini yapan Almanya’daki Stefan Morsch Vakfının kurucularından Susanne Morsch’un Temmuz 2018 tarihinde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik yapılan operasyonun hemen ardından, yaptığı açıklama da bir kez daha bu kampanyanın devlet tarafından organize edilip yönetildiğini ortaya koymaktadır:
“Çok fazla kurum işin içindeydi. Çünkü örnekler o kadar çoktu ki tek bir laboratuvar başa çıkamadı. Biz gönderilen örnekleri test ettik, bu kadar. O dönem ödemeyle ilgili bir sorun çıktığını hatırlıyorum çünkü o kadar çok örnek vardı ki. Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul Üniversitesi'nin hastanesi ödeyebilmek için para toplamaya çalıştı. Kan örnekleri için izin formlarını da onlar toplamıştı.”
…Testten sonra örneklere ne oluyor?
Morsch
“Belirli bir yasal süre var. O dönemin mevzuatına göre ne kadardı
hatırlayamadım. Örnekleri tutmak zorundasınız. O süre geçtikten sonra örnekleri
imha ettik" diyor…
Akıllardaki
diğer sorular da test talebinin resmi olarak kimden geldiği, sonuçların kiminle
paylaşıldığı…
Vakıf
yetkilisi Morsch o dönem Sağlık Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi'nden
yetkililiklerle temasta olduklarını söyledi:
"İstanbul
Üniversitesi'nden yetkililer izin formlarını kimden aldıklarını, sonuçlarla
ne yaptıklarını size anlatabilirler, onlara sormalısınız. Hatırladığım
kadarıyla, yaptığımız anlaşma uyarınca, bu İŞİN SORUMLUSU İSTANBUL
ÜNİVERİSTESİ'YDİ, BAKANLIĞIN DA BİLGİSİ VARDI.” (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)
3. BU KAMPANYA NETİCESİNDE TÜRKİYE’NİN İLK İLİK BANKASI KURULMUŞTUR
Ülkemizde, lösemi
hastalarına yardım etmek için yıllardır faaliyet gösteren Lösemili Çocuklar
Vakfı’nın yakalayamadığı başarıyı, birkaç ay içinde yakalayarak, onu çok
gerilerde bırakan böyle bir kampanyanın Türkiye’ye sağlayacağı imkânlar,
kampanyanın durdurulmasıyla heba edilmiş ve binlerce lösemili Türk vatandaşının
hayal kırıklığına sebep olmuş, belki de bir çoğu ölüme mahkûm edilmiştir.
Kampanyanın yarıda
bırakılmasından sonra dönemin Fazilet Partisi’ne mensup 20 milletvekili,bir
Meclis Araştırması Önergesi sunmuştur. 22.07.1999 tarihli bu önerge metninden
kısa bir alıntı şöyledir:
Ulusal kemik iliği bankası kampanyası, devlet tarafından desteklenmiş olup, sivil insanlar tarafından da çok büyük bir ilgiyle karşılanmış bir kampanyadır. Bu kampanya ile ilk aşamada lösemi hastası Dr. Oktar Babuna’ya uygun bir kemik iliği vericisinin bulunması, daha sonraki aşamada ise, Türkiye’de ulusal kemik iliği bankasının kurulması hedeflenmekteydi. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi gibi, devleti temsil eden kişi ve kurumlar tarafından desteklenerek, 160000 doku tahliline ulaşan ve kemik iliği bankasının fiilen kurulmasını temin ederek, sayıları 8000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının ilik bulma ve yaşama şansını yüzde 70’lere çıkaran böyle bir kampanyanın, Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulması, halkımız arasında hayret ve şaşkınlık ile karşılanmıştır.
Ancak tüm bu engelleme girişimlerine rağmen Kemik İliği Bankası kurulmuş ve bir çok insanın hayatının kurtulmasına da vesile olmuştur.
Resmi verilere göre bu
bankadaki verilerden faydalanılarak 1130 hastaya nakil yapılmıştır. Yani 1130 insan bu kampanya sayesinde hayat bulmuştur. Bugün hiçbir makul ve mantıklı izahı olmadan sırf ideolojik sebeplerle ya
da anlamsız bir kin ve nefretle kam kampanyası aleyhinde konuşmalar yapanlar
hayatı bu banka sayesinde kurtulan 1130 kişiden biri olsalar eminiz ki bu
cümleleri asla kurmazlardı. Söz konusu kampanyada emeği geçenlerin her biri
bugün lösemi hastaları ve yakınları tarafından sevgi, hürmet ve şükranla
anılmaktadır.
Binlerce insanın kurtulmasına vesile olan böylesine hayırlı bir işi sırf öfkelerinden, hasetlerinden dolayı engellemeye kalkışmaları ise kabul edilebilir bir durum değildir. O gün yaptıkları engelleme girişimleri yetmiyormuş gibi bugün aradan 20 yıl geçtikten sonra dahi akla mantığa sığmayan yorumlarla karalama yapmaya devam ediyor olmaları ise ibretliktir. Bu yaptıklarının iyiliğe, hayra, güzelliğe, fedakarlığa karşı bir eylem olduğunu dahi kavrayamadıkları görülmektedir. Müthiş bir nefretle hasetten kaynaklanan kontrolsüz bir kinle son derece akıl dışı iddialarda bulunan bu kişiler, kayıtlara raporlara belgelere baksalar her türlü bilgiye ulaşacak olmalarına rağmen sırf çirkinliği ile nefret pisliği ile konuşuyorlar ve yazıyorlar. Bir yakını kanser olsa Oktar Babuna vesilesiyle başlayan bu kampanya sayesinde şifa bulacak olan insanlar, hastalıklı bir öfkeyle Oktar Babuna ve arkadaşları aleyhine iftiralar atıyorlar. Çocuğuna, annesine babasına, kardeşine ilik aramanın zorluğunu hiç yaşamamış, çaresizliğin ne demek olduğunu bilmeyen, tek bir kan örneğine bir canın bağlı olduğunu düşünemeyenlerin bu sevgisizliği, katılığı, yüzeyselliği, anlayışsızlığı ve bencilliği hiç kuşkusuz tarihe onlar adına utanç olarak geçmektedir.
4. MİLLETİMİZİN GEN HARİTASININ ÇIKARILMASI İÇİN BÖYLE BİR KAMPANYAYA İHTİYAÇ YOKTUR. “KANLARIMIZI GERİ VERSİNLER” SÖYLEMİ DEHŞETLİ BİR CEHALETİN ÜRÜNÜDÜR
Bu çapta büyük bir organizasyonun hiçbir aşamasının devletin bilgisi, kontrolü, izni olmadan yürütülemeyeceği açıktır. Devletin imkanları olmadan sıradan insanların böyle bir kampanya gerçekleştirmesi, bağlantılar kurması, maddi destek sağlaması imkansızdır. Nitekim yukarıda sunmuş olduğumuz belgeler de durumun tam olarak bu şekilde olduğunu, kampanyanın her aşamasının en üst düzey devlet makamlarının bilgisinde yürütüldüğünü ispatlamaktadır.
Ancak bazı ufku dar, yüzeysel
düşünen ve hamasi konuşmalarla hayatını geçirenlerin “kendilerini devlet yerine
koyarak, devletin düşünemediğini düşünen ve bilen edasıyla” yaptıkları
yorumların bir kez daha cevaplanması gerektiği de görülmektedir. Bu kişilerin
kendilerince halkı galeyana getirmek ve hayrı engellemek için öne sürdükleri birçok
insanın da hiç düşünmeden tekrarladığı “kanlarımızı geri versinler”, “gen
haritalarımızdan biyolojik silah yapacaklar” hezeyanlarına cevap vermek
durumunda kalmak dahi aslında oldukça vahim bir durumdur.
Öncelikle kan örnekleri
ilelebet saklanan veriler değildir. Laboratuvarlarda alınan kanların
muhafazası için belirlenmiş uluslararası standartlarda süreler vardır. Bu
süreler dolduğunda kanların imha edilmesi yasal bir sorumluluktur. Bunun da
ötesinde kan konserve değildir, saklanması bir fayda sağlamaz. Belli bir
süre sonra bozulur.
Herkesin elinin altında internet olan bir çağda, arama sitelerine yazılacak tek bir cümle ile bile bulunabilecek bilgiden uzak bir cehaletle “kanlarımızı isteriz” demek her şeyden önce yakışık almamaktadır. İnternete “kan ne kadar süre saklanabilir” diye yazıldığında alınan cevapla, aradan geçen 20 yıldan sonra “kanlarımızı geri versinler” demenin ne kadar akıl dışı ve küçük düşürücü olduğu da açıkça görülecektir. Buna rağmen bu ısrarlı cehalet karşısında kan örneklerinin gönderildiği laboratuvarlardan birinin yetkilisi de bu konuda açıklama yapmak zorunda kalmıştır:
…Testten
sonra örneklere ne oluyor?
