Zaman zaman basına yansıyan gerçek dışı haberlerin etkisiyle zaman zaman da önyargılardan kaynaklanan bazı soruların cevaplarını kamuoyu ile paylaşmakta fayda görüyoruz.



SORU –1–

Sizler örgüt gibi hareket eden bir arkadaş grubu musunuz? Yaptığınız tüm faaliyetler örgütlü bir faaliyet olarak görülemez mi? Ortada bir suç örgütü olmadığının delilleri var mı?


CEVAPLARIMIZ :

  • Bizler sadece Allah rızası için, samimiyetle ve iyi niyetle hareket eden, aynı inanca ve aynı ülküye sahip, inancımız ve ideallerimiz için her türlü fedakarlığa hazır, vatana aşık, Devlete itaatli, dindar bir arkadaş grubuyuz. Sayın Adnan Oktar beyin dürüstlüğü, candanlığı, tevazusu, azmi, cesareti ve temiz vicdanının her birimiz üzerindeki olumlu ve güzel etkisi, bizleri vatana millete faydalı insanlar haline getirmiştir. 40 yıldır Devletimizin gözleri önünde olan insanlarız, birden bire yerin altından çıkmadık, bugüne kadar hiçbir gizli saklı faaliyet içinde olmadık. Her şeyimizi ekranlarda milyonların gözü önünde yaşadık, ne düşünüyorsak, neye inanıyorsak milyonların gözü önünde anlattık. Kanunlarımıza hiçbir zaman saygısızlık yapmadık. Allah’ın sınırlarını koruduk. Bir hatamız ve yanlışımız olduğu söylendiğinde de eleştiriye hep açık olduk. Türk İslam Birliği’nin oluşması, İslam ahlakının dünyaya yayılması, Darwinizm ve materyalizmin bilimsel olarak yıkılması için örneğine az rastlanır bir gayret ve etkiyle yaptığımız kültürel faaliyetlerin malum çevrelerde oluşturduğu rahatsızlık zaman zaman camiamıza karşı kumpasların, komploların kurulmasına sebep olmuş, bu kumpaslar doğrultusunda defalarca “suç örgütü suçlamasıyla” karşı karşıya kalmışızdır. Ancak, her defasında Yüce Türk Adaleti bu kumpasları bozmuş, hukuki olarak da suç örgütü olmadığımız, bu tür illegal bir faaliyet ve yapılanma içinde olmadığımız ispatlanmıştır. 
  • Türkiye’de bir vakıf etrafında faaliyet gösteren sayısız dindar ve milliyetçi camia vardır. Cemaatler ve tarikatlar da ülkemizin kıymetli değerleridir. Örneğin Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerine sevgi, hürmet ve içten bir saygıyla bağlı olan, ona duydukları sevgiden hareketle bir araya gelmiş ve Kuran ahlakının yayılması için yıllardır özveriyle hareket eden Süleymanlı kardeşlerimiz, Mahmut Efendi Hazretleri’nin etrafından toplanmış İsmailağa camiası, birbirinden kıymetli Nur Talebeleri, her kesimden gence kapısı açık olan Menzil Cemaati, bir çok siyasetçimizin de tedrisatından geçtiği İskender Paşa Cemaati gibi birlikte hareket eden, ortak değerlere sahip, birbirine kardeş gibi sevip koruyan ve sahip çıkan, fedakar ve cefakar çok sayıda grup bulunmaktadır. Her birinin vakıfları, bu vakıflar bünyesinde gerçekleştirdikleri kültürel faaliyetleri vardır. Televizyon yayınları, radyoları, gazeteleri bulunmaktadır. Her bir camia kendi içinde kıyafetleri, zevkleri, üslupları, yaşam tarzları, dini yorumlama şekilleri tek bir yapı göstermektedir. Hatta öyle ki dış görünümüne, konuşma üslubuna, seçtiği kelimelere, kıyafet rengine hatta bıyık ve sakal modeline bakarak dahi hangi kişinin hangi cemaatten olduğunu anlayabilmek mümkündür. Tüm bunlarla birlikte, Süleymanlılar, Nur Talebeleri, Menzil cemaati, İsmail Ağa Camiası, İskender Paşa cemaati ve daha niceleri nasıl asla suç örgütü olarak görülemez ve değerlendirilemezse bizler için de suç örgütü ifadesinin kullanılması imkansızdır. Bu mümtaz cemaatlerin her birinin dini kendine göre farklı yorumlaması ve uygulaması, cemaat mensuplarının birbirleriyle ticaret yapmaları, birbirlerini koruyup kollamaları, aynı cemaat içinden evlilik yapmaları, düşünceleri doğrultusunda birlikte kültürel faaliyetler düzenlemeleri, vakitlerini birlikte geçirmeleri, aynı camide toplanıp aynı derneklerde bir araya gelmeleri nasıl suç olarak görülemezse bizlerin yaşantısında da suç olarak görülecek hiçbir yön yoktur. İnanıyoruz ki bizlere bu soruları yöneltenlerin bir çoğu da bu cemaatlerden herhangi birine mensup olmuştur ve bu gerçekleri bizden daha iyi bilmektedir.
  • 1999 yılında da -28 Şubat döneminin getirdiği ortam içerisinde- camiamıza yapılan operasyon sonucunda günümüzdeki aynı iddialarla “SayınAdnan Oktar ve arkadaşlarının suç örgütü olduğu” iddia edilmişti.O zaman da şimdi olduğu gibi hiçbir hukuki dayanağı ve somut delili olmadığı halde “İslamcılık kisvesi altında bir suç örgütü oluşturulduğu … İslam dinini kendine göre yorumladığı … Dini kuralları kendilerince değiştirdikleri … Sundukları imkan ve cazibelerle ya da gerçekleştirdikleri şantaj, komplo ve tehditlerle insanları kendilerine tabi kılmaya çalıştıkları … bu kişileri cinsel ve ekonomik yönden sömürdükleri bunu gerçekleştirmek için de baskıcı yöntemler kullanıp insanları yıldırmaya, korkutmaya sindirmeye çalıştıkları …” gibi sayısız iftiraya dayalı isnatlar ortaya konulmuştu. Ancak yargılama süreci bu iddia ve isnatların geçersiz olduğunu gözler önüne serdi.İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/26 Esas ve 2007/7 Karar sayılı dosyası ile suç örgütü yöneticisi ve üyesi iddiaları ile yargılanan kişiler hakkında beraat kararı verildi.Bu karar kesinleşti. Böylece bugün olduğu gibi o zaman da hakkımızda öne sürülen güya suç örgütü olma, sözde şantaj ve tehditlerde bulunma, cinsel taciz ve tecavüz olaylarının olması, infak adı altında gelir elde edilmesi gibi asılsız ithamlar her yönüyle araştırıldı, incelendi, değerlendirildi ve sonuç olarak TÜM BUNLARIN SADECE İFTİRADAN İBARET OLDUĞU HUKUKEN ORTAYA KONULDU.
  • O dönemde de aleyhimizdeki ithamlar hem hukuki hem de ilmi olarak çeşitli makamlar, bilirkişiler ve kurullar tarafından da değerlendirilmiştir. Sunulan sayısız mütalaa ve konusunda uzman yetkililerin verdiği raporlar gerçeklerin bu iftiralarla uyumlu olmadığını ortaya koymuştur:

– Sayın Adnan Oktar’ın kitapları hakkında İlahiyat Fakülteleri’nin ve konusunda uzman din alimlerinin hazırladığı raporlar bu kitaplarda Kuran’a ve sünnete uygun olmayan tek bir husus dahi olmadığını belgelemiştir.

– Sözde örgüt evi olarak gösterilmeye çalışılan evlerimizde konuk ettiğimiz sayısız Bakan, Milletvekili, bürokrat, akademisyen, aydın ve Türkiye’nin önde gelen insanları hayatımıza şahit olduklarını, evlerimize defalarca geldiklerini, örgütsel hiçbir faaliyet görmediklerini Mahkemeye yazılı beyanlarıyla bildirmişlerdir. Devleti yöneten bilgi birikimine ve tecrübeye sahip bu kişilerin en ufak bir örgütsel tutumu gözlemleseler ya da tanık olsalar asla bizlerin evlerinde konuk olmayacakları aşikardır.

– Çok sayıda profesör ve hatta hukuk fakültesinin ceza ve ceza usul anabilim dalı hocalarının, TCK’nu hazırlayan kıymetli hukuk insanlarının, hocaların hocası olarak kabul edilen zatların dahi tamamının hazırlamış oldukları mütalaalar da “suçun olmadığını ve suç örgütüne yönelik şartların kesinlikle gerçekleşmediğini, bu nedenle de suç örgütünün oluşmadığını” hukuk açısından bilimsel olarak ortaya koymuştur. Dosyayla ilgili olarak Almanya, İngiltere, İtalya gibi ülkelerde hukuk eğitimi veren Profesörlerden alınan mütalalarda da camiamızın bir suç örgütü olamayacağı delilleriyle anlatılmıştır. Dosyamıza, bir suç örgütü olmadığımıza dair mütalaa sunan isimlerden bazıları şunlardır:

PROF. DR. ERSAN ŞEN, PROF. DR. MEHMET EMİN ARTUK, PROF. DR. AHMET GÖKÇEN, PROF DR. BAHRİ ÖZTÜRK, PROF. DR. ÜMİT KOCASAKAL, PROF. DR. ÇETİN ÖZEK, PROF. DR. DOĞAN SOYASLAN, PROF. DR. EROL CİHAN, PROF. DR. A. CANER YENİDÜNYA, PROF. DR. TURHAN TUFAN YÜCE, PROF. DR. UĞUR ALACAKAPTAN,

OXFORD ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA KÖLN ÜNİVERSİTESİ, WASHİNGTON HUKUK KOLEJİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ, ROMA ÜNİVERSİTESİ, BARİ ÜNİVERSİTESİ, İTALYA CAMERİNO ÜNİVERSİTESİ, İTALTA URBİNO ÜNİVERSİTESİ, CASSİNİ ÜNİVERSİTESİ, FERRARA ÜNİVERSİTESİ, İNDİANA ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA MANHEİM ÜNİVERSİTESİ, PALERMO ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA REGENSBURG ÜNİVERSİTESİ, AVUSTURYA SALZBURG ÜNİVRSİTESİ, ALMANYA TUBİNGEN ÜNİVERSİTESİ CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ,

“SINIR TANIMAYAN AVUKATLAR” İSİMLİ İNSAN HAKLARI ÖRGÜTÜ’NÜN İTALYA ŞUBESİ BAŞKANI PROF. AV. PAOLO IORIO BAŞTA OLMAK ÜZERE, ORDİNARİUS PROF. DR. WALTER GROP, İNGİLTERE “INSS OF COURT SCHOOL OF LAW” HUKUK EĞİTMENİ ADRIAN EVITTS, CEZA HUKUKU TULLIO GALLIANI.

Özetle, şu anda dosya kapsamında korkutma, zorlama ve yıldırmayla alınan gerçek dışı beyanlar haricinde tek bir somut delil bulunmamaktadır. O zaman olduğu gibi şimdi de bu iddiaların hukuki bir değeri yoktur. Bu, hukuki delillere dayanan bir suç örgütü davası değil, yerli ve milli olduğumuz için, Darwinizme ve materyalizme ilmi darbe indirdiğimiz için, Hükümetimizin ve Devletimizin yanında olduğumuz için, Müslümanların aydınlık yüzü olduğumuz için, İngiliz derin devletinin oyunlarını ifşa ettiğimiz için düzenlenen bir linç ve imha operasyonudur. Bu operasyon o zaman da başarılı olamamıştır, şimdi de başarılı olamayacaktır.


SORU –2–

Aranızda hiyerarşik bir yapılanma var mı? Yargılananların duruşma salonunda Adnan Oktar’a gösterdikleri sevgi ve ilgi, verdikleri ifadelerde birbirlerine sevgilerini anlatmaları ve Adnan Oktar’a hürmetlerini dile getirmeleri ortada hiyerarşik bir yapılanma olduğu anlamına gelmez mi? 


CEVAPLARIMIZ :

  • Her şeyden önce gerek eğitimimiz gerek içinde bulunduğumuz sosyal çevre, gerek kişiliklerimiz sebebiyle aramızda hiyerarşik bir yapılanma olması teknik olarak mümkün değildir. Bizleri tanıyan herkesin yakından bildiği bu gerçek yargılama süresince Mahkeme huzurunda da müşahade edilmiştir. Bizlerin herhangi bir kişiden talimat alması ya da bir insana talimat vermesi kabullenebileceğimiz bir durum değildir. Bizler talimatımızı sadece kendi vicdanlarından alan hür iradeye ve vicdana sahip insanlarız. Eğer bir iyilik yapmak için, Kuran ahlakını yaşamak için, güzel ahlak göstermek için talimat almamız gerektiği iddia ediliyorsa bu aslında bizlere yönelik bir nevi hakaret gibi olur. Bizlerin iman, vatan, millet için hizmetleri talimatların değil içimizden gelen coşkunun neticesidir. Üstelik birçoğumuz birbirimizi neredeyse bir ömür boyudur tanımaktadır. 30 yılı aşkın dostluğumuz içinde kimsenin kimseye Kuran’da bildirildiği gibi “takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” Bu üstünlük de ancak Allah Katında ve takdirindedir. Bizler, “Allah yolunda kurşunla kaynatılmış gibi” birbirini çok seven ve değer veren kardeşleriz.Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hikmetle ifade ettiği gibi, “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyeti takınamaz” inancına sahibiz. 
  • Sayın Adnan Oktar’a olan sevgimiz ve hürmetimiz ise her birimizin kendi hayatımızda bizzat şahit olduğumuz güzelliklere dayalı, içten gelen, engellenmesi ve durdurulması ise mümkün olmayan samimi bir duygudur. Bu, Adnan Oktar Bey'den yıllar boyunca gördüğümüz karşılıksız sevgi, ince düşünce, nezaket, saygı ve içtenlik; her durumda kendisinden önce hep Müslümanları düşünüyor olmasına binlerce defa tanık olmamız, hayatının her anına hakim olan müthiş fedakarlık, hamiyet ve akıl, Allah aşkı ve Allah korkusu, Kuran’a titizlik, insanları ısrarla hep iyiye ve güzelliğe çağırması, asla bir insandan vazgeçmemesi, hep sabırlı, şefkatli ve merhametli olması, her zaman sözün en güzelini söylemesi gibi yüzlerce somut delile dayalı, aklen ve kalben oturmuş bir sevgidir.Böyle samimi bir sevgi engel tanımaz. Dostların ve kardeşlerin birbirine sevgi göstermesi de yerle mekanla sınırlı olmaz. Mahkeme salonunda da olsak sarayda bir davette de bulunsak önceliğimiz her zaman sevdiklerimize ilgimiz, alakamız, güzel söz ve bakışlarımız, inceliğimiz, nezaketimizdir. Bizlerin Kuran’dan ve Peygamberimiz (sav)’in üstün ahlakından aldığımız ders budur. Dolayısıyla, Adnan Oktar Bey’e mahkeme salonunda gösterilen teveccüh herhangi bir hiyerarşinin değil, insanların büyük çoğunluğunun belki de hayatında hiç yaşamadığı o yüzden de gıpta ile izlediği coşkulu bir sevginin tezahürüdür. Kanunlarımıza göre ise sevgi suç değildir.
  • Bu güzel sevginin örnekleri Türk Siyasi hayatı içinde de çokça görülmektedir. Örneğin Sayın Turgut Özal, Sayın Süleyman Demirel, Sayın Erbakan Hocamız hep ehli tarik insanlardı. Sayın Cumhurbaşkanımız da ehli tarik bir insandır. Kendisinin sık sık tarikat ve cemaat büyüklerini ziyaret edip ellerini öpmesi, yanlarında hürmet ve saygı ile bulunması nasıl ki hiyerarşik bir yapılanma anlamı taşımıyorsa bizlerin sevgisinin de hiyerarşik bir yönü yoktur. Ak Partili birçok milletvekilimiz ve bakanımızın Menzil Cemaati başta olmak üzere çeşitli cemaatlere çok yakın olduğu bilinen bir gerçektir. Benzer şekilde bürokraside, akademide, devletin çeşitli kademelerinde çok sayıda ehli tarik insan vardır. Bilinen bazı hukukçu profesörlerimiz de ehli tariktir. Bu onların bir hiyerarşi içerisinde hareket ettiği ya da suç işlemek için ya da başka bir nedenle emir aldığı anlamına gelemez. Nasıl ki bazı devlet büyüklerimizin, siyasilerimizin, akademisyenlerimizin, hukukçularımızın farklı cemaatlerin mensubu olması hiyerarşik bir yapının içinde olmak şekliden değerlendirilemezse aynı şekilde Adnan Oktar ve bizler de bu anlayışa değerlendirilemeyiz.
  • Kaldı ki o mahkeme salonunda başka bir camia yargılanıyor olsa, örneğin Süleymanlılar grubunun davası söz konusu olsa aynı sevgi o camiadan kardeşlerimiz tarafından büyüklerine karşı da gösterilecektir. İsmailağa cemaati yargılanıyor olsa ve salona Mahmut Efendi Hz.leri girse haklı olarak kardeşlerimiz büyük bir hürmet göstereceklerdir. Bunu bir suç örgütü yapılanmasına özgü hiyerarşik bir tutum olarak algılamak en hafif tabiriyle imani sevgiyi bilmemekten kaynaklanıyor olabilir. Bunun yanı sıra bir üniversite hocası, bir sevilen bir hukuk profesörü bir toplantı salonuna girdiğinde nasıl talebeleri tarafından ilgiyle karşılanıyorsa, yıllarını insanlarım maneviyatına vermiş insanların da ilgi ve sevgiyle karşılanması olağandır. 
  • Şunu da ifade etmek gerekir ki, katı hiyerarşinin olduğu ortamlarda sevgi olmaz. Sadece korku, dehşet, aklın dumura uğraması ve gerginlik olur. Adnan Oktar beye yönelik coşkulu sevgi ve ilgi ise tek başına bizlerin arasında hiyerarşik bir yapı olmadığının, bir ast üst ilişkisi bulunmadığının, talimatla hareket etmenin asla söz konusu olmadığının en açık ve net ispatıdır. 


SORU –3–

Dosyada mağdur ve itirafçı olarak gösterilen kişilerin anlatımlarında yer alan cinsellikle ilgili ithamları nasıl açıklıyorsunuz? Bunlar örgütsel bir eylem midir? 


CEVAPLARIMIZ :

  • Dosyada mağdur, müşteki ya da itirafçı olarak gösterilen kişilerin beyanları hür iradelerinin ürünü değildir. Üstelik bu beyanların hiçbiri somut delillerle desteklenmemiş, afaki nitelikte ve hukuki değeri olmayan beyanlardır. Ortada dev bir kumpas vardır ve bu kumpas kapsamında arkadaş çevremizden çoğu genç kız ve kadın, pek çok kişi gerek operasyondan hemen önceki dönemde gerekse bir kısmı tutuklanıp cezaevine konulduktan sonra baskı ve tehditlerle korkutularak zorla sahte müşteki ve sözde itirafçı yapılmışlardır. Bunun sonucunda bu zavallı insanlar, ömürlerinin sonuna kadar hapislerde çürümemek adına, müvekkilim de dahil çoğu 10-20-30 yıllık arkadaşları aleyhinde istemeden de olsa kumpasçılar tarafından özel kurgulanmış iftira içerikli yalan beyanlar vermeye, hayal ürünü, gerçek dışı hikayeleri ve senaryoları sözde itiraf adı altında anlatmaya ve bunların yazılı olduğu "dayatılmış" ifadelerin altını imzalamaya MECBUR BIRAKILMIŞLARDIR.
  • Ekim 2017 tarihinden itibaren, bizlere yönelik sosyal medya üzerinden yoğun ve sistematik bir tehdit ve hakaret kampanyası başlatılmıştır. Bu paylaşımlarda bizlerin evlerimizden polis tarafından alınacağımız, haksız yere hüküm giyeceğimiz, cezaevine girdikten sonra bir daha ömür boyu cezaevinden çıkamayacağımız, gün ışığı görmeyeceğimiz, hapislerde çürüyeceğimiz, medya ve sosyal medya üzerinden karalanarak rezil edileceğimiz, bir daha insan içine çıkmayacağımız, işlerimizden kovulacağımız, sosyal çevre ve statülerimiz kaybedeceğimiz, malımıza, mülkümüze, şirketlerimize, tüm mal varlıklarımıza el konulacağı vb tehditlerle, hem arkadaş çevremiz hem aileleri hem de yakın çevreleri korkutulmuştur. Bu mafyavari baskı ve tehdit faaliyeti ile, operasyona zemin sağlayacak, yalan beyan ve iftiraların söylettirildiği ilk sözde şikayetçi ve itirafçı grubu devşirilmiştir.
  • Bu psikolojik savaş yöntemini uygulayan kişiler, hem ellerinde arkadaşlarımıza ait şantaj görüntüleri olduğunu söyleyerek arkadaşlarımızı korkutma, hem de bu hayali görüntülerin bizler tarafından çekildiği iftirasını atarak arkadaşlarımızda bize karşı nefret körüklemişlerdir. Bazı arkadaşlarımıza eğer yalan beyan vermez ve şikayetçi olmazsan “mali imam olarak tutuklanacaksın” gibi uydurma suç isnatlarında bulunulmuş, ömür boyu hapisten çıkamayacaklarına, bu operasyonun 1999 yılındaki operasyona benzemeyeceğine, defalarca müebbetle yargılanacakları ve mavi gökyüzünü bir daha göremeyecekleri tehditleriyle korkutulmuşlardır. Sürekli olarak devlet kurumlarını sanki kendilerinin yanındaymış gibi göstermeye çalışan bu kişiler, güya "operasyona devletin karar verdiğini", "DEVLETİN ÜSTÜMÜZÜ ÇİZDİĞİ"ni, o yüzden masum dahi olunsa (sözde) itirafçı olma dışında hiçbir kurtuluş yolu olmadığını söylemişlerdir. Öyle ki bazı arkadaşlarımız, bu yalanlar karşısında dehşete kapılmışlardır. Özellikle maddi durumu iyi olmayan ve sözde müşteki ya da etkin pişman olmaya zorlananların hepsi sadece kendilerinin değil, aile ve yakınlarının, anne babalarının da tüm para, mal, mülk ve varlıklarına el konulup yoksul, sefil bir hayat sürmekle, tutuklatılmakla, hapse atılmakla, eğer tutuklanmışsa ölene kadar hapislerde çürümekle tehdit edilmiş, kumpas çetesi müşteki olmayı kabul etmeyen arkadaşlarımızın ve ailesinin tüm banka hesaplarına el koydurtarak tehditlerinin boş tehditler olmadığını göstererek yine korku salmışlardır. Çoğu en az 20-30 YILLIK ARKADAŞLARI OLAN, KARDEŞLERİ GİBİ SEVDİKLERİ İNSANLAR hakkında akla hayale gelmeyecek çirkin ve asılsız iftiraları, adeta perde arkasından talimat alırcasına –ve kanaatimizce içleri yana yana- sarf etmeye mecbur bırakılmışlardır. Dolayısıyla dosyanın temel çatısını oluşturan bu hayali beyanlar somut hiçbir bulguyla desteklenmediği gibi söz konusu kişilerin hür ifadelerini de yansıtmamaktadır. Gerçeklerle de hiçbir ilgisi yoktur. 
  • Şu da açık bir gerçektir ki Türkiye’de cinsellik elde etmek için dini bir görünüm altında olmak, bir vakıf etrafında toplanmak, binlerce konferans vermek, insanlara gece gündüz Allah’ın varlığının delillerini anlatmak, hiçbir gelir almadan kitaplar yayınlamak gibi faaliyetlerde bulunmak gerekli değildir. Sokakta cinsellik özgürce yaşanmaktadır. Bizlerin amacı eğer cinsellik olsaydı bunu elde etmek için bunca fedakarlığa ve hizmette bulunmamıza gerek olmazdı. Maddi ve fiziki imkanlarımız ve içinde bulunduğumuz sosyal çevre istediklerimizi fazlasıyla elde edebileceğimiz imkanları da bize sunmaktadır. Ancak bizler Allah’tan korkan, helal yaşamak isteyen, Kuran’ın sınırlarını korumak için itina gösteren iffetine, namusuna düşkün müminleriz. Bizler hiçbir gayri meşru hayat içinde olmadık, olmayız. Kanunlarımıza saygımızın ötesinde Allah’tan korkumuz asla böyle hayat içinde yaşamamıza müsaade etmez.
  • Ayrıca cinsel taciz, tecavüz gibi suçlamaları somut olarak ispatlamak oldukça kolaydır. Sayfalar dolu itham ve iftira, 4 bin sayfa dolusu yazı yazılacağına ortaya tecavüzün delili olacak tek bir iç çamaşırı, doku örneği, tıbbi rapor, vs. konulabilmesi gerekirdi. Ancak amaç hukuki bir dosya sunmak değil amansız bir karalama kampanyası yapmak olduğu için hiç yaşanmamış kurgu hikayeler, akıl almaz çirkin ve ahlak dışı anlatımlar çarşaf çarşaf yazılmıştır. Bir kadının veya genç kızın kendi hakkında asla söylemeyeceği sözler bu masum kadınlara zorla ve baskıyla söyletilmiştir. Tüm bu durum anlatılanların koskoca bir yalandan ibaret olduğunu açıkça göstermektedir.


SORU –4–

A9 TV yayınlarındaki müzik, dans, dekolteyi nasıl açıklıyorsunuz? Tüm bunlar bir operasyonun yapılmasını gerekli kılmıyor muydu? 


CEVAPLARIMIZ :

  • Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki arkadaş camiamız, toplumun her kesiminden ve çok farklı sosyal çevrelerden gelen insanların inanç ve ülkü birlikteliği, sevgi ve dostluk bağı altında biraraya geldiği bir camiadır. İçimizde dekolte giyinen hanımlar olduğu gibi çarşaf veya başörtüsü kullanan hanımlar da bulunmaktadır. Dans etmeyi, eğlenmeyi, cemiyet hayatı içinde olmayı seven arkadaşlarımız olduğu gibi daha mutaassıp ve sade yaşayan arkadaşlarımız da vardır. Bizler hiçbir arkadaşımızın yaşam tarzına, inancına ve hayatına karışmayız. Kimseyi tek tip olmak için zorlamayız. Dolayısıyla, bizlerin arkadaşlarımızın nasıl giyindiği, nasıl yaşadığı, nelerden zevk aldığı, neleri yapıp neleri yapmadığı konusunda bir dayatma yapmamız ya da onları istemedikleri bir şeye zorlamamız asla söz konusu değildir. Her insan kendi vicdanıyla anladığı ve kavradığı kadarıyla dini yaşar. 
  • Arkadaş camiamız içinde hakim olan bu anlayış aslında Türkiye’de toplum ortalaması ve genelinin de bir yansımasıdır. Farklı kültür ve inançların bir arada asırlardır kardeşçe yaşadığı ülkemizde, muhafazakar ve modern kesim de içiçe yaşamaktadır. Dahası her yıl kıyı bölgelerde yüz binlerce kadın bikini ile denize girmekte, plajlarda kadınlı erkekli yan yana bir nevi iç çamaşırı olan mayolarla yatıp uzanmakta, akşamları eğlence mekanlarında oldukça dekolte kıyafetlerle dans edip eğlenmekte, en ücra bir Anadolu kasabasındaki, köyündeki düğünde dahi kadınlar erkekler kolkola girip birbirine adeta yapışık vaziyette halay çekmektedir. Hemen her haftasonu gidilen pikniklerde davullar zurnalar çalınmakta, neredeyse tüm mahalle birlikte dans edip eğlenmektedir. Bu ülkede hangi gazeteyi açsak, hangi haber sitesinin internet sayfasına girsek ya “sayfa güzeli”, ya “cesur pozlar” ya “en moda bikini tavsiyesi” ya “şok frikik”le ilgili onlarca fotoğrafla karşılaşmak olağan bir durumdur. Magazin haberleri saatlerce, evlilik dışı ilişkileri, yeni aşkları, maceraları, kaçamakları adeta överek anlatmakta, gençlere bir yaşam modeli olarak sunmaktadır.
  • Ülkemizin televizyon kanallarında her gün 7/24 yayınlanan ve milyonlarca insan tarafından takip edilen yerli-yabancı dizilerde mini etekli, şortlu, bikinili, taytlı, vücut hatlarını tümüyle ortaya koyan, hatta kimi zaman neredeyse transparan giyimli hanımlar, duştan yeni çıkmış erkekler, havuz kenarında parti yapan gençler günlük sıradan görüntüler arasında yer almaktadır. Yine birçok film ve dizide, eşini aldatan kadınlar, metresiyle yaşayan iş adamları, gayri meşru çocuğu olan insanlar hayatın doğal bir parçası olarak anlatılmakta, tüm bu anormallikler insanlara gayet normal, meşru, sıradan olaylarmış gibi telkin edilmektedir. Bu ülkenin televizyon yayınlarında, yarışma programlarında makyajlı erkekler dahi olağan karşılanmakta hatta en çok izlenen programlar arasında yer almaktadır. Neredeyse tüm dergiler, büyük gazetelerin bazı köşeleri flörte davet yazıları, evlilik öncesi cinsel ilişki tavsiyeleri, kadınlara "erkekleri avlamak için" nasıl daha çekici olabileceklerinin önerileriyle doludur. En çarpıcı ve şuh fotoğraf nasıl çektirilir, ne tür pozlarla sosyal medyada ilgi çekilir ve daha çok takipçi kazanılır yazıları en çok okunanlar arasında yer almaktadır.
  • Bu ülkede en üst düzey siyasetçiler ve devlet adamları dahi katıldıkları davetlerde hanım sanatçılarla birlikte şarkı söylemekte, konserlerde en ön sıralarda tempo tutarak şarkılara eşlik etmektedir. Kadın voleybol takımıyla sahaya çıkıp voleybol oynayan eski Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım gibi birçok siyasetçimiz hayatın hemen her alanında hayat dolu ve modern bir yapı sergilemektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız da modern ve aydın bir insan olarak Külliye’de verdiği yemek davetlerinde dekolte giyinen hanımları ağırlamakta, farklı yaşam tarzları ve tercihleri olan sanatçılarla dahi sofrasını paylaşmaktadır.
  • Bu ülkede yaklaşık 200 bin hayat kadını, devletin denetiminde olan evlerde çalıştırılmakta günde yaklaşık 3 milyon erkek bu kadınlarla ilişkiye girmekte ve buradan elde edilen gelirle memurların ve bürokratların maaşları ödenmektedir. Yine, bu ülkede Milli Piyango gibi kurumlar aracılığıyla devlet eliyle kumar oynatılmakta, şarap fabrikaları litrelerce şarap üretmektedir. Ne var ki onyıllardır kanayan bu yaralara, bu toplumsal felaketlere, A9 TV'de yayına çıkan masum dekolte bir hanıma gösterilen haksız ve vicdansız tepkilerin binde birinin bile gösterilememesi çok anormal ve vahim bir durumdur.
  • Dekolte giyinmek, dans etmek, eğlenmek böylesine ağır bir suçsa bu ülkenin tüm sahil kesimlerinde her yaz yüz binlerce kadın bir nevi iç çamaşırı olan bikini ile kızlı erkekli ortamda denize girmektedir.Karadeniz’de kadınlı erkekli horonlar tepilmekte, Doğu’da ve Güneydoğu’da kadınlı erkekli kol kola halaylar çekilmektedir. Bu ülkede birçok insan dans etmeyi TRT’de yayınlanan dansözlerden öğrenmiştir. Neredeyse tüm ulusal kanallarda magazin programlarında “yeni aşklara yelken açan” insanların aslında evlilik dışı olan ilişkileri övülmekte, düzenlenen güzellik yarışmalarında genç kızlar mayolarıyla güzelliklerini tüm Türkiye’ye sergilemekte, dizilerin hemen hepsinde evlilik dışı sevişme sahneleri gösterilmekte, Sabah, Star, Hürriyet, Habertürk gibi sayısız medya grubunun internet sayfalarında “cesur pozlarıyla” gündem olan kadınların fotoğrafları çarşaf çarşaf yayınlanmakta, muhafazakar bir grup olarak bilinen Turkuvaz Medya tarafından basılan Cosmopolitan gibi dergilerde evlilik öncesi seks üzerine tavsiyeler sayfalar boyunca anlatılmaktadır.O ZAMAN BU YAYINLARI YAPAN, BU YAYINLARDA FOTOĞRAFLARI YER ALAN HERKES DE 870 YILLA MI YARGILANACAKTIR?
  • Her şeyin alabildiğince bu derece özgür bir şekilde yaşandığı ülkemizde bazı arkadaşlarımızın dekoltesinin ve eğlencesinin neden bu kadar büyük bir öfke ve nefrete sebep olduğu ise üzerinde durulması gereken bir konudur. Öyle ki bu nefret, sırf dekolte giydiler ya da dekolte giyilmesine karışmadılar diye arkadaşlarımızın 870 yılla yargılanmalarına sebep olmaktadır. BU NASIL BİR KİN, NASIL BİR NEFRETTİR? İNSAN BÖYLE BİR KİNLE NASIL YAŞAR ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.Eğer bu insanlar bizim camiamız içinde yer almasalar, Sayın Adnan Oktar'ın arkadaşları olmasalar ama yine o dekolte kıyafetleri giyseler, yine o dansları yapsalar, yine o bikiniler ile poz verseler hatta tüm bunların onlarca kat fazlasını misliyle yapsalar kimse onlara karışmayacak, bu durumdan rahatsız olmayacaktı. Televizyonlarda gazetelerde gördükleri, doğal karşıladıkları, yukarıda sadece birkaç örneğini sıraladığımız şeylerde olduğu gibi bu arkadaşlarımızı da normal karşılayacaklardı. Plajda binlerce erkeğin arasında bikini giyip dans etmeyi normal karşılayan insanların A9 TV yayınında bir hanımın dekolte giyinip dans etmesini anormal karşılamasının tek sebebi ise bunun bizim arkadaş camiamız içinde yani bizim sevgi ve dostluğumuz içerisinde gerçekleşiyor olmasıdır.İzlediği dizideki evlilik dışı ilişkiyi “ne güzel aşk” diye değerlendiren, A9 TV yayınında ise bazı hanımların Sayın Adnan Oktar’a olan samimi sevgilerini, iltifatlarını yadırgayanlar aslında bu güçlü sevginin Sayın Adnan Oktar’a yöneltilmesine tahammül edememektedirler. Yani konu, tıpkı Hz. Yusuf kıssasında olduğu gibi baştan sona sadece kıskançlık, haset ve bu hasetten oluşan çılgınca bir öfkedir.
  • Bugün dekolte sebebiyle 870 yılla yargılanan arkadaşlarımız bizim camiamızdan ayrıldıklarını söyleseler ve aynı dekolte yaşamlarına devam etseler kimse bu dekolteye tepki göstermeyecektir.“Kendi seçimi” deyip geçecektir. Bugün A9 TV yayınlarındaki dansı, eğlenceyi gece gündüz eleştirenler yarın aynı arkadaşlarımız aynı dansı ve daha fazlasını bizim camiamız dışındaki bir ortamda mesela Bodrum’da bir gece klübünde yapsa alkışlarla izleyecektir. Açıktır ki burada asıl rahatsızlık konusu dekolte değildir. Bizden istenen de aslında dekolte olup olmamak değil, birlikte olmamamız, yani arkadaşlarımızla dostluğumuza devam etmememiz, Sayın Adnan Oktar'la görüşmememizdir. Bize söylenen “birbirinizi sevmekten vazgeçin”dir. Bizden beklenen ahlakına ve vicdanına duyduğumuz güven sebebiyle canımız gibi sevdiğimiz Adnan Oktar Bey’in çevresinden dağılıp gitmektir. 
  • Bizler A9 TV yayınlarında ve bazı arkadaşlarımızın sosyal medya sayfalarında yer verilen dekolte, dans, eğlencenin meraklısı olmadığımızı, bunun bir hikmete yönelik uygulanan bir model olduğunu ve bu modelin amacını ve nedenlerini çeşitli vesilelerle kapsamlı olarak açıkladık. Bunları kısa başlıklarla özetlemek gerekirse:

 Sayın Cumhurbaşkanımızın ve hükümetimizin demokrasi ve özgürlük taraftarı olduğunu, dansa, müziğe, dekolteye, kadın hürriyetine karşı hiçbir olumsuz yaklaşımı olmadığını göstermek;

 Müslümanların bu dünyada eğlenemeyeceği, güzel giyinemeyeceği, güzel evlere, arabalara ve eşyalarasahip olamayacağı yanılgısını yıkmak;

 İslam'a mesafeli duran hanımların önce İslam'ı kabul etmelerini sağlayarak, onları yıldıran korkularını ve endişelerini ortadan kaldırmak;

– Müslümanlarla alay edilmesi, küçümsenmesi ve hor görülmesi gibi çirkin bir tavır ve zihniyeti ortadan kaldırmak;

 Dine uzak kesimlerin oluşturmaya çalıştıkları "Müslüman kadınlar zevksizdir, bakımlı olmayı, makyaj yapmayı, giyinmeyi bilmezler" algısını yıkmak;

 Sağcı muhafazakâr kesimin bugüne kadar iletişim kurmada yetersiz kaldığı modern, aydın, batılı çevrelere, sahil kesimlerine ulaşmak;

 Toplumsal ayrışma ve kutuplaşma tehlikesini bertaraf ederek, sinsi ve fırsatçı dış güçlerin müdahale ve işgal bahanelerini ortadan kaldırmak;

 Meşru fiilleri suç ve günah sandıkları halde bunları gizlice yapanların suçluluk duygusuna kapılıp kendilerinin münafık olduklarını düşünerek dinden uzaklaşmalarını engellemek

gibi sayısız hikmet ve bizce faydası olan BU MODELDE ISRARLI OLMADIĞIMIZI, BUNDAN BÖYLE SON VERDİĞİMİZİ de hem Mahkeme huzurundaki beyanlarımızda hem de kamuoyuna yaptığımız açıklamalarda defalarca dile getirdik. Bunca insanın cezaevinde helak olmasına gençliğinin çürümesine sebep olan şey dekolte midir? "Madem dekolteyi savundular ceza evlerinde çürüyüp ölüp gitsinler, mahvolsunlar, unutulsunlar, yatsınlar yatabilecekleri kadar..." zihniyeti alenen zulüm değil midir?  Bir dekolte yüzünden defalarca müebbet anlamına gelen 870 yılla insanları yargılamak reva mıdır? Bu insanlar adam mı öldürmüştür, cinayet mi işlemiştir, ne yapmışlardır ki böylesine amansız bir öfke, bitmek bilmez bir nefret ve husumetin hedefi olmaktadırlar? Ortada insanların tüm ömrünü elinden alacak, zindanlarda hücrelerde gençliğini heder edecek, vatana millete en verimli çağlarını parmaklıklar ardında geçirtecek ne vardır? Tüm bunları anlamakta zorlandığımızı da ifade etmek isteriz. 


SORU –5–

Neden ısrarla Mehdiyeti anlatıyorsunuz? Mehdilik anlayışınız İslam’a uygun mudur? Televizyon yayınlarında dans ederek Mehdilik savunulur mu?


CEVAPLARIMIZ :

  • Müslümanları Hz. Mehdi (as) ile müjdelemek, sadece Sayın Adnan Oktar’a has bir durum da değildir. Süleyman Hilmi Tunahan, Seyyid Muhammed Raşit Erol, Bediüzzaman Said Nursi, Esad Coşan, Şeyh Nazım Kıbrısi, Mahmut Efendi gibi birçok -kabule göre- büyük alim ve sayısız yazar ve hocaefendi Peygamber Efendimiz (sav)’den günümüze ulaşan binlerce hadis-i şerifin ışığında Mehdiyeti her zaman gündemde tutmuş ve ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi (as) ile Müslümanları müjdelemiştir. Tarih boyunca da mezhep imamları İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam Şafii, imam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel gibi müçtehitler, Abdülkadir Geylani, İmam Rabbani, İmam Gazali, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi kutb-u azam ve mürşid-i ekmeller ve daha onlarca kişi Hz. Mehdi (as)’ın çıkış alametleri, fiziksel özellikleri ve onun döneminde yaşanacaklar hakkında, yüzlerce kitaplar ve risaleler kaleme almışlardır.
  • Mehdiyet İslam itikadının temel konularından biridir. Ehl-i Sünnet akidesinin temel kitabı olan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Fıkhu’l Ekber’inde Hz. Mehdi (as)’ın gelişi, “inkarı mümkün olmayan konular”dan biri olarak belirtilmiştir. Dolayısıyla Mehdiyet tarih boyunca her dönemde Müslümanlar için önemli konulardan biri olmuş ve şevklendirici bir unsur olarak gündemde tutulmuştur. Sayın Adnan Oktar’ın Mehdiyet konusundaki anlatımları da Peygamber Efendimiz (sav)'in ve İslam alimlerinin konuyla ilgili sözlerini aktarmak ve günümüzdeki gelişmelere paralel olarak yorumlamaktan ibarettir. Sayın Adnan Oktar’ın Mehdiyet konusunu gündemde tutmasının bir diğer nedeni de, Müslümanlara bu önemli müjdeyi iletmenin dışında Müslümanların şevkini, moralini, heyecanını canlı tutmaktır. Günümüzde İslam aleminin büyük zorluklar yaşadığı aşikardır. Katliamların, çatışmaların, savaşların, fitnelerin dünyanın dört bir yanını sardığı günümüzde, Peygamber Efendimiz (sav)’in 1400 yıl önce haber verdiği Hz. Mehdi (as)’ın çıkış alametlerinin sırayla çıkıyor olması Müslümanlar için büyük bir müjde ve güzelliktir. Adnan Oktar Bey de Mehdiyet konusunu gerek eserlerinde gerekse televizyon porgramlarındaki sohbetlerinde gündeme getirerek Müslümanların, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde en ziyade ihtiyaç duydukları bu moral, coşku, şevk ve heyecanı ayakta ve canlı tutmayı amaçlamaktadır.
  • Sayın Adnan Oktar’ın hiçbir zaman mehdilik iddiası olmamıştır. Bizlerin onun yanında olmamızın sebebi onu mehdi olarak görmemiz değildir. Adnan Oktar Bey Allah’tan korkan bir mümindir. Mehdilik iddia etmenin dinden çıkmak anlamına geldiğini gayet iyi bilen bir insan olarak asla böyle bir harama tevessül etmez. Canlı yayınlardaki açıklamalarında defalarca değil mehdilik, hocalık, alimlik iddiası dahi olmadığını söylemiş, ömrünün sonuna kadar da mehdilik iddiasında bulunmayacağına yemin etmiştir.Kendisini her zaman sıradan bir Müslüman olarak gören ve tanıtan Adnan Oktar Bey'i farklı kılan ve insanlara etki eden en önemli özelliği samimi olmasıdır. Ayrıca, kıymetli büyüğümüzün de ifade ettiği gibi “kadınlarla dans eden mehdi olmaz.” Adnan Oktar bey mehdilik iddiasında olsa idi bu iddiaya uygun olarak çok daha farklı bir imaj çizip, ağır ve muhafazakar bir görüntü verebilirdi. Ancak bunu hiçbir zaman yapmamış, herhangi bir iddia içinde olmadığını bizzat hayatıyla ortaya koymuştur.
  • Tüm bunların yanı sıra, camimamızda hiç kimsenin Adnan Oktar beyi mehdi olarak görmemesine rağmen, birçok camiada kendi manevi önderlerini ve liderlerinin mehdiyetine hüsnü zan etmenin olağan görüldüğü de bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman hazretleri de bu durumu “Ziyadeyi hüsnü zan eskiden beri var” diyerek ifade etmiştir. Süleymanlı kardeşlerimiz Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerini Mehdi gibi görür ve severler. Bir çok Nur talebesi Bediüzzaman Hazretlerini Mehdi bilir. Muhammed Raşid Erol Hazretleri de kendi talebeleri tarafından Mehdi olarak görülür. Bunlar kesin kanaat değil, hüsnü zandır.


SORU –6–

Arkadaş camianızda esir tutulan kadınlar olduğu doğru mu? Bu durumda Devletin kadınları serbest bırakıp erkekleri tutuklu tutmaya devam etmesi doğru olmaz mı?


CEVAPLARIMIZ :

  • Öncelikle arkadaş grubumuzdaki hanımlar çok zeki, iyi eğitimli, hakkını aramayı gayet iyi bilen, sosyal hayatın ve iş dünyasının içinde olan son derece modern kişilerdir. Hepsi üniversite mezunu, yabancı dil bilen, iyi ailelere mensup kimselerdir. Herhangi bir şiddete ya da baskıya maruz kalmaları durumunda her yeri ayağa kaldıracak, hangi makama nasıl şikayet edeceğinin bilincinde olan kişiliği güçlü insanlardır. Dolayısıyla herhangi bir esareti kabullenmeleri asla mümkün değildir. Kaldı ki bu esaret iddiası, üzerinde bir kez dahi düşünülse mantıksızlığı ve çürüklüğü kolaylıkla görülebilecek akla ziyan bir ithamdır. Hiçbir teknik alt yapısı da yoktur. Herşeyden önce Türk devleti her konuyu ve her detayı titizlikle takip eden bir tecrübeye ve akla sahiptir. 40 yıldır ortada olan bir camia içinde esir tutulan kadınlar olması gibi bir şey söz konusu olsa bunun Devletin gözünden kaçmayacağı açıktır. Üstelik şu an yargılaması devam eden bu dosyanın soruşturması 2016 yılında başlamıştır. Yani 2016’dan operasyonun yapıldığı 2018’e kadar 2 yıl boyunca neredeyse tüm arkadaşlarımız teknik takibe tutulmuş, telefonları dinlenmiş adım adım gittikleri her yer görüştükleri her insan kaydedilmiştir. Eğer iddia edildiği gibi esir tutulan onlarca kadının olduğu bir yapılanma söz konusu olsa, bu teknik takip sırasında bu durumun kolaylıkla tespit edileceği ve bunca kadının eziyet görmesine devletimizin asla göz yummayacağı açıktır. Eğer iddia edildiği gibi köle haline getirilmiş, esir tutulan, her gün cinsel sömürüye maruz kalan kadınlar varsa, böyle vahim bir durum tespit edildiyse, devletimiz bunu 2 yıl boyunca izlemeye devam etmez anında suç üstü müdahale edip o kadınları kurtarırdı. Fakat böyle bir olay hiçbir zaman yaşanmamıştır. Eğer bu dosyada öne sürülen iddialardan tek bir tanesi bile doğru olsa Türkiye'de yer yerinden oynar, insanlar galeyana gelirdi.Ancak, medyanın aleyhimizde 2 yıldır her çeşit iftira, karalama ve provokasyon yöntemini denemesine rağmen manipüle edilmeye açık, sürü psikolojisiyle güdülen cahil, ahmak ve bilinçsiz çok küçük bir güruh dışında aklı başında, şuurlu, uyanık hiç kimse bu saçma ve uydurma iddialara zerre kadar itibar etmemekte, kale bile almamaktadır. En üst düzeydeki insandan sokaktaki vatandaşa kadar herkes bu iddiaların gerçek olmadığının farkındadır ve tüm bu dehşet verici hikayelere karşı en ufak bir reaksiyon göstermemektedir. 
  • A9 TV, İstanbul’un Çengelköy semtinde, çevresinde ailelerin yaşadığı nezih bir sokakta, “Başbakanlık Anadolu Çalışma Ofisi” olarak kullanılan Vahdettin Köşkü’ne yürüyerek sadece 1 dakikalık mesafededir. Vahdettin Köşkü son derece sıkı güvenlik tedbirleriyle korunmaktadır. A9 TV’nin çevresinde her an polis ve özel harekat mensupları görülmektedir. İşte dosyadaki hayali iddialara göre, güya zorla alıkonulduğu ve cinsel saldırıya uğradığı ileri sürülen birçok genç kız bu şartların içindeki A9 TV stüdyosuna getirilmektedir. Sözde örgütün silahlı üyeleri ise, her an emniyet güçlerimizin bulunduğu böyle bir bölgede güya rahat suç işlensin diye sürekli nöbet tutmaktadırlar.
  • A9 TV’dekine benzer bir durum arkadaşlarımızın yaşadıkları evler için de geçerlidir. Nitekim bu evlerin neredeyse tamamı, aynı A9 TV’de olduğu gibi, İstanbul’un en nezih semtlerinde bulunmaktadır. Üstelik bu evlerin birçoğu güvenlikli sitelerde yer almaktadır. Evlerin büyük çoğunluğunda apartman görevlileri, güvenlik elemanları çalışmaktadır. Bu evlerde daha çok birbirini tanıyan, birbirleriyle iletişimi olan çocuklu aileler yaşamaktadır. Ayrıca söz konusu evlerin birçoğu şehrin ana caddelerinin üstünde veya çok yakınındadır. 
  • Hepsinin ötesinde, sözde örgütte şiddete, baskıya, istimara ve tecavüze uğradığı ileri sürülen genç kadınlar- kendi sosyal medya hesaplarından da görüleceği üzere- hayatın içinde yer alan, hatta dolu dolu hayatı yaşayan kadınlardır. A9 TV canlı yayınlarına ve ulusal televizyonların programlarına çıkmakta, milletvekillerinin, askerlerin, gazetecilerin katıldıkları sosyal etkinliklere katılmaktadırlar. Bu kadınların biri bile böyle bir muameleye maruz kalıyor olsa, canlı yayınlarda ve etkinliklerde insanlardan kolaylıkla yardım isteyebilir, kendilerini bu baskıdan kurtarabilirlerdi. Ancak bu kişiler asla böyle bir yardım talebinde bulunmadığı gibi polis operasyonu düzenlendiği gün kelepçeli ellerini kaldırarak basına poz vermiş, daha sonra tutuklanmış, 6-7 ay boyunca cezaevinde kalmış ancak ondan sonra günün birinde (kumpasçıların yoğun aralıksız baskı ve tehditleriyle korkutuldukları ve cezaevi koşullarına daha fazla dayanamadıkları için) önlerine konulan “esir tutuluyorduk” beyanlarını, daha başka böyle sayısız akla hayale gelmedik itham ve iftirayla birlikte imzalamak zorunda kalmışlardır. Bu kadınlar eğer gerçekten esir tutuluyor olsalardı polis operasyonu yapıldığı gün polisin boynuna atlar, kendilerini “kurtardığı” için teşekkür ederlerdi. Gerçekten esareti ve baskıyı yaşayan hiçbir kadın kurtarıldıktan sonra bir de üzerine hapis yatmaz. Ortada bir baskı ve esaret varsa bu Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları tarafından değil, bu insanları sözde şikayetçi ve itirafçı haline getirmek için uğraşanlar tarafından uygulanmıştır.
  • Makul ve tutarlı düşünen bir insanın açıkça ve kolaylıkla görebileceği bu gerçeklere rağmen, delili ve ispatı olmayan gerçek dışı, yalan beyanlara dayanarak tertemiz müminleri “iffetsizlikle” ve “tecavüzle” itham etmek, yine hiçbir delil olmamasına rağmen “tutuklu kalsınlar” demek ise vicdanları ağır yaralayan bir durumdur. Allah Kuran’da müminlerden böyle bir ithamda bulunmaları için 4 şahit getirmelerini zorunlu kılmıştır. Şahitleri olmadığı halde müminlere iftira atanları ise şöyle uyarmıştır:

Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12)

Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. (Ahzap Suresi, 58)

Daha yeni Daha eski