Geçtiğimiz günlerde VeryansınTV isimli haber sitesi, 2.5 yıldır sanıklar tarafından yüzlerce kez yazılı ve sözlü savunmalarında kesin delilleriyle çürütülmüş, husumetli müştekiler tarafından hakaret ve karalama amacıyla uydurularak ortaya atılan hayal mahsulü şehir efsanelerini sanki ispatlı, delilli gerçeklermiş gibi servis ederek, davanın karar aşamasından hemen bir gün önce kendi çapında bir algı oluşturma çabasına girişmiştir.

Çok sayıda asılsız, uydurma, gerçek dışı iddia ve ithamlara yer verilen yazıda VeryansınTV'ye, adeta belli odaklardan aldığı bir son dakika talimatıyla karar öncesinde olumsuz kamuoyu zemini hazırlama görevi üstlendirilmiş gibi bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı, tarafımıza cevap hakkı doğmuş bulunmaktadır.

Yazıdaki, bir kısım basının dahi uydurma oldukları defalarca su yüzüne çıktığı için tekrarlamaktan vazgeçtiği çeşitli gerçek dışı iddiaları büyük bir heyecanla gündeme getirmesi VeryansınTv ekibinin dava sürecinden, dava dosyasına söz konusu mesnetsiz iftiraları çürüten binlerce delilin sunulmuş olduğundan habersiz olduğunu göstermektedir. 

Yazıdaki uydurma ve mantık dışı iddiaların büyük bölümü İddia Makamı tarafından bile kayda değer bulunmadığında en son verilen Esas Hakkında Mütalaa'ya dahi yansımamıştır. Bu durum, VeryansınTV'nin habercilik anlayışında kalite, tarafsızlık, dürüstlük, gerçekleri araştırma, doğruları aktarma gibi temel düsturlardan ne yazık ki çok uzak bir yaklaşım içinde olduğunun göstergesidir. 

Bu açıdan, VeryansınTV'nin dava dosyasının baş husumetli müştekilerinden Özkan Mamati'yi yazıdaki gerçek dışı iddialara referans göstermesi manidardır. Zira, yazıdaki iddialar hiçbir somut ve gerçek delile dayanmayan bizzat husumetli müşteki Özkan Mamati ve kumpas ekibinin operasyondan aylar öncesinden Mali Şube'ye ve yargı birimlerine sızmış birkaç kripto memurla masa başında kurgulayıp zavallı genç kızlara anlatmaları için dayattıkları hikayelerden ibarettir. 

Dava sürecinde de bu iftiralar, baskı ve tehditle operasyondan yakın zaman önce aramızdan ayrılmış ancak husumetli organize bir güruhun kıskacına alınmış ya da cezaevinin zorlu koşullarına direnç gösteremeyerek etkin pişman ve müşteki olmaya mecbur bırakılmış bazı arkadaşlarımıza zorla ifadelerinde söylettirilmiştir.


Nihat Genç

Dolayısıyla VeryansınTV, bu tür aslı astarı olmayan iftiralara itibar etmemelidir. Kıyıda köşede kalmış, adı sanı duyulmamış dar ve marjinal izleyici kitlelerine hitap eden bazı kanalları kapı kapı dolaşıp uydurduğu iftiraları yaymalarına alet etmeye çalışan Özkan Mamati gibilerinin, itibarlarını zedeleyecek bu tür girişimlerine karşı çok dikkatli olmalıdır.

Yazıdaki iddialara gelince;

–1– Örgüt İddialarına Cevabımız

Öncelikle belirtmek gerekir ki ortada bir suç örgütü değil, anayasal haklar zemininde meşru bir sivil toplum yapılanması vardır. Bu arkadaş birlikteliği, suç işlemek amacıyla değil; dini, kültürel, sosyal ve bilimsel alanlarda çalışma yapmak gibi çok çeşitli meşru amaçlarla bir araya gelen bir topluluktur. 

Bu grubun daha önce de pek çok kez bir takım husumetli çevreler tarafından "örgüt suçlamaları"na maruz kaldığı, ancak bu iddiaların asılsız olduğu ve ortada suç örgütü diye bir şey olmadığı yönünde çok sayıda beraat, 9 adet "Kovuşturmaya Yer Olmadığı"na dair kararı ve Prof. Dr. Kayıhan İÇEL ve Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK ile birlikte ülkemizin en yetkin ceza hukukçularının görüş raporları bulunmaktadır. 

Sayın Adnan Oktar ile tüm arkadaşlarımızın 30-40 yıllık geçmişleri incelendiğinde hayatlarında yalnızca iyiliğin, güzel ahlâkın, fedakarlığın, samimiyetin, tertemiz bir vicdanın ve tüm dünyanın iyiliği için harcanmış benzersiz bir çabanın hâkim olduğu görülecektir. Hayatlarının hiçbir döneminde, hiçbir suça karışmamışlardır. Hepsinin sabıka kayıtları tertemizdir.

11 Temmuz 2018 tarihindeki polis operasyonuyla ise;

Arkadaşlarımız bir sabah kalkmışlar ve 40 yıllık hayatlarının günlük detaylarını anlatan cümlelerin başına "örgütsel saik" ifadesi eklenerek sözde “bir suç örgütünün mensuplarıymış gibi” gösterilmeye çalışıldıklarını görmüşlerdir. Bir anda hiç yoktan hayali bir örgüt var edilmiş, normal sıradan hayatlara suni ve sahte suçlar atfedilerek ortada sanki dehşet verici bir tablo varmış algısı oluşturulmuştur.

Bir insanın hayatının en doğal parçası olan ihtiyaç içinde olan birine yardım etme, tanıyıp güvendiği bir insanla ticaret yapma, şirket kurma, yurt dışına gitme, yurt dışında şirket kurma, en yakın dostundan mal alıp satma, sevdiği dostlarıyla bir arada vakit geçirme, hasta bir arkadaşının baş ucunda bekleme, bedelli askerlik yapma, oy kullanma, evlenme veya boşanma, çocuk sahibi olma veya olmama, eğitimine devam etme veya herhangi bir sebeple eğitimini yarım bırakma, hatta AVM’ye gitmek gibi sıradan ve gündelik hayatın bir parçası olan eylemler, cümle başlarına “ÖRGÜTSEL SAİK” terimi eklenerek suçmuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır

Oysa bir eylemin başına “örgütsel saik” ibaresi eklenmesi o eylemi suç kılmaz. Anayasamıza, kanunlara ve evrensel hukuka göre bir eylemi suç kılan unsurlar, kanıtlar belirlidir ve bunların hiçbiri bizim dosyamızda bulunmamaktadır. 

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkındaki bu ‘hayali ve zorlama suç isnatları’ tamamıyla ‘bir algı ve kumpas operasyonun, bir karalama kampanyasının ürünü’dür. Önce bir ‘algı çalışması’ yürütülmüş ve toplumdaki camiamıza ideolojik karşıtlık içerisinde olan, kıskançlık besleyen, nefret dolu ve kompleksli bazı insanlar bir araya getirilmiştir. Ardından da bu insanlar ‘bir linç kampanyası yapılacak’ diye müjdelenerek motive edilmiştir. Bu linç ruhu ile galeyana getirilen bu kalabalıkla da organize bir linç uygulaması gerçekleştirilmiştir.

Dosyada yer alan tüm suçlamalar kamuoyu nezdinde camiamızı güya ‘sapkın, tehlikeli, dış güçlerin kontrolünde, vatanı ve milleti aleyhinde faaliyetlerde bulunan ve suç işleyen insanlardan oluşan bir yapı’ymış gibi gösterme amacıyla ortaya atılmıştır. Bu özel olarak kurgulanan karalama yöntemiyle camiamız aleyhinde bir kamuoyu baskısı oluşturmak ve bu yolla yargı üzerinde baskı kurarak dava sonunda ağır cezalar çıkması hedeflenmiştir. 

Oysa ki, başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere bu camiadaki tüm arkadaşlarımızın en önemli özellikleri, suç işlemek bir yana, gönüllü olarak hayatlarını ‘her türlü suçun, kötülüğün, yanlış ve gayri ahlaki tavrın dünya çapında ortadan kalkması ve tüm toplumlarda yalnızca sevginin, güzel ahlâkın, iyiliğin, barışın, hoşgörünün hâkim olması için fikri mücadele vermeye adamış insanlar olmaları’dır.

Ancak, dava dosyasında ‘örgütsel saik’ tanımı adı altında ‘hayali bir suç oluşturma yöntemi’ ortaya atılmış ve her ne yapılırsa yapılsın başına ya da sonuna, “örgütsel saikle yapılmıştır” şeklinde yorum ve sözde değerlendirmeler katılarak son derece normal ve yasal olan tavırlar ‘art niyetli bir yaklaşımla’ suç gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Birlikte yemek yemek, telefonda konuşmak, bir işte çalışmak, bir mal mülk ya da araba sahibi olmak, evlenmek, boşanmak, bir meslek sahibi olmak, insani ilişkiler kurmak, sosyal diyaloglarda bulunmak, dostlarla çok normal telefon görüşmeleri yapmak, mesajlaşmak, sosyal medyayı kullanmak hep ‘sözde birer örgüt faaliyetiymiş gibi’ ele alınıp bunlarla ‘suni suçlar üretme’ yoluna gidilmiştir.

EĞER, ORTADA GERÇEKTEN İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ DEV BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLSA VE BU SÖZDE SUÇ ÖRGÜTÜNÜN İDDİA EDİLDİĞİ TÜRDEN DEHŞET VERİCİ EYLEMLERİ VE SUÇLARI OLSA, BUNLARA DAİR –HER ÖRGÜTLÜ SUÇ DAVASINDA OLDUĞU GİBİ– SOMUT, NET VE İNANDIRICI HUKUKİ DELİLLER ORTAYA KONULUR VE BU DELİLLER ÜZERİNDEN KONUŞULURDU. 

Ne var ki bizlerin davasında ortada bir tane bile suç ve suça dair somut kanıt olmadığı için günlük hayatımıza, inancımıza, yaşam tarzımıza dair ön yargılı bakış açısının ürünü olan yorumlar ve değerlendirmeler yapılmakta, hukuki hiçbir değeri olmayan bu yorum ve değerlendirmeler üzerinden iddianame hazırlanmaktadır. 

Nitekim, tutuklu yargılananların mahkeme sorgularının yapıldığı 90 gün boyunca kendilerine yönetilen sorular da bu gerçeği apaçık ortaya koymuştur. Sözde kara para aklama, askeri ve siyasi casusluk yapma, tecavüz gibi dehşet verici ithamlara ve karalamalara maruz kalan arkadaşlarımıza bu ithamlara dair tek bir soru bile yönetilmezken, “örgütsel saikle” mi evlendikleri, “örgütsel saikle” mi okula gittikleri, “örgütsel saikle” mi çocuk doğurdukları, ”örgütsel saikle” mi boşandıkları, “örgütsel saikle” mi bikini giydikleri, “örgütsel saikle” mi fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaştıkları, “örgütsel saikle” mi başörtüsü taktıkları, “örgütsel saikle” mi arkadaşından araba satın aldıkları, “örgütsel saikle” mi döpiyes giydikleri, "örgütsel saik"le mi kaşlarına dövme yaptırdıkları gibi kanunların suç saymadığı tam tersine anayasanın güvencesi altında olan yaşam tarzlarına dair sorular yönetilmiştir. Hatta bu öyle bir aşamaya gelmiştir ki arkadaşlarımızın neredeyse nefeslerini dahi “örgütsel saikle” aldığı düşüncesi ortaya çıkmıştır. 

Hiçbir “suç örgütü” davasında karşılaşılmayan ve karşılaşılması mümkün olmayan bu sorular ortada bir suç ve örgüt olmadığının tek başına ispatı niteliğindedir.


–2– Cinsel Suç Konulu İddialara Cevabımız

Öncelikle, dava dosyasında güya cinsel saldırıya uğradığını iddia eden kadınlar, gerçekte hiçbir zaman ne bir cinsel saldırıya ne tacize ne de istismara uğramamıştır. 

Ancak, kendilerine yapılan ağır baskı ve tehditler sonucunda, kimisi dosyada şüpheli konumuna düşmemek için operasyon öncesinde, kimisi de operasyon sonrasında tutuklu bulunduğu zorlu cezaevi koşullarından kurtulabilmek kaygısıyla DOĞRU OLMAYAN BEYANLAR VERMEK, ASILSIZ HAYALİ İTHAMLARDA BULUNMAK ZORUNDA BIRAKILMIŞLARDIR. Bu bariz gerçeği ortaya koyan çok sayıda gösterge ve delil bulunmaktadır.

Birçoğu, uzun yıllardan beri tanıdığımız arkadaşlarımız olan BU GENÇ HANIMLAR 11 TEMMUZ OPERASYONU ÖNCESİNDE VE SONRASINDA CAMİAMIZA HUSUMET BESLEYEN ÇEVRELERİN BASKI VE TEHDİTLERİYLE KORKUTULMUŞLARDIR. Onlar da kendilerini kurtarmak adına böyle planlı ve organize bir yalan ve iftira kumpasına dahil olmaya mecbur kalmışlardır. Verdikleri ifadelerin tamamının kurgu ve hayal mahsulü olduğunu, gerçekte hiçbir sözde cinsel saldırı eyleminin yaşanmadığını gösteren dosya içerisinde çok sayıda delilden sadece birkaçını ana başlıklar halinde saymak gerekirse;

DAVA DOSYASINDAKİ TÜM SÖZDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARI TEKNİK VE HUKUKİ DELİLLER BAKIMINDAN GEÇERSİZDİR. ÇÜNKÜ;

– Dosyadaki sözde mağdurların Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından yapılan bedensel ve ruhsal muayelerinde hiçbir cinsel saldırıya maruz kalmadıkları kesin bir biçimde ortaya konmuştur. Bu kişilerin aklen ve ruhen karşılaşacakları olayların fiili sonuçlarını idrak etmeye de gayet muktedir oldukları anlaşılmıştır. ADLİ TIP RAPORLARI DAHİ TEK BAŞINA, DOSYADAKİ SÖZDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARININ TAMAMEN İFTİRA OLDUĞUNU KANITLAMAYA YETERLİDİR.

– Hiçbir sözde cinsel saldırı mağduru, iddia ettiği hayali olaylar sonrasında EMNİYET, SAVCILIK GİBİ RESMİ MAKAMLARA BAŞVURUP ŞİKAYETÇİ OLMAMIŞTIR. Çünkü, şikayetçi olunacak hiçbir olay yaşanmamıştır.

– Hiçbir sözde mağdur, ifadesinde anlattığı hayali saldırıların ardından hastaneye başvurmamış ve iddiasını somut ve net bir biçimde doğrulayacak herhangi bir SAĞLIK RAPORU ALMAMIŞTIR. Çünkü hiçbir cinsel saldırıya uğramamıştır.

– Hiçbir sözde mağdur, iddiasını doğrulayacak hiçbir somut kanıta veya belgeye sahip değildir. Örneğin, DNA kalıntısı içeren herhangi bir giyim eşyası gibi...

– Sözde mağdur olduklarını iddia eden kadınların uğradığı sözde cinsel saldırı olaylarının hiçbir tanığı yoktur. Nitekim, yerleşik Yargıtay içtihatları ve emsal mahkeme kararları uyarınca, MAĞDURUN SAĞLIK RAPORUNUN, TANIĞININ VEYA HERHANGİ BİR SOMUT DELİLİLİN OLMAYIŞI, İDDİALARININ GERÇEK OLMADIĞINA dair çok önemli bir karine teşkil etmektedir.

– Dosyada, yakın tarihlerde işlendiği söylenen tek bir sözde cinsel saldırı iddiası yoktur. Tüm sözde cinsel saldırı olaylarının güya yıllar önce yaşandığı iddia edilmektedir. Bu durumla ilgili yerleşik Yargıtay içtihatlarında ve emsal mahkeme kararlarında ise, “MAĞDURUN YILLAR SONRA ŞİKAYETTE BULUNMASI, İDDİALARINDA SAMİMİ OLMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR.“ tespiti yer almaktadır.

 Operasyon gününe kadar iki yıl boyunca Savcılık ve Emniyet tarafından aralıksız teknik takip yapılmıştır. Ancak, BU SÜREÇ BOYUNCA HİÇBİR SUÇ UNSURUNA RASTLANMADIĞI GİBİ, HİÇBİR CİNSEL SALDIRI VAKASINA YA DA MAĞDURUNA DA RASTLANMAMIŞTIR. Zira, bu teknik takip sırasında en küçük bir tecavüz şüphesine dahi rastlanmış olsa polisimizin derhal suçüstü müdahale edip sözde tecavüz mağdurunu kurtarması gerekirdi. Oysa, böyle bir durum hiçbir zaman yaşanmamıştır.


DAVA DOSYASINDAKİ TÜM CİNSEL SALDIRI İDDİALARI HAYATIN DOĞAL AKIŞINA AYKIRI, AKLİ, MANTIKİ VE VİCDANİ DELİLLER BAKIMINDAN GEÇERSİZDİR, ÇÜNKÜ;

– Güya cinsel saldırılara uğradığını iddia eden kadınlar, eğer gerçekten bu sözde saldırıları yaşamış olsalardı normalde bunu ispatlamaları çok kolay olurdu. Bir an için, güya polise veya savcıya başvurmaktan çekindikleri iddialarını doğru varsaysak bile BU BAHANE, SÖZDE SALDIRI SONRASINDA HASTANEYE GİDİP MUAYENE VEYA TEDAVİ OLMAK GİBİ SON DERECE DOĞAL BİR DAVRANIŞ GÖSTERMELERİNE HİÇBİR BİÇİMDE ENGEL DEĞİLDİRDolayısıyla, sadece hastaneye gidip uğradıkları sözde saldırıyı belgeleyecek bir rapor almaları yeterli olurdu. Bunda çekinecek ve korkacak hiçbir şey olmadığı çok açıktır. Oysa, hiçbir zaman böyle bir saldırıya uğramamışlardır ki hastaneye gidip belgeleyebilecekleri bir sağlık sorunları olsun.

– Dosyada, sözde cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden kadınlar son derece görgülü, şuurlu, zeki ve eğitimli insanlardır. İfadelerinden, son derece planlı ve ince ayarlı bir üslupla herkesin adını tek tek geçirerek masum insanları suç kapsamına sokmayı, hayal mahsulü hikayeler, senaryolar ve fanteziler kurgulamayı çok iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Hal böyleyken, bu tür bir zihinsel ve sosyal düzeye sahip kadınların başlarından güya TECAVÜZ GİBİ KORKUNÇ BİR TRAVMA geçmesi durumunda HASTANEYE GİTMEMİŞ, BÖYLE DEHŞETLİ BİR MAĞDURİYETİ BELGELEMEMİŞ olmalarının hiçbir makul ve mantıklı izahı yoktur. Bunun yegane açıklaması, iddia edilen sözde tecavüz olayların gerçekte hiçbir zaman yaşanmamış olduğudur. 

– Sözde cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden bu bayanlar normal şartlarda akıntı, kist, sivilce gibi en basit jinekolojik rahatsızlıklarında dahi hastane hastane, doktor doktor dolaşmaktan çekinmeyen, modern, eğitimli, bakımlarına ve sağlıklarına çok düşkün, bedenlerine son derece hassas kimselerdir. Dolayısıyla, BAHSETTİĞİMİZ TÜRDEN HASSASİYETLERE VE MEDENİ CESARETE SAHİP OLAN BU BAYANLARIN, İDDİA ETTİKLERİ TÜRDEN, GÜYA ANAL YOLDAN CİNSEL SALDIRI GİBİ DEHŞETLİ BİR FİZİKİ VE RUHİ TRAVMA YAŞADIKLARI HALDE HİÇBİRİNİN BİR KERE BİLE HASTANEYE VEYA DOKTORA GİTMEMİŞ OLMALARI HAYATIN DOĞAL AKIŞINA AYKIRIDIR. Demek ki hiçbir zaman böyle bir travma yaşamamışlardır.

– Dosyada güya cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden kadınların hiçbiri, bu sözde saldırılar nedeniyle emniyete, savcılığa başvurmadığı, doktora, hastaneye bile gitmediği gibi, GÜYA DEFALARCA YAŞADIKLARI BÖYLESİNE KORKUNÇ BİR OLAYI NE AİLELERİNE NE ARKADAŞLARINA NE DE EN YAKINLARINA DAHİ ANLATMAMIŞ, ONLARDAN HİÇBİR YARDIM İSTEMEMİŞTİR. Bu da hayatın doğal akışına son derece aykırı, mantıksız ve anlaşılamaz bir durumdur.

– Dosyadaki sözde mağdurların tamamı ifadelerinde, kendilerine güya cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettikleri kişileri çok sevdiklerini, onlarla aylarca, yıllarca görüştüklerini, hatta bu görüşmeler için kendilerinin ısrarcı olduklarını, ONLARLA EVLENMEYİ İSTEDİKLERİNİ, bir kısmı da aileleriyle tanıştırdıklarını dile getirmektedir. Oysa, bu ifadeleri sözde cinsel saldırı iddialarıyla çok büyük çelişki halindedir.

– Sözde mağdur olduklarını iddia eden bayanların büyük bölümü yıllarca vakfımız bünyesindeki birçok kültürel etkinliğe gönüllü olarak katılmışlardır. Bu etkinliklerde ve diğer çok çeşitli sosyal ortamlarda her fırsatta arkadaşlarımızla çok yakın ve samimi olduklarını vurgulayan yüzlerce fotoğraf çektirip bunları sosyal medyadan yıllarca paylaşmışlardır. Camiamızda bulundukları dönemde çektirdikleri bu fotoğraflarda son derece neşeli, sevinçli, güler yüzlü ve sevgi dolu görünümlere, yüz ifadelerine sahiplerdir; her hallerinden, çok eğlendikleri ve mutlu oldukları apaçık ortadadır. Herkesin gözleri önündeki bu açık gerçeğe rağmen, SÖZ KONUSU BAYANLARIN YILLAR BOYU BÖYLE YAKIN VE SAMİMİ ARKADAŞLIK İLİŞKİSİ SÜRDÜRDÜKLERİ KİŞİLERDEN BİR ANDA TOPLU HALDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARIYLA ŞİKAYETÇİ OLMALARI SON DERECE ANORMALDİR. GERÇEKTE BAMBAŞKA KİMSELER TARAFINDAN TEHDİT VE BASKI ALTINA ALINDIKLARININ, ZORLA BÖYLE DAVRANMAYA MECBUR BIRAKILDIKLARININ BARİZ BİR KANITIDIR.

 Cinsel saldırı gibi çok büyük bir fiziksel ve duygusal travmayı, hem de defalarca yaşadığını iddia eden bir kadının normalde, kendisine defalarca cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettiği kişilerle, değil bir daha yanyana gelmek, onların yüzünü dahi görmek istememesi gerekir. Dahası, İDDİA ETTİĞİ GİBİ BİR MAĞDURİYETİ GERÇEKTEN YAŞAMIŞ OLSA, arkadaşlarımızla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz ortamlara ve etkinliklere güle oynaya katılması, onlarla birlikte fotoğraf karelerine rahat, neşeli, güler yüzlü, mutlu-mesut pozlar vermesi ve bunları kendi sosyal medya hesaplarında paylaşması ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR.

– Her gün gazetelerden, televizyon ekranlarından cinsel saldırıya uğrayan zavallı genç kız ya da kadınların nasıl perişan bir hale geldiklerini, hayatlarının nasıl mahvolduğunu, çoğunun ruhi bunalıma girdiğini, yaşamdan koptuğunu, hatta bazılarının intihara bile teşebbüs ettiklerini yakinen görmekteyiz. Oysa, dosyadaki sözde mağdur bayanların tamamı sözde eylemlere maruz kaldıklarını iddia ettikleri tarihlerde bu son derece aktif bir sosyal yaşam sürdürmektedir. Kimisi iş, okul hayatlarına devam ederken kimisi spor, dans, tiyatro, gezi, alışveriş, vb. aktivitelerinden hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Sokaktaki rastgele herhangi bir bayandan çok daha mutlu, neşeli, dolu dolu, aktif bir yaşam sürmektedir. TARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE, DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BU TÜR SÖZDE TECAVÜZ MAĞDURLARI NE GÖRÜLMÜŞ NE DE DUYULMUŞTUR.

İşte, tüm bunlar ve benzeri, bariz çelişki ve mantıksızlıklar, dava dosyasındaki sözde cinsel saldırı iddialarının hiçbir hukuki ve kanuni değeri ve dayanağı olmadığı gibi, akla, mantığa, vicdana ve hayatın doğal akışına da tümüyle aykırı olduğunun çok önemli kanıt ve göstergeleridir.

Dava dosyasında bahsi geçen yüzlerce sözde cinsel saldırı olayının, değil tümü ya da bir bölümü, tek bir tanesi bile buraya kadar saydığımız somut, maddi, teknik, akli ve vicdani delillere sahip değildir.

SÖZDE CİNSEL SALDIRI MAĞDURLARININ İFADELERİNİN HEMEN HEPSİ ADETA TEK MERKEZDEN ÇIKMA AYNI KLİŞE VE KALIPLARI TEKRARLAMAKTADIR. VE YİNE, HERBİRİ İLGİNÇ BİR BİÇİMDE AYNI ÇELİŞKİ, TUTARSIZLIK, GARİPLİK, ANLAMSIZLIK VE MANTIKSIZLIKLARI İÇERMEKTEDİR. ANLATILAN SENARYOLARI SUÇ KAPSAMINA SOKABİLMEK KASTIYLA AYNI ORTAK ÜSLUP VE İFADE TEKNİKLERİ KULLANILMIŞ, AYNI İNCE AYARLAR YAPILMIŞTIR.

Dolayısıyla, planlı, organize ve toplu bir hareketin ürünü oldukları açıkça belli olan, yalnızca husumetli müştekilerin ya da dayatılmış itirafçıların beyanlarına dayalı soyut, asılsız ve mesnetsiz bu iddiaların iddianamede adeta somut birer suç delili gibi sunulmasını anlamak mümkün değildir.

NORMAL ŞARTLARDA KANITLANMASI, DOĞRULANMASI SON DERECE KOLAY OLAN CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR İDDİADA, BURAYA KADAR AÇIKÇA GÖRDÜĞÜMÜZ ÜZERE, TEK BİR SOMUT DELİL, BELGE VE İSPAT DAHİ SUNULAMIYORSA, BU DURUM İDDİALARIN TÜMÜYLE GEÇERSİZ VE GERÇEK DIŞI OLDUĞUNUN, İFTİRADAN İBARET OLDUĞUNUN APAÇIK BİR GÖSTERGESİDİR.


–3– Mehdilik İddiasına Cevabımız

SAYIN ADNAN OKTAR HAYATININ HİÇBİR DÖNEMİNDE MEHDİLİK İDDİA ETMEMİŞ, BÖYLE BİR İDDİADA BULUNMAYACAĞINI HEP BELİRTMİŞ VE MEHDİ OLMADIĞINI DEFALARCA AÇIKLAMIŞTIR!

Sayın Adnan Oktar hakkında infial oluşturmak ve kamuoyunu yönlendirmek için ortaya atılan asılsız iddialardan birisi de, Sayın Adnan Oktar’ın güya kendisinin Mehdi olduğunu iddia ettiğine dair iddialardır. Devam etmekte olan yargı sürecindeki müştekilerin de arkasına sığındıkları bu iddianın ortaya atılmasındaki ana sebep, Sayın Adnan Oktar’ın güya Mehdiliğini ilan edip ülkenin yönetimini ele geçirmeyi hedefleyen bir insanmış gibi görülmesini sağlamaktır. 

Amaç, Sayın Adnan Oktar’ı güya aynı FETÖ gibi devlete, hükümete ve millete karşı bir tehditmiş gibi göstermek ve devletin kurumlarını bu tehdidi ortadan kaldırmak için hamle yapmaya yöneltmektir. 

İşin doğrusu ise, aşağıda yer verdiğimiz bazı konuşmalarında da anlaşıldığı gibi, Sayın Adnan Oktar bugüne kadar yüzlerce kez Mehdi olmadığını, geçmişte Mehdilik iddia etmediğini ve gelecekte de asla etmeyeceğini kamuoyu önünde defalarca -yemin de ederek- beyan etmiştir:

>> "Kardeşim bir kere bu Kur'an'la çelişir. Ben böyle bir şey söylemem çünkü ben imtihan olan bir insanım. Bir de bunun için vahiy gerekir. Vahiy de gelmeyeceğine göre, yani yeni bir kitap gerekir. Böyle bir şey de olmayacağına göre benim Mehdilik iddia etmem gibi bir konu olmaz. Dolayısıyla dedim ki, yine söylüyorum: Allah’ın, meleklerin, bütün insanların laneti üzerime olsun ki ömrüm boyunca, ölünceye kadar hiçbir şekilde Mehdilik iddia etmeyeceğim. Bu açık, kaç defa söyledim…" (Adnan Oktar-10.04.2010)

>> "Bakın ben Mehdi değilim. Mehdilik iddiam yok. Yani bütün kardeşlerime, bütün sevdiklerime, bütün milletime bunu açıkça söylüyorum. Ben Mehdi değilim ve Mehdilik iddiam da yok ve hiçbir zaman için de olmaz. Mehdilik iddia etmeyeceğime de yemin ediyorum. Allah adına, ömrüm boyunca öyle bir iddiam olmaz benim. Yani ben Mehdiyim demem. Yani öyle bir iddiam olmaz. Yeminle söylüyorum. Gönülleri rahat olsun, öyle bir şey yok." (Adnan Oktar-01.02.2014)

>> "Bir insan kendisini Mehdi ilan ederse, dinle, islamla alakası kalmaz. Küfre girmiş olur. Kur'an'ın hükmüne göre Cenab-ı Allah bize ne diyor? Ümit ve korku içinde olun ve ordan da Mehdilik iddia edene ne diyor? Ben günahsızım, cennetliğim. Benim imtihan olmama gerek yok diyor. O zaman küfre girer. yani hiçbir insan ben Mehdiyim diyemez… Alim değilim. Müceddid, müçtehid değilim. Nerde Mehdi oluyorum ben. Ama insanlar sevdiklerine hüsnü zan ederler… Hatta ben defalarca da yemin ettim: hiçbir zaman için benim bir Mehdilik iddiam olmayacak, Allah adına yemin ediyorum. Olmaz, öyle bir şey olmaz." (Adnan Oktar-03.10.2015)

>> "Şimdi tabii Mehdi’yi anlatınca, hocam sen kendini mi ima ediyorsun? diyorlar. Ama ben Mehdilik iddia etsem, bir kere niye gidip 33. dereceden mason olayım? Bi de meşrika- azam-üstad mason. Yani kardeşim bir nur talebesi, yani gelenekçi Ortodoks bir dindarın en zıt olduğu konulardan birisi de masonluktur. Yani girip çıksan bile adam affetmez. Yani kapısına girdim çıktım desen affetmezler. Ben televizyon kanalında, bütün milletin gözü önünde masonik törenle Meşrika Azam oldum ve madalya aldım, mason madalyası aldım. Ve tapınak şövalyeleri de tapınak şövalyesi olduğuma dair diploma verdiler… Mehdilik iddia eden adam bunu niye yapsın?" (Adnan Oktar-07.06.2013)

>> "Ben neyim, sıradan bir insanım. Alemciyim, yani insanlardaki Mehdi imajıyla benim uzaktan yakından alakam yok. Masonluk var, Yahudilerle iç içeyim. Hahamlarla ahbabım. Yani bir kere tam anlamıyla haham ve Yahudi karşıtı olması gerekir Mehdinin. Mehdinin anti mason olmazı lazım. Şiddetle masonluğa karşı olması lazım. Eğlence, dans asla yapmaz. Kaşıkla oynamayla hiç olmaz. Mini etkeli kızlarla falan böyle beraber olacak, eğlenecek, alem olacak, mümkün değil. Ben zaten baştan Mehdiliği kaybetmiş vaziyetteyim. O yüzden benden ümidi kesin. Benim dışımda kimde arıyorsanız arayın. Bende olacak iş değil yani… Cahillik bende, yani böyle Mehdi olmaz kardeşim. En başından olay bitmiş, kilitlenmiş. Onun için bitmiş bir meselenin yeniden araştırması olmaz." (Adnan Oktar-22.03.2018)

>> "Yüzlerce defa söyledim, Mehdilik iddiasında bulunursam Allah'ın, meleklerin, insanların laneti üzerime olsun dedim. Ben hoca da değilim. Bu program da din programı değil. Ben Allah'ı çok seviyorum, her yerde, her ortamda Allah'ı anarım." (Adnan Oktar-09.03.2017)

Görüldüğü üzere, Sayın Adnan Oktar yıllardır yaptığı açıklamalarla kendisinin Mehdi olduğuna dair asılsız iddiaları ve Mehdilik iddia ettiğine veya edeceğine dair söylentileri açık ve net bir şekilde hem de defalarca yalanlamıştır.


–4– Ailelere İftira Atıldığı İddiasına Cevabımız

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın aileleriyle  uzak oldukları, onlarla anlaşamadıkları iddiası kesinlikle doğru değildir. 

Uzun zamandan beri camiamıza husumet duyan küçük bir grup; mensuplarımızın ailelerine sözde düşman olduğu şeklinde bir yanılgı oluşturmaya çalışmaktadır.

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız Kur'an ayetlerine uygun yaşamayı kendilerine esas almış insanlardır. Bu nedenle aileleri ile olan ilişkilerini de Kur'an ayetlerini esas alarak düzenlemişlerdir. Yani her ne olursa olsun ailelerine karşı her koşulda şefkatli ve alçakgönüllü bir tavır içindedirler.

Allah Kur'an'da, "Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Bana'dır." (Lokman Suresi, 14) hükmüyle insana annesine ve babasına karşı iyilikle davranmasını emretmektedir.

Kuşkusuz anne ve babanın evladı üzerindeki emeği çok büyüktür. Annesi pek çok güçlüğe göğüs gererek onu dokuz ay boyunca karnında taşımış, doğurmuş ve her türlü fedakarlığa katlanarak büyütmüştür. Babası da onu yetişkin bir yaşa eriştirebilmek için büyük emek harcamıştır. İnsanın kendisine gösterilen bu güzel ahlakı ve emeği görmezlikten gelerek anne babasına karşı büyüklük taslaması, onlara karşı merhametsiz bir tavır içerisinde olması mümin ahlakıyla bağdaşmaz. 

Tüm bu nedenlerden dolayı, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız her tavırlarında, mümin ahlakının gerektirdiği şekilde güzel davranmaya çok dikkat ederler.Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, anne ve babasına karşı Kur'an'da emredildiği üzere, "öf" bile demeyecek kadar saygılı ve hürmetkar bir üslup içerisinde olma gayretindedirler. Alabildiğine alçakgönüllü ve anlayışlıdırlar ve ellerinden geldikçe ebeveynlerine daima güzel söz söylemektedirler.

Buna karşın arkadaşlarımızın tamamının ailelerinin sözde adeta can düşmanı olduğuna dair bir algı operasyonu yapılmaya devam edilmektedir. 

İlginç olan, Adnan Oktar davası sırasında sürekli olarak söz konusu 3-4 ailenin gündem yapılması, fakat geri kalan yaklaşık 250 aileden hiç bahsedilmemesidir. Camiamız içinde herkes aileleriyle oldukça iyi ilişkiler içindedir; irtibatları hiçbir zaman kesilmemiştir. Yıllardır hemen herkes sosyal medyada aileleriyle fotoğraflarını paylaşmakta, aileleriyle birlikte girişimlerde bulunmakta, iş kurmakta, hatta kimileri, ilerlemiş yaşlarına rağmen halen ailelerinin yanında yaşamaktadırlar. Kimi aileler çocuklarının yanına taşınmışlardır. 

Bakıma muhtaç olan ailelerle başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere camiamızdaki herkes yakından ilgilenmektedir. Ameliyatlarıyla, bakımlarıyla ilgilenenler, hastanede kaldıklarında başlarında refakatçi olarak bekleyenler, kan ihtiyacı olduğunda koşarak kan verenler ve yaşlılıktan kaynaklanan sorunlarına çözüm yolları bulanlar yine bu gruptan kişiler olmuştur. Aile kutsaldır ve bunu en iyi bilen ve yaşayanlardan biri, Allah’a, Kur'an'a bağlı yaşamayı kendine düstur edinmiş olan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızdır.

Söz konusu aileler, cezaevi dönemlerinde kendi çocuklarına en büyük desteği göstermiş, onları hiçbir şekilde yalnız bırakmamış ve onların uğradıkları iftiralara hiçbir zaman inanmamışlardır. Cezaevlerinin açık görüş günlerinde kumpasçı grubun tehditlerine ve baskılarına maruz kalmalarına rağmen çocuklarının daima yanında olmuşlardır.

Hemen her aile, çocukları İstanbul dışında farklı şehirlerde cezaevlerine gönderilmiş olmalarına rağmen, onlara destek olmak için oldukça uzak şehirlere neredeyse her hafta ziyarette bulunmuşlardır. Bunun bir kumpas davası olduğunu çok iyi bildikleri için her aşamada desteklerini daha da artırmışlardır. Cezaevi sürecini takiben İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davamızın hemen her celsesine katılmış ve oturdukları koltuklardan sevgi gösterileri içinde bizlere olan desteklerini esirgememişlerdir.

Bu süreç boyunca, kumpas çetesi tarafından aldatılan ve sürekli manipüle edilen 3-4 ailenin tamamen gerçek dışı açıklamaları basında oldukça geniş yer tutarken, kendi çocuklarını destekleyen yaklaşık 250 ailenin fikrine kimse danışmamıştır. Onların görüşünü kimse almamıştır. Onların destek mesajları gündem olmamıştır. Daha da ilginci, çocuğunu destekleyen bir anne, yaptığı bir basın açıklaması sonrası tutuklanmış ve 14 ay cezaevinde kalmıştır.


–5– FETÖ İltisakı İddiasına Cevabımız

SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞ CAMİAMIZIN, FETÖ İLE ARASINDA HİÇBİR BAĞLANTI BULUNMADIĞI EMNİYETİN HAZIRLADIĞI ARAŞTIRMA ve İNCELEME RAPORU İLE KESİN OLARAK ANLAŞILMIŞTIR!

Sayın Adnan Oktar ile FETÖ arasında hiçbir bağlantı olmadığına ilişkin yüzlerce delil bulunmakla birlikte, öncelikle bu konudaki en önemli çalışmadan, yani Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olan ve ne Sayın Adnan Oktar'ın ne de 235 arkadaşımızın, FETÖ/PYD yapılanması ile aralarında hiçbir bağ bulunmadığını belirtir raporundan bahsetmek gerekir. Bu resmi rapora göre;

“FETÖ Silahlı terör örgütüne üye olmamakla beraber yardım etme” iddiasına yönelik olarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün 30.07.2018 tarih ve 58604142.66693.(63044).D2-38854 sayılı yazıları ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosunun yürüttüğü 2018/117729 sayılı soruşturmasına istinaden Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın FETÖ/PDY ile irtibatlı olup olmadığına ilişkin bilgi talep edilmiş, GELEN RAPORDA, SAYIN ADNAN OKTAR’IN VE İSİMLERİ ZİKREDİLEN 235 ARKADAŞIMIZIN FETÖ İLE HİÇBİR BAĞININ TESPİT EDİLEMEDİĞİ BELİRTİLMİŞTİR.

Başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere, 235 kişinin BYLOCK KAYITLARININ OLMADIĞI, BANK ASYA’DA HESAPLARININ BULUNMADIĞI, KRİZ MERKEZİ VERİSİ İÇİNDE KAYITLARININ OLMADIĞI, SORUŞTURMALAR İÇİNDE ADLARININ YER ALMADIĞI, BELGE/EVRAK/DERNEK BAŞLIĞI ALTINDA BİR KAYITLARININ BULUNMADIĞI somut olarak ortaya konulmuştur.

Ayrıca, Emniyet Müdürlüğü’nün inceleme teknikleri arasında olmasa bile kamuoyunda FETÖ bağlantısı olarak algılanabilecek aşağıdaki maddelerden de anlaşılacağı üzere Adnan Bey ve arkadaşlarımızdan hiç kimse hiçbir dönemde;


Hatırlatmaya gerek olmamasına rağmen, söz konusu haberde iftiraya varan ifadeler kullanıldığı için bazı önemli hususları size tekrar hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyoruz:

– 2007-2014 YILLARI ARASINDA HERKES FETÖ'YÜ GÖKLERE ÇIKARIRKEN; bazı milletvekillerinin FETÖ’nün elini öpmek için sıraya girdiği, bazı hükümet yetkilileri başta olmak üzere birçok siyasinin, gazetecinin ve akademisyenin FETÖ’ye methiyeler düzdüğü, Okyanus ötesine selamlar yollandığı tarihlerde FETÖ’ye en ağır eleştirileri yapan kişilerin başında Sayın Adnan Oktar gelmektedir. 

– 2013 GEZİ AYAKLANMALARI SIRASINDA; bu isyanların ardındaki gücün FETÖ olduğunu herkesin bildiği ama kimsenin açıkça bir şey söyleyemeye cesaret edemediği ve FETÖ'yü övmeye devam ettiği dönemde Sayın Adnan Oktar açıkça ve cesurca bu gerçeği canlı yayınlarda defalarca dile getirmiştir.

– 2013 SONBAHARI DERSHANE KRİZİNDE; hükümet dershanelerin kapatılmasını istediğinde Zaman gazetesi çok çirkin bir üslupla Sn. Erdoğan ve Hükümeti hedef almıştır. Cüppeli Ahmet Hoca bile Samanyolu TV'ye çıkıp dershaneler kapatılmasın demiştir. Sayın Adnan Oktar ise her zamanki gibi yine FETÖ'ye karşı Hükümete ve Sayın Erdoğan'a açık desteğini ortaya koymuş ve tarafını belli etmiştir.

– 2013, 17-25 ARALIK FETÖ DARBE GİRİŞİMİ SIRASINDA; Türkiye'de yer yerinden oynar bir halde onlarca televizyon kanalında Sayın Erdoğan'a haşa hırsız denilip montajlanmış sahte ses kasetleri yayınlandığı, hükümete yakın medyada ise derin bir sessizliğin hakim olduğu esnada, “Milletçe Tayyip Hocamın yanındayız, gönlü çok rahat olsun” diyerek meşru Hükümeti ve Sayın Erdoğan'ı destekleyen ilk konuşmayı Sayın Adnan Oktar yapmış ve tüm darbe girişimi boyunca FETÖ'ye karşı Sayın Erdoğan ve meşru Hükümete olan aralıksız desteğini sürdürmüştür.

– 2014, 1 OCAK VE 19 OCAK MİT TIRLARININ DURDURULMASI KRİZLERİNDE; Millî İstihbarat Teşkilatı'na ait olduğu belirlenen ve içinde Suriye'ye gitmek üzere askeri mühimmat bulunan TIR'ların durdurulması üzerine herkes bir kenara çekilmiş sessizce ne olacak diye beklerken ve o sırada amansızca hükümetin üzerine gidilirken, Sayın Adnan Oktar onlarca konuşmasında hep Hükümete ve Sayın Erdoğan'a sahip çıkmıştır.

– 2016, 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ GECESİNDE; FETÖ’nün darbe kalkışmasına karşı koyan ilk kişi Sayın Adnan Oktar olmuş ve seçilmiş Başbakan Sayın Erdoğan ve meşru Hükümeti 12 saat süren canlı yayın boyunca savunmuştur. Gece, tankların köprüyü kapadığı haberini alır almaz, A9 TV stüdyosuna gelerek canlı yayına başlamış ve gece saat tam 23:51’de “meşru hükümet demokratik hükümettir” sözüyle darbeye ilk karşı çıkışını yapmıştır.

RTÜK'te, Adliye emanetinde ve bizlerde çok sayıda kopyaları bulunan, Sayın Adnan Oktar'ın yukarıda deşifrelerini verdiğimiz konuşmalarını içeren A9 TV canlı yayın kayıtları tüm bu gerçeklerin apaçık somut delileri hükmündedir.

Sayın Adnan Oktar'ın FETÖ karşıtı bu kararlı tutumu, bugüne kadar da hiçbir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Bu hain ve bölücü terör örgütü her başını kaldırmaya çalıştığında ona karşı en ağır ve en şiddetli eleştirilerle amansız bir mücadele sürdürmüştür.

Buraya kadar çok küçük bir özetini sunduğumuz tüm bu nedenlerden ötürü, Sayın Adnan Oktar'a yöneltilen sözde FETÖ'ye yardım etme ithamı tarihteki en büyük yalan ve iftiralar arasında yerini almıştır. Ortalama bir akıl ve vicdana sahip, art niyetsiz, dürüst ve samimi bir insanın da bu gerçeği rahatça göreceğinde kuşku yoktur.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN FETÖ’YÜ ELEŞTİREN KONUŞMALARINDAN BAZI ÖRNEKLER

Sayın Adnan Oktar'ın aşağıdaki konuşmaları yaptığı tarihlere özel olarak dikkat edilmesini önemle rica ediyoruz:

– Sayın Adnan Oktar, 16 Kasım 2010, A9 TV:

"Önce entel dantel takılmaya başladılar. E dedik olabilir yani. Sonra baktım Bediüzzaman’dan bahsetmemeye başladılar. Bak bunca yıllık mürşitlerini bir kalemde kendilerince harcamaya kalktılar... Ilık adam oldular ılık. Toz pembe oldular yani böyle. Bambaşka bir şekle girdiler. 

Çoluk çocuğa şarkı, türkü öğretecekler. Öyle mutlu bir şekilde yaşayacaklar. Bediüzzaman bunu mu anlattı bize? Peygamberimiz (sav) bunu mu anlattı bize? Nereden çıkıyor bu? 

Bu sefer Bediüzzaman'a cephe aldılar. ... Mesela burada çocukları bırakıyor, hanımları bırakıyor değil mi, yaşlıları bırakıyor herkesi bırakıyor. Kendi canını kurtarmanın derdinde oluyor. Yiğitsen, delikanlıysan burada kalsana, burada mücadele versene, değil mi? Pırr uçuyorsun, hem de ben diyorsun Müslümanım, mücahidim, yiğidim, delikanlıyım. E Müslüman şehit olmayı da istiyor, gazi olmayı da istiyor. Hapsi de göze alır, hepsini göze alır değil mi? Sen nasıl delikanlısın? NASIL MÜSLÜMANSIN?

Böyle havadan nem kapıyorlar değil mi? Yani tahmin edilmedik şeylerden ÇOK ŞİDDETLİ KORKUYORLAR. O yüzden de hizmeti de bırakıyorlar, İslam’ı anlatmayı da bırakıyorlar, davayı da bırakıyorlar.” (https://youtu.be/dQIYPI-G8Sg) 

– Sayın Adnan Oktar, 7 Mart 2012, A9 TV:

"Fethullah Hoca cemaati siyasete girerse, sıfır netice alır. Siyasetle ilgili iddiası olmaması lazım Fethullah Hoca cemaatinin. Siyaseti siyasetçilere bırakacak. HÜKÜMET İÇİNDE HÜKÜMET OLMAYA KALKMAK, ÖZELLİKLE BAZI AKILDANELER ÖYLE ORTAYA ÇIKIYORLAR, BİR DE ÜSTELİK ÇOK KORKAK, ZAYIF, SIĞ AKILLI, DAR DÜŞÜNEN, TEŞHİS YETENEĞİ OLMAYAN, KENDİNİ ÇOK BEĞENEN, ENANİYETLİ BİR KISIM ZEVAT, NE OLDUM HAVASINA GİRDİLER. BİR ŞEY OLDUĞUNUZ YOK, GARİBANIN TEKİSİNİZ. ÜFLEDİN Mİ KAÇACAK DELİK ARIYORSUNUZ. KORKAK, ÜRKEK, ZAYIF İNSANLARSINIZ. Fikre tahammülünüz yok, düşünceye tahammülünüz yok. Hatta benim gördüğüm DESPOT BİR YAPIYA EĞİLİMLİSİNİZ. Kendinden olmayan adamı harcama kafasında oluyorsunuz." (https://youtu.be/p0araNRLbU8) 

– Sayın Adnan Oktar, 28 Haziran 2013, A9 TV:

FETHULLAH HOCA CEMAATİNDE muazzam bir enaniyet var, muazzam bir enaniyet. Acayip ekabirler. Halka tepeden bakıyorlar, enaniyet yaptıkça Allah aşağılıyor bu sefer. ..... BİR DE SİNSİCE, ALTTAN ALTA İŞLER ÇEVİRİYOR. BÖYLE TİPLERİ DEVLETİN MÜHİM MEVKİLERİNE GETİRMEK DE ÇOK TEHLİKELİ. Enaniyetten kafayı çizmiş adam. Mantık, şu, bu, merhamet, vefa, sadakat kaybolmuş. .... Fethullah Hoca'nın talebelerinin bir kısmının esrarengizliğinin, mesafeli olmalarının, insanlara üstten bakmalarının bereketsizliği bu. .... BU KADAR ESRARENGİZLİĞE NE GEREK VAR? İNSAN O ZAMAN ŞÜPHELENİYOR. HER ŞEYİN ALTINDA ONLARI ARIYOR. NİTEKİM DE HAKİKATEN ÇOK YERDEN ÇIKMAYA BAŞLADILAR. (https://www.youtube.com/watch?v=7--y4ZyM08s&feature=youtu.be)

Dolayısıyla, tüm bu gerçekleri göz ardı ederek 'Sayın Adnan Oktar'ın güya FETÖ'yü övdüğü' şeklinde akıllara ziyan bir iftirayla ortaya çıkmanız insanların aklına ister istemez, "Acaba Veryansın TV, farkına varmadan herhangi bir kara propaganda ve algı operasyonunun parçası mı oldu?” sorusunu getirmektedir. Bu itibarla, bu aşamadan sonra göstereceğiniz en doğru ve hakkaniyetli tavrın, Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamıza yönelik olarak ortaya atılan bu gerçek dışı FETÖ bağlantısı yalanına artık itibar etmemek ve bunları tekrar etmekten nedamet duymak olacağını düşünüyoruz.


–6– Hakan Atilla Davası Bilirkişisinin Ağırlanması İdidasına Cevabımız

Jonathan Schanzer isimli ABD’li FDD düşünce kuruluşu üyesi kişi, 2013 yılında kendi kurumunun çalışmaları çerçevesinde İstanbul’da bulunmaktadır. Sayın Adnan Oktar TARAFINDAN DAVET EDİLMİŞ DEĞİLDİR.

JONATHAN SCHANZER TÜRKİYE'YE GELDİĞİNDE, YANINDA CEYLAN ÖZGÜL KURUCA'NIN İSMİNİ VERDİĞİ MARK DUBOWİTZ DEĞİL, DAVEED GARTENSTEİNROSS VARDIR. Ceylan Özgül Kuruca'nın, gerçekte Türkiye'de olmadığı halde Dubowitz ismini vermesindeki tek sebep, RIZA SARRAF DAVASINDA SCHANZER İLE BİRLİKTE DUBOWİTZ’İN DE BİLİRKİŞİ OLMASI VE TÜRK BASININDA BU İKİ İSMİN ÇOK YAKINDAN TANINIYOR OLMASIDIR.

Ceylan Özgül Kuruca, arkadaş grubumuzda bulunduğu yıllar boyunca kendi kişisel sosyal ve kültürel faaliyetleri kapsamında yurt dışındaki çok sayıda TV kanalı, gazete, dergi, internet haber sitesi ve düşünce kuruluşlarıyla yakın temas içinde olmuştur. Bu kaynaklarla sayısız röportaja katılmış, canlı yayınlara çıkmış, köşe yazıları ve makaleler yazmıştır. Kendi özel merakı ve ilgi alanı olarak günlük yaşantısının büyük bölümü bu tarz yüzlerce kaynak ile bağlantı kurmakla geçmektedir. Jonathan Schanzer isimli kişinin dahil olduğu düşünce kuruluşu ile de bu dönemde temasa geçen kişi kendisidir. 

Ancak, doğal olarak ne Adnan Bey'in ne de diğer arkadaşlarımızın, Ceylan Özgül Kuruca'nın her gün kimlerle yazıştığını, ne yazışmalar yaptığını, bunların detaylarını bilmesi, takip etmesi mümkün değildir.

Sayın Adnan Oktar'ın yerli yabancı her kesimden ünlü, tanınmış ve söz sahibi kimselerle, din adamları, fikir adamları, siyasi ve düşünce kuruluşlarının temsilcileri, vs. ile tanışmak, görüşmek, onlara İslam'ı, barışı, sevgiyi, kardeşliği anlatmak, ülkemizin ve İslam dünyasının menfaatleri, hükümetimizin ve Sn. Cumhurbaşkanımızın doğru ve iyi tanınması, onların aleyhinde yurt dışındaki bazı şer odaklar tarafından yayılmaya çalışılan yanlış ve olumsuz imajın giderilmesi yönünde konuşmalar yaptığı bilinen bir gerçektir

Nitekim, bu karşılıklı görüşme, tanışma ve sohbetlerin çok büyük bir bölümü, A9 TV programlarındaki canlı yayınlarda onbinlerce izleyici karşısında gerçekleşen, tüm Türkiye'nin yüzlerce kere şahit olduğu bir konudur. Adnan Oktar yıllardır, böyle yerli yabancı yüzlerce isimle A9 TV ekranlarında biraraya geldiği için Ceylan Özgül Kuruca'nın da temasta bulunduğu önemli kişilerle zaman zaman kendisini de tanıştırmak istemesi son derece normaldir. 

Birçok düşünce kuruluşu temsilcisi gibi Jonathan Schanzer ile de o dönemde temasta olan Özgül, onun İstanbul’a geleceğini öğrenince, bu fırsatı değerlendirmek ve Schanzer’i Adnan Bey'le de A9 TV stüdyosunda görüştürmek istemiştir.

Bunun sonucunda, Jonathan Schanzer kendi kuruluşunun işleri için İstanbul’a geldiği sırada, A9TV’de canlı yayın yapıldığı bir akşam kanalın stüdyosunu ziyaret etmiştir. Schanzer stüdyoya geldiğinde Adnan Bey canlı yayındadır. Yayın esnasında, Schanzer’in stüdyoya geldiği bilgisi kendisine ulaştırıldığında canlı yayından “misafirimiz şu an bizi izliyor mu?” diye sormuştur. Nitekim, yayının bu bölümünün deşifresi iddianame içinde de yer almaktadır. Bu deşifrelerden de Sayın Adnan Oktar'ın Schanzer’i hiç tanımadığı ve hakkında bilgi sahibi olmadığı kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yayının devamında da Adnan Bey, Schanzer’in şahsıyla ilgili hiçbir anlatım yapmadan nezaketen sadece mensubu olduğu Amerikan toplumunun güzel yönlerinden bahsettiği övücü bir konuşma yapmıştır.

Adnan Bey'in o akşamki canlı yayını, gündemin yoğunluğundan dolayı uzayınca Jonathan Schanzer daha fazla bekleyemeyeceğini belirtip izin istemiş ve stüdyodan ayrılmıştır. Dolayısıyla, Sayın Adnan Oktar'ın kendisiyle yüz yüze görüşmesi ve konuşması da hiç olmamıştır. Bunun öncesinde de Sayın Adnan Oktar'ın Jonathan Schanzer'le ne görüşmüşlüğü ne tanışmışlığı ne de herhangi bir konuda konuşmuşluğu vardır. Kendisinin siyasi görüşleri, faaliyetleri hakkında da hiçbir bilgisi yoktur. Bütün olay bundan ibarettir.

Kaldı ki o tarihlerde başka yüzlerce yabancı STK temsilcisiyle olduğu gibi Jonathan Schanzer'le görüşmüş olduğunu varsaysak bile, ortada bundan dolayı itham edilmesini gerektirecek bir durum yoktur. Çünkü, o tarihte Jonathan Schanzer, Türk makamları tarafından herhangi bir terör örgütüyle bağlantısı olmakla suçlanıp aranan bir şahıs değildir. Zira, 2013 yılında rahatlıkla Türkiye’ye giriş çıkış yapmış, herhangi bir soruşturmaya uğramamış gözaltına da alınmamış o dönemde tümüyle legal bir kimsedir.

Sonuç olarak, Jonathan Schanzer daha ortada FETÖ, Rıza Zarrab ve Halkbankası davaları diye bir şey yokken Ceylan Özgül'ün Adnan Bey'in gözüne girmek gayretiyle kişisel girişimleri ile A9 TV stüdyosuna gelen, orada kısa süre kalıp Adnan Bey canlı yayın esnasında müsait olmadığı için kendisiyle konuşup görüşmeden ayrılmış bir kişidir. 

Adnan Bey'in hayatında hiç tanışmadığı, konuşmadığı Jonathan Schanzer üzerinden iddianamede hakkımızda büyük bir zorlamayla FETÖ bağlantısı kurulmaya çalışılması ortada gerçekten de hiçbir somut delil olmadığının, dosyanın bomboş olduğunun kanıtlarından bir başkasıdır.


–7– Kahtani Yorumuna Dair Cevaplarımız

Öncelikle bir yanlışı düzelmek isteriz. Söz konusu haberde, hadislerde bahsedilen KAHTANİ için KAFTANİ yazılmıştır. Kaftani diye bir ifade ne Türkçe’de ne Arapça’da ne de başka bir dilde var. Hiçbir araştırma yapmadan, konuyla ilgili tek bir hadis bile okumadan, hatta Google’a yazıp bu kelimenin anlamını dahi araştırmadan KAFTANİ yazılması, haberi hazırlayanların dava dosyamız hakkındaki bilgi eksikliğinin boyutunu, yalnızca kulaktan dolma uydurma bilgilerle hareket edildiğini gözler önüne sermektedir.

17-25 Aralık ÖNCESİNDEN BERİ Sayın Adnan Oktar, her zaman FETÖ'YE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİNİ ÇEKİNMEKSİZİN, AÇIKÇA VE CANLI YAYINLARDA sürekli olarak dile getirmiştir. Hatırlanacağı gibi o dönem FETÖ'nün bir terör örgütü olarak bilinmediği ve Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın Başbakanımızın, bakanların, Genelkurmay Başkanının, muhalefet partilerinin, akademisyenlerin, bürokratların, basın mensuplarının kısacası hemen herkesin bu örgüte yönelik övgülerde bulunduğu bir dönemdir. 

Dolayısıyla o dönemde, Cumhurbaşkanımıza güvendiğimiz için, hükümetimizi destek amacıyla Sn. Adnan Oktar'ın olumlu olarak yorumlanabilecek birkaç konuşması olmuş olabilir. Aslında konuşmalar temelinde, o dönemde FETÖ'nün camiamıza yönelik çıkışlarını alttan alta eleştirmek ve FETÖ elebaşı ve onun destekçilerini kızdırmak amaçlıdır.

Buna en iyi örnek, Sn. Adnan Oktar'ın FETÖ elebaşına yönelik "Kahtani" konuşmasıdır. Bu konuşma amacına ulaşmış ve FETÖ'cüler tarafından müthiş tepki almıştır. Hain darbe girişiminden neredeyse 1 yıl kadar önce 25.11.2015 tarihinde FETÖ’cülere ait bir internet sitesinde Kahtani, Cehcah konularını anlatan bir yazı kaleme alınmış ve bu yazı içerisinde konu kasti olarak Sayın Adnan Oktar’a getirilmiş ve Sayın Adnan Oktar’ın Fethullah Gülen’e yönelik yaptığı Kahtani benzetmesi sert bir dille eleştirilmiştir. (Kahtani, kelime anlamı olarak ve bir kısım İslam alimlerinin yorumlarına göre "bela getiren", "zalim, zorba kimse" anlamlarını taşımaktadır) Sadece bu açıklama bile, Sayın Adnan Oktar’ın yıllar öncesinden beri FETÖ elebaşını eleştirdiğini ve eleştirilerinin de tam hedefine ulaştığının açıkça göstergesidir. 

Sayın Adnan Oktar'ın FETÖ elebaşına yönelik yaptığı Kahtani eleştirisinin FETÖ tarafından verilen TEPKİ şu şekildedir:

"…Adnan Oktar veya Harun Yahya mahlaslı adlı proje adamı, bu süreçte Erdoğan’ın yanında yerini aldı. Ancak bir sohbetinde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi “Hz. Mehdi’nin yardımcısı, Mehdi için zemin hazırlayan Kahtani” ilan etmişti. Resmen fitne çıkartma peşinde. Burada sadece kendimi bağlayan, şahsi görüşümü net açıklamalıyım. Fethullah Gülen Hocaefendi, asla Kahtani değildir, çünkü KAHTANİ’NİN ELİNDE KILIÇ OLACAK, PEK HOCAEFENDİ GİBİ HALİM SELİM, YUMUŞAK, MÜSAMAHALI, HOŞGÖRÜLÜ DAVRANMAYACAK. ZALİMLERİ, MÜNAFIKLARI, FASIKLARI BAŞKA USÜLLERLE YOLA GETİRECEK…" (http://zamanhurriyetlisozcusu.blogspot.com/2015/11/cahcah-kahtani-dehhak-cehcah-kahtani-ve.html)

Görüldüğü üzere Sayın Adnan Oktar’ın Kahtani benzetmesine, FETÖ cephesi şiddetle karşı çıkmış hatta bu benzetmeyi yapan Sayın Adnan Oktar'ı güya proje adamı olmakla suçlamışlardır. Çünkü, bu kişiler Sayın Adnan Oktar’ın bu ifadeyi gerçekte ne anlamda kullandığını çok iyi bilmektedirler. Sadece bu yazılanlar bile Sayın Adnan Oktar ve FETÖ arasında ciddi bir hasımlık, düşmanlık olduğunu göstermektedir.

Ama elbette bu karşılıklı hasımlığın asıl göstergesi, Sayın Adnan Oktar'ın FETÖ hakkındaki tamamen eleştirel konuşmalarıdır. Sayın Adnan Oktar, FETÖ'nün bir terör örgütü olarak bilinmediği ve SİYASİLERDEN DESTEK ALDIĞI DÖNEMLERDE DAHİ FETÖ'YÜ ELEŞTİRMİŞTİR. Zaten bunun anlaşılması için TEK BİR ALEYHTE KONUŞMA DAHİ YETER. Sayın Adnan Oktar, tüm Türkiye'nin FETÖ'yü övdüğü bir zamanda bunu defalarca yapmıştır. Yalnızca bu bile, Sayın Adnan Oktar'ın bu örgüte karşıt bakış açısını göstermek için yeterlidir.

Bunun ispatı da oldukça kolaydır. SAYIN ADNAN OKTAR'IN 17-25 ARALIK ÖNCESİNDE YAPTIĞI FETÖ'YÜ ELEŞTİREN KONUŞMALARI YETERLİ BİR İSPATTIR. Yukarıdaki, –5— FETÖ İltisakı İddiasına Cevabımız başlığında bu konuşmalardan çeşitli örnekler vermiştik.

–8– İsrail İle Olan Görüşmelerimizle İlgili İddialara Cevabımız

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, İsrail'den ve dünyanın çeşitli ülkelerinden Musevi camiasına mensup önde gelen din adamlarını, kanaat önderlerini, siyasileri ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerini ülkemize davet ederek ağırlamaları, kimi zaman bu misafirlerin A9 TV'deki canlı yayın sohbet programlarına konuk olarak katılmaları da aynı ilmi, fikri ve sosyal faaliyetler kapsamında gerçekleşmiştir. Ancak savcılık tarafından hazırlanan iddianame kapsamında İsrail’den gelen bir kısım kişilerle yapılan bu görüşmeler sanki bir SUÇ GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIR. 

Öncelikle çok iyi bilinmektedir ki, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, dünyanın çok çeşitli ülkelerinden çok çeşitli insanlarla bağlantıdadırlar. İsrail bu ülkelerden yalnızca bir tanesidir. Filistin dahil olmak üzere, birçok ülkenin fikir önderleri, akademisyenleri, bilim insanları veya siyasetçileriyle görüşmelerimiz varken, iddianameye sadece İsrail vatandaşlarıyla bağlantılarımızın alınmış olması, özel bir algı yaratmak, sanki sadece İsrail ile özel bir ilişkimiz varmış imajı vermek amaçlıdır. Bu durum ortada bir artniyet olduğu izlenimi vermektedir.

Camiamızın İsrail ile yaptığı bağlantılar, diğer ülkelerle yapılan bağlantılardan farklı değildir. Sevgi, dostluk ve samimiyet ortamı içerisinde gerçekleşen bu görüşmeler vesilesiyle Müslüman ve Musevi toplumları arasında karşılıklı barış, dostluk, kardeşlik ve iyi niyet mesajları aktarılmış, her iki camiadan insanlar arasında olumlu, güzel ve faydalı ilişkiler geliştirilmiştir. Yine bu görüşmelerde, aynı Allah'a inanan, pek çok ortak kutsal değere sahip iki büyük semavi dinin mensupları arasında şer güçler tarafından kışkırtılmaya çalışılan suni kavga, gerilim ve düşmanlığın çok büyük bir fitne olduğuna da önemle vurgu yapılmıştır. Bu tür kışkırtmaların, inançlı, dindar insanların birlik ve beraberliklerinden büyük rahatsızlık duyan "üst-akıl"ın, yani İngiliz derin devletinin kasıtlı ve organize bir projesinden ibaret olduğu gerçeği ve bu tür fitnelere karşı her zaman dikkatli olunması gerektiği sık sık dile getirilmiştir

Kısaca, en ortalama zeka ve kültüre sahip bir kimsenin dahi rahatlıkla anlayabileceği üzere, Musevilerle yaptığımız tüm bağlantılar, tamamen İslam camiası ve devletimizin hayrı içindir.

Ancak her nedense, iddianamede bu bilgilerin hiçbirine yer verilmemiştir. Bu hayırlı görüşmelerin içeriklerinden HİÇ BAHSEDİLMEMİŞ, kasıtlı olarak "İsrail bağlantısı" adı altında gizemli ve ürkütücü bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Bu hayırlı görüşmeler sırasında aslında çoğunlukla Türkiye ve özellikle İslam düşmanı olan İngiliz derin devletinin yönettiği bir takım şer odakların dünya çapında ülkemiz, hükümetimiz ve Sayın Cumhurbaşkanımız aleyhinde yürüttükleri kara ve çirkin propagandaya dikkat çekilmiştir. Bu kara propagandanın içyüzü, dünya kamuoyunu inandırmaya çalıştıkları yalan ve iftiraların asılsızlığı, gerçek dışılığı hakkında da söz konusu Musevi misafirler çok detaylı olarak bilgilendirilmişlerdir.

Hal böyleyken gerek Türkiye ve İsrail gerekse Müslüman ve Musevi toplumları açısından bu son derece güzel, olumlu, faydalı ve yapıcı faaliyetlerin, YILLARDIR DURMADAN AKAN MÜSLÜMAN KANINI DURDURMAYI VE BARIŞI SEVGİYİ HAKİM ETMEYİ HEDEFLEYEN FAALİYETLERİN, dava dosyasına bir suç unsuruymuş gibi yansıtılmaya çalışılması, iddianamenin geneline hakim olan suni suçlamaların bir örneği niteliğindedir.

Asıl önemle üzerinde durulması gereken nokta ise, İsrail ile verimli ve olumlu ilişkilerin sürdürülmesinin her şeyden önce HÜKÜMETİMİZİN UYGULADIĞI BİR POLİTİKA olduğudur. Özellikle AK Parti Hükümetinin iktidarda olduğu 18 yıllık dönemde, İsrail ile özellikle ekonomik, ticari ve askeri ilişkilerimiz SÜREKLİ İYİLEŞME ve İLERLEME GÖSTERMİŞTİR.


–9– Casusluk İddiasına Cevabımız

Camiamıza yöneltilen "casusluk" iddialarının asılsızlığını, mesnetsizliğini, saçmalığını ortaya koyan, art niyetli olduğunu, karalama ve itibarsızlaştırma amaçlı kurgulandığını gösteren çok sayıda delil ve gösterge mevcuttur, şöyle ki:

– Hakkımızda ileri sürülen sözde casusluk iddialarının altını dolduracak ne sağlam ne de zayıf hiçbir kanıt yoktur.– Ortada casusluğu yapılan, sızdırılan, kaçırılan hiçbir bilgi, belge ya da devlet sırrı niteliğinde herhangi bir şey yoktur.

– İçinden sözde bilgilerin, devlet sırlarının kaçırıldığı herhangi bir resmi, siyasi veya askeri bir kurum da ortada yoktur.

– Ortada bu sözde casusluğu yapan, güya devlet bilgilerini sızdıran, kaçıran kimse de yoktur.– Bu, sözde kaçırılan devlet sırlarının güya teslim edildiği bir ülke de ortada yoktur.

– Ortada, adına bu sözde casusluk faaliyetinin yapıldığı öne sürülen CIA, MI6, FSB, MOSSAD, vb. herhangi bir istihbarat örgütü yoktur.

– Camiamız mensupları arasında ne askeri ne siyasi ne resmi kurumlarda çalışan ne de devlet memuru olan ve bu kurumlardaki bilgilere haiz olabilecek hiç kimse yoktur.

Yukarıda saydığımız maddeler, camiamızın ve arkadaşlarımızın casusluk gibi çok ciddi ve ağır bir suçlamayla uzaktan yakından bir ilgilerinin olmadığını ve olamayacağını gözler önüne sermektedir. Kısaca, kim nasıl, ne zaman, nerden, neyin bilgisini kaçırıp kime, hangi ülkeye, hangi istihbarat örgütüne teslim etmiştir? Kim neyin casusluğunu kimin adına yapmaktadır? Bu soruların hiçbirinin cevabı ve karşılığı iddianamede yoktur. Çünkü ortada casusluk, ajanlık gibi bir suç yoktur.

Dahası, MİT ve Dış İşleri Bakanlığı tarafından dosyaya sunulan raporlar da, casusluk gibi bir ithamdan bahsedilmesinin dahi mümkün olmadığını açık ve net olarak ortaya koymuştur. 

Yapılan kurguya göre, 30.01.2018 tarihinde Rusya’nın Soçi şehrinde Rus ve Türk Dışişleri Bakanları arasında gerçekleşen hayali bir gizli görüşmede konuşulanlar, güya orada bulunan bir Rus tercüman aracılığıyla Sayın Adnan Oktar’a iletilmiştir. Bir kısım basın da bu senaryoyu hemen sahiplenmiş, haberlere taşıyarak camiamıza karşı saldırıya geçmiştir. Halbuki soruşturma sürecinde, Savcılık, Dışişleri Bakanlığı’na, iddialara konu görüşme ile ilişkili 2 soru sormuş, gelen cevap ise ajanlık suçlamalarını net bir şekilde yalanlamıştır. Aşağıda Dışişleri Bakanlığı’ndan dosyaya gönderilen ilgili cevabi yazılardan bölümler yer almaktadır: 



Yazıda ismi geçen yabancı uyruklu tercüman ise, Türkiye ile yabancı bir ülkenin resmi görüşmelerinde zaman zaman ücretli simültane tercümanlık yapan ve bazı arkadaşlarımızla tanışıklığı olan bir kişidir. Bu yabancı tercümanın ise görüşmelerden kaçırabileceği gizli bir bilgi, bir devlet sırrı da yoktur. Çünkü katıldığı bütün görüşmeler iki ülkeden çeşitli yöneticilerin ya da temsilcilerin katıldığı halka ve basına açık bilgilendirme toplantıları ve görüşmeleridir. 

Veryansın TV'nin kendi zannıyla sözde çok büyük bir casusluk belgesiymiş gibi yayınladığı Whatsapp konuşmaları ise söz konusu yabancı tercümanla, cezaevine girdikten sonra baskı ve tehditle, çürüyene kadar hapislerde kalacağı korkutmalarıyla sözde itirafçı yapılmış Ece Koç isimli etkin pişman arasında geçen, hiçbir gizli bilgi, belge, devlet sırrı, vs. ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, tümüyle halka ve basına açık bir toplantıda yaşanan olayların magazinsel sohbeti niteliğindeki bir konuşmadan ibarettir

Konuyla ilgili olan herkes bilir ki ülkelerin aralarında düzenledikleri gizlilik gerektiren ikili kapalı görüşmelere ancak o ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları'nın kayıtlı personeli olan belirli yeminli tercümanlar katılabilir. İddiaya dayanak gösterilen tercümanın ise böyle bir vasfı yoktur. Bu kişi, ne herhangi bir ülkenin Dışişleri'ne ne de başka resmi kurumuna kayıtlı olmayan, yalnızca GİZLİLİK GEREKTİRMEYEN halka açık basın ve bilgilendirme toplantılarına zaman zaman çağrılan 'freelancer' bir tercümandır.

Bunun dışında, iddianamede söz konusu uydurma casusluk suçlamasına sözde dayanak gösterilmeye çalışılan olay ve mantıklar ise bazı yabancı siyasi, gazeteci, fikir adamı, akademisyenin Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'deki programlarına konuk olarak katılması veya bazı hahamların, imamların, rahiplerin, din adamlarının Sayın Adnan Oktar'ın davetlisi olarak ziyaretine gelmeleri gibi, herkesin gözleri önünde gerçekleşmiş çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerden, dostluk ilişkilerinden öteye gitmemektedir.

Ayrıca, Sayın Adnan Oktar yalnızca Musevi hahamlarla değil, dünyanın her tarafından her çevreden, her din ve inanç grubundan, siyasi görüşten, her türlü makam ve mevkiden önde gelen kimselerle çok sayıda görüşmeler yapmış ve bu görüşmelerin hemen hepsini canlı TV yayınlarında tüm insanların gözleri önünde gerçekleştirmiştir.

Bu görüşmelerin en hayati amaçları arasında öncelikle, dış güçlerin ülkemiz, devletimiz, hükümetimiz, Sayın Cumhurbaşkanımız aleyhinde uluslararası toplumda yaygınlaştırmaya çalıştığı olumsuz imaj ve algıları yıkmak, bunların doğrularını anlatmak, çeşitli ülkelerden, çevrelerden, kuruluşlardan, inanç gruplarından sözü geçen, önde gelen insanlarla dostluk bağlarını güçlendirmek, bunlarla Türk toplumu arasında bir nevi köprü kurarak iletişimsizlikten kaynaklanan yanlış anlaşılmaları, peşin hükümleri, önyargıları, suni gerilim, ihtilaf ve çekişmeleri ortadan kaldırmak, İslam'ın menfaatine, Müslümanların faydasına, güvenliğine, huzuruna, rahatına ve refahına yönelik önemli konuları konuşmak, gündeme getirmek gibi bazı önemli başlıkları sayabiliriz.

Herkesçe bilindiği üzere, casusluk denen eylem gizli, örtülü, kimsenin haberi olmadan gerçekleştirilen bir faaliyettir. Sayın Adnan Oktar ise yurt dışından kendisini ziyarete gelen diğer tüm konuk ve ziyaretçiler gibi, Musevi din adamlarıyla da 80 milyonun gözleri önünde A9 TV’den canlı olarak yapılan yayınlarda görüşmüştür. Ve bu görüşmelerin tamamı çeşitli internet sitelerinde yayınlanmıştır. Bir insanın casusluk faaliyeti yürüttüğü kişileri televizyonda canlı yayınlara çıkarıp ifşa etmesinin hiçbir makul ve mantıklı yönü olmayacağı açıktır.

Diğer yandan, ziyaretimize gelen hahamlardan bir kısmının Türkiye-İsrail ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde iki ülke arasında iyi niyet elçileri olmaları amacıyla yine camiamız aracılığıyla çeşitli AK Parti ve MHP milletvekilleri, eski hükümetlerde görev almış bakanlar ve diğer siyasi partilerin vekilleriyle temaslar kurmaları sağlanmıştır. İsrail’in Mavi Marmara şehitlerine tazminat ödemeyi kabul etmesinin ardında da, Filistin’de hapishanelerinde tutulan Müslümanların serbest bırakılmalarının ardında da Adnan Oktar Bey’in vesile olduğu bu görüşmeler vardır. Üstelik bu görüşmeler, çakarlı araçların eşliğinde, devletin emniyet ve güvenlik birimlerinin özel koruması altında gerçekleşmiştir. Böyle bir casusluk faaliyeti nerede görülmüştür? 

BURAYA KADAR SAYDIĞIMIZ TÜM BU AÇIK VE İNKAR EDİLEMEZ GERÇEKLERDEN ÖTÜRÜ, SAYIN ADNAN OKTAR İLE FETÖ ARASINDA BİR BAĞLANTI ARAYIP İLİŞKİ KURMAYA ÇALIŞMAK, ANCAK BOŞ ve ÇOK KÖTÜ NİYETLİ BİR ÇABADAN İBARET OLACAKTIR!


–10– Sayın Adnan Oktar’ın, Bazı Hanım Arkadaşlarını Güya Politikacılara Şantaj Amaçlı Gönderdiği İddiası Çok Çirkin, Seviyesiz Ve Asılsız Bir İthamdır

Bu çirkin iddia husumetli bir müşteki tarafından kendince karalama maksatlı olarak ortaya atılmış olup, iddianamede tek bir kelimeyle bile yer almamıştır. Sayın Adnan Oktar'ın namuslu, iffetli ve saygın hanım arkadaşlarını karalamak için ortaya atılan bu iftirayı doğrulayacak hiçbir delil, belge, tanık ya da bir şikayet bulunmamaktadır. Bu, tamamen çamur at izi kalsın mantığında ortaya atılmış düzeysiz bir iftiradan ibarettir. Namuslu kadınlara bu tür iftiralar atanları Allah, kutsal Kitabımız Kur'an'ı Kerim'de şöyle kınamaktadır:

Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde şahitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır. (Nur Suresi, 23-24)

Dolayısıyla, Veryansın TV ekibinin, Özkan Mamati gibi ağır husumeti, geçmişten kalma bir takım hayal kırıklıkları yüzünden kin, öfke ve intikam saikiyle yalan, yanlış ve iftira içerikli uydurmaları servis eden kişilere itibar etmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Gerçekleri araştırarak en doğru bilgileri dürüst, objektif ve ilkeli bir habercilik anlayışı içinde kamuoyuna sunmasının daha güzel ve yerinde olacağını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

Bu noktada belirtmek gerekir ki, komplocuların bir kısım basının da desteğini alarak varlığından bahsettikleri dijital şantaj arşivi de hiçbir gerçekliği olmayan tümüyle hayali bir arşivdir. Polis operasyonlarında böyle bir arşiv bulunmamıştır. İddianamede de böyle bir arşivin varlığından bahseden tek bir satır bile yoktur. Dahası, ortada ne bir şantaj malzemesi ne bir şantaj mağduru ne de tarihte böyle bir iddiayla açılmış bir soruşturma ya da dava bulunmaktadır. 

Kaldı ki Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları gerek yüksek ahlak ve kişilikleri gerek aldıkları eğitim, görgü ve terbiye gerekse tertemiz adli sicilleri itibariyle şantaj gibi ağır kriminal eylemlere karışacak insanlar değildir. Haklarındaki ortaya atılan şantaj iftiraları da aynı diğer çirkin, asılsız ve dayanaksız suçlamalar gibi uydurma ve gerçek dışıdır.

Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları söz konusu haberde geçen asılsız iddialar ve benzerleri dolayısıyla bugün olduğu gibi geçmişte de bazı soruşturma ve davaların konusu olmuşlardır. Ancak söz konusu dosyaların hepsi de her seferinde Adnan Oktar ve arkadaşları lehine takipsizlik ya da beraat kararlarıyla sonuçlanmıştır. Adnan Oktar ve arkadaşlarının suçsuz insanlar oldukları çok sayıda savcılık ve mahkeme kararıyla ispatlanmıştır. Tüm bunlara rağmen, komplocular aynı bayat iddiaları ısıtarak tekrar tekrar ortaya sürmeye devam etmektedir. 

Bu durum da, değerli halkımızı bize düzenlenen komplolar, atılan iftiralar ve bu komploların elebaşısı, tetikçisi ve provokatörlüğünü yapan derin devlet yancıları hakkında sürekli, yoğun ve kapsamlı biçimde bilgilendirmek ve aydınlatmak gerektiği konusunda bizleri çok daha fazla şevklendirmektedir.

Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

Daha yeni Daha eski