Türkiye’de, milliyetçi ve dindar SAĞ GÖRÜŞÜN güçlü bir biçimde iktidara gelebilmesi için her şeyden önce bu görüşün felsefi ve ideolojik zemininin oluşturulması gerekmektedir. Bunun için de hiç şüphesiz, karşıt sol düşüncenin Darwinist–materyalist ideolojik hakimiyetinin ve etki alanının ilmen ve fikren tümüyle geçersiz kılınması şarttır.

İşte Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları bu amaçla, Türkiye için en gerekli ve en hayati, ancak bugüne kadar hiç yapılmamış en etkili, en akılcı ilmi ve kültürel faaliyetleri yaparak milli ve mukaddes değerleri esas alan SAĞ GÖRÜŞÜN İDEOLOJİK ZEMİNİNİ tüm ülke çapında inşa etmişlerdir.

Sayın Adnan Oktar’ın 1980’li yıllardan günümüze, yüce Kitabımız Kuran’ı Kerim'e dayalı modern İslam anlayışını savunan fikir ve yorumları ile, yoğun biçimde yürütmüş olduğu anti Darwinist, anti materyalist ilmi faaliyetler, yurt çapında milli ve manevi bilince sahip aydın, dindar bir neslin yetişmesine vesile olmuştur.

Türkiye'nin dört bir tarafında yıllar boyunca yürütülen bu kapsamlı ve geniş çaplı ilmi ve fikri faaliyetlerle milli-manevi şuuru gelişen ve güçlenen halkımız da sağ görüş etrafında toplanmaya, sağın milli, modern ve dindar liderlerini güçlü bir şekilde desteklemeye başlamıştır.

Hem merhum Sayın Necmettin Erbakan’ın 1995 genel seçimlerindeki en yüksek oyu alarak iktidara gelmesinde, hem de Sayın Erdoğan’ın 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanı seçilmesiyle başlayıp sonrasında katılmış olduğu her seçimde en yüksek oyu alarak başa gelmesindeki halk desteğinin altında hep aynı ideolojik ve felsefi zeminin etkisi bulunmaktadır.   

İşte, Refah Partisi’yle başlayarak günümüzde AkParti’yle devam eden, Sayın Erdoğan’ı daima güçlü bir şekilde iktidarda tutan geniş halk desteğinin sırrı bu temel sağ ideolojinin güçlü ve köklü olarak tesisinde saklıdır.

Hatırlanacağı üzere, 1990’lı yılların başında halk gözünde Refah Partisi algısı, "bağnaz din anlayışı ve uygulamalarını savunan, modernlikten uzak, Atatürk karşıtı", kısaca "gelenekçi" diye tabir edilen, dolayısıyla da toplumun geniş bir kesimlerini kucaklamaktan uzak bir parti olduğu şeklindeydi. 

Kuşkusuz, bu görünümdeki bir siyasi partinin Türkiye’de ancak çok sınırlı, marjinal bir seçmen kitlesi dışında oy alabilmesi mümkün değildi.

Ne var ki, Sayın Adnan Oktar’ın vesilesiyle gerek Sayın Erbakan gerekse Sayın Erdoğan ve doğal olarak da Refah Partisi, eski klasik imajını geride bırakarak modern çizgiyi benimsediğini gösteren çok büyük atılımlara imza attı.  

Sayın Adnan Oktar’ın teşvik ve katkılarıyla Refah Partisi çok modern bir vitrin görünümüne kavuşmuş ve sonucunda İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde tarihinde görmediği bir oy patlaması yaşamıştı. 1994 yerel seçimlerinden sonra Sayın Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı olmuş, 1995 genel seçimlerinden sonra ise Sayın Erbakan oylarını görülmedik bir şekilde artırarak Başbakan olmuştu.

Ancak, bunu izleyen dönemde Refah Partisi içinde gelişen modernizm ve yenilikçilik karşıtı akımla birlikte bir takım ihtilaf ve fikir ayrılıkları baş göstermiştir. Refah Partisi’nin modern ve yenilikçi çizgisini görerek oy veren modern kesimler de bu durum üzerine önceden vermiş oldukları desteği kesmeye başlamışlardır.

Bu arada modern, ilerici anlayışa parti içinde başlayan karşı çıkışın ardından Refah Partisi hakkında iktidardayken sözde bir irtica tehlikesi öne sürülmeye başlanmıştır. Refah Partisi’nin modern çizgiden gelenekçi ortodoks çizgiye yeniden dönmesi bahane edilmiş ve ardından 28 Şubat 1997 postmodern darbesi meydana gelmiştir. 

28 Şubat süreciyle birlikte önce Refah Partisinin, ardından ise Saadet Partisinin kapatılması gündeme gelmiş, Sayın Erdoğan da "MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİ ÇIKARDIK" diyerek eski partisiyle yollarını ayırmak durumunda kalmış ve 2001 yılında bir kısım arkadaşlarıyla birlikte AkParti'yi kurmuşlardır.

Sayın Erdoğan, "Milli Görüş gömleğini çıkardık" derken işin aslında, Sayın Adnan Oktar’ın öncülüğünü yapmış olduğu, Atatürkçü, Laik ve modern İslam anlayışını savunacaklarını, geçmişten gelen modernlik karşıtı, Batı düşmanı geleneksel ortadoks İslam anlayışını ise terk ettiklerini açıkça ilan ve ifade ediyordu.

Böylelikle, Sayın Adnan Oktar’ın öneri ve tavsiyeleriyle sağ görüşü savunan insanlar arasında Atatürk ve laiklik açıkça savunulmaya başlanıyor ve kadınlara değer veren, bağnazlıktan uzak, modern İslam anlayışı net bir şekilde ön plana çıkmış oluyordu.

Nitekim, Sayın Erdoğan sonraki süreçte sadece kapalı hanımlar ile değil, aynı zamanda açık ve dekolte kıyafetli hanımlarla da medya karşısına çıkmaktan, hanımlarla tokalaşmaktan çekinmiyordu. Yoksa, geleneksel ortodoks İslami çizgiye sahip bir yapı içinde bu tür tavırları rahatça sergilemesinin çok ciddi eleştiri oklarının hedefi olması kaçınılmazdı. Böylelikle, AkParti de yalnızca geleneksel din anlayışını savunan insanlar ya da sadece kapalı hanımlardan oluşan bir taban ve takipçi kitlesiyle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda toplumumuzun modern olarak adlandırılan kesiminden de samimi destek bulmuş oluyordu.

Ne var ki bu ciddi dönüşüme rağmen Sayın Erdoğan'ın, Türkiye’nin sahil kentlerinde ve modern semtlerinde yaşan insanlara, plajlardaki hanımlara, kulüplerdeki, diskolardaki gençlere, batılı yaşam tarzını tercih eden kesimlere yeterince ulaşamakta, kendisine ve partisine bu kesimlerden destek bulmakta zorlandığı görünen bir gerçekti. İşte, bu konuda da Sayın Erdoğan’a ihtiyaç duyduğu destek yine Sayın Adnan Oktar’dan gelmişti.

Zira, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, gerek sergiledikleri modern ve samimi dindar kimlikle, gerekse bu kimlikle gerçekleştirdikleri ilmi ve kültürel faaliyetlerle gerekse de toplumun her kesimini kucaklayan yaklaşımlarıyla, sahil kentlerinde ve modern semtlerde yaşan insanlara, gençlere, bikinili hanımlara rahatlıkla ulaşabiliyor, hitap edebiliyor, fikir ve görüşlerini aktarabiliyordu.

Elbette modern ve batılı yaşam tarzını benimsemiş kesimlerin iletişim kurabildikleri, hatta özendikleri böyle dindar bir modelin Sayın Erdoğan'a destek vermesi de bu insanları önyargılarından sıyrılmaya yönelten önemli bir ölçü teşkil etmekteydi.

Bu suretle Sayın Adnan Oktar, toplumun önemli bir kısmını oluşturan bu insanlarımızla Sayın Erdoğan ve AkParti arasında adeta bir köprü görevi üstlenmekteydi. Her vesileyle onlara, Sayın Erdoğan’a ve onun milli fikir ve politikalarına değer verilmesi ve destek olunmasının ülkemizin huzur ve refahı, geleceği, beka ve çıkarları bakımından son derece önemli olduğunu vurguluyordu.  

Ancak 2018 yılı ortalarına geldiğimizde, İngiliz Derin Devleti'nin gizli kuklaları olan bir takım karanlık odaklar tarafından SAYIN ERDOĞAN’I YALNIZLAŞTIRMAK, KENDİSİNE OLAN HALK DESTEĞİNİ VE GÜVENİ KIRMAK AMACIYLA adeta gizli bir start verilmişti. Sayın Erdoğan’a en büyük desteği veren kişilerin başında da Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları görüldüğü için bu sinsi kumpasa Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarından başlanmıştı.

Bu karanlık odakların yönlendirmeleriyle, camiamıza karşı husumet besleyen organize bir iftiracı çetesi tetikçi kullanılmış, bu çetenin değerli yargı ve emniyet mensuplarımızı yanıltarak yanlış yönlendirmeleri sonucunda ise 11 Temmuz 2018 tarihinde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik büyük bir polis operasyonu düzenlenmiştir.

Polis operasyonu ile eş zamanlı olarak medyada da, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında toplum nezdinde infial oluşturma amacıyla büyük bir itibarsızlaştırma ve karalama kampanyası başlatılmıştır. Bir yandan da oluşturulan bu infialle hayatları boyunca tek bir sabıkaları bile bulunmayan, hiçbir suça karışmamış masum insanların tutuklu olarak yargılanmaları sağlanmıştır.

Cumhuriyet tarihindeki belki de en ağır ve galiz hukusuzlukların, zulümlerin yaşandığı bu operasyon, gözaltı ve tutukluluk sürecinde SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZ HİÇBİR SUÇLARI OLMAMASINA, ALEYHLERİNDE EN UFAK BİR SOMUT DELİL DAHİ BULUNMAMASINA RAĞMEN, 2 YILA YAKIN BİR SÜREDİR CEZAEVLERİNDE SON DERECE ZOR VE SAĞLIKSIZ KOŞULLAR ALTINDA TUTULMAKTADIR. Her türlü insani, hukuki ve yasal talep ve başvuruları ise reddedilmektedir.

Dolayısıyla, söz konusu karanlık odaklar, Sayın Erdoğan’ı yalnızlaştırmak ve kendisine olan desteği azaltmak amacıyla başlatmış oldukları operasyonun bu aşamasında, şimdilik ve zahiren amaçlarına ulaşmış, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının Sayın Erdoğan’a olan desteklerini engellemiş gibi görünmektedirler.

ANCAK, ŞUURUNDA OLMADIKLARI EN ÖNEMLİ VE KESİN GERÇEK İSE DECCAL'İN BİR PLANI VARSA ALLAH'IN ÇOK DAHA ÜSTÜN BİR PLANI OLDUĞU, ALLAH'IN KAFİRLERİN FİTNE VE TUZAKLARINI SONUNDA MUTLAKA BOZUP BOŞA ÇIKARARAK KENDİ ALEYHLERİNE DÖNDÜRECEĞİ, DOSTLARINI VE SEVDİĞİ KULLARINI DA GÜZEL BİR İMTİHANDAN SONRA KURTULUŞA ÇIKARACAĞIDIR.



Daha yeni Daha eski