Morsch:
“Belirli bir yasal süre var. O dönemin mevzuatına göre ne kadardı
hatırlayamadım. Örnekleri tutmak zorundasınız. O süre geçtikten sonra örnekleri
imha ettik" diyor… (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)
Daha önce, Dönemin Sağlık Bakanı tarafından da mesnetsizce ve hiçbir bilimsel temeli olmaksızın ortaya atılan "genetik haritamızın çalınacağı" şeklindeki gülünç komplo teorilerine gelince bu iddiaların ne kadar akıl dışı olduğunu anlayabilmek için öncelikle bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar var:
T.C. Dış İşleri
bakanlığının verilerine göre hali hazırda yurt dışında 6.5 milyon Türk vatandaşı
yaşamaktadır ve bunların yaklaşık 5.5 milyonu Batı
Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa)
Yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın tamamı sağlık hizmetlerini bulundukları ülkelerde almaktadır
ve tüm sağlık taramalarını, kan tahlillerini bu ülkelerin kuruluşlarında
yapmaktadırlar. Yani yaklaşık 6.5 milyon Türk vatandaşına ait kan örnekleri
ve diğer bilgiler zaten hali hazırda dışarıda yabancı ülkelerin sağlık
kurumlarında mevcuttur.
Bunun yanı sıra her
yıl yaklaşık 10 milyon Türk vatandaşı çeşitli gerekçelerle yurt dışına seyahat
etmektedir. Bu kişiler gittikleri her lokantada yemek yedikleri tabaklara, su
içtikleri bardaklara hatta dokundukları her yere DNA izlerini bırakmaktadırlar.
Otelde yastık kılıfları, yere dökülen saçları, kullandıkları her şey genetik
harita avcılarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek niteliktedir. Ancak gerçekte
böyle avcılar olmadığından, kimsenin Türk milletinin genetik haritasıyla ilgili
bir alıp veremediği olmadığından ve bunu da aslında bu iddiaları öne sürenler
de dahil herkes çok iyi bildiğinden hiç kimse bu konuda önlem alma ihtiyacı
hissetmemektedir.
Sonuç olarak, söz konusu "kan kampanyası"nın, bugüne kadar öne sürülen tüm mesnetsiz, uydurma ve saçma iddialara rağmen, kapsamlı resmi denetim ve incelemelerle hiçbir şaibeli ya da esrarengiz yönü olmadığı açık ve net bir biçimde ortaya konmuştur. Türk Devletinin kendini koruma refleksinin ne kadar güçlü olduğu bilinen bir gerçektir. Devletimizin kendi eliyle yaptığı bir organizasyonda vatandaşlarımız ve ülkemiz için riskli, tehlikeli, şüpheli hiçbir şey olmayacağı, buna izin verilmeyeceği açıktır. İnsanların aklına şüphe düşürmek, amansızca karalamak yapmak, cehaletten nemalanarak taraftar toplamak ye da infial meydana getirmek amacıyla bu konuda yapılan tüm gayretler ise anlamsızdır. Hepsinden öte insan sağlığının ve hayatının söz konusu olduğu bir konuda böylesine cahilce yorumlar yapmak, acımasızlık ve vicdan körlüğüdür. Temennimiz bilmeden veya yanlış yönlendirildiği için bu hataya düşenlerin, yukarıda yer alan bilgileri tarafsız bir gözle okumaları ve bu bilgilerin doğrultusunda hareket etmeleridir.
İlgili Videolar
İlgili Diğer Başlıklar
- 1999 YILINDAKİ KAN KAMPANYASININ,DEVLETİN KURUMLARI TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN İYİ NİYETLİ BİR GİRİŞİM OLDUĞU HERKESÇE BİLİNEN BİR GERÇEKTİR. MÜSLÜMANLARA HÜSNÜ ZAN YAKIŞIR
- 1999 KAN KAMPANYASI TAMAMEN MEŞRU VE LEGAL BİR ORGANİZASYONDUR
- KAN KAMPANYASI ÇELİŞKİSİ
Etiketler: