Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında verilen 10 biner yıllık rekor cezalar hukuk tarihinde birçok ilkin yaşanmasına sebep olmuştur. Sadece beyana dayanan, hiçbir somut suç ve suç unsuru bulunmayan bir dosyada böyle cezalar verilmesinin örneği daha önce hiç görülmediği gibi, hukuksuz yere 10 biner yıl ceza almalarına rağmen bu kadar itidalli, tevekküllü, neşeli, sevinçli, Devlete saygılı ve itaatli insanlar da hiç görülmemiştir. Başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere tüm arkadaşlarımız tarihe isimlerini altın harflerle yazdırmışlardır. 

Mahkemenin aldığı karara saygımız sonsuz Yüce Türk Adaletine güvenimiz tam olmakla birlikte bazı gerçekleri kamuoyu ile paylaşmak gerektiği kanaatindeyiz. Şöyle ki; 

1. 

Hiçbir Savcı ve Hakimin Bu Dosyaya Bakmak İstemediği Hukuk Çevrelerinde Yaygın Bir Duyumdur. Bu Durum, Savcı ve Mahkeme Heyetinin Özel Olarak Seçilip Getirildiği Şüphesini Akla Getirmektedir.

Malum olduğu üzere 11 Temmuz 2018 tarihinde Adnan Bey ve TBAV camiası mensubu arkadaşlarımıza yönelik olarak düzenlenen polis operasyonu ile birlikte eş zamanlı olarak medyada benzeri görülmemiş boyutta dehşet verici bir linç ve karalama kampanyası başlatılmıştı. Tüm bu amansız karalamalara karşın halkın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın masumluğuna tam kanaat getirmesi ve Adnan Bey’e sevginin ve teveccühün daha da güçlenmesi gerçeğinin yanı sıra yaşanılan sayısız hukuksuzluk da mazlumluğumuzun ispatı oldu.

Ne operasyondan 2 yıl öncesinde emniyet tarafından hakkımızda başlatılan olağanüstü teknik takip, inceleme ve espiyonaj çalışmalarında, ne de gece yarısı arkadaşlarımızın yaşadıkları 100'den fazla adrese eş zamanlı olarak gerçekleştirilen polis operasyonunda, itham olunduğumuz taciz, tecavüz, zorla alıkoyma, casusluk ve benzeri suçlamalara ilişkin tek bir somut bulgu veya delil elde edilememiştir. Bizlerden şikayetçi oldukları söylenen ve sözüm ona kendilerine taciz veya tecavüzde bulunulduğunu iddia eden kadın ve kızların hiç birisi de iddialarını destekleyecek ne biyolojik bir delil, ne Adli Tıp Kurumu'ndan bir rapor, ne somut bir bulgu, ne de bir şahit veya görgü tanığı getirememişlerdir. 

Dolayısıyla, medya tarafından hakkımızda oluşturulmak istenen ve insanları dehşete düşürmeyi amaçlayan imaja karşın, emniyet tarafından hazırlanan soruşturma dosyasında bizler aleyhine tek bir delil dahi bulunmamaktaydı, yani DOSYA BOMBOŞTU. Ancak kamuoyunda oluşturulan infial o derece büyüktü ki, yapılan emniyet sorgulamaları sonrasındaki tutukluluk değerlendirmesinde Adnan Bey ve arkadaşlarımızın tutuklanmaları kaçınılmazdı ve öyle de gerçekleşti. 

Emniyet tarafından hazırlanan fezleke hukuken bomboş olduğu için, aleyhimizde hiçbir delil olmayan bu dosyadan iddianame oluşturulması da böylesine bir dosyadan ceza verilebilmesi de ancak özel bir ekip ile mümkün olabilecek bir gelişmeydi. 

Nitekim, o ekibi oluşturabilmek amacıyla yürütülen çalışmaların 6 aydan uzun sürdüğü, hukuken içi boş olduğundan “ateşten gömlek” şeklinde tabir edilen bu dosyayı hiçbir savcının alıp iddianame hazırlamak istemediği, iddia makamının “dosyanın resmen kucağına atıldığından yakındığı” gibi duyumlar da sıkça dillendirilmişti. 

İddia makamının olmayan delillerden yeterince suçlayıcı bir iddianame hazırladığına kanaat getirildiğinde ise, bu kez iddianameyi kabul edip, yargılamayı yapacak mahkeme arayışına başlanmış, ancak mevcut delilsizlik durumu sebebiyle hiçbir hakimin bu dosyaya bakmak istemediği duyumları gündeme gelmiştir. Sonunda dosya, -hukuken yetki alanı dışında bulunmasına rağmen- Başkanı hakkında FETÖ incelemesi başlatılan 30. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilmiş ve hazırlanan bir kararnameyle heyette değişikliğe de gidilerek, adeta bir “Özel Mahkeme” kurulmuştur. 

2. 

Yerel Mahkeme Duruşmaları Adeta “Duruşma Yapmış Olmak İçin” Gerçekleştirilmiş, Bu Duruşmalarda Gerçekleşen İşlemler Tarafların İfadelerinin Alınmasından Öteye Geçmemiştir. Yani Bugüne Kadar Gerçek Bir Yargılama Yapılmamıştır. Dolayısıyla Esas Yargılama Yargıtay Aşamasında Gerçekleşecektir. 

Bu şekilde özel olarak seçilip oluşturulan bir mahkemeden çıkacak kararın sayısız hukuksuzluk ve usulsüzlük içereceği açıktır. Nitekim öyle de olmuştur. Söz konusu dava alakalı alakasız toplanan kişilerin ifadelerinin dinlenmesiyle fiili olarak gerçekleştirilmiş görünmekle birlikte hukuken asla gerçek bir yargılama yapılmamıştır. Az önce de bahsettiğimiz gibi içeriğinin hukuken bomboş olması ve medyada yürütülen karalama ve linç kampanyaları ile yargı üzerinde oluşturulan ağır baskı sebebiyle, “Ateşten Gömlek” diye tanımlanan dosyamız, davaya bakan 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da giyilmek istenmemiş, bu yüzden mahkemece hiçbir inceleme ve araştırma da yapılmamış, duruşmalar ulusal pandemi önlemleri dahi gözetilmeksizin adeta nefes almadan çılgın bir hızla yürütülmüş ve “biz kendimizi yakmayalım, bırakalım esas yargılamayı ve kararı üst mahkemeler (İstinaf ve Yargıya) yapıp versin” mantığıyla, olabilecek en üst cezalar verilerek, dosya alelacele ellerinden çıkartılmıştır. 

Yani, 30. Ağır Ceza Mahkemesinde aslen HUKUKİ ve ADİL diye tabir edilebilecek bir YARGILAMANIN YAPILMADIĞINI, mahkemenin dosyayı bir an evvel, deyim yerindeyse başından atarak, esas yargılama ve kararı üst mahkemelere bırakmış olduğu görülmektedir. Konuyu buna ilişkin istatistiki veriler üzerinden açıklamak gerekirse;

 Yapılan 180 duruşmanın tamamı yargılananlar, müştekiler ve avukatların ifade verme işlemlerinden ibaret olup toplamda 10 bin sayfa ifade alınmış, ancak yargılanan arkadaşlarımız ve avukatları tarafından mahkemeye iletilen savunmaya yönelik taleplerin tek bir tanesi dahi kabul edilmemiş, bunlara ilişkin mahkeme tarafından hiçbir araştırma veya incelemede ise bulunulmamıştır.

 İfade verme işlemleri sırasından mahkeme heyeti tarafından yargılanan arkadaşlarımız ile savunma avukatlarına yönelik baskı ve yıldırma taktikleri uygulanmış, birçok arkadaşımız ile avukatlarının yapmış oldukları savunmalar, mahkeme heyeti tarafından bağırıp çağırma ve türlü azarlamalarla kesintiye uğratılmış, kişilerin kendilerini özgürce savunmalarına müsaade edilmeyip, arkadaşlarımızın bir kısmının sözleri savunma esnasında kesilerek yerlerine gönderilmiş, hatta bazı avukatlar salondan zorla dışarı çıkartılmışlardır.

 Yargılanan arkadaşlarımız ve avukatları tarafından mahkemeye sunulan 30 bin sayfaya yakın savunma dilekçelerinin tek bir sayfası dahi mahkeme heyeti tarafından okunmamış, incelenmemiş ve değerlendirilmeye alınmamıştır.

 Savunma amacıyla dosyaya sunulan 80 bin sayfaya yakın delil ile bilimsel mütalaa ve uzman raporlarının tek bir sayfası dahi incelenmemiş, değerlendirmeye alınmamış ve alenen görmezden gelinmiştir.

 CMK'nın 134. maddesine aykırı yol ve metotlarla adli imajları olay yerinde ve savunma avukatları huzurunda alınmayan, dolayısıyla arkadaşlarımıza ait olmayıp, nerede ve ne zaman elde edildikleri dahi belli olmayan, dolayısıyla HUKUKEN HİÇ BİR GEÇERLİLİKLERİ BULUNMAYAN kimi dijital materyaller, KANUNA ve HUKUKA AYKIRI OLARAK sanki bizlere aitlermiş gibi kabul edilmişlerdir.

 Arkadaşlarımızın masumiyetlerinin en net kanıtlarından biri hükmünde olan, arkadaşlarımız ile kendilerine taciz veya tecavüzde bulunulduğunu iddia eden sözde mağdur ve müşteki kadınların aslında bir araya dahi gelmemiş olduklarını gösteren 4 bin sayfaya yakın cep telefonları HTS ÇAKIŞMA ve BAZ İSTASYONU RAPORLARI inceleme ve değerlendirmeye dahi alınmamış, görmezden gelinmiştir.

Açıkçası iddianameyi düzenleyecek savcı ile yargılamayı yapacak mahkeme özel olarak seçildiği gibi, mahkemenin vereceği karar da önceden özel olarak hazırlanmış ve yazılmış izlenimi vermektedir. Fiilen yerine getirilmesi bir yükümlülük olan duruşmalar usulen yapılmış ve karar duruşmasında Adnan Bey ve yargılanan arkadaşlarımıza verilen on binlerce yıllık mahkumiyet kararları çok daha önceden hazırlanıp yazılmıştır

Bunun en somut örneklerinden biri ise, yargılanan arkadaşlarımızın bazılarına “HİÇBİR YERDE GEÇMEYEN SUÇLAMALARDAN da CEZA VERİLMESİDİR.” Yani mahkeme tarafından verilen ceza kararları arasında öyleleri vardı ki, bu cezalar dava dosyasının hiçbir yerinde bulunmayan, iddia makamı tarafından iddianamede veya Esasa İlişkin Mütalaada da yer verilmeyen, dolayısıyla nereden çıktıkları belli olmayan suç ve suçlamalardan verilmiş olmalarıydı. 

Özetle, 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaların HUKUKİ ve ADİL OLARAK NİTELENDİRİLMELERİ MÜMKÜN OLMADIĞI gibi, mahkeme tarafların ifadelerinin alınması dışında başka hiçbir işlem yapmamış olduğundan, bunların bir YARGILAMA OLARAK NİTELENMESİ DAHİ MÜMKÜN DEĞİLDİR. 

Dolayısıyla, bu aşamadan sonra ESAS YARGILAMA kısmen İstinaf mahkemesinde ama ASLEN YARGITAYDA YAPILACAKTIR. Yerel mahkeme tarafından görmezden gelinerek incelenmeyen ve değerlendirilmeye dahi alınmayan binlerce savunma delili ile arkadaşlarımızın suçsuzluklarını alenen ispat eden - Tanınmış Ceza Hukuku Profesörleri ile Yargıtay Onursal Başkan ve Üyeleri tarafından hazırlanmış bulunan- onlarca bilimsel mütalaa, bu kez dosya üzerinden inceleme yaparak karar verecek YARGITAY tarafından detaylı olarak incelenecek ve yerel mahkemenin sayısı yüzlerle ifade edilen haksız, hukusuz, usule ve yasalara aykırı eylem, fiil ve kararları tamamen BOZULACAKTIR. 

3. 

Ulusal Basının Suçsuz İnsanlar Hakkında Verilen Haksız ve Hukuksuz Kararları Eleştirmek Yerine, Bundan Büyük Haz ve Mutluluk Duyarak, Zevk Çığlıkları Atar Şekilde Haberler Yapması Demokrasi Adına Kara Bir Lekedir.

Adnan Bey ve tüm arkadaşlarımızın, alenen masum olduklarını, yargılama dosyasında aleyhlerinde tek bir somut bulgu veya delil dahi bulunmadığını, yaklaşık 3 yılı aşkın süredir devam eden soruşturma ve yargılama süresince haksız ve hukuksuz pek çok karar ve uygulamaya maruz bırakılmış olduklarını ve yerel mahkeme tarafından verilen binlerce yıllık mahkumiyet kararların da hiçbir haklı sebebi veya hukuki dayanağı olmadığını bizzat ulusal basınımız da yakinen bilmektedir. 

Ancak, ne var ki uzun yıllardan beri, SOL GÖRÜŞÜ SAVUNAN BİR KISIM BASIN KURULUŞUYLA “Evrim Teorisinin geçersiz olduğunu ispat edip, canlıların Allah tarafından yaratılmış olduklarını” savunup anlatmamız sebebiyle ideolojik görüş ayrılıklarımız; SAĞ GÖRÜŞÜ SAVUNAN BİR KISIM BASIN KURULUŞUYLA ise, onların kafasındaki “Müslüman tiplemesine uymayan, Müslümanların da güzel, zengin, kültürlü, neşeli olabileceği, dans edip eğlenmenin İslam'a aykırı olmadığı, başı açık insanların da tertemiz Müslümanlar olup, hem namazlarını hem de tüm ibadetlerini yerine getirebileceklerini” savunup anlatmamız sebebiyle bazı fikir ayrılıklarımızın bulunduğu kamuoyunun da malumudur. 

Ne var ki bunların hiç birisi de herkesin gözü önünde gerçekleşen masum insanlara yönelik gaddarlık düzeyindeki acımasız uygulamalara göz yumup sessiz kalınmasına, bırakın sessiz kalmayı aksine bu yapılanlardan mutlu olup, adeta zevk çığlıklarını manşetlerine taşımalarının haklı bir gerekçesi olamazlar. Genç, kültürlü, kaliteli, nezih, medeni, topluma ve ülkesine faydalı olabilecek ve hepsinden de önemlisi hiçbir suçları hatta sabıkaları dahi olmayan masum insanların otobüslere doldurulup cezaevlerine atılmasından mutluluk duyulup zevk alınması içler acısı, acınılacak bir durum olup, fikri veya ideolojik gerekçelerle buna göz yumulmasının insani bir davranış olmadığı da ortadadır. 

Netice itibariyle ulusal basınımızın tamamı yayın ilkeleri yönünden demokrasi, hak, özgürlük, eşitlik ve adaleti savunduklarını birçok vesileyle ve sıklıkla dile getirmektedirler. Ancak doğru ve erdemli olan davranış, bu değerleri sadece kendi görüşlerini savunan, kendi tarafında olduğunu düşündükleri kimseler için değil, herkes için savunup yaşatmalarıdır. 

ADALET OLSUN AMA YALNIZCA BANA veya TARAFTARLARIMA” şeklinde bir yaklaşımın gerçek ADALET olmadığı, böyle sevgiden uzak bir zihniyetin yarın bir gün bunu savunanı da mağdur edeceği, bu anlayışın ülkemize gerçek bir demokrasi ve özgürlük getirmeyeceği de ortadadır. Açık konuşmak gerekirse, 40 yıl boyunca devletimizin gözü önünde ve apaçık şekilde, inandığı değerleri savunup anlatan, ilmi ve bilimsel faaliyetler yürüten Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının bir örgüt veya suç şebekesi olmadıklarını tüm vatandaşlarımız gibi sizler de açık şekilde bilmektesiniz. Bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, “Hukuk herkese lazımdır”, “sevgi, şefkat ve anlayışla yaklaşmayı” öğrenmedikçe de sorunların çözülmesi mümkün değildir. Bugün öfke ve husumetle hareket ederek masum insanları kumpasla hapsettirmeye çalışan, bir avuç devlet içine çöreklenmeye çalışan sevgisizlerin zihniyeti, bir gün elbet son bulacak olup, bugün imza atılan haksız ve hukuksuz uygulamalar, ileri de mutlaka kendilerini de hedefine alacaktır. İşte bu sebepledir ki: Hukuk ve Adalet herkes için gerekli olup, herkesin en doğal hakkı ve ihtiyacıdır.

Değerli Kamuoyunun bilgilerine sunarız. 

Saygılarımızla...

Daha yeni Daha eski