Kamuoyunun yakından tanıdığı ve belli başlı davalarda basının tecrübelerine başvurduğu bir kişisiniz. Adalet ve demokrasi adına pek çok cihette pek çok haklı değeri savunduğunuzu görüyoruz.

Ancak bizim bildiğimiz ve inandığımız adalet laik bir sistemdir; insanları inançlarına, görüşlerine, ideolojilerine göre ayırmaz. Bir kişi sağcı olduğu için ona başka türlü bir adalet, solcu olduğu için başka türlü bir adalet uygulanması mümkün değildir. Adalet karşısında herkes eşittir.

Bu aslında, sizin de sürekli olarak dile getirdiğiniz sarsılmaz, değişmez bir demokrasi ilkesidir.

Ancak uygulamada kolaylıkla ve rahatlıkla bu temel ilkeyi görmezden gelmeniz, sizin gibi bir hukuk insanı açısından da ülkemizdeki adalet sistemi açısından da düşündürücü ve vahimdir.

Şöyle ki,

24 Nisan 2020 tarihinde Odatv haber sitesinde bir yazınız gündeme geldi. Bu yazıda, temel hukuk ilkeleri ışığında, şu an hali hazırda tutuklu bulunan Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Murat Ağırel hakkındaki iddianame ve genel uygulama ile ilgili eleştirilerinizi okuduk. Elbette kovuşturma aşamasındaki bir dava ile ilgili olarak yorum yapmak ve detaylara inmek bizim için mümkün değildir. Fakat burada eleştirdiğiniz bazı konulara, hukukun üstünlüğüne inanan, daima demokrasi yanlısı, Atatürkçü bireyler olarak hemfikir olmamak mümkün değildir.

Yazınızda, yukarıda adı geçen kişiler hakkında yargısız infaz yapıldığından bahsederek, demokrasiye inanan her Türk vatandaşının tepkiyle karşılayacağı aşağıdaki maddeleri sıralıyor ve bunların, Balyoz ve Ergenekon kumpaslarından aşina olduğumuz bir "FETÖ yöntemi" olduğunu belirtiyorsunuz. Yazınızdan satırları hatırlamak gerekirse:

"Bildiğim bu yöntemleri FETÖ’nün sıkça kullandığı…

  • İddianameler biz avukatlar verilmeden önce basına sızdırılırdı.
  • Kısıtlama kararı olan dosyalardaki ifadelere biz ulaşamazdık yandaş basında çarşaf çarşaf yer alırdı.
  • Savunma erişemesin diye mutlaka soruşturma açılır açılmaz kısıtlama kararı alınırdı.
  • Kısıtlama kararları adeta savcılığın çekmecesi içinde bulunurdu.

Bunların hepsi de var bu yeni kuşak ODATV soruşturma kumpası içinde…"

Bunların tümünün sıkça kullanılan bir FETÖ yöntemi olduğu yönündeki tespitiniz doğrudur. Keza FETÖ'nün devlet içinde güçlü olduğu dönem içinde camiamıza karşı açtığı soruşturmalar sırasında bu yöntemlerin hepsi camiamıza karşı da kullanılmıştır. Bu soruşturmaların ve camiamıza yapılan operasyonların kilit isimleri 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ya hüküm giymiştir ve şu an cezaevindedir ya da firaridir. Dolayısıyla, bunlar bizim de yakından müşahede ettiğimiz sinsi FETÖ yöntemleridir. 

Sizin bu yöntemlerin şu anda adı geçen gazetecilere yönelik olarak uygulanmasına verdiğiniz tepki haklı ve yerindedir. Onlar cezaevindeyken meydana gelen bu hukuksuzlukları basın yoluyla da dile getirebilmeniz, adaletin sesinin güçlü duyurulabilmesi için sevindiricidir. En azından bu yöntem ile söz konusu gazeteciler ile ilgili olarak bir kısım basın yoluyla yapılan yargısız infazı ortadan kaldırma ve kullanılan yöntemin hukuka uygun olmadığını dile getirme imkanınız doğmuştur. Bu, söz konusu gazeteciler açısından da hukuk ve demokrasi açısından da sevindiricidir. 

Hayret verici olan ise…

Söz konusu hukuk ilkelerini böylesine özverili şekilde savunan sizin gibi bir kişinin, "başkaları" mevzu bahis olduğunda tamamen tersine bir tutum göstermesidir. Bu "başkaları"nın ise genellikle ideolojinize sahip olmayan kişiler olduğunu görüyoruz. İdeolojiniz çatıştığında da bu temel hukuk değerlerinden taviz vermemeniz gerektiğini düşünüyoruz.

Halen, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandıkları davada müşteki vekili olarak yer almaktasınız. Davamızı çok yakından takip etmektesiniz. Bu davada, soruşturma aşamasında ve tüm cezaevi sürecinde, tıpkı şu an bahsini ettiğiniz gazeteciler gibi;

  • İddianamelerin avukatlarımıza verilmeden önce BASINA SIZDIRILDIĞINI,
  • Kısıtlama kararı olan dosyalardaki ifadelere avukatlarımızın ulaşamadıklarını ama bu ifadelerin BİR KISIM BASINDA ÇARŞAF ÇARŞAF YER ALDIĞINI,
  • Savunma erişemesin diye soruşturma açılır açılmaz KISITLAMA KARARI ALINDIĞINI
  • Kısıtlama kararının adeta SAVCILIĞIN ÇEKMECESİNDE DURDUĞUNU

en iyi bilen kişilerdensiniz. Hatta, davada sanıkların tutuklanacaklarını dahi, daha kararlar açıklanmadan, basından, hatta Odatv’nin internet sayfasından öğrendiklerini, cezaevindeyken ve kendilerine hiçbir savunma hakkı verilmemişken basında ağır ve gerçekliği olmayan ağır ithamlarla yargısız infaz yapıldığını yakından izlediniz. Şu anda gazetecilere yapılan yargısız infazı basın yoluyla gündeme getirerek eleştirebilmektesiniz. Ne var ki, ne o dönemde ne de halen camiamız adına savunmayı yapan tek bir medya kuruluşu bulunmamaktadır. 

Davamızda her suçlamanın sanıklara sonradan giydirilmeye çalışıldığını ve iddianamede TEK BİR SOMUT DELİL DAHİ SUNULMADAN nasıl aciz bir çaba harcandığını görmemiş olmanız mümkün değil. Bir başka deyişle, tıpkı savunmasını yaptığınız gazetecilerle ilgili tarifiniz gibi, "pantolon uyduramadık, ceket verelim" mantığının TAM OLARAK DAVAMIZDA UYGULANDIĞINI, SUÇ OLMADIĞI HALDE SUÇ ÇIKARTMAK için olağanüstü çaba harcandığını mutlaka farketmişsinizdir.

Yine yazdığınız bu yazıda, gazetecilerin davasında savcıların, soruşturma imparatoru ve FBI'ın kurucusu Edgar Hoover'in öğüdünü yerine getirdiklerini belirtiyor ve öğüdü hatırlatıyorsunuz:

“İthamı o kadar ağır, itibar kırıcı ve çok yönlü yapınız ki doğru olmasa bile yargıçlar ceza vermemezlik edemesinler…”

FBI'IN KURUCUSU VE EN UZUN SÜRE DİREKTÖRLÜĞÜNÜ YAPMIŞ J. EDGAR HOOVERAma bütün bunlara rağmen, davamızdaki adaletsizlikleri, hukuksuzlukları görmezden gelerek, hatta kimi zaman hakkımızdaki aleyhte konuşmalarla BU HUKUKSUZLUKLARI TEŞVİK EDEREK, KENDİ ADALET İNANCINIZLA ÇELİŞTİĞİNİZİ DÜŞÜNÜYORUZ.

Gördüğümüz kadarıyla sizin açınızdan iki dava arasındaki tek fark, iki kesimin savundukları farklı ideolojiler. Gazetecilerin savunduğu sol ideolojiye yakınlığınız, sizin üzerinizde, onlar açısından bu hukuk ilkelerinin işlemesi gerektiği kanaati oluşturmuş. Bu elbette çok doğru. Ancak sağ ideolojinin temsilcilerini BUNDAN AYRI TUTMANIZ, onlar söz konusu olduğunda bu hukuk ilkelerini GÖRMEZDEN GELMENİZ, onlara bu FETÖ uygulamalarını MUBAH GÖRMENİZ izaha muhtaçtır. Gazeteciler için geçerli olan ve iştiyakla, özveriyle ve cansiperane savunduğunuz adalet, NEDEN SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZ İÇİN GEÇERLİ DEĞİLDİR? Adaleti savunurken, adaletsizliği teşvik etmeniz sizi nasıl sözüne güvenilir bir hukukçu yapabilir? İdeolojik bakış açınız, ADALET DUYGUNUZUN ÖNÜNE Mİ GEÇMEKTEDİR? 

Yazınızda, adaletsizliğe karşı her yurttaşın Anayasaya sığınarak gerçeği haykırması gerektiğini, yeterli sayıda kimse bunu yapabilirse başarının kazanılabileceğini anlatan Albert Einstein'ın mektubuna vurgu yapıyor ve o mektubun son sözlerine yer veriyorsunuz: "Başarı kazanılamazsa, bu ulus köle olarak yaşamayı zaten kabullenmiş demektir." Adı geçen gazetecilere yönelik hukuksuzluklarda haykırıp, başkalarına yönelik hukuksuzluklarda SUSKUN KALIR, hatta HAKSIZLIKLARIN DESTEKÇİSİ OLURSANIZ o zaman ADALET ADINA BİR BAŞARI KAZANILAMAYACAĞI açıktır. Hukuksuzluklara karşı gerçekleri haykırmanız güzel; ama ideolojinizi paylaşmayan kişiler söz konusu olduğunda, yazınızdaki tabirle "başınızı devekuşu gibi kumun içine gömen" bir hukukçu mu olacaksınız? 

Sn. Ülgen, bahsettiğiniz adalet ülkemiz için, insanlık için ve tüm dünya olması gereken. Ama bunu savunurken eğer siz, karşı olduğunuz, sevmediğiniz, desteklemediğiniz kişi ve fikirlere negatif ayırımcılık yaparsanız, "adalet olsun; ama yalnızca bana!" zihniyetiyle hareket ederseniz, yarın bir gün bu yarım adalet anlayışı, sizin, ülkemizin ve insanlarımızın başına çok büyük dertler açabilir. Siz, bir hukukçu olarak eğer savunduğunuz değerleri hayatınızın her alanında yaşamaz ve yaşatamazsanız, yarın anlattıklarınızın doğruluğuna, daha da acısı Türkiye'de savunduğunuz gibi bir adalet anlayışının olabileceğine İNANAN KALMAYABİLİR. Adaletin savunuculuğunu yapmanız takdire şayandır. Ama SAVUNDUĞUNUZ ADALET, SADECE SİZİN SEVDİKLERİNİZİN DEĞİL; HERKESİNDİR. 

Kamuoyunun bilgi ve takdirlerine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski