11 Temmuz 2018 tarihinde operasyon yapıldığı sırada OHAL uygulamaları geçerli olduğu için gözaltına alınan Adnan Oktar ve arkadaşlarını uzunca bir zaman emniyette tutmak ve ‘zorlamak’ planlanıyordu.

Bu amaçla gözaltındaki ilk uygulamada, gözaltına alınan kişilerin çoğunun avukatı ile görüşmesine izin verilmedi. Bunu aynı yönde başka bir uygulama daha takip etti: Başsavcılıktan gelen “özel bir talimatla” Adnan Oktar’ın arkadaşları arasında çıkar çatışması olması ihtimali var denilerek, her kişinin farklı bir avukat bulması istendi. Uzun yıllardır arkadaş olan ve hukuki ihtiyaçlarını tanıdıkları avukatlar yoluyla çözümleme yoluna giden 200’e yakın kişi, hiçbir telefon ve iletişim imkanları olmadığı ve aileleriyle dahi görüşüp, onlardan yardım isteyemez halde bırakıldıkları için bir anda adeta hukuki yardım alamaz halde bırakıldı. Üstelik geçmişte destek aldıkları çoğu avukat da onlar gibi gözaltına alınmıştı. Camianın sözde kolunu kanadını kırma amacıyla uygulanan bu ilk adım, aslında “hepiniz farklı avukat bulacaksınız” dayatması olmuştur.  

Gözaltı sürecindeki yaklaşık 200 kişinin yaklaşık 200 tanıdık avukat bulabilmesi elbette ki mümkün değildir. Burada kaldıkları 8 gün boyunca dış dünya ile hiçbir bağlantıları olmamıştır; aileleri bile kendilerine ulaşamamıştır. Ayrıca, aynı kumpasın bir tezahürü olarak gözaltına alınan kişilerin tüm mal varlıklarına, hatta ceplerindeki paraya kadar el konmuştur. Adeta avukat tutamamaları ve savunmasız bırakılmaları için tüm yollara başvurulmuştur.

Bütün bunların sonucunda, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan caddesinde yerin altındaki nezaret hücrelerinde gözaltında tutulan Adnan Oktar ve arkadaşlarının çoğu hiç tanımadıkları CMK avukatlarından hukuki destek almaya mecbur bırakıldı. Bu avukatlardan bir kısmının yeterlilikleri veya motivasyonları ise doğal olarak son derece tartışmalıydı. Özellikle emniyet ifadelerinin alınması aşamasında gözaltına alınan kişilerin çoğu, baro tarafından atanan bu avukatların ‘’kıllarını bile kıpırdatmadıklarını’’, “hiçbir hukuksuzluğa müdahale etmediklerini”, çoğunun formalite icabı yanlarında durduğunu, hiçbir hukuki destek vermediklerini, hatta itirafçı olmalarını tavsiye ettiklerini anlatmaktadır.

Ancak gözaltı süresi, 18 Temmuz 2018 tarihinde OHAL’in kaldırılması dolayısıyla bir anda kesilince, 7 gündür hiçbir şey yapmadan bekleyen Mali Şube, Adnan Oktar ve arkadaşlarını apar topar sorguya aldı. Bu esnada sözde şüpheli sıfatı verilen kişiler, önlerine konulan sorgu metinlerini gördüklerinde hayrete düştüler. Sorgulamayı yapan polislerin yaklaşımlarından ve soruların içeriklerinden çoktan suçlu bulunmuş ve cezaları kesilmiş oldukları izlenimine kapıldılar. Çünkü her soru “Adnan Oktar Suç Örgütü” nitelendirmesiyle başlıyor, devamında güya tespit edilen suçlar uzun uzun anlatılıyor, en son olarak da adeta sözde isnat edilen suçları itirafa yönlendirecek sorular soruluyordu. Bir sorguda olması gereken tarafsızlık hiçe sayılıyordu, sorular olayları aydınlatma amaçlı veya kişinin bilgisine başvurmak için sorulmuyordu. Doğruların ortaya çıkartılması ya da kişinin tanıklığının anlaşılması gibi hukuki detaylar hiç önemsenmemişti. Tüm bunlar, tek amacın Adnan Oktar ve arkadaşlarını suçlu gösterecek bir kurgu oluşturmak olduğunu gösteriyordu.

Ayrıca sorgulamanın başlamasına kadar geçen sürede yaşananlar, gözaltındaki kişilere fiziksel ve psikolojik bir baskı ortamı oluşturmuştu. 8 gün boyunca, nezarethanede, Temmuz sıcaklarında, havalandırma çalıştırılmadan, küçük hücrelerde kalabalık halde tutulmuş, yemek yiyememiş, uyku uyuyamamış ve hukuki destek de görmemiş bir insanın bu anlatılanların içinden sağlıklı bir şekilde çıkması çok zordur. Örneğin, yalnızca bir soru cümlesi gibi başlayan bir paragrafta arka arkaya tam 22 soru yer almaktaydı. Bu paragrafın okunması bittiğinde, 8 gündür gözaltında bulunan kişilerin bu sorulardan hangisini hatırlayıp cevap vermesi beklenmekteydi? TABİİ Kİ HİÇBİRİ. Amaç kafa karıştırmak, zaten uykusuz ve yorgun olan Adnan Oktar ve arkadaşlarını kendilerince psikolojik olarak yıpratıp, “başınız belada” izlenimi verip, olmayan suçları üstlerine yüklenerek sözde “itirafçı” yapmaktı.

Örneğin, bazı sorularda kişiyle hiçbir ilgisi olmayan bazı şirket hesapları sorulmuş, ancak bunu yaparken iki A4 sayfası uzunluğunda mali bilançolar ortaya konmuştur. Bunlar, işin uzmanı bir mali müşavirin dahi bir anda cevaplayamayacağı türde sorulardır.

Bir başka taktik ise, kişiye kendisinin hiçbir zaman yapmadığı bir ödemeyi sanki yapmış gibi sorup, “bu parayı neden yolladın?” demek şeklinde olmuştur. Bu şekilde ilgisiz, yanıltıcı, asılsız ve karmaşık sorularla kafaları allak bullak edilen arkadaşlarımız, Baro tarafından atandıkları söylenen fakat hiçbir fayda göremedikleri avukatlar tarafından da hukuken korunmamışlardır. Bu kurgulama içerisinde, sekiz gün boyunca gözaltında tutulan Adnan Oktar ve arkadaşlarının yukarıdaki yöntemlerle söze psikolojilerini bozmaya çalışıp “onları hatalı konuşmalar yapmaya zorlamak” elbetteki hukuk çerçevesinde kabul edilemez. Ancak, sonraki iki yıl dikkate alındığında, bu hukuksuz uygulama henüz bir başlangıçtır.

Sayfalar dolusu soruyu peşpeşe sorarak sorgulama yapmanın bir başka hedefi de arkadaşlarımızın sorgu sandalyesinde oturduğu saatleri artırmaktı. Bu şekilde sorgulanan birçok kişi, Eylül 2019’da başlayan mahkemede verdikleri ifadelerinde hakime uzun sorgu saatlerinden ve önceki günlerde yaşadıkları zorlu gözaltı koşullarından ötürü zaten çok yorgun olduklarını, hiçbir şekilde konsantre olamadıklarını, hatta namaz kılmaya gitmelerine bile izin verilmeyeceğini düşündükleri için “bir an önce bitse de sorgudan çıksam” düşüncesine sahip olduklarını açıklamıştır. Hatta arkadaşlarımızdan biri duruşma salonunda hakime emniyetteki sorgusunu anlatırken, Temmuz sıcağında olunmasına rağmen polislerin küçücük odadaki havalandırmayı bilerek kapattıklarını söylemiştir. Çoğu da “nasıl olsa savcının karşısına çıkınca daha rahat anlatırım” diye düşünmüş, ancak 200’e yakın kişinin TEK BİR TANESİ BİLE SAVCIYI GÖREMEDEN Sulh Ceza Hakimlikleri’ne gönderilmiştir.

Adnan Oktar ve arkadaşlarının halen devam etmekte olan duruşmalarda hakim karşısında verdikleri ifadelerinde bu aşamaya ait çok ilginç bir detay daha bulunmaktadır. Pınar Sezgin, Mali Şube’de sorguya götürülürken koridorda Özkan Mamati ile karşılaştığını açıklamıştır. Eda Babuna ise gözaltında bulunduğu 17 Temmuz 2018 akşamı Mali Şube’de sorgu odasının önünde Özkan Mamati ile yüzyüze geldiğini, Mamati’nin kendisine hakaret edip “hapisten çıkamayacaksın” dediğini ifade etmiştir. Fakat bu duruma hiçbir polisin müdahale etmediğini de belirtmiştir. Bu ifadeler çok ciddi iddialar olup, muhakkak İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ilgili kamera kayıtları incelenerek araştırılmalı ve gerçekler açıklığa kavuşturulmalıdır.

Arkadaşlarımız işte bu şartlar altında saatlerce ifade verdikten sonra, sekizinci günün sonunda ani bir kararla apar topar Çağlayan Adliyesi’ne tutuklama istemiyle sevk edildiler. Aynı anda 200 kişinin giriş yapmasıyla, üstesinden gelinmesi zor şartlar oluştu. Nöbetçi Sulh Ceza Hakimleri göreve çağırıldı. Bu sırada Adnan Oktar ve arkadaşları, Çağlayan Adliyesi’nin nezarethanesinde 22 saat boyunca aç ve uykusuz bekletildiler. Bu aşamada arkadaşlarımızın ceplerinde 1 kuruş dahi bulunmadığı, cüzdanlarındaki tüm paraya el konulduğu da bilinmelidir. Zira kurgulamaya göre cezaevlerine bu şekilde, yani yanlarında hiç para olmaksızın yollandılar. Hatta içlerinden bir kısmını sevk edildikleri cezaevlerinde 2 hafta boyunca hiç yardım alamadıkları bir süreç bekliyordu.

Sulh Ceza Hakimi karşısına çıktıklarında arkadaşlarımız şok edici başka bir durumla karşılaştılar: Emniyet Müdürlüğü sorgusunda kendilerine isnat edilmeyen çok sayıda ‘’yeni suç iddiası’’ ile tutuklanmaları talep edilmekteydi. Örneğin;

Müzeyyen Demir müdafii, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği huzurunda 2018/539 sorgu numaralı ve 19.07.2018 tarihli ifade sorgu zaptında “nitelikli cinsel istismar suçunu burada öğreniyoruz, emniyette bize sadece örgüt üyeliğinden alındığı söylendi…”

Serap Akıncıoğlu, İstanbul 12. Sulh Ceza Hakimliği huzurunda 2018/485 sorgu numaralı ve 18.07.2018 tarihli ifade sorgu zaptında “7-8 gündür gözaltındayım, az önce atılı suçlamaları duvardaki kağıttan okudum, çok şaşırdım…”

Serkan Ak, İstanbul 12. Sulh Ceza Hakimliği huzurunda 2018/485 sorgu numaralı ve 18.07.2018 tarihli ifade sorgu zaptında “atılı suçlamaları okudum kapıda, emniyette suçlarla ilgili soru sorulmadı…”

Füsun Ebru Biçer, İstanbul 12. Sulh Ceza Hakimliği huzurunda 2018/485 sorgu numaralı ve 18.07.2018 tarihli ifade sorgu zaptında “kapıda yazılı bulunan emniyet ifademde görmediğim cinsel istismar suçu ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçları da vardı…”

O gün Sulh Ceza Hakimi karşısına çıkan 200’e yakın arkadaşımızdan sadece 3-4 tanesi hariç hepsi tutuklandı. Duruşmalar kişi başına yaklaşık 3 dakika sürmüştü, o da zaten kimlik tespiti için olan süreydi. Standart bir uygulama olarak öncelikle ‘ilk dağıtım cezaevlerine’ transfer edildiler, sonrasında mahkemenin ilk celsesine kadar 14 ay boyunca tutuklu kalacakları 18 ayrı kapalı cezaevine gönderildiler.

Adnan Oktar ve arkadaşları farklı gruplara bölünerek Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerine dağıtıldılar. Bu cezaevlerinin bulundukları iller İzmir, Balıkesir, Tekirdağ, Edirne, Kocaeli, Bursa, Ankara, Eskişehir, Kırıkkale, İstanbul şeklindeydi.

Arkadaşlarımızın gruplar halinde sevk edildikleri cezaevlerinde de bir arada olmalarına izin verilmedi, savcılık talimatıyla teker teker ayrılarak farklı koğuşlara dağıtıldılar. İstisnai olarak, o da cezaevinde uygun yer olmadığı için, aynı koğuşta camiadan en fazla birkaç kişi birlikte olabilmişti. Silivri Cezaevi’ne sevk edilenler ise 15 ay boyunca tek başlarına bırakıldılar. İşte bu noktada, Özkan Mamati’nin fişleme dosyalarında yazdıklarının hatırlanması gerekir, çünkü bu uygulamanın sözde kişiler üzerinde etkili olacağını söyleyerek emniyeti ve savcılığı Özkan Mamati yönlendirmiştir.

Özkan Mamati tarafından Mali Şube’ye aktarılan bu gerçek olmayan fişlemeler sebebiyle, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer 13.09.2018 tarihinde bir bilginotu kaleme aldı. Bu notta, “Cezaevlerinde birlikte kalan şahıslar birbirlerine etkin pişmanlıktan yararlanmamaları için ve örgütsel tavır sergilemeleri için baskı yapmaktadır.” yazılmaktaydı. “Hangi cezaevinde kalan, hangi şahıs, kime baskı yapmıştır?” sorusunun cevabı ise tamamen meçhul bırakılmıştı. İşte kaynağı belirsiz, afaki bir duyuma dayanılarak yazılan bu notun üzerine, tutuklu olan tüm arkadaşlarımızın bu ithama maruz bırakılmaları hukukla bağdaşmamıştır. Nitekim Furkan Sezer’in bu “memorandumu” neticesinde, dosya savcısı Serdar Akan da hiç araştırma yapmadan Ceza İnfaz Kurumlarına yazı yazılması ve tüm arkadaşlarımızın tek başlarına farklı koğuşlara dağıtılmaları talimatını verdi:



Türkiye’nin dört bir yanına dağıtılan Adnan Oktar ve arkadaşları için en ağır suçlardan hüküm giymiş ve bu sebeple cezaevinde cezalarını çeken mahkumlara tanınan sosyal haklar dahi yasaklandı, çünkü bu sosyal ortamlarda birbirlerini görebilmeleri ihtimali söz konusuydu. Cezaevlerinde arkadaşlarımıza uygulanan bu yasak, yine savcılık talimatıyla getirilmiştir. Bu duruma basit bir örnek vermemiz gerekirse, arkadaşlarımızdan aynı aileye mensup 4 kardeşin, 4 farklı şehirdeki cezaevine gönderildiklerini söylememiz yeterli olacaktır. Arkadaşlarımızın çoğunun anne babaları çok yaşlı ve hasta oldukları için, kendilerinin görüş günlerinde aileleri tarafından ziyaret edilmeleri neredeyse imkansızlaşmıştı. Ziyaret saatleri sabah erkenden başlayıp öğle saatlerinde bittiği için, ailelerin İstanbul’dan yola çıkıp ziyaret saatleri içinde cezaevine ulaşmaları da pek mümkün olmuyordu. Bu yüzden farklı şehirlerdeki cezaevlerine ziyarete gidecek aileler bir gün önceden yola çıkıp o şehirde otelde geceliyor, sabah erkenden cezaevi ziyaretini yapıyor ve sonra da İstanbul’a dönüyordu. Tabii ki, tüm bunlara cezaevinde yaşanan zorluklar ve baskılar da ekleniyordu.


⬅️

YALAN DOLU FİŞLEMELER

➡️

CEZAEVLERİNDE YAŞANAN ZORLUKLAR VE BASKILAR

Daha yeni Daha eski