1999 Yılında Resmi Makamlar Tarafından Düzenlenmiş Oktar Babuna Kan Kampanyasının, Gıda İntolerans Testi Yapan Özel Bir Firma Hakkında Ortada Dolaşan İddialarla İlişkilendirilmesi Tümüyle Mesnetsiz Ve Hayal Ürünüdür


Geçtiğimiz günlerde Milliyet gazetesinde ve Kanal D televizyonunda yayınlanan bir haberde, camiamız hakkında hayal ürünü bağlantı ve kurgulara dayalı asılsız bir iddiaya yer verilmiştir.

Haberde, arkadaşımız Oktar Babuna’yla ilgili olarak 1999 yılında resmi devlet kurumları tarafından düzenlenmiş olan kan kampanyası, Türkiye'de gıda intoleransı testi yapan bir firmanın yurt dışına kan örnekleri göndermesi konusuyla anlamsız bir biçimde ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.

Gıda intolerans testi adı ardında yurt dışına kan kaçırdığı iddia edilen bir şirketin faaliyetleriyle 20 yıl önceki resmi Oktar Babuna kan kampanyası arasında tümüyle hayali ve olmadık bir bağlantı kurulmaya çalışılan asılsız haber, “Kanımızı ABD’ye kaçırdılar” şeklinde gerçek dışı sansasyonel bir başlık altında kamuoyuna servis edilmiştir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki haberlere konu olan YORKTEST GIDA İNTOLERANS ŞİRKETİ ve şirket sahibi ENVER GÜVEN'in camiamızla hiçbir ilgisi ve bağlantısı yoktur. Aksine, Yorktest'in sahibi Enver Güven bazı arkadaşlarımıza yönelttiği delilsiz ve dayanaksız gerçek dışı ithamlarla hakkımızdaki dava dosyasında müşteki sıfatıyla yer almaktadır. Bu nedenle, camiamızın hiçbir mensubunun kendisiyle her hangi bir konuda ortak hareket etmesi söz konusu değildir.


Yurt Dışına Kan Kaçırma İddialarına Konu Olan Yorktest Gıda İntoleransı Testi Firmasının Sahibi Enver Güven

Yorktest firması ve sahibi Enver Güven hakkında öne sürülen "yurt dışına kan kaçırma" iddiaları konusunda herhangi bir bilgimiz olmamakla birlikte söz konusu alerji testleri, resmi olarak belirlenmiş kanun ve kurallara, prosedürlere uygun olarak yürütüldüğünde tümüyle legal olan medikal testlerdir.

Kaldı ki gıda intolerans testinin yapılması için yurt dışındaki laboratuarlara analiz için yalnızca müşterilerden alınan kuru kan örnekleri gönderilmektedir. Bu kuru kan örnekleri, ise iddialarda öne sürüldüğünün aksine, Bakanlık ruhsatına tabi değildir.

Sağlık Bakanlığı’nın, 'Enfeksiyöz Madde ile Enfeksiyöz Tanı ve Klinik Örneği Taşıma Yönetmeliği’nin 2/2-d maddesinde, gıda intoleransı testlerinde de kullanılan kuru kan örnekleri hakkında şu ifadelere yer verilmiştir:

“Bu Yönetmelik, yurtdışına gönderilecek kategori A, kategori B örneklerinin veya bu örneklere ait nükleik asit örneklerinin ilgili makamlardan izin alınması dışındaki işlemler ile;

 KURU KAN damlası içeren preparatların veya kan damlası emdirilmiş kâğıt materyallerin, taşınması ile İLGİLİ İŞLEMLERİ KAPSAMAZ.

Görüldüğü gibi kanunda, gıda intoleransı testlerinde de kullanılan kuru kan örneklerinin yurt dışına gönderilmesi için Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsat, onay veya izin alınması gerekli kılınmamıştır. Yönetmelikte bu tür kanlar açıkça kapsam dışı bırakılmıştır.

NE VAR Kİ KANAL D VE BENZERİ İLKESİZ HABERCİLİK ZİHNİYETİNE SAHİP BİR KISIM MEDYA, SIRF CAMİAMIZ HAKKINDA OLUMSUZ KAMUOYU ALGISI ÜRETEBİLMEK ADINA, HALK ARASINDA KUTSAL BİLİNEN "KAN" KAVRAMI ÜZERİNDEN İNFİAL OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR. TÜMÜYLE MEŞRU VE LEGAL KONULARI ÇARPITARAK ÜRETTİĞİ BİR YALANIN DAHA ALTINA İMZA ATMIŞTIR. 

Günümüzde yurt içi ve yurt dışında oldukça yaygın biçimde uygulanan sözünü ettiğimiz gıda intoleransı testlerini, 20 yıl önceki 'Oktar Babuna Kan Kampanyası' ile akla ziyan bir biçimde ilişkilendirme çabası da aynı çarpık zihniyetin bir ürünüdür.


OKTAR BABUNA KAN KAMPANYASI TÜMÜYLE MEŞRU, LEGAL VE HER TÜRLÜ ŞAİBEDEN UZAK BİR ORGANİZASYONDUR

Bu noktada 1999 yılında ölümcül tip kemik iliği kanserine yakalanan mensubumuz Oktar Babuna için düzenlenmiş kan kampanyasına da değinmemiz gerekmektedir.

Zira Kanal D yukarıda bahsettiğimiz türden şüpheci, zorlama ve hiçbir delile dayanmayan bir bakış açısını söz konusu kampanyaya için de sürdürmüştür. O dönemde devletin desteğiyle ve öncülüğünde yapılan kan kampanyasında yurtdışına kan örneklerimizin kaçırıldığını iddia etmiştir.

Aslında bu iddia geçmişte de birçok kez tekrarlanmış, ancak her defasında ortaya koyduğumuz somut delillerle yalanlanmış iddialardan biridir. Camiamızı karalamak için belli aralıklarla kamuoyuna sunulan bu iddianın dayandırıldığı her mantık çarpıtmalardan ve iftiralardan oluşmaktadır. Şöyle ki;

Türkiye’nin Ulusal Kemik İliği Bankası’nı kurmak ve lösemi hastalığına yakalanan vatandaşlarımıza şifa olabilmek amacıyla 1999 yılı Mart ayı itibariyle kendisi de ölümcül lösemi hastalığına yakalanmış olan beyin cerrahı Dr. Oktar Babuna öncülüğünde büyük bir kampanya başlatılmıştır. Kısa zamanda yardımsever ve şefkatli Türk halkının büyük desteğiyle olağanüstü bir sivil hareket haline dönüşen kampanya, dönemin hükümetinden gazetecilerine, bakanlarından il sağlık müdürlerine neredeyse Türk halkının tamamının yoğun desteğiyle yürütülmüştür. Öyle ki, 3 ay gibi kısa bir sürede yaklaşık 150.000 kişi kan taramasından geçirilmiştir.

Kampanya tamamen legal yollarla, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütülmüştür. Kampanyanın sahibi ve para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı tespit edilmiştir. Vakfın Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin çalışmaların başında yer almıştır.

Kampanyanın en önemli destekçisi de bizzat dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel olmuştur. Hatta Sayın Demirel 28 Mart 1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etmiştir:

İlik Bankası’nın kurulmuş olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız. Bu hareketi başarıya ulaştıralım.” 

Sayın Demirel’in desteği sadece beyanat vermekle sınırlı kalmamış, toplanan kanların tahlil için yurtdışına gönderilmesi ile ilgili gümrük işlemlerinin kaldırılması ve kanların Türk Hava Yolları uçakları ile ücretsiz taşınması gibi birçok konuda kendisi bilfiil müdahale ederek yardımcı olmuştur.

İstanbul’da düzenlenen ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda yapılmış, Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu organizasyonu sahiplenmişlerdir. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda her işlemin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli defalar kamuoyuna açıklamışlardır. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştır. İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlenmiştir. Toplanan kanlar Emniyet müdürleri talimatıyla polis eskortları eşliğinde havaalanına götürülmüş ve ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla yurtdışına gönderilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı, tüm Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak için talimat yayınlanmış hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen organizasyon için askeri spor salonu tahsis edilmiştir. Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da burada kampanyaya katılarak kan vermiştir. Ayrıca Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15. Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile olunmuştur.

Kampanyanın ilerleyen aşamalarında bazı dedikodular çıkmış, devletimizin öncülüğünde düzenlenmiş bu hayırlı kampanya camiamıza husumetli bazı odakların yalanlarıyla durdurulmak istenmiş, bu yüzden kampanyayı düzenleyen ve destekleyen bazı yöneticiler ile yardım toplamaya yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve soruşturmalardan geçmiş, ancak bunların sonucunda söz konusu süreç boyunca hiçbir kanunsuzluğun ve usulsüzlüğün yaşanmadığı açığa çıkmıştır.


Kan Örnekleri Üzerinden Genetik Harita Çıkarıldığı İddiası Son Derece Gülünç ve Asılsızdır

Bu saçma iddiayı ortaya atanlar, yurt dışına kan gönderilmesiyle güya Türk halkının genetik bilgisinin diğer ülkelere ulaştırıldığını, bu bilginin de art niyetli bazı girişimlerde kullanılacağını ileri sürmektedirler. Bu gülünç ve saçma mantık bazı art niyetli çevreler tarafından, yukarıda bahsettiğimiz konular üzerinden dönem dönem kullanılarak camiamız zan altında bırakılmak istenmiştir.

Halkın konu hakkındaki teknik bilgi eksikliğinden ve başta da belirttiğimiz şekilde "kan" kavramının kutsallık algısından faydalanılarak bilim dışı uydurma tezlerle camiamız aleyhinde kara propaganda yürütülmüştür.

Oysa, biraz bile düşünüldüğünde söz konusu saçma iddianın bilim ve mantık dışı olduğu hemen görülecektir.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, herhangi bir kan örneği üzerinden bir ırkın genetik yapısının ortaya çıkarılması bilimsel olarak mümkün değildir. Günümüzde, HİÇBİR İNSANIN KANI TEK BİR IRKIN ÖZELLİKLERİNİ TAŞIMAMAKTADIR. Irkların tarih boyunca birbiriyle ilişkiye girmeleri sonucunda genetik özellikleri de birbiriyle karışmış, dolayısıyla tabiri caizse safkan bir Türk, Amerikan veya İngiliz kalmamıştır.

Ancak bir an için bu gerçeği bir kenara bırakıp, yurt dışına kan gönderilmesinin riskli olabileceğini varsaysak dahi, bu durumda bu risk zaten çok uzun yıllar önce meydana gelmiştir. Nitelim, uzun yıllardır yurt dışında yaşayan veya çeşitli sebeplerle yurt dışına gidip gelen vatandaşlarımızın birçoğu kanlarını zaten bulundukları ülkelerdeki çeşitli kurumlara, çeşitli nedenlerle üstelik de defalarca vermişlerdir. 

Dahası, kan vermemiş olanlar da, iddialara göre Türk halkının genetik bilgisine ulaşmak istediği ileri sürülen kesimlerin gerekli araştırmayı yapmakta kullanabilecekleri birçok genetik materyali yurt dışında uğradıkları yerlerde çoktan bırakmışlardır. Zira, bilindiği gibi genetik bilgi sadece kandan değil, saç, parmak izi, idrar, deri döküntüsü, vb. her türlü organik materyalden de kolaylıkla tespit edilebilmektedir. Yurt dışındaki çeşitli ülkelerde her gün binlerce Türk'ün gittiği kuaförlerdeki saçları toplamak bile kat kat daha fazla gen örneği toplanmasını sağlayacaktır.

Tüm bunların dışında, Türkiye’deki birçok kurum ve kuruluş da çeşitli tıbbi sebeplerle yurt dışına kan göndermektedir. Üstelik bu gönderiler çok uzun yıllardır devam etmektedir.

Özetle, çeşitli tıbbi gerekçelerle yurt dışına gönderilen kanlar üzerinden Türk halkının genetik haritasının çıkarıldığı iddiası son derece desteksiz, akıl ve bilim dışı, saçma bir komplo teorisinden ibarettir.

Sonuç itibariyle, camiamızın hiçbir mensubu devletimizin ve milletimizin aleyhine sonuç doğuracak, zarar verecek herhangi bir eyleme asla karışmaz, hiçbir zaman da karışmamıştır. Camiamızla ilgili ortaya atılan bu tür asılsız, gerçek dışı iddialar, her zaman olduğu gibi başını İngiliz derin devletinin çektiği komplonun parçalarıdır.

Basın-yayın kuruluşlarımızın bu komploya alet olmamaları ve her kesime karşı eşit, adaletli ve sadece doğrudan yana bir yaklaşımla habercilik görevini sürdürmeleri gerekmektedir. Bu tür bir habercilik anlayışıyla hareket edilmediği takdirde, sadece camiamızın değil toplumumuzun her kesiminin zarar gördüğü ve göreceği bugüne kadar yaşanmış birçok tecrübeden anlaşılmıştır. Tüm bu nedenlerle, Müslümanları birbirine düşürmeye yönelik şer faaliyetlere karşı tüm milletimizin acilen birlik olması elzemdir.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski